İnsanların birbirlerini aşırı mantıklı veya aşırı duygusal gibi sınıflandırıcı ve dışlayıcı eleştirilerle suçladıklarını duyduğumda şaşırıyorum. Ve merak ediyorum; bu suçlamada eleştiri okları ‘aşırı’ ek sıfatına mı yapılmakta, yoksa mantıklı, duygusal sıfatlarına mı? Eğer eleştiriler ‘aşırı’ ek sıfatına yönelikse ve bu ‘aşırılık’ suç ise; insanlar ‘aşırı olmayan’ mantıklılığı veya duygusallığı eleştirerek birbirlerini suçlamıyorlar, demek gerekecektir. Yani; bir insan mantıklı iken, diğer bir insan duygusal olabilir ve bu durum eleştirilmez; bu durumdan suç üretilmez/üretilemez, öyle mi?
Gerçekten ilginç bir durum. Fakat büyük bir sorununuz daha çıkıyor ortaya; bir insan sadece ‘aşırı olmayan’ mantıkla veya sadece ‘aşırı olmayan ‘ duygusallıkla davranış formlarını düzenliyor olabilir mi? Önünüze ek bir sıkıntı daha çıkacak; ‘aşırı’lığın görelilik açılarına göre sınırlarını da belirleyemeyeceğinizi fark edeceksiniz.
Düşünelim ve bir soru daha soralım, belki asıl sorunu saptayabiliriz. Eleştirileriniz ‘aşırı’ ek sıfatından daha çok bu teknik ayrıma yöneltilmiş olmasın? Galiba biriniz mantıklı, diğeriniz duygusal olmaktan kaynaklanan etkilerle, ötekini ‘aşırı’ bulmaktasınız. Aksi halde sınırlarını belirleyemediğiniz ‘aşırı’lığı ‘günah keçisi’ olarak kullanmazdınız. Biz Zarîrâlılara göre sizin sorunuz bu: siz bir insanın sadece duygusal veya sadece mantıklı olabileceğini zannediyorsunuz. Bu zandan hareket ederek, doğrudan mantıklı veya duygusal olmakla suçlayamayacağınız ötekini ‘aşırı’lıkla suçluyor, sorunu daha da karmaşıklaştırıyorsunuz.
Size yardım etmek istediğimi söylersem, bana kızar mısınız? Biliyorum; sorunlarınıza müdahale edilmesinden hoşlanmıyorsunuz. Ayrıca; çözüm önerilerimizi kendimize saklamamız gerekiyor da olabilir. Fakat anlatmamda bir sakınca yok değil mi? Belki bir işe yarar söylediklerim. Sorunlardan aldığınız hazzı azaltacak da olsam, olası çözümlerden alabileceğiniz hazların olduğunu da gösterebilirim size. Ne dersiniz? Her durumda karar sizin zaten; kaybedecek neyiniz var ki?
Aslında insanlar tüm duygu ve düşüncelerini birbirinden ayrı/ayrık ve bağımsız sanarak hata yapıyorlar. Bu bir konumlama hatası ve bu hata giderildiğinde, ilgili eleştiriler ve bu eleştirilerden üreyen suçlamalar anlamsız kılacak. Bu türden sorunlarınız ortadan kalkınca birbirinizi kolaylıkla anlayabileceksiniz. Zaten en büyük sorununuz da birbirinizi anlayamamanız.
Duyguların her türü, siz farklı ad/tanım blokları oluştursanız da tastamam düşüncelerden ibarettir. Sade bir anlatımla; duygular aynı zamanda düşüncelerdir, diyebiliriz. Ya da duygular düşüncelerin alt kümeleridir. Bu alt kümeler, korku, ümit, öfke, kin, heyecan, kıskançlık, hırs, sevgi, sevinç, özlem, gibi kategorik benlik baskılarından aşırı bir şekilde etkilenen düşünceleri içeriyorlar.
Yeni açıklamamızı koyulaştıralım mı? Duygular, benlik baskılarından etkilenen düşüncelerdir, diyelim. Dinî terminolojiyi kullanarak şöyle de söyleyebiliriz; nefs, cin, şeytan ve diğer insanların veya canlıların, doğa olaylarının baskılarından/kışkırtmalarından (benlik baskıları) etkilenen düşüncelere duygu denir. Nasıl? Açıklayıcı oldu mu?
Benlik baskılarından bağımsız bir insandan söz edilemeyeceğine göre birlikte bir karara varabiliriz; benlik baskılarından aşırı etkilenen insanlara duygusal, az etkilenen insanlara da mantıklı, diyorsunuz. Şu halde duyguların, düşüncelerin alt kümeleri olduğunda hemfikir miyiz? Hemfikir isek; şu sonucu düşünce eylemlerimizin bayrak direğine asabiliriz: Düşünceler, asla mantıksız olamazlar ve düşüncelerin altkümeleri olan duyguların mantıksız olma olasılıkları sıfırdır.
O halde artık rahatlıkla ifade edebiliriz, ki; bir insan mantıklı, diğer insan duygusal olamaz. Aşırı mantıklı veya aşırı duygusal olmak da imkânsızdır. Bana katılıyor musunuz? Bana katılmanız birbirinizi eleştirmekten ve suçlamaktan vazgeçeceğiniz anlamına gelmiyor, kuşkusuz. Sorun üretip bu sorundan haz almak sizde bir alışkanlığa dönüşmüşse, düşüncelerin alt kümeleri olan duyguların benlik baskılarından aşırı bir şekilde etkilendiğini gördükten sonra, ötekini benlik baskılarına yenilmiş olmaktan dolayı suçlayacaksınız.
Ancak yine de bir avantaj elde etmiş durumdasınız; nedeni biliyorsunuz ve nedeni biliyor olmanız, karşınızdakini anlamanıza yardım edecektir. Bu durumda siyah, beyaz ayrımındaki çözümsüzlüklere karşı “elde gri var”, diyerek, katliam havasını dağıtmış olabiliriz, değil mi?
Mantıklı olmanın eleştirilebiliyor olması başlı başına tuhaf bir durum zaten ve bu tuhaflık, Dünya’ya özel bir karmaşa. İnsan doğası gereği mantıklıdır ve mantıklı olmaması gibi durumlarda ortaya çıkacak olan mantıksızlık durumuna insanlar, karşıt olarak ‘duygusallık’ demiyorlar; ‘delilik’, ‘geri zekâlılık’ gibi sıfatlar kullanıyorlar. Ne acıdır ki; delilik ve geri zekâlılık da yanlış kullanılan sıfatlardır. Mantıksız davrandığı düşünülen insanlara deli denmesi anlamsız, çünkü; deli mantıksız davranan değil, farklı mantık zincirleri kurup işletendir. Geri zekâlı denmesi de anlamsız, çünkü; zekâ’nın ileri veya geriliğinden bahsedilemez. Durum tam olarak gelişmemiş fiziksel bir problemden kaynaklanan bir durumdur.
İnsan doğuştan mantıklı ise neden mantık diye bir ders alanı oluşturulmuştur, diye düşünebilirsiniz. Her insan matematik eğitimi almadan sayı sayabilir, ama matematik eğitimi almadan ikinci dereceden denklemleri çözemez. Her insan mantık eğitimi almadan mantıklı düşünebilir, ancak her insan mantık eğitimi almadan sistemli akıl yürütmelerle sistematik genellemelere ulaşamaz.
Sistematik genellemelere ulaşmak ve bu genellemeleri hayatın her alanında kullanmak, başarı şansını arttıracaktır, işte biz bu yüzden matematik öğrenirken mantıkla başlamamız gerektiğini düşünüyoruz. Biraz uzun bir sohbet olacak bu; hazırsanız başlayalım. Hazır değilseniz, yukarıdaki sohbetle yetinebilirsiniz. Kalan dostlarla devam ediyoruz, değil mi?
Mantığın bilimsel yöntemlerin temel konusu olduğunu bilmiyor değilsiniz. Bilimsel yöntemler oluşturulmadan önce de felsefenin temel konusu mantıktı. Antik/Helenistik çağda, iç Akdeniz kıyılarında ve bu kıyıların arasındaki adacıklarda, köle olmayan, köle olmadıkları için de bolca tüketebilecekleri zamana ve enerjiye sahip olan insanlar, kendilerine özellik katan ve kendileriyle anılan alanlar olsun istediler. Mantık da bu alanlardan biriydi. Mantık’tan önce Matematik vardı; ancak matematik gelişmiş bir bilim dalı olmadığı için mantıkla doğrudan ilişkilendirilerek öğretilme gereği duyulmuyordu.
Mantık, bir oyun olarak doğdu ve mantık oyuncularının ürettiği paradokslarla insanların ilgilerini çekti. Her insan eşit fırsatlara sahip olamadığı için de bu oyunla ilgilenecek pozisyonda olamadı, paradokslarla ilgilenemedi. Çok sonraları bu paradokslara zaman ayırıp da çözüm bulduklarını iddia edenler, diğerlerinden daha zeki olarak öne çıkarıldılar. Aslında bu büyük bir haksızlıktı, zekânın bu işle hiç ilgisi yoktu. Paradoksal korkular insanları çok korkutmuşlardı. O kötü zamanlardan sonra bu yanılgı önyargılara dönüştü; sorgulanamayan bir gerçekmiş gibi insanların kültürlerine yerleşti. Ne ilginçtir ki; şu anda yeryüzünde yaşayan insanların çoğu bazen mantıktan anlamadıkları için kendilerini zeki olmamakla suçlayabiliyorlar. Oysa sadece ihtiyaçları olan iki şeye sahip değiller; yeterli zamana ve uygun öğrenme koşullarına.
Antik/Helenistik çağda oyun olarak doğan mantık, oyun olarak kalmadı elbette. İnsanlar özel durumlardan genel sonuçlara ulaşmayı sevdikleri için; daha doğrusu bilimsel en büyük kaygı olan genelleme kaygısından fazlaca etkilendikleri için önermeler ürettiler ve bu önermelerin doğruluğunu veya yanlışlığını kontrol etme gereği duydular. Şimdi okullarda iki parçaya ayrılan mantık önermeler mantığı ve sembolik mantık olarak matematiksel yöntemlerin altyapısını hazırlamak için öğretiliyor. Antik çağdan 19. Yüzyıla kadar önermelerden oluşan mantık, 19. Yüzyılla birlikte hızla sembolize edildi ve sembollerle genel sonuçlara ulaşmanın kolaylığı kullanıldı. Matematik büyük bir bilim dalı olarak gelişince de, Mantık, küçük ve dar oyun alanında kalakaldı.
Önermeler mantığı, sembolik mantıkla biraz daha geliştirilmişti, ancak; sembolik mantık da varlıksal bazı durumlar için yeterli olmasına rağmen evrensel tüm durumlar için yeterli değildi. Matematiksel genellemecilik mantığı zorladı ve yüklemler mantığı üretildi. Yani açık önermeler… Normal önermeler için iki durum vardı; ya doğru olacaklardı ya da yanlış. Oysa artık yüklemler mantığında, yani açık önermeler de değişkenler ve sabitler vardı ve önerme değişkenin alacağı değerlere göre doğru ve yanlış olabiliyordu. Böylece denklemler ve eşitsizliklerle ilgili temel ilişkilendirme sağlanmış olacak ve mantık tümüyle matematik biliminin ilk basamaklarından biri olarak kalıcı hâle gelecekti.
Şu anda Felsefe eğitim ve öğretiminde kullanılmaya devam eden mantık sadece önermeler mantığı ile sembolik mantık gibi ilkel mantık konularını içeriyor olduğu için felsefî üretim standartları gelişmedi. Belki de felsefe, bilimsel alanların çoğalması karşısında ne yapacağını bilemedi; klasik yaklaşımların tıkanmasından dolayı dondu kaldı. 20. Yüzyılda bulanık/gri mantık üretilse de bu mantık türü artık matematiğin güvenli kollarında ve matematikten aldığı güçle klasik mantığın boşluklarını dolduruyor.
21. Yüzyılda insanlar, felsefenin beş duyuluk araçları ile asla ilgilenmeye cesaret edemeyeceği kuantum fiziği ile ilgileniyor; topolojik uzayları ardı ardına harmanlıyor, eğri yüzeylerle ilgi somut ve karmaşık analizler yapabiliyor; evren ve varoluşla ilgili daha sağlam sorular sorup sağlam cevaplar bulabiliyorlar.
Bugün artık modern mantıktan bahsedilmiyor; sadece matematikten bahsediliyor ve matematik, mantığın hayal bile edemeyeceği ispat yöntemleri kullanıyor. İnsanların minnet duyguları, nostaljik hazları dolayısıyla mantık hâlen ilgi duyulan bir alan olarak değil de, Antik/Helenistik çağda olduğu gibi, ilgi duyanların zaman geçirebilecekleri tarihsel bir değer olarak anlam buluyor. Ancak; yine de mantığın insanların hayatından çıkacağını düşünmek çok zor. Bakın, matematiğe başlarken ona ihtiyaç duyabiliyoruz hâlâ. Her seferinde öğrenilmiş bilgiden bağımsız doğan insan değişmiyor, çünkü.
Önyargılarınıza dokunabildim mi biraz? Önermeler mantığını, sembolik ve bulanık/gri mantığı bir sonraki derste işleyelim. Olmaz mı? Matematiğin uzun ince bir yol olduğunu bu yolda yorulacağımızı biliyorsunuz; ancak bu yorgunluğun sizi yıldırmayacağını umuyorum. Tenceredekiler, kısık ateşte demlensin biraz.
Hoşçakalınız.
Mustafa Akdeniz, 31. 10. 2010
Mustafa Akdeniz Yazıları
Not: Bir sonraki derse hazırlıklı gelmek istiyorsanız, bir önceki dersi (YazıDers 4)de okumanızı tavsiye ederim.
Size yardım etmek istediğimi söylersem, bana kızar mısınız? Biliyorum; sorunlarınıza müdahale edilmesinden hoşlanmıyorsunuz. Ayrıca; çözüm önerilerimizi kendimize saklamamız gerekiyor da olabilir. Fakat anlatmamda bir sakınca yok değil mi? Belki bir işe yarar söylediklerim. Sorunlardan aldığınız hazzı azaltacak da olsam, olası çözümlerden alabileceğiniz hazların olduğunu da gösterebilirim size. Ne dersiniz? Her durumda karar sizin zaten; kaybedecek neyiniz var ki?
Aslında insanlar tüm duygu ve düşüncelerini birbirinden ayrı/ayrık ve bağımsız sanarak hata yapıyorlar. Bu bir konumlama hatası ve bu hata giderildiğinde, ilgili eleştiriler ve bu eleştirilerden üreyen suçlamalar anlamsız kılacak. Bu türden sorunlarınız ortadan kalkınca birbirinizi kolaylıkla anlayabileceksiniz. Zaten en büyük sorununuz da birbirinizi anlayamamanız.
Duyguların her türü, siz farklı ad/tanım blokları oluştursanız da tastamam düşüncelerden ibarettir. Sade bir anlatımla; duygular aynı zamanda düşüncelerdir, diyebiliriz. Ya da duygular düşüncelerin alt kümeleridir. Bu alt kümeler, korku, ümit, öfke, kin, heyecan, kıskançlık, hırs, sevgi, sevinç, özlem, gibi kategorik benlik baskılarından aşırı bir şekilde etkilenen düşünceleri içeriyorlar.
Yeni açıklamamızı koyulaştıralım mı? Duygular, benlik baskılarından etkilenen düşüncelerdir, diyelim. Dinî terminolojiyi kullanarak şöyle de söyleyebiliriz; nefs, cin, şeytan ve diğer insanların veya canlıların, doğa olaylarının baskılarından/kışkırtmalarından (benlik baskıları) etkilenen düşüncelere duygu denir. Nasıl? Açıklayıcı oldu mu?
Benlik baskılarından bağımsız bir insandan söz edilemeyeceğine göre birlikte bir karara varabiliriz; benlik baskılarından aşırı etkilenen insanlara duygusal, az etkilenen insanlara da mantıklı, diyorsunuz. Şu halde duyguların, düşüncelerin alt kümeleri olduğunda hemfikir miyiz? Hemfikir isek; şu sonucu düşünce eylemlerimizin bayrak direğine asabiliriz: Düşünceler, asla mantıksız olamazlar ve düşüncelerin altkümeleri olan duyguların mantıksız olma olasılıkları sıfırdır.
O halde artık rahatlıkla ifade edebiliriz, ki; bir insan mantıklı, diğer insan duygusal olamaz. Aşırı mantıklı veya aşırı duygusal olmak da imkânsızdır. Bana katılıyor musunuz? Bana katılmanız birbirinizi eleştirmekten ve suçlamaktan vazgeçeceğiniz anlamına gelmiyor, kuşkusuz. Sorun üretip bu sorundan haz almak sizde bir alışkanlığa dönüşmüşse, düşüncelerin alt kümeleri olan duyguların benlik baskılarından aşırı bir şekilde etkilendiğini gördükten sonra, ötekini benlik baskılarına yenilmiş olmaktan dolayı suçlayacaksınız.
Ancak yine de bir avantaj elde etmiş durumdasınız; nedeni biliyorsunuz ve nedeni biliyor olmanız, karşınızdakini anlamanıza yardım edecektir. Bu durumda siyah, beyaz ayrımındaki çözümsüzlüklere karşı “elde gri var”, diyerek, katliam havasını dağıtmış olabiliriz, değil mi?
Mantıklı olmanın eleştirilebiliyor olması başlı başına tuhaf bir durum zaten ve bu tuhaflık, Dünya’ya özel bir karmaşa. İnsan doğası gereği mantıklıdır ve mantıklı olmaması gibi durumlarda ortaya çıkacak olan mantıksızlık durumuna insanlar, karşıt olarak ‘duygusallık’ demiyorlar; ‘delilik’, ‘geri zekâlılık’ gibi sıfatlar kullanıyorlar. Ne acıdır ki; delilik ve geri zekâlılık da yanlış kullanılan sıfatlardır. Mantıksız davrandığı düşünülen insanlara deli denmesi anlamsız, çünkü; deli mantıksız davranan değil, farklı mantık zincirleri kurup işletendir. Geri zekâlı denmesi de anlamsız, çünkü; zekâ’nın ileri veya geriliğinden bahsedilemez. Durum tam olarak gelişmemiş fiziksel bir problemden kaynaklanan bir durumdur.
İnsan doğuştan mantıklı ise neden mantık diye bir ders alanı oluşturulmuştur, diye düşünebilirsiniz. Her insan matematik eğitimi almadan sayı sayabilir, ama matematik eğitimi almadan ikinci dereceden denklemleri çözemez. Her insan mantık eğitimi almadan mantıklı düşünebilir, ancak her insan mantık eğitimi almadan sistemli akıl yürütmelerle sistematik genellemelere ulaşamaz.
Sistematik genellemelere ulaşmak ve bu genellemeleri hayatın her alanında kullanmak, başarı şansını arttıracaktır, işte biz bu yüzden matematik öğrenirken mantıkla başlamamız gerektiğini düşünüyoruz. Biraz uzun bir sohbet olacak bu; hazırsanız başlayalım. Hazır değilseniz, yukarıdaki sohbetle yetinebilirsiniz. Kalan dostlarla devam ediyoruz, değil mi?
Mantığın bilimsel yöntemlerin temel konusu olduğunu bilmiyor değilsiniz. Bilimsel yöntemler oluşturulmadan önce de felsefenin temel konusu mantıktı. Antik/Helenistik çağda, iç Akdeniz kıyılarında ve bu kıyıların arasındaki adacıklarda, köle olmayan, köle olmadıkları için de bolca tüketebilecekleri zamana ve enerjiye sahip olan insanlar, kendilerine özellik katan ve kendileriyle anılan alanlar olsun istediler. Mantık da bu alanlardan biriydi. Mantık’tan önce Matematik vardı; ancak matematik gelişmiş bir bilim dalı olmadığı için mantıkla doğrudan ilişkilendirilerek öğretilme gereği duyulmuyordu.
Mantık, bir oyun olarak doğdu ve mantık oyuncularının ürettiği paradokslarla insanların ilgilerini çekti. Her insan eşit fırsatlara sahip olamadığı için de bu oyunla ilgilenecek pozisyonda olamadı, paradokslarla ilgilenemedi. Çok sonraları bu paradokslara zaman ayırıp da çözüm bulduklarını iddia edenler, diğerlerinden daha zeki olarak öne çıkarıldılar. Aslında bu büyük bir haksızlıktı, zekânın bu işle hiç ilgisi yoktu. Paradoksal korkular insanları çok korkutmuşlardı. O kötü zamanlardan sonra bu yanılgı önyargılara dönüştü; sorgulanamayan bir gerçekmiş gibi insanların kültürlerine yerleşti. Ne ilginçtir ki; şu anda yeryüzünde yaşayan insanların çoğu bazen mantıktan anlamadıkları için kendilerini zeki olmamakla suçlayabiliyorlar. Oysa sadece ihtiyaçları olan iki şeye sahip değiller; yeterli zamana ve uygun öğrenme koşullarına.
Antik/Helenistik çağda oyun olarak doğan mantık, oyun olarak kalmadı elbette. İnsanlar özel durumlardan genel sonuçlara ulaşmayı sevdikleri için; daha doğrusu bilimsel en büyük kaygı olan genelleme kaygısından fazlaca etkilendikleri için önermeler ürettiler ve bu önermelerin doğruluğunu veya yanlışlığını kontrol etme gereği duydular. Şimdi okullarda iki parçaya ayrılan mantık önermeler mantığı ve sembolik mantık olarak matematiksel yöntemlerin altyapısını hazırlamak için öğretiliyor. Antik çağdan 19. Yüzyıla kadar önermelerden oluşan mantık, 19. Yüzyılla birlikte hızla sembolize edildi ve sembollerle genel sonuçlara ulaşmanın kolaylığı kullanıldı. Matematik büyük bir bilim dalı olarak gelişince de, Mantık, küçük ve dar oyun alanında kalakaldı.
Önermeler mantığı, sembolik mantıkla biraz daha geliştirilmişti, ancak; sembolik mantık da varlıksal bazı durumlar için yeterli olmasına rağmen evrensel tüm durumlar için yeterli değildi. Matematiksel genellemecilik mantığı zorladı ve yüklemler mantığı üretildi. Yani açık önermeler… Normal önermeler için iki durum vardı; ya doğru olacaklardı ya da yanlış. Oysa artık yüklemler mantığında, yani açık önermeler de değişkenler ve sabitler vardı ve önerme değişkenin alacağı değerlere göre doğru ve yanlış olabiliyordu. Böylece denklemler ve eşitsizliklerle ilgili temel ilişkilendirme sağlanmış olacak ve mantık tümüyle matematik biliminin ilk basamaklarından biri olarak kalıcı hâle gelecekti.
Şu anda Felsefe eğitim ve öğretiminde kullanılmaya devam eden mantık sadece önermeler mantığı ile sembolik mantık gibi ilkel mantık konularını içeriyor olduğu için felsefî üretim standartları gelişmedi. Belki de felsefe, bilimsel alanların çoğalması karşısında ne yapacağını bilemedi; klasik yaklaşımların tıkanmasından dolayı dondu kaldı. 20. Yüzyılda bulanık/gri mantık üretilse de bu mantık türü artık matematiğin güvenli kollarında ve matematikten aldığı güçle klasik mantığın boşluklarını dolduruyor.
21. Yüzyılda insanlar, felsefenin beş duyuluk araçları ile asla ilgilenmeye cesaret edemeyeceği kuantum fiziği ile ilgileniyor; topolojik uzayları ardı ardına harmanlıyor, eğri yüzeylerle ilgi somut ve karmaşık analizler yapabiliyor; evren ve varoluşla ilgili daha sağlam sorular sorup sağlam cevaplar bulabiliyorlar.
Bugün artık modern mantıktan bahsedilmiyor; sadece matematikten bahsediliyor ve matematik, mantığın hayal bile edemeyeceği ispat yöntemleri kullanıyor. İnsanların minnet duyguları, nostaljik hazları dolayısıyla mantık hâlen ilgi duyulan bir alan olarak değil de, Antik/Helenistik çağda olduğu gibi, ilgi duyanların zaman geçirebilecekleri tarihsel bir değer olarak anlam buluyor. Ancak; yine de mantığın insanların hayatından çıkacağını düşünmek çok zor. Bakın, matematiğe başlarken ona ihtiyaç duyabiliyoruz hâlâ. Her seferinde öğrenilmiş bilgiden bağımsız doğan insan değişmiyor, çünkü.
Önyargılarınıza dokunabildim mi biraz? Önermeler mantığını, sembolik ve bulanık/gri mantığı bir sonraki derste işleyelim. Olmaz mı? Matematiğin uzun ince bir yol olduğunu bu yolda yorulacağımızı biliyorsunuz; ancak bu yorgunluğun sizi yıldırmayacağını umuyorum. Tenceredekiler, kısık ateşte demlensin biraz.
Hoşçakalınız.
Mustafa Akdeniz, 31. 10. 2010
Mustafa Akdeniz Yazıları
Not: Bir sonraki derse hazırlıklı gelmek istiyorsanız, bir önceki dersi (YazıDers 4)de okumanızı tavsiye ederim.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.