17 Mart 2013 Pazar

SA208/FT7: Dibe ‘First Class’ Yolculuk; Hollywood ve Yeşilçam İzlekleri

Ahlak bitmişti. Suç, tarihinin en büyük gösterisini yapıyordu. Güç kötülüğün ellerindeydi. Hayatların tümü, kurgusal ya da değil birer dramdı. Alay edilmemiş hiçbir din, doğa ve yasa kalmamıştı."


Seksen üç yıl sonra bugün, buradan Hays Code/Hays Yasası (ya da Production Code/Üretim Yasası-1930)’nın üç genel ilkesi(*) nasıl görünüyor? Genel Amerikan reflekslerini dikkate alan ilkeler, seyircilerinin ahlâkî standardını düşürecek hiçbir film çekilmemesini, filmlerin izleyiciyi suça, günaha, kötülüğe sempati duymaya yöneltmemesini; sadece dramın gereklerine uygun doğru yaşam örnekleri sunulmasını; doğa ya da insanî yasalarla alay edilmemesini, bunların ihlaline alıştırılmamasını istiyordu. 

Bugün Hollywood sineması bu ilkelerin tam aksini uyguluyor. Hollywood, ahlâkî standartlar özgürlükler üzerinde baskı oluşturduğu için, fikir özgürlüğü adı altında her türlü cinsel temayı tüm ayrıntılarına kadar işleyen, şiddetin, vahşetin, suçun, kötülüğün bütün tarih boyunca biriktirip getirdiği ayrıntılarla birlikte daha da gelişmiş türlerini üreten senaryolarla ahlâk denen şeyi insanların ruhundan çekip aldı.

Amerikan Mahkemesi,1968 yılında masonik kliklerin baskısıyla, ifade özgürlüğü gerekçesiyle Hays Yasası’nı iptal edene kadar Hollywood bugün aile sineması olarak tanımlanan formda filmler üretmek zorunda kalmıştı. Cinsel ritüelleri, şiddeti, suçu maskeliyor, karartıyor; Hıristiyanlığın esaslarına yönelik eleştirileri ironik bir dille hırpalıyor, ancak daha ileriye gitmiyordu. Hollywood, 1968 ve sonrasında tam 35 yıl boyunca yerkürenin her noktasına her türlü seks objeleri ile birlikte şiddeti, vahşeti, suçun her ayrıntısını beyaz perdelerle ve televizyonlarla taşıdı.

Yeni Zellandalı Andrew Dominik’in yönettiği Brad Pitt’in kiralık bir katili canlandırdığı 2012 yapımı ‘Killing Them Softly-Kibarca Öldürmek’ filmi, ilk sekansına sığdırdığı onlarca ‘fuck’ sözcüğü, dakikalarca süren dayak görüntüleri, ekonomik krizden dolayı ahlakî çöküntü yaşayan ve illegal yöntemlerle ayakta kalmaya çalışırken kurdukları kirli ilişkilerle ‘Yeni Amerikalı’ tipini sembolize ederken, Hays Yasası’nın iptal edilmesiyle şimşek hızıyla süren dibe yolculuğun net bir fotoğrafını da çekmiş oluyordu.


Amerika Birleşik Devletleri hızlı bir parçalanma ve yok olma sürecinde Hollywood’a çok şey borçlu olduğunu unutmamalı. Killing Them Softly, Amerikalıların, aç ilk ataları kadar cahil ve vahşi olduklarını anlatırken, klasik western filmlerinin tüm parametrelerini kullanarak müthiş bir diyagram oluşturmuştu. At yerine araba, kelle avcısı yerine kiralık katil, silahlar, soygun, kumar, içki -ek olarak uyuşturucu-, kadın ve bir öykü. 


İki yüz elli yıl önceki başlangıcından itibaren yüz yıllık periyotlarla ekonomik bunalımların açığa çıkardığı tekrarlanabilir ‘Amerikalı Ahlaksız Karakter’, Hays Yasası’nın üç genel ilkesini de umursamayan bir yapıdaydı. Amerikalıların Hollywood’la birlikte ürettikleri kaçınılmaz sonları, ABD Başkanı Obama’yı dehşete düşürerek birliğin durumunu konuşmak/tartışmak zorunda bırakacaktı. Ahlak bitmişti. Suç, tarihinin en büyük gösterisini yapıyordu. Güç kötülüğün ellerindeydi. Hayatların tümü, kurgusal ya da değil birer dramdı. Alay edilmemiş hiçbir din, doğa ve yasa kalmamıştı. 


Eşcinsel ilişkilerin de yaygınlaşmasına neden olan porno sektörünün yaydığı 400 milyar dolarlık şehvet dalgası, Avrupa parlamentosunu da baskı altına almış, medyada porno yasaklarının başlatılması için ahlâkî reflekslerle yasa teklifleri hazırlayanların son çabaları da sonuçsuz kalmıştı. ABD’nin neredeyse bütün eyaletleri, eşcinsel evlilikleri yasal altyapıya kavuşturmuştu; Avrupa ülkeleri dibe yolculuğun aksamaması için Fransa ve İngiltere’den başlayarak gerekli olan yasal düzenlemeleri ardı ardına sonlandırmışlardı.

Obama, silahlı saldırılarla yaşanan psiko-travmatik katliamların etkisiyle iç piyasaya silah satışlarının sınırlanmasını isterken, eyaletler idam cezalarını kaldırıyor ve uyuşturucu satışını yasallaştırıyorlardı. Cinsel özgürlüğün sınırları zaten yoktu, aile kavramı literatürden çıkmıştı. Hollywood, yani siyonistik/kabalistik/masonik güç insanlığa dair bütün iyi şeyleri 35 yılda yok edebilmeyi başarmıştı. Ancak doğu, henüz bu dibe yolculuğun ‘First Class’ yolcusu değildi; 3. sınıf kompartımanlarda yolculuk yapmaya devam ediyordu.

Ana akım Hollywood sineması ile B tipi sinema arasındaki sert geçişlerle kategorileri ayırdedilemez şekillere sokulan ‘Basic Instinct’ tipi filmler, argolu, küfürlü dil, ‘Sex and City’ türünden diziler ve günlük, anlık ilişkiler, pedagojik kaygıların subliminal mesajlarla altüst edildiği ‘masumluğa alçakça saldırılar’ değildi. Sıradan, olağan bir yolculuğun önemsiz ayrıntılarıydılar.

Türkiye, Yeşilçam’ın sıcak ateşini Hollywood’dan yaklaşık kırk yıl önce tanımıştı. Türkiye’deki dibe yolculuk İTC ile birlikte başlamıştı; ancak Türkiye insanı, ‘Ret’ reflekslerini 2002’de, yani dibe yolculuk başladıktan 100 yıl sonra toptan ortaya koymuştu. Bugün, sinema sektörü, Hollywood filmlerinin dublajlarında, altyazılarında küfürlü sözcükleri başka sözcüklerle dönüştürecek/ayıklayacak kadar kontrollüydü. İngilizce ‘Fuck’ diyen oyuncu Türkçe,‘defol, lanet olsun’ demiş oluyordu ve pornoya kayacak kadar kaygan kareler sinema salonlarına gelmeden önce kesiliyordu.

Fikir özgürlüğünün(!) önünde elbette bir engel vardı. Yerel engelin adı RTÜK’tü; ancak iş alanı sinema salonları olmasa da bu kurumun elindeki güç, televizyon ve radyonun damarlarına basınç uygulayabiliyordu. Fikir özgürlüğünün sınırlarını, halkın talepleri ve şikâyetleri belirliyordu. Yeşilçam’ın porno sektörüne armağan ettiği 15 koca yıl, Muhsin Ertuğrul’la başlayan ahlak kıyımının dibiydi.

Muhsin Ertuğrul’un Hays Yasası’nı umursamayan, ilk Cumhuriyet elitlerinin tasarladığı birey ve toplum tipine uygun karakterler inşâ eden sinema anlayışı, seks düşkünü, tecavüzcü din adamlarından, yer altı dünyasının kabadayılarına, mafyasına, fuhuş sektörüne, kan davasına, kaçakçılık hikâyelerindeki duygu sömürüsüne, evliya müzekkeresi türünden saksağan gürültülerine kadar çok geniş bir alanda sektörel çaba gösterdi.

Yeşilçam’ın kalitesiz filmlerinde işlenen tipler tam olarak üretilememiş olsalar da ahlâk algısı dibe ulaşmış durumda. Din, yani İslâm, kendi çerçevesinden çekilip geleneksel akıntılarda dalgalı ve ekli bir şekilde yayıldığı için engelleyici olma özelliği pek fark edilmiyor, dolayısıyla da nefse ve işitsel-görsel implantlara gönderilen verilere karşı engelleyici olamıyor.

Türkiye’de sinema eleştirisi hiçbir zaman sinema kalitesi ile paralel yürümedi.  Sinema eleştirilerle gelişmedi. Hollywood sineması taklit edildi;, hazır kalıplarla, ancak kalitesiz içeriklerle kotarılan sinematografisi zavallı filmler beyaz perdeleri yıllarca işgal ettiler; insanların ruhlarına düzeysiz saldırılarda bulunanların en etkili araçları oldular. İnançlı kesimin özellikle faşizan tek parti baskısıyla dışa vurulamayan tepkileri vardı. Ne yazık ki; Yücel Çakmaklı’ya kadar bütün eleştiriler tepkiseldi. 

Bohem hayatıyla ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek, 17 Eylül 1943 tarihli Büyük Doğu dergisinde “Beyaz Perde” başlıklı yazısında ilk ciddî eleştirilerden birini yapmıştı:  “Sinema, fikir ve ruhun emrine geçtiği takdirde şüphesiz ki azametli bir imkân ve inşa planı… Fakat bugün bu planı dolduran cevher, bütün hüneri, körkütük nefsleri lif lif cezbetmekten ibaret bacak ve vücut hazretleridir. Gerisi, sadece bu (hüdayi nabit) kıymetin etrafında, bir yüzüğün ana taşını halkalayan kırıntı mücevherler gibi bir şey...”

1949’dan sonra Lütfü Ö. Akad’ın  ‘Vurun Kahbeye’,  Muharrem Gürses’,in 1952 yılında çektiği “Kubilay” filmi, 1960 darbesinden sonra ortaya çıkan ‘Toplumsal Gerçekçi’ akımının filmlerinden Duygu Sağıroğlu’nun “Bitmeyen Yol (1966)”, günümüz aile içi, akrabalar arası ahlaksız ilişkileri konu edinen FOXTV’nin‘Yer Gök Aşk’ adlı dizisinin ilk sinema versiyonu olan Metin Erksan’ın 1963’te çektiği “Susuz Yaz”,  ‘Ulusal Sinema’ akımından Halit Refiğ’in “Haremde Dört Kadın (1965)”  ve “Fatma Bacı (1972)” filmleri 1968 sonrası kopacak olan porno fırtınasının ekim dönemine ait filmlerdi ve dini, ahlakı, aileyi, Anadolu insanını aşağılayan bir konseptte çekilmişlerdi. Lümpen bir bakış, lümpen bir sinema üretmişti.

Günümüz lümpen sinema hayranı yeni tür Müslüman yazarların da hayranlıkla bahsettiği ‘Devrimci Sinema’nın en önde gelen ismi Yılmaz Güney‟in 1970 yılında çektiği “Umut” filmi de bir tür isyan ahlâkı taşıyordu ve din, gelenek, sol ojeli düşmanlık hisleriyle yerden yere vuruluyordu.

İronik, komik pazarlama teknikleri de vardı bir dönem.  “Hac Yolu” (1952) isimli belgesel filmin yapımcıları, seyirciye, filmi yedi defa seyrettikleri takdirde hacı olacaklarını söylemiş ve her seyrediş için ayrıca bilet kesmişlerdir. Bunun yanında seyirciler, sinemanın etrafında yalınayak dolaştırılmış, aralarda gülsuyu dağıtılmış ve seyirciden filmi abdestli olarak seyretmeleri istenmişti.



Yücel Çakmaklı 1960’lı yıllarda Milli Sinema düşü ile yola çıkarken 1970 yılında “Birleşen Yollar” filmiyle ilk ürününü vermiş;“Oğlum Osman”, “Kızım Ayşe” ve “Memleketim” gibi filmlerle 1974 yılına de seri filmler çekmişti. Çakmaklı, Batı kültürü karşısında yolunu şaşırıp sonra da kendi öz kaynaklarına dönen, huzura kavuşan Müslüman gençlerin değişim öykülerini sergilemişti. 

Yücel Çakmaklı ve diğer bir kaç yönetmenin de çok etkili, kaliteli filmler çektiği iddia edilemezdi; ancak ilkesel olarak bir karşı teklif ürettiği için bu filmlerin bir anlamı vardı.

2013 yılında Müslüman zihinlerin sinema birikimi yetersiz olma özelliğini koruyor. 11 yıldır halktan aldığı yüksek oy oranıyla iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi, Sinema’nın gücünü fark etmiş görünmüyor. Medya, sinema, sanat algısı gelişmemiş bir stratejik aklın, halkın saf beklentilerini geçici çözümlerle karşılaması mümkün görünüyor olabilir; ancak sonsuza kadar sürecek bir boşluğa tahammül edemeyen bu alan, halkın saflığını koruyamayacağı bir alan.

Amerika Birleşik Devletleri’nin kaybettiği bir halkı var, Küçük Amerika yerine ‘Büyük Türkiye’ olmak, sinema, sanat algısını yeniden dizayn etmeyi, kültürel reformu gerekli ve zorunlu kılıyor. Batı ürettiği din ve ahlak fobili duygu ve düşünceleriyle ‘Dibe First Class Yolculuk’ yaparken, Türkiye ‘Zirve’ye First Class Yolculuk’ yapmak zorunda. Aksi hâlde dünyaya önereceği yeni paradigmaların iletim kanallarını tıkanmış bulacak.


Faruk Tamer,  17.03.2013, Görsel Eleştiri - Visual Critique  XXXVII


(*) Motion Picture Herald dergisinin yönetmeni Martin Quigley ile Cizvit Rahip Daniel A. Lord’un belirlediği ilkeler, 1930

1- Killing Them Softly-Kibarca Öldürmek’
2- Susuz Yaz, Metin Erksan:
3-Haremde Dört Kadın, Halit Refiğ:
4-Yücel Çakmaklı:
5- Bilal Yorulmaz:
6- AB’de Porno Yasağı Rafa Kalktı
http://www.dw.de/abde-porno-yasa%C4%9F%C4%B1-rafa-kalkt%C4%B1/a-16668852 




MUHARREM GÜRSES Filmleri:
Zeynep'in Gözyaşları - 1952, İhtiras Kurbanları - 1953, Günah Kadını - 1953, Bir Şoförün Hayatı - 1954, Gülmeyen Yüzler - 1955, Sazlı Damın Kahpesi - 1956, Yayla Güzeli - 1956, Yetimler Ahı - 1956, Günah Köprüsü - 1956, Öldürdüğüm Sevgili - 1956, Yavrularımın Katili - 1957, Allah Korkusu - 1958, Bana Gönül Bağlama - 1958, Yavrum İçin - 1958, Sokak Şarkıcısı - 1959, Şehvet Uçurumu - 1959, Baharın Gülleri Açtı - 1961, Gönlüm Yaralı - 1961, Sokak Kedisi - 1969.

METİN ERKSAN Filmleri:
 Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukes - 1956, Hicran Yarası - 1959, Sevmek Zamanı - 1965, Ölmeyen Aşk - 1966, Ayrılsak da Beraberiz - 1967, Sevenler Ölmez - 1970, Feride - 1971, Hicran - 1971, Makber - 1971, Sensiz Yaşayamam – 1977

ÖMER LÜTFİ AKAD Filmleri:
Vurun Kahpeye - 1949, Öldüren Şehir - 1954, Kardeş Kurşunu - 1955, Beyaz Mendil - 1955, Meçhul Kadın - 1955, Kalbimin Şarkısı - 1955, Meyhanecinin Kızı - 1958, Yalnızlar Rıhtımı - 1959, Vesikalı Yârim - 1968, Kader Böyle İstedi - 1968, Seninle Ölmek İstiyorum - 1969, Rüya Gibi - 1971, Bir Teselli Ver - 1971, Mahşere Kadar - 1971, Vahşi Çiçek - 1971, Esir Hayat - 1974.









Seçkin Deniz Twitter Akışı