“Dalkavuklar Sana insan olmayı çok
gördü.”
BÖLÜM BİR
-1-
Herkes anlattı Seni. Kimse anlatmadı Seni. Kimse
anlatamadı Seni.
Kimi kendi çirkinliğini, kendi çirkefliğini, kendi
çürümüşlüğünü, kendi aczini, kendi çaresizliğini, kendi zilletini, kendi
duyarsızlığını, kendi eşkıyalığını, kendi sefilliğini, kendi yoksunluğunu,
kendi vahşetini, kendi hainliğini, kendi
gaddarlığını, kendi zalimliğini Senin üzerinden saçtı yeryüzüne, Senin
üzerinden serpti gökyüzüne. Dünya kirli olsun istediler. Dünya karanlık olsun
dediler. Dünya çirkinliğe bulansın, çirkinlikte debelensin istediler. Dünya
çürüsün. Dünya pis pis koksun istediler. Dünya kan revan olsun. Bağlar bahçeler
kandan meyveye dursun istediler. Dünya acz içinde kıvransın diye uğraş
verdiler. Acziyetten haz almayı seçtiler. Herkes aczin hazzıyla sarhoş olsun
dilediler.
Yoksunluklarını pazarlardılar yeryüzünde. Vahşet törenleri,
hainlik seremonileri, gaddarlık
ayinleri, zalimlik festivalleri düzenlediler. Düzenledikleri ebedi sürsün
istediler. İstemekteler. Bu uğurda savaşım vermekteler. Ve fakat Hira’ya
ilişemediler. Hira’yı hiç bilmediler. Hiç görmediler. Ne gözlerindeki perde
açılır nitelikteydi, ne gönüllerindeki pas, kir temizlenecek gibiydi. Hira’yı
atladıklarının ayrımında bile olmadılar. Ve Seni anlattıklarını sandılar.
Hira’sız Sen Sen olabilir mi?
Sana buğz edenler, Seni yerenler, Sana dil uzatanlar
Hira’yı bilebilir mi? Hira’yı bilmeden Seni bilebilirler mi? Kendi
masallarındaki kişilerden, kendi kurmacalarındaki kişilerden biriydi buğz
ettikleri, yerdikleri. Arkaik söylenlerde sözü edilenlerden farkı yok
anlattıkları. Farkı olmazda. Olamaz da. Böyle bir olasılık yok. Mini minnacık
da olsa yok. Zerre miskal yok böylesi bir olasılık.
Kimi Sana tabi olduklarını söyledi. Sana tabi olarak
Seni anlattı. Seni anlatamadı. Neredeyse her biri dalkavuk kişilikliydi.
Dalkavukların soyundandı neredeyse her
biri. Dalkavukluk tıyneti, dalkavukluk ruhu seni anlatabilir miydi?
Anlatamazdı. Anlatamadı.
Evet, Sana tabi olduklarını söyleyen kimi dalkavukça
sarıldı söze, sözlere. Dalkavukça sözlerden medet umdu. Dalkavuklukta öylesine
aşırı gitti ki ifrattan başının döndüğünü ayrımsayamadı. Sarhoş oldu her biri.
Gizlemediler de sarhoşluklarını. Sarhoşken yaklaşmayın buyruğunu tek bir şeye
hasrettiklerini bilemediler. Sarhoşken hiçbir şeye yaklaşılmaz ki. Sarhoşun
yapıp ettikleri, sayıp döktükleri kanıt olmaz ki. Bilemediler bu sarhoş
dalkavuklar.
Dalkavuklar, Seni Sen olmaktan çıkarıp
yücelttiklerini sandı. Bu sanıları hem kendilerini hem başkalarını aldattı. Aldatıyor
da. Sana meleklerin özelliklerini verip meleklerden üstün olduğunu savladı. Ne
denli çürük bir sav olduğunu anlayamadan hem de, hem de anlayıştan yoksun
olarak Seni anlatmaya kalktı. Anlattıkları Sen değildin ki. Bir melekti.
Yeryüzünde insan suretinde gezinen bir melekti anlattıkları. İnsanlarla
birlikte yemek yiyordun ama bu bir görünüşten ibaretti. Görünüşte uyuyordun.
Görünüşte eşlerinle birlikte oluyordun. Görünüşte ağlıyor, görünüşte tebessüm ediyordun. Görünüşte
çocuklarla oynuyordun. Çocuklar görünüşte omuzundaydı. Allah görünüşte ikaz etmişti
Sen’i bir âmâya sırtını döndüğünde. Sana tabi olduklarını söyleyip Seni
anlatmaya kalkanlar tam bir masallardaki meleklerden birini anlatıyordu. Sen
bir melektin. İnsandın, yapıp ettiklerin her anlamıyla insancaydı. Ama onlar
bütün bunların görünüşten olduğuna inanmamız için çırpındılar. Sen bir
melektin.
Yok! Onların anlattığı bir melekti. Sen bir melek
değildin. Meleklerin secde ettiğiydin. İnsandın. İnsan olmasaydın seni nasıl izleyebilirdik ki?
İnsan olmasaydın sesin içimizi nasıl ısıtırdı ki? İnsan olmasaydın merhametin
gönüllerimizi nasıl tutuştururdu ki? “Sizin için onda güzel örnekler vardır”
buyruğunu yedi bitirdi dalkavuklar anlattıklarıyla, söyledikleriyle, sözleriyle.
Senin bir örnek olabilmen için insan olman gerektiği “De ki, ben de sizin gibi
bir insanım.” yargısıyla noktalanmışken hem de.
Dalkavuklar Sana insan olmayı çok gördü. İnsanı
küçük gördüklerinden. İnsanı küçük bildiklerinden. Kendi küçüklüklerini
insandan bildiler. Tıpkı azıp sapmışların azgınlıklarını, sapkınlıklarını insandan
bilenler gibi dalkavuklar da kendi küçüklüklerini, yoksunluklarını,
acziyetlerini insana yamadılar. Ve Seni sen olmaktan,
yani insan olmaktan çıkardılar. İnsanlıktan çıkarınca yücelttiklerini sandılar.
Seni yüceltme gayreti güdenler buğz edenlerden daha feci bir iş yaptıklarını
ayrımsayamadılar.
Ben mi? Ben Varaka bin Nevfel’in yolunu izliyorum
Seni anarken. Hani Varaka bin Nevfel, “Keşke kavminin seni yurdundan çıkaracağı
zaman sağ olup sana yardım edebilsem” demişti. Ben de “Keşke kavminin seni
yurdundan çıkardığı zamanda var olsaydım da sana yardım edenlerden
olabilseydim.” diyorum.
Herkes seni anlattı. Kimse anlatmadı seni. Herkes
veda anını izledi. Kimse veda anını
izlemedi. Herkes veda anını izlettirdi. Kimse veda anını izlemedi. Herkes veda
anına çağırdı. Herkes bu çağrıya kulak kabarttı. Kimse bu çağrıya kulak asmadı.
Herkes veda anına gitti. Kimse veda anına gitmedi. Herkes veda anını bildi. Bilmedi, o anı bildiğini
sandı.
Kimse Hira’daki buluşmandan söz etmedi. Söz eden
olduysa da şöyle bir söz edip geçti. İşi acele tüccarlar gibi savuşup gittiler.
Durup tanık olmaktan ürktüler belki. Belki yanmaktan korktular. Belki o
buluşmayı söze, sözlere yüklemenin çetinliği büktü, kırdı kalemlerini. Belki o
buluşmayı dinleyecek kulaktan yoksunlardı. Belki dilleri dönecek halde değildi.
Yok! Acele işi olan tüccar olmayı seçmişlerdi. Her biri bir ticari erbap olarak
baktılar Sana. Seni değilse de Senin öykünü tıpkı Yusuf gibi pazarlarda
sattılar. Öykünü bir pazar metaı haline soktular. Gerek Sana dil uzatan
tüccarlar, gerek dalkavukça yaklaşan tüccarlar hiç eksilmedi pazarlardan. Durup
bir kulak veremezlerdi Hira’daki buluşmaya, işleri aceleydi. Ödenecek kiraları,
elektrik ve su faturaları, okul masrafları, alet edevat taksitleri, yiyecek,
içecek tatil giderleri vardı. Hep olacaktı da. İşleri aceleydi her birinin.
Alkışlanacak salonlar hazırdı. Çıkılacak ekranlar bekliyordu her birini.
Hira’da bulunmak olmazdı. Hira’da durmak olmazdı. Hira para etmezdi. Hira’daki
buluşma ticari bir meta olmaktan çok, çok uzaktı.
Herkes Seni anlattı ve fakat kimse Seni anlatmadı.
Anlatamadı. Seni anlamanın biricik yolu Hira’dan geçmekteydi. Hira’dan geçerdi.
Hira’dan geçer. Hira’daki buluşmayı anlamayan, anlayamayan Seni nasıl
anlatabilir? Nasıl anlatabilirdi ki?
Herkes Seni anlattı ve fakat kimse Seni anlatmadı.
Anlatamadı. Seni anlatanlar, anlatmaya kalkanlar Hira’nın üzerinden atlar
atlamaz başka birini, başka bir şeyi anlatmaya koyuldular. Ya köylerinin
muhtarından biraz daha iyice, biraz daha irice, biraz daha sevimli biriydi
anlattıkları. Ya da öykülerini okudukları şehinşahların tuhaf bir kopyasıydı
dile getirdikleri. Ya bir masal kahramanının ya bir kurmacanın baskın
kişilerinden biriydi anlattıkları. Dönüp dönüp anlattıkları, dönüp dönüp
yazdıkları hep buydu. Hira’yı atlamışlardı çünkü.
Bilinçli bir atlayış mıydı bu? Hira’dan kaçış
bilinçli bir kaçış mı? Öyle gibi. İnsan olmanın yolunu sinsice kesmek için
planlı programlı bir kaçış gibi. Belki birçoğu
ayrımında olmadan katılmış bu kaçışa. Tıpkı bir sürünün bireyleri gibi.
Bilmeden insanın yolunu kesmişler gibi. İnsan olmaya gidişin yolunu kesenlere
zaman kazandırdıklarının bile ayrımında değiller belki. Bu bir mazeret değildir
elbet. Hira’dan kaçışı aklayacak herhangi bir mazeret yoktur yeryüzünde.
Yeryüzü bu denli insafsız değildir. Bu denli insafsız olmamıştır. Bu denli
çorak değildir yeryüzü. Elbet Hira’yı duyup bilen vardır. Durup dinlemeyi,
durup kulak vermeyi isteyen vardır. Böylesi bir hevesi kor gibi içinde besleyen
besleyip büyüten vardır elbet. Olmuştur. Olacaktır da.
Hira’nın çağrısına ayarlı kulaklar eksik
olmayacaktır yeryüzünde. Herkes kendindeki Hira’ya çıkacaktır. O daveti duyar
duymaz tutacaktır yolunu Hira’nın. Anlayacaktır böylece Hira’daki buluşmayı.
Seni anlayacaktır. Anlamak ve anlatmak için uğraşacaktır.
Hira’nın dilini bilenler olacaktır elbet. Her şey
kendi dilince zikretmekte değil midir? Öyle ise her bir şeyin kendine ait bir
dili vardır. Hira’nın da bir dili vardır. O dili bilen birileri hep olacaktır.
O dili bilip çağrısına kulak veren, çağrıya icabet eden olacaktır elbet.
Yeryüzü öylesine mümbittir, öylesine bereketlidir işte. Sen bize en güzel
örneksin Hira’nın dilini bilmek örnekliği de Senin’dir. O dili bilecek ve o
davete gideceğiz elbet. Gidilecek elbet.
Ne körlerin, sağırların, gönlü kararmış tüccarların,
ne de dalkavuk tüccarların anlattığını savladıkları şeyler kesecek yolumuzu.
Yolumuz açık. Yolumuz aydınlık. Yolumuz ak pak.