" Ahlak bitmişti. Suç, tarihinin en büyük gösterisini yapıyordu. Güç kötülüğün ellerindeydi. Hayatların tümü, kurgusal ya da değil birer dramdı. Alay edilmemiş hiçbir din, doğa ve yasa kalmamıştı."
Seksen üç yıl
sonra bugün, buradan Hays Code/Hays Yasası (ya da Production Code/Üretim Yasası-1930)’nın
üç genel ilkesi(*) nasıl görünüyor? Genel Amerikan reflekslerini dikkate alan ilkeler, seyircilerinin ahlâkî standardını düşürecek hiçbir film çekilmemesini, filmlerin
izleyiciyi suça, günaha, kötülüğe sempati duymaya yöneltmemesini; sadece dramın gereklerine uygun doğru yaşam örnekleri sunulmasını; doğa ya
da insanî yasalarla alay edilmemesini, bunların ihlaline alıştırılmamasını
istiyordu.
Bugün Hollywood sineması bu ilkelerin tam aksini uyguluyor. Hollywood, ahlâkî standartlar özgürlükler üzerinde baskı oluşturduğu için, fikir özgürlüğü adı altında her türlü cinsel temayı tüm ayrıntılarına kadar işleyen, şiddetin, vahşetin, suçun, kötülüğün bütün tarih boyunca biriktirip getirdiği ayrıntılarla birlikte daha da gelişmiş türlerini üreten senaryolarla ahlâk denen şeyi insanların ruhundan çekip aldı.
Amerikan Mahkemesi,1968 yılında masonik kliklerin baskısıyla, ifade özgürlüğü
gerekçesiyle Hays Yasası’nı iptal edene kadar Hollywood bugün aile sineması
olarak tanımlanan formda filmler üretmek zorunda kalmıştı. Cinsel ritüelleri, şiddeti,
suçu maskeliyor, karartıyor; Hıristiyanlığın esaslarına yönelik eleştirileri
ironik bir dille hırpalıyor, ancak daha ileriye gitmiyordu. Hollywood, 1968 ve
sonrasında tam 35 yıl boyunca yerkürenin her noktasına her türlü seks objeleri
ile birlikte şiddeti, vahşeti, suçun her ayrıntısını beyaz perdelerle ve
televizyonlarla taşıdı.
Yeni Zellandalı Andrew Dominik’in yönettiği Brad Pitt’in kiralık bir katili
canlandırdığı 2012 yapımı ‘Killing Them Softly-Kibarca Öldürmek’ filmi, ilk
sekansına sığdırdığı onlarca ‘fuck’ sözcüğü, dakikalarca süren dayak
görüntüleri, ekonomik krizden dolayı ahlakî çöküntü yaşayan ve illegal
yöntemlerle ayakta kalmaya çalışırken kurdukları kirli ilişkilerle ‘Yeni
Amerikalı’ tipini sembolize ederken, Hays Yasası’nın iptal edilmesiyle şimşek
hızıyla süren dibe yolculuğun net bir fotoğrafını da çekmiş oluyordu.
Amerika Birleşik Devletleri hızlı bir parçalanma ve yok olma sürecinde Hollywood’a çok şey borçlu olduğunu unutmamalı. Killing Them Softly, Amerikalıların, aç ilk ataları kadar cahil ve vahşi olduklarını anlatırken, klasik western filmlerinin tüm parametrelerini kullanarak müthiş bir diyagram oluşturmuştu. At yerine araba, kelle avcısı yerine kiralık katil, silahlar, soygun, kumar, içki -ek olarak uyuşturucu-, kadın ve bir öykü.
Eşcinsel ilişkilerin de yaygınlaşmasına neden olan porno sektörünün yaydığı 400 milyar dolarlık şehvet
dalgası, Avrupa parlamentosunu da baskı altına almış, medyada porno yasaklarının
başlatılması için ahlâkî reflekslerle yasa teklifleri hazırlayanların son
çabaları da sonuçsuz kalmıştı. ABD’nin neredeyse bütün eyaletleri, eşcinsel
evlilikleri yasal altyapıya kavuşturmuştu; Avrupa ülkeleri dibe yolculuğun
aksamaması için Fransa ve İngiltere’den başlayarak gerekli olan yasal
düzenlemeleri ardı ardına sonlandırmışlardı.
Obama, silahlı saldırılarla yaşanan psiko-travmatik katliamların etkisiyle iç piyasaya silah satışlarının sınırlanmasını isterken, eyaletler idam cezalarını kaldırıyor ve uyuşturucu satışını yasallaştırıyorlardı. Cinsel özgürlüğün sınırları zaten yoktu, aile kavramı literatürden çıkmıştı. Hollywood, yani siyonistik/kabalistik/masonik güç insanlığa dair bütün iyi şeyleri 35 yılda yok edebilmeyi başarmıştı. Ancak doğu, henüz bu dibe yolculuğun ‘First Class’ yolcusu değildi; 3. sınıf kompartımanlarda yolculuk yapmaya devam ediyordu.
Obama, silahlı saldırılarla yaşanan psiko-travmatik katliamların etkisiyle iç piyasaya silah satışlarının sınırlanmasını isterken, eyaletler idam cezalarını kaldırıyor ve uyuşturucu satışını yasallaştırıyorlardı. Cinsel özgürlüğün sınırları zaten yoktu, aile kavramı literatürden çıkmıştı. Hollywood, yani siyonistik/kabalistik/masonik güç insanlığa dair bütün iyi şeyleri 35 yılda yok edebilmeyi başarmıştı. Ancak doğu, henüz bu dibe yolculuğun ‘First Class’ yolcusu değildi; 3. sınıf kompartımanlarda yolculuk yapmaya devam ediyordu.
Ana akım Hollywood sineması ile B tipi sinema arasındaki sert geçişlerle kategorileri ayırdedilemez şekillere sokulan ‘Basic Instinct’ tipi filmler, argolu, küfürlü
dil, ‘Sex and City’ türünden diziler ve günlük, anlık ilişkiler, pedagojik
kaygıların subliminal mesajlarla altüst edildiği ‘masumluğa alçakça saldırılar’
değildi. Sıradan, olağan bir yolculuğun önemsiz ayrıntılarıydılar.
Türkiye, Yeşilçam’ın sıcak ateşini Hollywood’dan yaklaşık kırk yıl önce
tanımıştı. Türkiye’deki dibe yolculuk İTC ile birlikte başlamıştı; ancak Türkiye
insanı, ‘Ret’ reflekslerini 2002’de, yani dibe yolculuk başladıktan 100 yıl
sonra toptan ortaya koymuştu. Bugün, sinema sektörü, Hollywood filmlerinin
dublajlarında, altyazılarında küfürlü sözcükleri başka sözcüklerle dönüştürecek/ayıklayacak
kadar kontrollüydü. İngilizce ‘Fuck’ diyen oyuncu Türkçe,‘defol, lanet olsun’
demiş oluyordu ve pornoya kayacak kadar kaygan kareler sinema salonlarına
gelmeden önce kesiliyordu.
Fikir özgürlüğünün(!) önünde elbette bir engel vardı. Yerel engelin adı RTÜK’tü; ancak iş alanı sinema salonları olmasa da bu kurumun elindeki güç, televizyon ve radyonun damarlarına basınç uygulayabiliyordu. Fikir özgürlüğünün sınırlarını, halkın talepleri ve şikâyetleri belirliyordu. Yeşilçam’ın porno sektörüne armağan ettiği 15 koca yıl, Muhsin Ertuğrul’la başlayan ahlak kıyımının dibiydi.
Fikir özgürlüğünün(!) önünde elbette bir engel vardı. Yerel engelin adı RTÜK’tü; ancak iş alanı sinema salonları olmasa da bu kurumun elindeki güç, televizyon ve radyonun damarlarına basınç uygulayabiliyordu. Fikir özgürlüğünün sınırlarını, halkın talepleri ve şikâyetleri belirliyordu. Yeşilçam’ın porno sektörüne armağan ettiği 15 koca yıl, Muhsin Ertuğrul’la başlayan ahlak kıyımının dibiydi.
Muhsin Ertuğrul’un Hays Yasası’nı umursamayan, ilk Cumhuriyet elitlerinin
tasarladığı birey ve toplum tipine uygun karakterler inşâ eden sinema anlayışı,
seks düşkünü, tecavüzcü din adamlarından, yer altı dünyasının kabadayılarına,
mafyasına, fuhuş sektörüne, kan davasına, kaçakçılık hikâyelerindeki duygu
sömürüsüne, evliya müzekkeresi türünden saksağan gürültülerine kadar çok geniş
bir alanda sektörel çaba gösterdi.
Yeşilçam’ın kalitesiz filmlerinde işlenen tipler tam olarak üretilememiş olsalar da ahlâk algısı dibe ulaşmış durumda. Din, yani İslâm, kendi çerçevesinden çekilip geleneksel akıntılarda dalgalı ve ekli bir şekilde yayıldığı için engelleyici olma özelliği pek fark edilmiyor, dolayısıyla da nefse ve işitsel-görsel implantlara gönderilen verilere karşı engelleyici olamıyor.
Yeşilçam’ın kalitesiz filmlerinde işlenen tipler tam olarak üretilememiş olsalar da ahlâk algısı dibe ulaşmış durumda. Din, yani İslâm, kendi çerçevesinden çekilip geleneksel akıntılarda dalgalı ve ekli bir şekilde yayıldığı için engelleyici olma özelliği pek fark edilmiyor, dolayısıyla da nefse ve işitsel-görsel implantlara gönderilen verilere karşı engelleyici olamıyor.
Türkiye’de sinema eleştirisi hiçbir zaman sinema kalitesi ile paralel
yürümedi. Sinema eleştirilerle
gelişmedi. Hollywood sineması taklit edildi;, hazır kalıplarla, ancak
kalitesiz içeriklerle kotarılan sinematografisi zavallı filmler beyaz perdeleri yıllarca işgal
ettiler; insanların ruhlarına düzeysiz saldırılarda bulunanların en etkili araçları oldular. İnançlı kesimin özellikle faşizan tek parti baskısıyla dışa
vurulamayan tepkileri vardı. Ne yazık ki; Yücel Çakmaklı’ya kadar bütün eleştiriler
tepkiseldi.
Bohem hayatıyla ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek, 17 Eylül 1943 tarihli Büyük Doğu dergisinde “Beyaz Perde” başlıklı yazısında ilk ciddî eleştirilerden birini yapmıştı: “Sinema, fikir ve ruhun emrine geçtiği takdirde şüphesiz ki azametli bir imkân ve inşa planı… Fakat bugün bu planı dolduran cevher, bütün hüneri, körkütük nefsleri lif lif cezbetmekten ibaret bacak ve vücut hazretleridir. Gerisi, sadece bu (hüdayi nabit) kıymetin etrafında, bir yüzüğün ana taşını halkalayan kırıntı mücevherler gibi bir şey...”
1949’dan sonra Lütfü Ö. Akad’ın
‘Vurun Kahbeye’, Muharrem Gürses’,in
1952 yılında çektiği “Kubilay” filmi, 1960 darbesinden sonra ortaya çıkan ‘Toplumsal
Gerçekçi’ akımının filmlerinden Duygu Sağıroğlu’nun “Bitmeyen Yol (1966)”, günümüz
aile içi, akrabalar arası ahlaksız ilişkileri konu edinen FOXTV’nin‘Yer Gök Aşk’
adlı dizisinin ilk sinema versiyonu olan Metin Erksan’ın 1963’te çektiği “Susuz
Yaz”, ‘Ulusal Sinema’ akımından Halit
Refiğ’in “Haremde Dört Kadın (1965)” ve
“Fatma Bacı (1972)” filmleri 1968 sonrası kopacak olan porno fırtınasının ekim
dönemine ait filmlerdi ve dini, ahlakı, aileyi, Anadolu insanını aşağılayan bir
konseptte çekilmişlerdi. Lümpen bir bakış, lümpen bir sinema üretmişti.
Günümüz lümpen sinema hayranı yeni tür Müslüman yazarların da hayranlıkla
bahsettiği ‘Devrimci Sinema’nın en önde gelen ismi Yılmaz Güney‟in 1970 yılında
çektiği “Umut” filmi de bir tür isyan ahlâkı taşıyordu ve din, gelenek, sol
ojeli düşmanlık hisleriyle yerden yere vuruluyordu.
İronik, komik pazarlama teknikleri de vardı bir dönem. “Hac Yolu” (1952) isimli belgesel filmin yapımcıları, seyirciye, filmi yedi defa seyrettikleri takdirde hacı olacaklarını söylemiş ve her seyrediş için ayrıca bilet kesmişlerdir. Bunun yanında seyirciler, sinemanın etrafında yalınayak dolaştırılmış, aralarda gülsuyu dağıtılmış ve seyirciden filmi abdestli olarak seyretmeleri istenmişti.
İronik, komik pazarlama teknikleri de vardı bir dönem. “Hac Yolu” (1952) isimli belgesel filmin yapımcıları, seyirciye, filmi yedi defa seyrettikleri takdirde hacı olacaklarını söylemiş ve her seyrediş için ayrıca bilet kesmişlerdir. Bunun yanında seyirciler, sinemanın etrafında yalınayak dolaştırılmış, aralarda gülsuyu dağıtılmış ve seyirciden filmi abdestli olarak seyretmeleri istenmişti.
2013 yılında Müslüman zihinlerin sinema birikimi yetersiz olma özelliğini
koruyor. 11 yıldır halktan aldığı yüksek oy oranıyla iktidar olan Adalet ve
Kalkınma Partisi, Sinema’nın gücünü fark etmiş görünmüyor. Medya, sinema, sanat
algısı gelişmemiş bir stratejik aklın, halkın saf beklentilerini geçici
çözümlerle karşılaması mümkün görünüyor olabilir; ancak sonsuza kadar sürecek
bir boşluğa tahammül edemeyen bu alan, halkın saflığını koruyamayacağı bir
alan.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kaybettiği bir halkı var, Küçük Amerika yerine ‘Büyük Türkiye’ olmak, sinema, sanat algısını yeniden dizayn etmeyi, kültürel reformu gerekli ve zorunlu kılıyor. Batı ürettiği din ve ahlak fobili duygu ve düşünceleriyle ‘Dibe First Class Yolculuk’ yaparken, Türkiye ‘Zirve’ye First Class Yolculuk’ yapmak zorunda. Aksi hâlde dünyaya önereceği yeni paradigmaların iletim kanallarını tıkanmış bulacak.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kaybettiği bir halkı var, Küçük Amerika yerine ‘Büyük Türkiye’ olmak, sinema, sanat algısını yeniden dizayn etmeyi, kültürel reformu gerekli ve zorunlu kılıyor. Batı ürettiği din ve ahlak fobili duygu ve düşünceleriyle ‘Dibe First Class Yolculuk’ yaparken, Türkiye ‘Zirve’ye First Class Yolculuk’ yapmak zorunda. Aksi hâlde dünyaya önereceği yeni paradigmaların iletim kanallarını tıkanmış bulacak.
Faruk Tamer, 17.03.2013, Görsel Eleştiri - Visual
Critique XXXVII
(*) Motion Picture Herald dergisinin yönetmeni Martin Quigley ile Cizvit
Rahip Daniel A. Lord’un belirlediği ilkeler, 1930
1- Killing Them Softly-Kibarca Öldürmek’
2- Susuz Yaz, Metin Erksan:
3-Haremde Dört Kadın, Halit Refiğ:
4-Yücel Çakmaklı:
5- Bilal Yorulmaz:
6- AB’de Porno Yasağı Rafa Kalktı
http://www.dw.de/abde-porno-yasa%C4%9F%C4%B1-rafa-kalkt%C4%B1/a-16668852
MUHARREM GÜRSES Filmleri:
Zeynep'in Gözyaşları - 1952, İhtiras Kurbanları - 1953, Günah
Kadını - 1953, Bir Şoförün Hayatı - 1954, Gülmeyen Yüzler - 1955, Sazlı Damın
Kahpesi - 1956, Yayla Güzeli - 1956, Yetimler Ahı - 1956, Günah Köprüsü - 1956,
Öldürdüğüm Sevgili - 1956, Yavrularımın Katili - 1957, Allah Korkusu - 1958,
Bana Gönül Bağlama - 1958, Yavrum İçin - 1958, Sokak Şarkıcısı - 1959, Şehvet
Uçurumu - 1959, Baharın Gülleri Açtı - 1961, Gönlüm Yaralı - 1961, Sokak Kedisi
- 1969.
METİN ERKSAN Filmleri:
Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukes - 1956, Hicran Yarası -
1959, Sevmek Zamanı - 1965, Ölmeyen Aşk - 1966, Ayrılsak da Beraberiz - 1967,
Sevenler Ölmez - 1970, Feride - 1971, Hicran - 1971, Makber - 1971, Sensiz
Yaşayamam – 1977
ÖMER LÜTFİ AKAD Filmleri:
Vurun Kahpeye - 1949, Öldüren Şehir - 1954, Kardeş Kurşunu - 1955,
Beyaz Mendil - 1955, Meçhul Kadın - 1955, Kalbimin Şarkısı - 1955, Meyhanecinin
Kızı - 1958, Yalnızlar Rıhtımı - 1959, Vesikalı Yârim - 1968, Kader Böyle
İstedi - 1968, Seninle Ölmek İstiyorum - 1969, Rüya Gibi - 1971, Bir Teselli
Ver - 1971, Mahşere Kadar - 1971, Vahşi Çiçek - 1971, Esir Hayat - 1974.