"Hira, Nurdağı’nın rahmidir. İkinci bir doğuşa, yeniden bir doğuşa ev sahipliği yapacak olandır. Bu kesindir. Bu böyledir."
-4-
610 yılının Ağustos ayıydı. Kırk yaşlarında bir adam nur dağının
eteklerine varmıştı. Biraz soluklanmak istedi. Durdu. Küçük bir kaya parçasının
üzerine oturdu. Geldiği yöne, bir karaltı gibi gözüken Mekke’ye baktı. Sonra
Mekke’yi çevreleyen dağları taradı gökler kadar derin gözleriyle. Ve gelip
eteğine oturduğu Nurdağı’na baktı. Bu dağ hepsinden farklıydı. Bir başkalık
vardı bu dağda. Her şeyden önce hemen fark edilendi. Göze ilk ilişendi. Bakar
bakmaz görülendi. Mekke çevresindeki bütün dağlar içinde hemen fark edilen
Nurdağı çoban yıldızı gibiydi adeta. Yol gösteren, yön gösteren bir yıldız.
Yeryüzünde bir çoban yıldızı.
Nurdağı bir dağ olmaktan öte bir şey olduğunu kendisini fark
ettirmesiyle sezdiriyordu. Hem boşuna Nurdağı denmiyordu. Denmemişti. Adı
kendisiyle örtüşen ender varlıklardan biriydi Nurdağı. Zaman zaman ateş yakılıp
kervanlara yol göstericilik yapardı. Fark edilen bir dağdı Nurdağı tam
anlamıyla fark edilmemiş olsa da henüz. Henüz kendi gerçekliğiyle yüzleşmemişti
belki. O bir ulaktı. Ulak olarak var edilmişti. Ve fakat belki kendisi de bunu
bilmiyordu henüz. Henüz ötelerden gelen bir mesaj olmamıştı. İletilmesi gereken
ulaşmamıştı henüz. Eteğinde soluklanan Muhammed’ül Emin’le gerçek anlamda
buluşmamıştı henüz. Ötelerden, çok çok ötelerden herhangi bir soluk erişmemişti
henüz. Bir takım işaretler vardıysa da kendisini bütün bütün vermemişti henüz.
Çölü, çölleri, çöle dönmüş gönülleri bayındır edecek olan tam
anlamıyla belirmemişti henüz. Tam anlamıyla dillendirememişti henüz.
Dillendirilmemişti henüz. Henüz hamdı belki. Belki hamlıktan sıyrılmamıştı
henüz. Belki tam anlamıyla kimliğinin ayrımında değildi henüz. Henüz hazır
değildi, henüz yeterince gücü yoktu duyacaklarına belki, belki tahammül
sınırları cılızdı bu kocaman bedenine karşın. Her şeyin bir vakti saati vardı
elbet. O vakit, o saat, o an gelmeden hiçbir şey bir milim bile oynamaz
yerinden. Oynayamaz yerinden. Yeryüzünde ve gökyüzünde her şey bir hesap
ileydi. Hesap iledir. Nurdağı’nın da bir saati, bir vakti, bir anı vardı. O
saat, o vakit, o an gelmeden Nurdağı, Nurdağı olamazdı. Nurdağı, Nurdağı
olmadan hevesliydi, istekliydi, diriydi, bekleyendi, sabırlıydı ve fakat
mahzundu. Nurdağı ve üzerindekiler mahzundu. Nurdağı ve üzerinde durduğu
mahzundu. Gündüz güneş mahzundu, gece ay ve yıldızlar mahzundu.
Nurdağı’nda Hira hepsinden mahzundu. Hira da sabırlıydı. Denendiğini,
her bir şeyin bir vakti olduğunu bilirdi, kendisinin de bir vakti olduğunun
bilincindeydi. Ve fakat yine de mahzundu. Bilinmezlik, bilmezlik acıydı. Bu
acıyı iliklerine kadar yaşamıştı. Yaşıyordu. Ne zaman O’nun ayak sesini işitse
heyecanlanır, sevinçten raks ederdi kendince. Raks ettiğine tanıklık edecek
binlerce karınca vardı. Üzerinde yaşayan, içinde koklaşana binlerce canlı
cansız varlık Hira’nın raksına tanıklık ederlerdi. Her biri tanıktı. Hem
tanıklıktan kaçacak, yüksünecek birileri yoktu aralarında. Olmamıştı. Olmazdı.
Bu sevince tanık olmanın utanılacak bir yanı yoktu. Bu sevinç kutlu bir
sevinçti. Onurlu bir sevinçti. Görkemli bir sevinçti. Her hangi bir
maceraperestin anlayamayacağı bir sevinçti Hira’nın O’nun ayak seslerini
işittiğinde duyduğu sevinç. Yine de mahzundu Hira. Hem mahzun, hem mahcup hem
onurluydu.
Hira tam olarak neydi kendi de bilmiyordu. Bir şeyler seziyor ve fakat
bu sezileni adlandıramıyordu. Ne yapacağını, kime danışacağını da bilmiyordu.
Bilmesini sağlayacak bir şeyler yoktu. O’na, İncil’de muştulanana ikinci bir
annelik yapacağını bilmiyordu. O’nu yeniden doğuracak olanın kendisi olduğunu
tahmin etmiyordu. Bunu sezinlese de dillendiremiyordu. Hira ne olduğunu, kim olduğunu
henüz bilmiyordu. O’nun her gelişinde kendisinin neliğini sorgulayıp durdu. Ve
fakat herhangi bir yanıt oluşmadı bu sorgulamalarda. Herhangi bir yanıt
oluşturamadı. Hira Nurdağı’nın rahmi olduğunun farkında değildi. Farkında
olamadı.
Hira Nurdağı’nın rahmidir. İkinci bir doğuşa, yeniden bir doğuşa ev
sahipliği yapacak olandır. Bu kesindir. Bu böyledir. Aklı almasa da insanın dağ
doğurandır, doğurgandır. Kimi zaman dağın doğurduklarına “dağ fare doğurdu”
diyerek burun kıvırsa da dağ, dağlar tüm yeryüzünü değiştirecek olanı
doğurandır. Doğurmuştur. Doğuracaktır. Olacak olan sadece o vaktin, o zamanın,
o anın gelmesidir. O vakit, o zaman, o an geldiğinde dağ doğuracaktır. İnsandan
öte her bir canlı, her bir varlık tanıklık edecektir bu doğuma, bu doğuruşa. Ve
şaşırmayacaktır da. Ve dudak bükmeyecektir de. Ve yadsımayacaktır da. Ve bu
gerçeği örten de olmayacaktır. Ve kulak tıkamayacaktır da. Ve gözlerini
kapatmayacaktır da. Ve kıskanmayacaktır da. Ve kaçmayacaktır da. Ve Hira’nın
Nurdağı’nın rahmi olduğunu bilecektir de.
Hira Nurdağı’nın rahmidir. İncil’de muştulananı dünyaya getirecektir.
İncil’de muştulanan gelince yeryüzü dirilecektir. Bu gerçeği bütün çöl halkı,
çöl varlığı bilmektedir. Bütün yeryüzü bilmektedir. Ve her biri kendince
seslenmektedir. Her bir varlık kendi dilince bu bekleyiş türküsünü
söylemektedir. Terennüm etmektedir her bir canlı bu bekleyiş türküsünü. Kimi
bilmeden, bilincinde olmadan, kimi bilerek, bilincinde olarak, kimi şen
şakraktır, kimi hüzünlü, kimi öfkelidir, kimi sükûn içredir terennüm ettiği bu
bekleyiş türküsü. Her birinin dili ayrıdır, her birinin mizacı farklıdır ve
fakat her birinin terennüm ettiği İncil’de geleceği muştulanandır. Gelecek
olanın gelmesi yakındır. Hira muştulananı doğuracaktır vakti geldiğinde. Çün
buyruk öyledir “her şey hesap iledir.” Diye buyrulmuştur.
Hira Nurdağı’nın rahmidir. İncil’de muştulananı doğuracak olandır. O doğum
yakındır. Çün hiç bu kadar karanlık olmamıştır yeryüzü. Yeryüzünün karanlığına
inat ufukta külrengi bir aydınlık belirmiştir. Doğum yakındır. Duyulan sancılar
bu yüzdendir. Bunca sancı, bunca acı bu yüzdendir. Hira’nın doğurma vaktidir.
Doğurma vaktine erişilmiştir. Doğurma vakti gelmiştir. Bu kesindir. Bu
böyledir. Bu kesin olmasa, bu böyle olmasa yaşanmakta olan bunca acıya nasıl
tahammül edilir? Bunca yokluğa, yoksulluğa, öldürüşe, kıyıma, yıkıma, vahşete,
dehşete nasıl katlanılır? İnsanlık bunca zulme, bunca kahra, bunca soyguna,
bunca talana, bunca yalana, bunca korkuya, bunca mazarrata, bunca hırsa, bunca yalnızlığa,
bunca acıya, bunca kaybolmuşluğa, bunca kibire, bunca müstekbirliğe, bunca
Hamanlığa, bunca kargaşaya, bunca.. bunca şeye insanlık ve hatta tüm varlık
nasıl dayanır? Nasıl dayansın? Nasıl katlanır? Nasıl katlansın? Gelsin artık
İncil’de muştulanan! Doğursun artık Hira muştulanmış olanı.
Hira Nurdağı’nın rahmidir. Bir kutlu doğuma şahitlik edecektir. Bir
kutlu buluşmaya tanıklık edecektir. Bir kutlu tanışmanın, bir kutlu buluşmanın
tanığı olacaktır. Kutlu olanı doğuracak olandır Hira. Kutlu olmanın insan için
insan olmaktan öte bir anlamı olmadığını haykıracaktır bütün sağırlara. Bütün
körlere gösterecektir kutlu olmanın insan olmak olduğunu. Unutulan kutluluğu
anlatacaktır gönlü kararmışlara. Merhameti unutmuşlara.
Hira Nurdağı’nın rahmidir. Hira masumiyeti yeniden yeryüzüne getirecek
olanı doğuracak olandır. Mahzunluğu yeniden yeryüzünden söküp atacak olanı doğuracak
olandır. Yılgınlığı yeniden yokluğa savuracak olanı doğuracak olandır.
Yılgınlığı, bıkkınlığı, şaşkınlığı yeniden yeryüzünden sürecek olanı doğuracak
olandır. Sürgün edilen umudu, adaleti, sevgiyi, merhameti, iyiyi, güzeli
sürgünlükten kurtaracak olanı doğuracak olandır Hira. Yakındır bu doğum. Bu
doğuş yakındır. Yakın olmalıdır. Her bir şey bu doğumun yakınlığına işaret
etmektedir. Her bir şey bu doğuşu konuşmaktadır. Hira’nın doğuracağının O
olacağına herkesin, her şeyin inancı tamdır. Mutlaktır. Olmak zorundadır. Bu
zorunluluğu her bir şey kendi halinden çıkarmaktadır. Çıkarmıştır. Tek çekince
vardır her birinin sinesinde, aklında, içinin derinliklerinde. Gizlenen,
utanılan, olması olası oluşundan kahredilen, acı duyulan, sızlanılan. Meryem’in
doğurduğunun başına gelen O’nun da başına gelecek midir? O da yaratana eş
edilecek midir? O da yaratanı O’nu yaratmaya zorunlu bilecek midir? Ölümsüzlük
payesi verip yaratana eş edilecek midir? Böylesi bir şeyde her hangi bir beis
görmeyip üstelik karşı çıkanın, çıkanların sesleri kesilecek midir? Kendisi
değilse de mesajı çarmıha gerilecek midir Hira'nın doğurduğunun? Böylesi bir
şeyin olma olasılığı vardı. Apaçıktı. Ukaz panayırındaki adam bunu ayrımsamıştı
ve bu yüzden ağlamıştı. Hira O’nu hiç doğurmasa mıydı? Hira’nın elinde mi
doğurmamak? Ama bu olursa.. bu olacaksa! Ya o da insanlıktan çıkarılırsa İsa
Mesih gibi? Buna nasıl dayanılırdı? Dayanılır mı? Dayananlar nasıl dayanıyor?
Çanlar oğul tanrı için çalmıyor mu her Pazar? Her ölüm ayininde oğul için değil
mi çalınan çanlar? Ah ya O’nun adına da aynıları yapılırsa? Yer gök nasıl
dayanıyor buna? Bu katliama nasıl dayanıyor? Bu vahşete, bu kıyıma nasıl
dayanıyor? Böylesi bir vahşet, böylesi bir kıyım böylesi bir hainlik, böylesi
bir edepsizlik, böylesi bir hesapsızlık Hira’yı doğuranın da başına gelebilir
miydi? Gelecek miydi? Böylesi kahredici bir olasılık var mıydı? Vardı! Oldu mu?
Olmadı mı? Hira bunları görmedi mi? Hira bu olacak olanları sezmedi mi? Meryem
sezmiş miydi? Meryem sezebildi mi? Bütün bu olacak olanları sezmiş olsalardı ne
yaparlardı?
Hira Nurdağı’nın rahmidir. Meryem İsa için ne ise Nurdağı da O’nun
için o dur. Meryem İsa Mesihi dünyaya armağan etmiştir. Hira da O’nu dünyaya
armağan edecektir. Meryem oğlu İsa tanrıya oğul edilmiştir. Böylece mesajı
çarmıha gerilmişti. Meryem oğlu İsa’nın yaratımı tanrı için bir zorunluluktur
diye bilinmiş, böyle belletilmiştir. Tanrı insandan özür dilemek için oğlunu
kurban etmeyi seçmiştir. Zorunludur adeta. Ya Muhammed'ül Emin? Ya Hira’nın
doğuracağı o kutlu insan? Onun için de “sen olmasaydın” diye söze
başlatacaklardır yaratanı. Ve farkında olmadan ve utanmadan yeni bir oğul
vereceklerdir Meryem oğlu İsa gibi tanrıya.
Meryem oğlu İsa’nın başına
gelenler misliyle O’nun da başına gelecektir. O’da.. Meryem bilmemişti,
bilememişti Hira da bunu bilmeyecektir, bilemeyecektir.
Hira Nurdağı’nın rahmidir. İlahi soluk Ona da üflenecektir.