Bizler
ağır bir sorumluluk altındayız. Bizden sonraki nesillerin, insanların,
özellikle müslümanların bütün vebali omuzlarımızda. Bizden öncekilerin de yükü
ağırdı; fakat biz onların sessiz gölgelerde içlerinde biriktirdikleri o haklı
öfkelerin, çelişkilerin, ihtilafların, kararsızlıkların hiçbirine sığınmak
hakkına sahip değiliz. Çünkü biz daha başka bir yerdeyiz, daha başka bir
zamandayız, daha başka seslerin hızla yayılıp gittiği, nefislerin kızgın
alevlerle sarıp sarmalandığı berbat bir dönemdeyiz.
***
Dünya
yeniden kuruluyor, ama önce yıkılacak. Yıkılıyor her gün her yer, ama nasıl
yapılacak? İşte bizim sorumluluğumuz, alnımızı yakan derdimiz bu sebeple
külfetli. Sabırla, sukûnetle ellerimizi uzatacak, iyiyi-kötüyü, hayrı-şerri
birbirinden ayıracak ve çocuklarımıza hediye edeceğiz. Bunu yapmazsak, yanan ateşin
içinde herbirimiz kavrulup gideceğiz; dünya daha fena bir yer olacak.
***
Bizi
kurtaracak olan da ne tasavvufun yârenleri ne de kapitalizmin, liberalizmin bol
parası olacak. Tasavvufun ataları Hindistan’da, Çin’de sefaletin bekçiliğini
yapıyorlar zira; batı hep beraber paranın kuklası olmuş durumda. Bize Kur’an’dan
başka bir kurtuluş yolu yok; ondan başka hakikatin bizi arındıracağı başka bir
cevher yok. Ellerimiz duaya yönelirken, zihnimizden geçenler başka demhânelere
gidemez. Aklımız oynaşta iken ayaklarımız namazgâha gidemez.
***
Bugün
güzel memleketimizde, dinsizliğin getirdiği şirreti def etmenin yolu olarak
takdim edilen tasavvuf şarkılarının, özlü sözlerinin kimseyi bir arada
tutamadığını gördük. Her fikrin, her partinin dilinde palazlanan tasavvuf mottolarının
yedirdiği, yedireceği et koktu. Bu babda
artık elimiz, aklımız ayarbozumuna uğradı.
***
Hangi
haklı sözü söyleyen olursa olsun, o söz sadece sözde asılı kalıyor. Kimse
sevgiden bahsederken aslında sevgiden bahsettiğinin farkında değil. Sevgi
maskesinin arkasına saklanmış, öfkelerle, kavgalarla, mahalle baskılarıyla, din
bezirganlığıyla ya da düşmanlığıyla dopdolu kafaların içinde çalınan ben
davulu, bebelerin kulak zarlarını patlatıyor. Ben bilirim diyen paçavralar,
hükümdarlığın lezzetlerini tatmak istiyorlar. Bazen Allah adına, bazen özgürlük
adına, bazen de şeytanın adına.
***
Müslüman
dediğimiz şahsiyetten yoksun kişi, bir sürü gibi koşuyor pençelerinin ardından.
İndiriyor merhametsizce darbelerini, kardeşinden ne kadar parça koparırsa o
kadar çok övünüyor. Bu memleket inim inim inlerken küfrün ellerinde, kadınlar
ve erkekler hep birbirinin karnına bakıyor, karnında sakladıklarına bakıyor;
gözlerine bakmıyor. Elleriyle yapıp getirdiklerine hürmet etmiyor, onu alıp
tadına bakmıyor; gidiyor, nefretin, düşmanlığın, bencilliğin, ahlaksızlığın
bayrağı olan adamların ellerindeki kokmuş yiyeceğe bakıp heves parlatıyor.
Elinden geldiğince karanlık körüklüyor, fakat haberi yok, körkütük sarhoş.
Sorsan cennet-i âlâyı garantilemiş, keyfince şefaat dağıtıyor.
***
Üç sene evvel iki yazı yazmıştım Fethullah Gülen hakkında. Biri 2010 Ocak(*)
ayında diğeri Haziran(**) ayında. Çok hırpalıyorlardı; yerden yere vuruyorlardı. Ergenekonun,
neoconların hedefindeydi. Zira elindeki her türlü imkanı onlarla mücadeleye
ayırıyordu. Masonlara karşı, din düşmanlarına karşı Türkiye’de bir çaba
içerisindeydi. Müslümanım diyordu, müslüman ahlâkını önceliyordu.
***
Gülen,
binbir türlü emekle kurulmuş ve İktidar olmuş olan Ak Parti ile elele vermiş,
bu memleketin kanını emen, bu memleketi ahlaksızlaştıran, darbelerle,
soygunlarla çürüten ve dinsizleştiren İslam düşmanı karanlık cemiyetlerle
mücadele veriyordu. Temiz, çalışkan, düşünen, araştıran nesiller yetiştiriyor, Müslümanın adını karanlıkla, terörle eş tutan
Haçlılara, Siyonistlere, Ateistlere karşı her alanda çaba gösteriyordu.
Öyle bakıyorduk, öyle görüyorduk. Haksız söz sarf edenlere karşı da , ‘düşmanlarına
bir bakın, sonra onu eleştirin’ diyorduk.
***
Ne
fayda ki Gülen’in Ak Parti’yi kuran ve 2002’den itibaren iktidar olan Recep
Tayyip Erdoğan’la beraberliği 2010 referandumuna kadar sürdü. Ondan evvel, 2008’deki
hukuk katliamı olan iki dava ile onları birbirlerinden ayırmak istediler.
Gülen’i hapse göndereceklerdi, Erdoğan’ın da iktidarda olan partisini
kapatacaklardı. Millet ikisinden de vazgeçmiyordu; lakin Gülen’in
gazetecilerinden, Erdoğan’ın eski danışmanlarından Ali Bulaç, Gülen Yargıtay’da
beraat edince, yargının adil olduğunu iddia etmiş ve hastalıklı bu akılla yola
çıkıp Ak Parti’nin kapatılmasının çok fazla tepki almayacağını söyleyerek ilk
fitneyi sokmuştu insanların aklına.
***
Parti
kapatılmadı, ama insanların yüreği burkuldu. 2010 referandumunda o ana kadar İktidar Partisi ile Hakan Fidan sorunu yaşayan Gülen, herkesin 'Evet' oyu kullanmasını istemişti, hatta mezardakilerin bile mümkün olsa gelip oy kullanmaları
gerektiğinden bahsetmişti. Referandum sonucu Türkiye, başındaki HSYK ve Anayasa
Mahkemesi gibi hukuk hiyerarşisine sokulan iki ergenekon tehdidinden kurtulmuş,
geçmiş darbeleri yargılayabilecek imkâna kavuşmuştu. Nitekim, gerekli
düzenlemeler yapıldıktan sonra memleket biraz rahatlamıştı.
***
Fakat
çok geçmedi; 2011'de ihtilaflar devam etti. Ergenekon ve Balyoz darbe teşebbüsleri
yargılanırken MİT’in başına Hakan Fidan adında genç ve yetenekli bir isim
atanmıştı. İsrail’in istemediği bir isimdi Hakan Fidan; çünkü onu kullanamayacaktı,
ondan istihbarat alamayacaktı. Hakan Fidan MİT’in başına geçtikten (25 Mayıs
2010) altı gün sonra İsrail, Gazze’ye giden Mavi Marmara’ya saldırdı. O dönemde
Gülen, Mavi Marmara’nın gidişine hoş bakmıyordu, ama gazeteleri ve televizyonları
Mavi Marmara’ya destek veriyordu.
***
Gülen, ilk büyük gürültüsünü o zaman çıkardı. Neocon WSJ gazetesine, İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Çok büyük eleştiriler aldı. İsrail’e, siyonistlere, masonlara, ergenekona karşı Erdoğanla birlikte mücadele veren Gülen’in bu açıklaması çok büyük tepki topladı. 'Bir düşündüğü vardır, dünyanın her yerindeki okullarını, cemaatinin geleceğini koruyordur' dedik, üzerinde durmadık. Bakan olan Ertuğrul Günay, Gülen'i sert bir şekilde eleştirirken Bülent Arınç mutedil davrandı. İş geçiştirildi.
***
Gülen, ilk büyük gürültüsünü o zaman çıkardı. Neocon WSJ gazetesine, İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Çok büyük eleştiriler aldı. İsrail’e, siyonistlere, masonlara, ergenekona karşı Erdoğanla birlikte mücadele veren Gülen’in bu açıklaması çok büyük tepki topladı. 'Bir düşündüğü vardır, dünyanın her yerindeki okullarını, cemaatinin geleceğini koruyordur' dedik, üzerinde durmadık. Bakan olan Ertuğrul Günay, Gülen'i sert bir şekilde eleştirirken Bülent Arınç mutedil davrandı. İş geçiştirildi.
***
Zincir
kopmuştu bir kere. Oslo süreci ile PKK’yı düze indirmek isteyen Başbakan, Hakan Fidan’ı bu işle görevlendirdi. O ara PKK, Gülen’in okullarına, yurtlarına, dershanelerine saldırıyor yakıp yıkıyor,
bombalıyordu Güüneydoğu’da. Gülen terörle şiddetle mücadele edilmesi
gerektiğini söylüyordu. Diyaloğun fayda vermeyeceğine inanıyordu. Sözü dinlenmedi.
MİT’in KCK’ya soktuğu elemanlar yüzünden açılan bir soruşturmada MİT müsteşarı
Hakan Fidan’ın şüpheli sıfatıyla
çağrılmasından sorumlu tutuldu. Gülen’in medya organları bu soruşturmayı savundular,
soruşturmayı yürüten savcıyı sahiplendiler.
***
Gülen’in
yargısının oluştuğunu iddia eden çevreler, Fenerbahçe’deki şike soruşturmasında
da onu suçladılar. Erdoğan bir düzenleme ile şike davasının hararetinin
düşmesini sağladı. Sonrasında Cübbeli diye anılan ve Deniz Baykal’la dostluk
ilişkileri olan başka bir cemaat lideri şahsın, yüz kızartıcı
suçtan tutuklanması ile ortam yine gerildi. Fenerbahçe Başkanı’nın tahliye
edilmesi sonrasında Cübbeli de kendisine mektup yazan Gülen’in himmeti ile
tahliye edildi.
***
Gülen’in
yargıdaki ve emniyetteki gücü tartışılmaya başlamıştı ve iktidarla arası
gittikçe açılıyordu. Zaman Gazetesi yazarları ve cemaatin akademisyenleri
şiddetli hükümet eleştirileri yapmaya başladılar. Eleştirinin dozu, muhalif
gazetecilerinkinden daha şiddetliydi. Bazı yazarları alay edecek kadar
basitleşmişlerdi. Bir anlaşmazlık olduğu kesindi. Hakan Fidan’ın maruz kaldığı
benzeri görülmemiş hakaret, doğrudan Başbakanı hedef alıyordu. Başbakan
yıldırım hızıyla çıkardığı yasayla müsteşarı korumaya aldı. Ve o andan sonra da
Gülen cemaatine karşı mesafeli olmaya başladı.
***
Erdoğan,
Gülen’in eleman devşirdiği dershanelerin kapatılacağını söyledi ve tüm
bakanlıklardan Gülen’in talebelerini dışlamaya başladı. Gülen ve medyadaki
temsilcileri bunu hazmedemediler ve yaptıklarının sonuçlarını düşünmeden açık,
aleni bir düşmanlık geliştirdiler. Müslümanları gerdiler.
***
Hüseyin
Gülerce darbeleri araştırma komisyonunda, iktidar partisi vekili ile seviyesi
düşük bir ağız dalaşına girdi. Ak Parti’yi kendilerinin iktidar yaptığını iddia
etti, vekili küçümsedi. Gülen kendisini herkesten yukarıda görüyor ve
düşüncelerinin tartışılmasını bile hazmedemiyordu. Bir mehdi gibi, yetkin ve
güçlü tavırlar sergiliyordu. Fakat kendisindeki bu vehmi sorgulamıyor, Erdoğan’ın
tek adam olduğunu ima ediyordu.
***
Gülen, bir başbakanla nasıl konuşması gerektiğini unutmuştu. Özal’la, Demirel’le, Çiller’le ve Ecevit’le yaptığı oy pazarlıklarına benzemiyordu tavırları. Hatta orgeneral Çevik Bir, 28 Şubat’ta okullarına yönelik baskıyı arttırınca, okulları devlete devretmeye hazır olduğunu söylediği kadar cılız ve çekinik de değildi; Erdoğan’a karşı geri adım atmıyor, aksine gün geçtikçe eleştirilerinin dozunu arttırıyordu. İran politikasını eleştirdi, olmadı Suriye politikasını eleştirdi.
***
Gülen, bir başbakanla nasıl konuşması gerektiğini unutmuştu. Özal’la, Demirel’le, Çiller’le ve Ecevit’le yaptığı oy pazarlıklarına benzemiyordu tavırları. Hatta orgeneral Çevik Bir, 28 Şubat’ta okullarına yönelik baskıyı arttırınca, okulları devlete devretmeye hazır olduğunu söylediği kadar cılız ve çekinik de değildi; Erdoğan’a karşı geri adım atmıyor, aksine gün geçtikçe eleştirilerinin dozunu arttırıyordu. İran politikasını eleştirdi, olmadı Suriye politikasını eleştirdi.
***
Gün
geldi, yanına çağırdığı çeşitli görüşlerden gazetecilere Erdoğan’ın ‘Güç Zehirlenmesi’
yaşadığını söyledi. Anlaşılamıyordu. Güç Zehirlenmesi, herhangi bir meşru hakka
sahip olmadığı halde böyle bir değerlendirme yapan kendisinde varid olan bir
hastalıktı aslında. Bu kalitesiz betimleme ipleri tamamen kopardı.
***
Haber
kanalı STVHaber Erdoğan’a kısmî ambargo uyguluyordu. Sık sık CHP Genel Başkanı
Kılıçdaroğlu’nu konuk ediyordu. Zaman Gazetesi
Ahmet Turan Alkan'ın, Şahin Alpay’ın hadsiz
hesapsız yazılarıyla dolacak ve İhsan Dağı, (***) 11 Haziran 2013 tarihli Zaman
Gazetesi’ndeki yazısında şöyle diyecekti:
“AK
Parti bugün hâlâ güçlü. Bu güç ülkenin sivilleşmesi ve demokratikleşmesine
yoğunlaşmalı. Ama aksi yönde bir sürü emare var maalesef. Taraf’ın dünkü
haberine göre MİT ile yapılan bir protokol gereği MEB, THY ve Tapu İdareleri ve
PTT, sistemlerindeki bütün işlemleri ve bilgileri MİT’e aktarıyormuş. Bu,
fiilen bütün insanların MİT tarafından fişlenmesi anlamına gelir. Doğruysa bu
dehşet verici. Bunun literatürdeki adı ‘muhebarat’, yani ‘istihbarat
devleti’dir. Onca mücadeleden sonra varacağımız yer bu olamaz. AK Parti, böyle
bir ‘rejim’e izin veren, göz yuman veya bundan medet uman bir parti haline
gelemez. Hem Gezi krizden çıkışın hem istihbarat devletinden sakınmanın yolu AK
Parti’nin ‘kuruluş felsefesi’ne dönmesidir.” (Bakınız: Obama'ya 'Büyük Birader' öfkesi)
***
11
Haziran 2013 günü, Taksim’deki Gezi Parkı’na yönelik belediye düzenlemesine
karşı çıkanların ürettiği protesto ve terör günlerinin 14. Günüydü. Ve Gülen’in
tüm ahfadı Abdülhamid Bilici, İhsan Dağı, İhsan Yılmaz ve diğerleri Gezi Parkı’ndaki teröre baştan itibaren destek vermiş, Erdoğan’ın diktatörleştiğini iddia etmeye
başlamışlardı. İhsan Dağı’nın son yazısının içeriği bugün Taksim’den saatlerce yayın yapan CNNInt’teki yorumlarla aynıydı.
CNNInt Erdoğan’a Avrupa’nın ‘Yeni Hitler’i diyordu.
***
Gülen’in haber ajansı Cihan’ın Kahire temsilcisi Cumali Önal (Bakınız, Cumali Önal Videosu), Mısır’daki Mübarek yanlısı El Vatan Gazetesi’ne “Erdoğan diktatördür, Mübarek gibidir, Mursi onu örnek almamalı; ama Ak Parti demokratiktir, liberaldir” diyerek Erdoğan’ın ortadoğu politikasını hançerliyordu. Hedefte Erdoğan vardı. Açık düşman oydu.
***
Gülen’in haber ajansı Cihan’ın Kahire temsilcisi Cumali Önal (Bakınız, Cumali Önal Videosu), Mısır’daki Mübarek yanlısı El Vatan Gazetesi’ne “Erdoğan diktatördür, Mübarek gibidir, Mursi onu örnek almamalı; ama Ak Parti demokratiktir, liberaldir” diyerek Erdoğan’ın ortadoğu politikasını hançerliyordu. Hedefte Erdoğan vardı. Açık düşman oydu.
***
Gülen
31 Mayıs 2013’te kemikleşen Gezi Parkı terörüne yönelik hemen her gün bir
açıklama yapıyor ve Erdoğan’a yapıştırmaya çalıştığı Diktatörlüğü besleyip
büyütüyordu. Erdoğan’ın kendilerine ihanet ettiğini düşünüyordu. Fakat o bir
âlimdi, ârifti; onun yaptığı Erdoğan’ın
gayretullah’ın gazabından korumak için ona tırnak ucu ile dokunmaktı, şefkatli
olan kendisiydi:
“Zulme
zulümle karşılık vermemek önemli bir kaide olduğu gibi, mesleğimizin bir esası
da şefkattir. Bununla beraber, haksız yere yumruk vuran mü'minin hiç olmazsa
kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, mü'min zâlime tırnak
ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “gayretullah”ın tokadı iner;
bunu da şefkatliler hiç istemezler.”(****)
***
Gezi Parkı’ndaki olaylara bakışı tuhaftı,
çelişikti, Erdoğan’ı suçlayıcıydı:
“Fakat,
bir yönüyle bizim bir zayıf yanımızı, bazı masum insanların belki zayıf yanları
sanılan masum isteklerini istismar etmek isteyen dışta ve içte bir sürü, böyle
kulaklarıyla genel havayı almaya çalışanlar da var. Hani bazı mahluklar,
kulaklarıyla havayı almaya çalışırlar, kıpırdatırlar kulaklarını, sesleri
duymaya çalışırlar. Onlar, böyle bir şeyi duyunca (istismar ederler.) Şimdi
dünyada bütün medya Türkiye'nin aleyhinde; burada da öyle, başka yerde de öyle,
Avrupa'da da öyle. Sanki kıyamet kopmuş gibi bir halleri var. Suriye'de kıyamet
kopuyor umurlarında değil. Irak'ta kıyamet kopuyor umurlarında değil. Daha
dünyanın değişik yerlerinde canlı bombalar umurlarında değil. Fakat Türkiye
bölgede muvazene unsuru olma durumunda bir devlet.. belli kazanımları olan bir
devlet.. belli yere gelmiş bir devlet. İşte bir taraftan o masum istekler.. o
masum isteklerin içte bazı kimseler tarafından istismar edilmesi, belli
ideolojilere kurban edilmesi o masum isteklerin.. başkalarının da bu meseleyi
kendi hesaplarına derinlemesine değerlendirmeleri.. bizim gafletimiz, bizim
cehaletimiz, bizim görmezliğimiz; başkalarının uyûn-u sâhire şeklinde, hiç
uyumayan gözler şeklinde bizi bir kere daha kündeye getirme adına zemin
oluşturma gayretleri. Olan, o oldu.”
Diyecek
kadar farkında olan Gülen, az sonra acımaksızın Erdoğan’ı küçümseyecekti.
Erdoğan’a yaptığı hadsizliğin farkına bile varmadan. Gezi Parkı’ndaki kendi
sorumluluğunu hiç hatırlamayıp geçiştiren kendini beğenmiş, kibir dolu
sözlerdi:
“Bu tablo..
bunu Sahib-i Şeriat haber vermiş. İnsanlar kendi ruh ve mana köklerinden
koparılınca böyle olacak, haber vermiş onu. Meseleye bu zaviyeden yaklaşınca
zannediyorum, biz de bakış zaviyemizi bir kere daha gözden geçirmemiz lazım.
Acaba kabahat bu meselelere karşı umursamazlık içinde bakan, her şeyi hafife
alan, "şuydu, buydu" deyip geçiştirende mi? Yoksa sokakları bir
yönüyle harp meydanlarına çeviren insanlarda mı? Ya da bütün bunların kabahati,
sistemde mi? Bizim iyi nesiller yetiştiremeyişimizde mi? Onlara yürekten sahip
çıkamayışımızda mı? O zaman sistemin gözden geçirilmesi lazım. Bizim,
düşüncelerimizi bir daha gözden geçirmemiz lazım. Biz ettiysek bunları, bence,
kendimize dönerek, kendimizle yüzleşerek, burada kendimizle hesaplaşarak, daha
büyük hesaplarla karşı karşıya kalmamızdan sıyrılmamız lazım. Şimdi kendimizle
yüzleşmezsek şayet, kendimizle hesaplaşmazsak, altından kalkamayacağımız
hesaplarla karşı karşıya kalırız, hafizanallah. Terbiye sistemlerimizi gözden
geçirmemiz lazım. Kimler o çocuklar? Kimin çocukları o sokaklarda mantıksızca
hareket edenler? Hak davası değil o! Hak davası olsa, bir yerde toplanırlar,
duygularını dile getirirler, ifade ederler orada, efendice, insanca, eğitim
görmüş insanca, ayrılır giderler. Anlayan anlar, anlamayanlar için bir daha
çıkar, derler o meseleleri. Organize olurlar bir yönüyle. Madem seçim
sandıkları var; onu millete havale ederek, sandığa havale ederek, orada o
mevzuda ciddi gayret sarfederler, çalışırlar. Ayakları altlarına gelmeden,
gece-gündüz koşturur dururlar; insanları ikna ederler, "Şunu beğenmiyoruz,
bunu beğenmiyoruz" derler. Beğendikleri bir şey varsa, onu intihab
ederler. Onu da beğenmezlerse, beklerler sabırla; bir başka fasılda onu da bir
yönüyle bertaraf eder, başkasını intihab ederler.. başkasını intihab ederler...”
(*****)
***
Ama ne
hikmetse, boyutları belli olan ve Avrupa’da
orada burada tartışılan Taksim Gezi
Parkı’ndaki küresel koalisyonu Gülen görmezden geliyordu:
“Yanıbaşımızda
cereyan eden bu takiyye cereyanları ülkemize de sıçramış durumda. Bunun
radyoaktif tesiri Türkiye'ye de bulaşmıştır, Mısır'a da bulaşmıştır, Suriye'ye
de bulaşmıştır... Böyle onları tahlil etme imkanı olsa bir, yani oralara girme
imkanı olsa, makinalarla o insanların kılcallarına kadar nüfuz eden şeyleri
deşifre etme imkanı olsa, kılcallara kadar nüfuz edildiğini göreceksiniz."
(******)
***
Arap
televizyonları, Tarafsız görünmeye çalışan Avrupa kanalları Gülen’den daha
vicdan sahibiydiler. Türkiye’de yaşananlar Arap baharları ile
karşılaştırılamayacak olan olaylardı. Fakat Gülen için mesele bitmişti; Erdoğan
diktatördü ve Türkiye’de ona karşı bir ayaklanma başlamıştı.
***
Benim bu
kadar vahim ve planlı bir propagandaya
karşı nutkum tutuldu. Türkiye 2002’de baharını yaşamış olan ve böylelikle
dünyadaki diğer baharlara örnek olan bir ülkeydi ve bu baharın hizmetkârlarından
biri de Fethullah Gülen’di. Neler olmuştu böyle 72 yaşındaki bu yaşlı adama?
Ergenekon tâcirlerinin durduğu yerde duruyor, onlarla yakınlaşıyor, onlarla
aynı eleştirileri yapıyor ve hem içeride
hem dışarıda kardeşlerine ihanet ediyordu.
***
Ne oldu
sana Fethullah Gülen? Geçmişte Allah rızası için yaptığını düşünüyordum bu yaptıklarını,
sen şimdi kimin rızası için yapıyorsun bu yaptıklarını? Gayretullah’ın
sahibi sen misin ki Gayretullah’a dokunan bir mücrim diye yaftalıyorsun
Erdoğanı? Nifak diyorsun, senin bu yaptığın nedir? Sen mi
iktidar yaptın Erdoğan’ı, diyet mi istiyorsun? Bir devletin iki başı olmaz,
baş olmak istiyorsan gel memleketine, kurtul Amerikan istihbaratının elinden,
parti kur, başbakan ol diyeceğim sana. Eğer aklından eminsen o zaman, gelip
sana akıl danışan olduğunda aklının para edeceğini bil; sen böyle açık bir
savaş ilan edersen, ergenekoncularla yanaşık düzen 'Diktatör' icat edersen, artık
senden bu memlekete hayır gelmez, bunu bilesin; bu memleket de sana
evladını al tepe tepe kullan diye de bir daha vermez.
***
Bir ara
yine alevlenmişti Gülen: “ Kur’an müslümanlığı gibi bir sapıklık’ diye
tanımlamıştı Kur’an’ı temel kaynak kabul eden müslümanların düşüncelerini. Kur’an ayetlerine ‘Kuru Nass’ diyerek onları
küçümsüyordu da. Bu hesap başka bir hesap, ama akıldan çıkmıyor.
***
Artık açıkça, ancak üzülerek söylüyorum: "Asıl diktatör, 22 milyon kişinin gönlüyle oy verdiği Erdoğan değil,
gencecik çocukların samimi imanlarını, itaatlerini kendine taht basamağı yapan ve insanların
gönlüyle verdiği muhabbeten elde ettiği gücü acımasızca kullanan ve İran’a karşı
ırkçılık yapan Fethullah Gülen’dir", diye düşünenlerin sayısı artıyor.
***
Çoğul düşünce artık budur.
Alper Selçuk,
11.06.2013, Antiseptik Anafor 64
Alper Selçuk Yazıları
Cumali Önal Videosu:
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=NJoitkqHSiA
(Video askıya alınmıştır; Konuyla ilgili Cumali Önal açıklaması)
Tayyip Erdoğan’a ‘diktatör’ dediniz mi gerçekten?
Cumali Önal: "Arap Baharı başladıktan sonra Türk dış politikası çok kötü çuvallamaya başladı. Libya’da, Tunus’ta, son olarak da Mısır’da. Ben de bunların yanlış olduğunu söyledim. Arap medyası da bu konuya çok ilgi gösterdi. ‘Türkiye bölgeyi tanımıyor, bilmiyor ve dolayısıyla ileride bu Türkiye’nin başına gaileler açacak.’ diye yazdıkça medyadan ister istemez talepler gelmeye başladı. Müslüman Kardeşler karşıtı bir gazeteciyle röportaj yaptım. Erdoğan’ın parti içinde çok güçlü biri olduğunu söyledim. Diktatör demedim. Sadece, ‘kendi partisi içinde diktatör gibi hareket ediyor’ dedim. Fakat bu sözüm o günün şartlarından da kaynaklanarak çarpıtıldı. Böylece hem Türkiye’ye zarar vermek istediler hem Müslüman Kardeşler’e. Ancak şu söylemi de kullandım. ‘Recep Tayyip Erdoğan tipik bir Ortadoğu lideridir.’"
http://www.zaman.com.tr/pazar_araplara-turkiyeyi-anlatiyoruz_2235362.html
Obama'ya 'Büyük Birader' öfkesi:
http://www.haberturk.com/dunya/haber/851788-obamaya-buyuk-birader-ofkesi
Fethullah Gülen kimleri sevindirdiğini kendi sitesinden okusun:
(http://www.samanyoluhaber.com/dunya/Israil-zevkten-dort-kose-Erdogan-dusene-kadar/1017075/)
İsrail Parlamentosu Knesset Başkan Yardımcısı Moshe Feiglin:
“Türkiye’deki gösterilerin Erdoğan düşene kadar devam etmesi için dua ediyoruz. Kendisi Yahudi düşmanı. Onunla barışma yolunda mesafe kat etmemize ve resmî özür sunmamıza rağmen bize karşı düşmanca tavrını sürdürüyor”
İsrail Parlamentosu Dış İlişkiler ve Güvenlik Komisyonu Başkanı Avigdor Lieberman:
“Türkiye’de olup bitenler karşısında mutluluğumu gizleyemiyorum”
İsrail Altyapı Bakanı Silvan Şalom:
“Türkiye’yi Yeni Osmanlıların iktidarından kurtaracak her gelişmeyi memnuniyetle karşılarız”
Alper Selçuk Yazıları
Cumali Önal Videosu:
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=NJoitkqHSiA
(Video askıya alınmıştır; Konuyla ilgili Cumali Önal açıklaması)
Tayyip Erdoğan’a ‘diktatör’ dediniz mi gerçekten?
Cumali Önal: "Arap Baharı başladıktan sonra Türk dış politikası çok kötü çuvallamaya başladı. Libya’da, Tunus’ta, son olarak da Mısır’da. Ben de bunların yanlış olduğunu söyledim. Arap medyası da bu konuya çok ilgi gösterdi. ‘Türkiye bölgeyi tanımıyor, bilmiyor ve dolayısıyla ileride bu Türkiye’nin başına gaileler açacak.’ diye yazdıkça medyadan ister istemez talepler gelmeye başladı. Müslüman Kardeşler karşıtı bir gazeteciyle röportaj yaptım. Erdoğan’ın parti içinde çok güçlü biri olduğunu söyledim. Diktatör demedim. Sadece, ‘kendi partisi içinde diktatör gibi hareket ediyor’ dedim. Fakat bu sözüm o günün şartlarından da kaynaklanarak çarpıtıldı. Böylece hem Türkiye’ye zarar vermek istediler hem Müslüman Kardeşler’e. Ancak şu söylemi de kullandım. ‘Recep Tayyip Erdoğan tipik bir Ortadoğu lideridir.’"
http://www.zaman.com.tr/pazar_araplara-turkiyeyi-anlatiyoruz_2235362.html
Obama'ya 'Büyük Birader' öfkesi:
http://www.haberturk.com/dunya/haber/851788-obamaya-buyuk-birader-ofkesi
Fethullah Gülen kimleri sevindirdiğini kendi sitesinden okusun:
(http://www.samanyoluhaber.com/dunya/Israil-zevkten-dort-kose-Erdogan-dusene-kadar/1017075/)
İsrail Parlamentosu Knesset Başkan Yardımcısı Moshe Feiglin:
“Türkiye’deki gösterilerin Erdoğan düşene kadar devam etmesi için dua ediyoruz. Kendisi Yahudi düşmanı. Onunla barışma yolunda mesafe kat etmemize ve resmî özür sunmamıza rağmen bize karşı düşmanca tavrını sürdürüyor”
İsrail Parlamentosu Dış İlişkiler ve Güvenlik Komisyonu Başkanı Avigdor Lieberman:
“Türkiye’de olup bitenler karşısında mutluluğumu gizleyemiyorum”
İsrail Altyapı Bakanı Silvan Şalom:
“Türkiye’yi Yeni Osmanlıların iktidarından kurtaracak her gelişmeyi memnuniyetle karşılarız”