"İslâm, zihinsel ve bedensel özgürlüğü elinden alınan insan için bu nedenle yeni bir özgürlük mücadelesi, insanın diğer tüm etkenlerden uzak bir şekilde Allah'a teslim olma yöntemlerinin bütün olarak yer aldığı bir özgürlük sistemidir."
Seçkin Deniz'in Notu:
Daha ayrıntılı analiz için 01.02.2016'da yayınladığım
"Masonluk- Kabala-Tasavvuf'un Kökeni ya da Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve İslam'ın Tahrif Tarihi" başlıklı analizi okumanızı tavsiye ederim.
***
Üçüncü bin yıl Müslümanının bilimin evrenin bilinmezlerine getirdiği açıklamaları -tüm sınırlılıklarına rağmen- artık düşünce sistematiğinde kullanabilmesi gerekiyor. Bilhassa itikât algılarının Vahy'in aslî unsurlarına yaklaşması adına bu aynı zamanda geciktirilmeden yapılması gereken büyük bir operasyon olmalıdır. Hilâfet'in ilgâsından sonra, strateji geliştirme özelliği ortadan kalkan İslâm Dünyası'nın, Amerika Birleşik Devletleri'nde sıkça tartışılan fikir babalığını 1802 yılında İngiliz Anglikan din adamı William Paley'in yaptığı 'Akıllı Tasarım Kuramı(*)'ndan medet umması, üç yüz yıllık aşağılık kompleksinin klasik sonuçlarından biridir.Vatikan, İngiliz Anglikan ve Alman Protestan Kiliselerinin popülarize ettiği, finansmanını sağladığı bu proje, Ateizmin köklerini kurutacak gibi görünüyor olsa bile, ortaya çıkacak olan sonuçlar Vahy'in aslına uygun düşüncelerin üretilmesine doğrudan aracılık etmeyecektir. Çünkü; izlenen yol varılmak istenen hedefi muharref dinler karmaşasına sürükleyecek ve bu yolda elde edilen bilimsel veriler, gerçek din algısının yükselmesinde insanlığa hizmet etmekte zorlanacaktır.
İtikat Algılarının rasyonalize edilmesi ve bu yolla bilimsel temellere oturması, Kur'an'ın kendi özel yapısı içerisinde insanlara ilettiği mesajın daha kolay algılanmasını ve kavranılmasını sağlayacak, sürreel-muharref bir İslam Akaidi sistematiğini tarihin karanlıklarına gömebilecek; Müslüman'ın Kur'an merkezli hayat standartlarını fark etmesini sağlayabilecektir. Bu büyük gerçekleşme için Müslümanları eğitecek ve yönlendirecek bir kurumun olmayışı, Müslümanlar adına sosyolojik, siyâsî bir ayıptır; Müslüman düşünce sistematiğinin geleceği için büyük bir handikâptır. Bu durum kişi olarak her Müslüman'a büyük sorumluluklar yüklemektedir.
Müslüman'ın yeni bin yılda geliştirilen Kilise stratejilerine karşı, birey olarak düşüncelerini koordine etmesi, karmaşıklaştırılmış inanç parametrelerini aklın ve bilimin desteklediği yeni stratejilerle yeniden tanımlaması, konum ve sıfat değiştiren 'mücadele paradigmaları' üretmesi özel birer ödev formasyonunun gereğidir.
Kilise'nin Vahy'in ve aklın temellerine aykırı 'inanç sistematiği' büyük bir zaaf olarak ortada durmaktadır. Bu zaaf düşünebilen Müslümanlar için daimî bir fırsattır. Akıllı Tasarım Kuramı'nın insan zihninde açtığı yolun, nihayetinde gelip bu zaafa dayanacağı kesindir. Kilise'nin en büyük korkusu da desteklediği ve finanse ettiği bu kuramın bir bumerang gibi gelip kendisini vurmasıdır.
Müslüman bu tıkanma noktasında, karmaşıklaştırılmış Vahy algısını -en saf hâlini dikkate alarak- sağaltacak bir Kur'an bilincini idrâk etmiş, hayatını bu temel sistemin parametrelerine uygun hale getirmiş olmalıdır. Müslüman, Kur'an'ın emrettiği inanç kurgusunu ve uygulamalarını hayatının her aşamasında gerçekleşebilir hâlde, samimiyetle icra edebilmelidir. Akıllı Tasarım Kuramı'nın getirip bıraktığı yerde, Kur'an'ın özüne uygun bir İslam, insanları karşılamalıdır.
Özgürleşme, Kilise'nin sıklıkla kullandığı bir hedeftir. Birinci yüzyıldan itibaren, kendi müntesiplerinin itikad algılarını düzenleyen ve yöneten, onları diğer din algılarının uzağında tutarak sadece kendisine tâbi olmasını 'özgürleşme' olarak tanımlayan; böylelikle insanları ruhbanlık sınıfının birer kölesi hâline getiren Kilise'nin, insanların bu en özgün değerini, özgün anlamı dışına taşıyarak sömürdüğü açıktır. Sözlükte; "Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya, şarta bağlı olmamak, serbest, hür olmak, kendi kendine hareket etme, davranma, karar verme gücü olma hâli, Siyasi bir güç tarafından denetlenmeme, engellenmeme..." olarak açıklanan bu kavram, kilise tarafından, kasıtlı anlam kayması oluşturularak kullanılmaktadır.
Gerçekte özgürlük sözlükteki anlamıyla asla var olamayacak bir hayâldir. İnsanın somut ya da somut olarak kısıtlılık yaşamaması- insan somut ve soyut sınırlamalarla yaşar-; zorlamaya tabi ve şarta bağlı olmaması- beslenme, barınma, yerkürenin yaşama elverişli koşulları insanı zorlar ve şartlara bağlar-; kendi kendine hareket etme (coğrafî ve fiziksel, kimyasal koşullar bunu engeller), davranma- kanunlar ve ihtiyaçlar olmadan insan sosyal bir varlık olamaz-,siyasi bir güç tarafından denetlenememe- siyasi gücün olmadığı hiçbir ülke tasavvur edilemez- gibi durumların olması imkansızdır.
Sözlük anlamında mümkün olabilecek olan tek ve gerçek şey "insanın karar verme gücü olma hâli" dir. Ve Allah, insana ancak bu gücü vererek özgürlüğünü mümkün kılmıştır. Oysa Kilise, somut ve etkin bir güç olarak 'insanın karar verme gücü olma hali'nin önündeki en büyük engeldir; konsüllerin ve piskoposlar meclisinin onayı olmadan, müntesiplerin karar verme halleri mümkün olamaz, aforoz bu konuda esaslı bir dışlama mekanizmasıdır.
Aynı özgürleşme Fransız İhtilâli'nde kiliseye karşı durduğunu ifade edenlerin elinde de özgürlük-kardeşlik ve eşitlik bayraklarından biri olarak dalgalanmıştır. Ateizme sarılan özgürlük düşünceleri de özgürleşmeyi, sınırsız bir özgürlük hayalini, özgürlük beklentisi ve yeterliliğinden habersiz bir boşluğa gömdüler. Özgürlük yanılsamaları insanları kendi nefislerinin bataklarında esir tuttu. Sınırsızlığı şiar edinenler, kendilerinin sınırlı varlıklar olduklarını anladıklarında özgürlüğü yanlış tanımladıklarını düşündüler-fark edip de tanımlarını değiştirenler olduğu gibi, fark edip de tanımlarında ısrar edenler de oldu-.
Özgürlük için en doğru tanım, ancak Allah'ın sınırlarına uymakla yapılabilirdi. Allah, Yunus Suresi 74. ayette: "İşte biz haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz." buyurmaktadır. Böylece, sınırsız bir özgürlük hayâline kapılanların mühürlenmiş kalpleriyle daha büyük bir esarete mahkûm edildiklerini görmek mümkündür. Mü'min için tanımlanan özgürlük; "Şüphesiz Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kesin olarak va'detmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır. Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû' ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü'minleri müjdele!" (Tevbe 111-112)
Vahy'in, peygamberler aracılığıyla insanlara ulaşmasındaki en büyük neden insan'ın Allah'a karşı tutumlarında yaşadığı dengesizliktir. Kur'an'ın sıklıkla insanların atalarının dinlerine yaptığı vurgu, İnsanların din ve buna bağlı olarak realize edilen hayat standartı algılarındaki esâretin ortadan kaldırılması, İnsan ile Allah arasındaki ilişkinin Varlığın ve Vahy'in esaslarına uygun hâle getirilerek, insanın diğer tüm engelleyici unsurların tasallutundan kurtarılarak özgürleşmesinin sağlanması hedefine yöneliktir. Zaten özgürlük kavramının insanın düşünce tarihinde çok fazla tartışma konusu yapılması da, insanın özgürlüğüne verdiği önemden kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki; bu tartışmalar insanları gerçek bir özgürleşmeden uzaklaştırmıştır; Kur'an'daki beyana göre insanların 'nefislerini ilahlaştırmış' olmaktan başka bir işe yaramamıştır.
Papa ve ondan önce Yahudi din adamları-hahamlar heyeti-, insanın somut olarak algılanabilir bir 'Tanrı' ihtiyacını sömürerek insanların zihnindeki 'Tanrı' algısı içerisinde 'bilinmezlik' anaforu peydahlamayı planlamışlardır. Birden çok tanrının bileşimi olarak sunulan hahamların-kabalanın- Elohim'i ve Papaların Teslisi arzulanan anafor için yeterince zihin karartıcıdır. Bu anaforda kafası karışan insana somut olarak algılayabileceği 'Tanrı Modeli' oluşturmuş ve bu 'Somut Tanrı Konsepti' içinde kendilerine vekillik ihdas ederek insanın özgürlük ihtiyacını yönlendirmişlerdir. Daha somut anlamda insanların zihinlerini kendi sapkın öğretileriyle tutsak alarak, onları kontrol etmeye devam etmişlerdir.
II.Jean Paul: "İnsan diğer gözle görülür yaratıklara ilişkin olarak kendisini bütünüyle anlayamaz.İnsanın kendisini anlayışının anahtarı Tanrısal ilk örneği,ete kemiğe bürünmüş sözü, Baba'nın ölümsüz Oğlu'nu tefekkür etmektedir. Bu yüzden, insanoğlunun derin doğasını incelemenin başlıca ve kesin kaynağı Kutsal Teslis'tir. Kutsal Kitaba ait "suret ve benzetme" ifadesi Yaratılış Kitabı'nın ilk sayfalarından itibaren buna işaret eder.(Yaratılış 1:26-27)"(**) diyor.
Bu beyan tek başına insanın esaret altına alındığının hristolojik kanıtıdır. Buna rağmen insanı kontrol ve idâre etmesindeki yetkileri az bulan ve teslisle yetinmeyen aynı Papa somutlaştırdığı tanrılardan vekalet almanın vazgeçilmez olduğunu şöyle ifade etmiştir- ki; birinci yüzyıla kadar geri gittiğimizde bu yetkiyi çok sık kullandıkları da ortadadır-:"İsa gerçekten kabul edilirse, onun mistik bedeni olan Kilise'den ayrılamaz. Beden bulma olmasaydı, İsa olmazdı, Kilise olmasaydı, İsa olmazdı...(.)...Kilise İsa'nın bedeni olarak, dünyada İsa'nın varlığı ve eyleminin normal mevkiidir...(.)...Bütün ebediyetten Tanrı'nın planı insanın ve dünyanın tanrısallaştırılması İsa'da tamamlanmıştır. Bu süreç sürekli devam eder; günümüzde bile."(***)
Havra'nın Üzeyir Peygamber'in Allah'ın oğlu olduğu tezi, Kilise'nin İsa Peygamber ile kurguladığı 'Oğul Tanrı', somut birer yarıtanrı olarak her iki dinde de ruhban sınıfının İlâhî bir kurum olarak tesis edilmesine hizmet etmiştir- Yahudiler kendilerinde ruhbanlık sınıfı olmadığını iddia etseler bile, Talmud, hahamların yazdığı ve Yahudilerin hayatlarını düzenleyen kanunlar kitabıdır-.Yahudilerin Oğul tezi zamanla kabala öğretisinin karmaşık ve bulanık dehlizlerinde gereksiz hale gelmiştir.
'Sadece kırk yaşını geçmiş evli erkek Yahudilerin bir kaç yıllık zor bir çalışmadan sonra öğrenebildiği'(****) Kabala öğretisi de Tanrı kavramını parçalara ayırarak birden fazla tanrıyı tanrılar hiyerarşisi içinde tanımlamış olduğundan insanın Tanrı ile olan ilişkileri yok edilmiştir. Tanrı'ya ulaşmak için yaşam ağacının tüm kürelerini kavramak ve aşmak zorunda olan insan, bu aşamalardan sonra-güya-Tanrı'nın bizzat kendisi haline gelmektedir. Görüldüğü üzere İnsan bu bağlamda da kabala ustalarının elinde zihinsel özgürlüklerini yitirmekten kurtulamamışlardır.
Bellek ve Kimlik adlı eserde: "Konsil'in öğretisine göre insana yakışan vakar, sadece insan doğasına değil, yanı sıra daha da büyük bir ölçüde, İsa Mesih'te Tanrı'nın gerçekten insan haline geldiği gerçeğine dayanır." diyor II.Jean Paul. Oluşturulan bu sanal itikad fenomeni, Hahamlara ve Papa'ya (dolayısıyla Hıristiyan din adamlarına) insanlara bir Tanrı gibi hükmedebilme, onları affedebilme yetkisi verilmesini sağlamıştır. Hz İsa'ya atfedilen " Ben yol'um Hiç kimse babaya bensiz erişemez" sözü, Kilise tarafından evrilerek ,baba'ya erişmede yeni Yol'un kilise olduğu tezi değişmez bir dogmatik kanun olarak yerleşmiştir.
İşte bu noktada insan, evreni yaratan ve her şeyi yöneten, ancak insana özgür iradesini veren Yüce Yaratıcı ile olan ilişkilerinden kopmuş, özgür iradesinin elinden alınmasıyla bir köle hâline gelmiştir. Akıllı Tasarım Kuramı kaçınılmaz bir şekilde insanları getirip bu noktada kendileri de evrenin yasalarına mahkûm olan Havra'nın ve Kilise'nin karşısına dikecektir.
İslâm, zihinsel ve bedensel özgürlüğü elinden alınan insan için bu nedenle yeni bir özgürlük mücadelesi, insanın diğer tüm etkenlerden uzak bir şekilde Allah'a teslim olma yöntemlerinin bütün olarak yer aldığı bir özgürlük sistemidir. Akıllı Tasarım izleyicileri, bu büyük ve evrensel sistemi doğru algılayabilmenin araçlarını da değişmez Vahy'in, Kur'an'ın içinde bulacaklardır. Müslüman işte bu büyük sorumluluğun gereklerini yerine getirmek zorundadır. Müslümanlar İslâm'a yüklenen haksızlıkların kökenlerini araştırmalı, İslam adına insanın elinden alınan özgürlükleri sorgulamalı; Vahy'in -kendileri dâhil- tüm insanlara ulaşmasında yeni yöntemler geliştirmelidirler.
İslâm adına insanın elinden alınan özgürlük, ne demektir? Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta oluşturulmuş zihinsel esaret halkalarının temel müsebbibleri Yahudilerdi- Hıristiyanlığın kurucusu olan Paul bir yahudidir-. İnsan'ın Yaratıcı ile olan ilişkilerinde peygamberleri ve peygamberlerin etkisini ortadan kaldırarak- Hz. Davud ve Hz.Lut'a atılan iftiralar eski ve yeni ahitte, sözde ayetler olarak halen duruyor-, kendilerini onların ve Tanrı'nın yerine koyanları yukarıda zikrettik. Abdullah İbn-i Seb'e ile başlayan İslam'ı tahrif girişimlerinin 20 yy. sonlarına kadar kesif bir şekilde sürdürüldüğünü biliyoruz. Aydın Müslümanların sayısındaki artış ve Müslümanların Kur'ana yönelişi 21.yy'da bu girişimlerin etkisini azaltmıştır. Ancak; sona ermesini sağlayamamıştır.
Yahudi ve Hıristiyan din adamları, insanın Tanrı ile olan ilişkilerini 'aşk' konsept içinde değerlendirmiş, dolayısıyla bu aş k(Not 3) içinde -havra'nın ve kilise'nin rehberliğinde-evrilen insanın Tanrı ile bütünleşeceği saplantısını bu iki dine yerleştirmiş görünüyorlar. Peki, İslam bu sapkınlıktan uzakta kalabilmiş midir?
Materyalist özgürleşmenin bilimsel kahramanı olan Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı eserini ve araştırmalarını İbn-i Rüşd'ün eserlerinden de etkilenerek husule getirdiğini ve türler bahsinin Darwin'den önce ilk kez İbn-i Rüşd tarafından ortaya konduğunu biliyoruz- İbn-i Rüşd'ün felsefe, tıp ve diğer bilimlerle ilgili külliyatı Yahudi öğrencileri tarafından İbraniceye çevrilmiş, İbranice'den de Latince ve diğer batılı dillere çevrilmiştir-. Ki; İbn-i Rüşd,tasavvuf'un Şeyh'ül Ekber'i ibn-i Arabî'nin hocası ve önderidir. İbn-î Arabi ise tasavvufa kaynaklık eden tüm öğretilerini, gârip hallerle edindiği deneyimlerden aldığını iddia etmektedir.
Bundan önce Hallac-ı Mansur'un "Ene'l Hak" bunalımının da farkındayız. Hallac'a bunu söyleten, esas kaynak Kur'an olmadığına göre, vahiy dışı bu saplantının kökeni Kabala'dır. Vahdet'ül vücûd,Sudur etme ve fenafillah ile İslam'ın özüne saldıran zihniyetin kökeninde de aynı öğreti vardır.
Yahudilerin sorgulama dönemini aştıkları yaştan sonra -40 yaşından sonra- ancak öğrenebildikleri ve asla itiraz edemedikleri kabala, insanın tanrılaşma modelini içerdiğine göre, İslam da tasavvuf erbabının "Anlayamazsınız" diyegeldikleri itikâdî sapmaların aynı kaynaktan beslendiği aşikârdır. Tasavvuf, nedir? Tanımı bile olmayan bu hâller bileşiği, erbabının, müntesiplerin açıklamalarına muhtaçtır.(Bakınız: Not 1) Dolayısıyla bir cadı kazanına dönen tasavvuf, ciddî paranoid sonuçlar doğurmakta esas sebeptir.
Tasavvuf, Papa II.Jean Paul'un dünyanın ve insanın tanrılaşması hipotezine uygun bir vahdet'ül vücut ve fenafillah anaforu peydahlamştır. Yani; insan tasavvufla aynı esâret döngüsüne girmektedir. Yine tasavvuf, nefs terbiyesi gibi illegal bir yönlendirmeyle, kabaladaki küreler hiyerarşisine uygun adımlar ihdas etmiştir. Olgun insan titri, küreler hiyerarşisi adım adım izlenerek elde edilebilmektedir.
Tasavvuf, ilahî aşkı, fenâ fillah'ı, vahdet'ül vücûd'u tamamen kabaladan almış ve birebir uygulamıştır. Tasavvuf, her insanı,- Kur'an, mü'mini, münkiri, münâfıkı, müşriki ayrı ayrı ele aldığı ve mü'min'i cennetle müjdelediği, diğerlerinin cehennemle cezalandırılacağını bildirdiği halde- Kur'an'a zıt olarak aynı değerlerle kabullenmiş ve kucaklamıştır. Din'in aşk dini olduğu, bunun dışında din tanınmadığı iddiası, insan sevgisi temelinde, insanın zihinsel esarete mahkûm etmesi anlamını taşımaktadır.
Tasavvuf ve bazı tarikat şeyhlerinin el alma-el verme(İnisiyasyon/Süluk) hiyerarşisi ile kabala ustaları ve Kilise gibi, kendileri olmadan, Tanrı'ya ulaşılamayacağı iddiasında bulunmaları, özgürlüğü fenâ fillah ile mümkün hale getirebilecekleri iddiası, insanın bu mistik felakete nasıl düçâr edildiğinin kanıtlarıdır.
Tasavvuf'un, diğer dinlerdeki ruhbanlar gibi, peygamberleri de itikâdî sistemlerinin dışına çıkardığını, kerametler ve olağanüstü haller gibi sebeplerle şeyhlerin peygamberlere eşit, hatta onlardan üstün olduğuna dair düşünceleri yerleştirdiğini görüyoruz. Özellikle gaybı bilme gibi sadece Allah'a mahsus olan bir özelliği tasavvuf şeyhleri kolaylıkla sahiplenebilmektedirler.
Allah, Zümer süresi 3. ayette: "İyi bilin ki, halis din yalnız Allah'ındır. Onu bırakıp da başka dostlar-veliler- edinenler, "Biz onlara sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez." buyuruyor.
Bugün Müslüman, bazı tasavvuf ve tarikat erbabının özellikle silsile ile tâbi oldukları, el aldıkları ve bilhassa 'yüzü suyu hürmetine' dualarına aracılık ettikleri velileri, Allah'ın nasıl açık ve kesin bir şekilde reddettiğini görmekten kaçınamaz. Yine Zümer suresi 2.ayette Allah: " Şüphesiz biz o Kitab'ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah'a has kılarak O'na kulluk et." buyurmaktadır.
Cenneti ve cehennemi, insanı ve evreni, hatta iblisi vahdet-ül vücûd ile Tanrı'nın bir parçası haline getirerek, bu sebeple de Tanrı'nın insanı -dolayısıyla kendisini- cezalandırmayacağı tezini ileri sürüp anlamsızlaştıran bir sapkınlığın İslam'a yönelik bir tehdit olduğu da açıktır. Tasavvuf bu durumda cenneti ve cehennemi inkâr etmekte, tüm dinlere eşit mesâfede durmakla da Kur'an'ın dinini kabul etmediğini ikrar etmektedir.
Şeyhlerden şefaat dilenmekle Kur'an'a aykırı davrananlar ve karşı gelenler: "Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?" De ki: "Şefaat tümüyle Allah'a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra yalnız O'na döndürüleceksiniz." (Zümer 43,44) ayetlerini bilmekle mükelleftirler.
Allah, yanılgılar içinde 'başkalarının anlayamayacağı haller yaşayan ve kendilerini haklı görenleri' şöyle tarif etmektedir: "Kim, Rahmân'ın Zikri'ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar." (Zuhruf,36-37).
Rahman'ın zikri Rahman'ın gönderdiği Kur'an 'da apaçık anlatılmıştır. Ancak, bazıları Rahman'ı zikrettiklerini iddia ederler. Kelime-i Tevhid'i "Lâilâhe (İlah yoktur)" diye ayırarak büyük bir şevk ile söyler (Vird- Kalp, Letâif ve Nefyu isbat zikirleri); tıpkı kabalistik sistemde olduğu gibi Allah'ı adından ziyade 'Hu-huve(O)'diyerek anarlar. Yahudilerin 'Yehova' dedikleri tanrılarının adlarını anmaları yasaktır. Yani Allah'ı adıyla anmak yasaklanmıştır. Onlar da Tanrı'yı "he(O)" diyerek anarlar.
Hahamların (Not:4) ve Hıristiyan din adamlarının Tanrı'nın somutlaştırılması macerasında kendilerini vekil birer tanrı- tanrı adına affedenler- yapmalarında tahrif edilmiş Tevrat ve İncil ayetlerini delil olarak kullandıklarını biliyoruz. Peki, İslam'a sokulmuş bu vekillik mülahazasında utanmadan/korkmadan kullanılan ayet hangisidir?
"Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir."(Fetih 10) Ancak onlar, tahrif etmeye güç yetiremedikleri Kur'an'dan, bu ayetin bir kısmını alarak vekillik kanıtı olarak sunarlar."Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir" der ve ancak böyle kendilerini meşrulaştırırlar.
O andan sonrada kendilerine biat edenleri birer köle olarak etkileri altına alır; koruma çemberiyle sarmalar; onların tasavvuftaki mantıksızlıkları sorgulamalarına izin vermez; onları sorguladıkları anda küfre girecekleri konusunda tehdit ederler. Kendilerine tâbi olanları Kur'an’ı anlayamayacakları konusunda ikna ederek Kur'an'dan uzaklaştırır; kendi eserlerini okumaya teşvik ederler: " Şeyhten izinsiz, Kur'an'ı Kerim okumamalıdır. Kur'an'ın manasını gözüyle mülahaza etmemelidir... Kur'an'ın manasını bile düşünmekten sakınmalıdır."(*****)
Bakara Suresi 159. ayeti'nde ise Allah: "İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet etme konumunda olanlar lanet eder." buyurur.
Tasavvuf, kaynağı belirsiz yeni ibadet çeşitleri türetmiştir; sonu gelmeyen ve mürşidin onayına göre artabilen vird (Bakınız: Not 2) ve nafileler, dans ederek ve yüksek seslerle yapılan zikirler, yapılan ayinler, çalınan müzik aletleri ve Allah'tan başkasından istiğase, rabıta ve tevessülle yapılan dualar, Ricalu'l-gayb (Gavs'ın ya da gavsu'l-âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütü: ricâlu'l-gayb -gayb adamları, gayb erenleri-), Gavs-ı azam ( bütün kâinatın kalbi mesabesinde olan kişi. Kâinat içindeki bütün varlıkların hayat ruhlarını gavstan aldıkları iddia edilir. Güyâ gavs Kâinatta dilediği gibi tasarruf eder), evliya, yatır ve ölülerden medet istemeler gibi her biri İslam akâidine zıt ritüeller. Ve bunların kaynakları da kabala'dır (yaşam ağacındaki sefirotlar).
Peki yaşam ağacı nedir?. Tasavvufla ilgisi nedir? Yaşam ağacı bireysel olarak sephira (küre) diye bilinen on sefirottan ya da alandan meydana gelmiştir.(Buradaki yaşam ağacı, Adem’e ve Havva’ya yasaklanan, iblis’in ölümsüzlük aldatmacasıyla kanıp tattıkları ağaçtır. Kabala bu ağacı kutsamakta ve İblis’in hedefine yönelmeye ve yöneltmeye devam etmektedir. Kabala 32 yolla insanı tanrılaştırıp ölümsüz kılmayı hedefler. Seçkin Deniz)
Her bir sefirot Tanrı adlarından birinin, bir melekler düzeninin ve bir baş meleğin koruması altındadır. Yaşam Ağacı'nın genel uygunlukları(gezegenler, insanın -adam kadmon-vücut parçaları,-tasavvufta Nefy u isbat ve Letaif zikirlerinde de vücud parçalarına dokunulur-, simgeler ,imaj,edem ve erdemsizlik) ve renk cetvelleri(parlaklık -kral cetveli-,parlak beyaz-kraliçe cetveli-,parlak beyaz-imparator cetveli,altın benekli beyaz- imparatoriçe cetveli-) ve Yaşam ağacı ve onun kutsal karşılıkları sephiralarda açıkça anlatılmıştır.
Her bir sephirada ünvan, Tanrı adı(on ad), Başmelek ve melekler sayılıdır.(******) Ve insan, bu kürelerde -kabala tavsiyesine göre-olgunlaşarak ilerler en son 1.kürede (kether-olmayan baş-) bir ışık olan Tanrı'da yok olur. Bu tasavvuftaki fenâ fillah meselesinin asıl hikayesidir. Zikirlerde vücudun belli başlı yerlerine temas da yaşam ağacının uygunluklarından birinden kaynaklanır.
Özgürlük, tasavvufla İslâm adına insanın elinden bu şekilde alınmıştır. Düşünen ve üretmeye gayret eden birçok Müslüman bugün tasavvufun her yere yayılan zehrinden beslenmektedir ve bunun çoğunlukla farkına varmamaktadır; tasavvuf illetine/zehrine bulaşmakla Kur'an'daki 'takva' emirlerini yerine getirdiğini sanmaktadır.
Kur'an zan'la 'Kur'anî bilgi'yi ayırt etmiştir. İnsan zan'dan dolayı sorumlu tutulacaktır. Müslüman, davranış kodlarının tümünü Kur'an'dan almakla mükellef olduğu halde, insanın zihinsel ve irâdî özgürlüğünü elinden alanların dayandıkları bir ayet bulunmamaktadır; aksine onların varlıklarına karşıt ayet çoktur. Zaten onların sorgulanmasındaki esas gerekçe de budur.
İnsanın özgürleşmesi, kendi ferdî tekâmülünde, Allah'ın ayetleri dışında bir rehber edinmemesiyle mümkündür. Kur'an bu sebeple değişmezliğinin de neden gerekli olduğunu, insanı, diğer insanların ve nefsinin tasallutlarından ancak Allah'ın değişmeyen emirlerinin koruyabileceğini kıyamete kadar söylemeye devam edecektir. 'Düşünen Müslüman'a düşen görev kendisinin ve diğer insanların Kur'an ışığında özgürleşmesine hizmet etmektir.
Seçkin Deniz, 15.09.2008, Sistematik Analizler 85
Not:
1."Tasavvufun aslı, Kitab ve sünnete yapışmak; hevâ, heves ve bid'atleri terk etmektir".(Sülemî. s.21), gibi saygı duyulacak bir açıklama varken, yine bu açıklamaya tamamen zıt olarak: "Tasavvuf, Hakk'ın seni senden gidermesi ve kendisiyle ihya etmesidir,(Cüneyd'i Bağdâdî),"Tasavvuf, mâsivâ ile alakayı keserek, Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır". (Kuşeyrî, s. 148). Gibi açıklamaları anlamak, İslâm itikâdına uygun olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Birbiriyle ilgisiz, hatta zıt açıklamalar için bakınız:
http://www.menzil.net/modules.php?name=Menzil_Kitap&op=kitapgos&kid=5
2. Vird Çeşitleri veya Şekilleri:
a-Kur'ân Okuma, Peygamber Efendimiz'e Salât ve Selâm Getirme, Namaz Tesbihâtı, Gece İbadeti, Belli Zamanlarda Okunan Dualar, Nafile Namazlar(Prof. Dr. Abdulhakim Yüce, Yeni Ümit D., Temmuz-Eylül 2003) Bu vird çeşitlerine hangi Müslüman hayır diyebilir?
Vird ve çeşitleri ile ilgili açıklamalar için bakınız:
http://www.hikmet.net/content/view/54988/13/
b- "Vird, her gün belirli zaman dilimi içinde yapılmak üzere belirlenmiş vazifelerdir. Bunlar, Allah, lâ ilâhe illAllah gibi zikir lafızları yanında, namaz, Kuran, salât u selam, tefekkür, murakabe ve rabıta gibi vazifelerdir. Bu vazifeler dinin övdüğü zikirler ve ameller içinden seçilmiştir. Onları ya ehli olan bir kimse kendi başına seçip uygular. Ya da bu vazifeler bir ehil mürşide tabi olunarak onun nezaretinde yapılır" (Semerkand Dergisi 2002 Ağustos Dr. Dilaver SELVİ) tanımı da bir tanımdır ve detayları ciddî tutarsızlıklar içermektedir. Önceki tanımda bulunmayan rabıta ve mürşid şartları insanın esâret mekanizmalarına mahkum edilmesidir. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus,tasavvuf gibi çarpıtılmaya müsait bir olayın İmam-Hatip çerçevesine kadar sızmış olduğudur. Akla zarar açıklamaların devamı için bakınız:
http://www.imamhatip.com/kamusalalan/vird-nedir-t66811.0.html
c-Tasavvufta belirli sayıda Allah denilerek nefsin durulmasını hedefleyen zikir çeşidine vird denir. Nakşibendi tarikatında gizli zikir esasken Kadiri tarikatı açıktan zikri tercih etmiştir. Sadatı Kiram'ın ismini ezberlemeden İhlas suresi zikri yapılır. İsimler ezberlendikten sonra; günde 5.000'den başlayan Kalp zikri, 21.000'den sonra Letaif zikri, 101.000'den sonraysa Nefy u isbat zikrine başlanır yani Lailaheillalah denir. Bazı kollarda nefy u isbat zikrine geçmeden önce, bazılarında ise ondan sonra hatme-i tehlil denilen, "la ilahe illallah" zikri yapılır. Bu zikre genellikle hayat boyu devam edilir. Mürşidlerin vefatlarına kadar günde 30.000, 50.000 gibi yüksek sayılarda hatme-i tehlil yaptığı bilinmektedir
Kalp, Letâif ve Nefyu isbat zikirleri için bakınız. Ayrıca Sadatı Kiram ne demektir ve adları neden ezberlenip virdlerde zikredilmelidir?.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Vird
3. Aşk'ın kadından Allah'a giden bir yol olduğu tezi ayrı bir esâret argümanı ve sapkınlıktır. Ayrıca incelenmesi gerekmektedir.
4. Kabala'yı reddeden ve sapkın gören hahamlar bu hususta suçlanmamaktadır.
5. Tasavvuf’u Kur’an ve Sünnet’e uygun bir zikir ibadet sistemi olarak algılayanlar eleştirilerimize bu babda değil, net olmayan/çarpık ve sapkın tasavvufu ayrıştırmadan aynı adla yaygınlaştırmak babında muhatap olmaktadırlar
(*)
Akıllı Tasarım,1990'larda Darwin'in biyolojik evrim teorisinin bir reddi olarak ABD'de ortaya çıktı. AT argümanı, 1743-1805 yılları arasında yaşamış Anglikan din adamı William Paley'in temellerini attığı "indirgenemez karmaşıklık" iddiaları ekseninde şekillendi.
(**)
Papa II.Jean Paul, Bellek ve Kimlik, sayfa 127, Neden Kitap Yayınları, 1. Baskı, ,İstanbul, 2005
(*** )
Papa II.Jean Paul, Bellek ve Kimlik, sayfa 132-33, Neden Kitap Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Ağustos 2005
(****)
Migene Gonzalez-Wippler, İsa ve Mistik Kabala, sayfa 7, Kozmik Kitaplar, 1. Baskı,İstanbul, Ağustos 2005
(*****)
Eşrefoğlu Abdullah Rûmî ,Müzekkin-Nufus Sh. 518-5191
(******)
Migene Gonzalez-Wippler, İsa ve Mistik Kabala, sayfa 65-70, Kozmik Kitaplar, 1. Baskı İstanbul, Ağustos 2005