8 Ekim 2013 Salı

SA438/SD67: Aydın Doğan ve Medya Baronları Meselesi

“Erdoğan’ın yerinde olsam derim ki: Benim ülkemde sivil toplum örgütleri hürdür, istediğini söylerler, basın hürdür, istediğini yazar. Ben İran, Irak, Pakistan’ın başbakanı değilim. Ben batı Avrupa ülkeleri gibi bir ülkenin Başbakanı’yım. Türkiye ile övünürüm. Basın özgürlüğü de son derece fazladır.”
Aydın Doğan, 05.03.2009, Amberin Zaman Röportajı, Taraf Gazetesi

Standart İnsan Zekâsına Hakaret Edenler ya da Medya Baronları'nın Milletle Savaşı

Eylül 1996’da Başbakan Erbakan ve Yardımcısı Tansu Çiller Medya’nın devlete olan borçlarının ertelenmeyeceğini deklare etmişlerdi. Bu bir savaş ilanıydı. Bizler, bu ülkenin en karışık dönemlerinin yeni yetişkinleri endişelenmiştik. Güç bela kurulan Refah-Yol Hükümeti 1991’den beri süren siyasi istikrarsızlığı sona erdirmişti. 

Görülen oydu ki; Hükümet Medya’nın yıllardır süren soygun düzenine artık dur diyecek, sürekli ertelenen kredi borçlarını bir kez daha erteletmeyecekti. Faiz yüksekti, basın ödenmeyen kredilerle tatlı para kazanıyordu. Ve Refah-Yol hükümeti denk bütçe gibi yüksek bir hedef koymayı planlıyordu. Bu alışılagelmiş ekonomik sefahâtın sonu anlamına da gelmekteydi. 1994’de büyük bir devalüasyon yapan dönemin başbakanı Çiller ekonominin nasıl ve kimler tarafından kilitlendiğini de fark etmişti ve Erbakan’la birlikte büyük bir savaşa hazırlanmıştı.

Dönemin etkili medyası Aydın Doğan, Cem Uzan, Mehmet Emin Karamehmet ve Dinç Bilgin’in kontrolündeydi. Ancak, devletten daha çok beslenen iki medya baronu Aydın Doğan Ve Dinç Bilgin ittifakla açılan savaşta karşı cephe oluşturdular. Ve büyük mücadele sonunda Refah-Yol Hükümeti bir yılını tamamlayamadan dağıldı; Çiller ve Erbakan’ın siyâsî hayatları sona erdi. Medya bu savaşı kazanmıştı.

Sonraki yıllarda Medya’nın birinci güç olduğuna dair tezler üretildi ve neredeyse siyasî, askerî, bürokratik merkezler tarafından bu tezler sessizce kabul edildi. Giriş cümlemiz Aydın Doğan’ın 900 Milyon Liralık ilk vergi cezası ile ilgili haberler medyada sık sık yayınlanırken gerçekleşen röportajda sarf ettiği sözlerdi. 

Aydın Doğan: “Erdoğan’ın yerinde olsam derim ki, “Benim ülkemde sivil toplum örgütleri hürdür, istediğini söylerler, basın hürdür, istediğini yazar. Ben İran, Irak, Pakistan’ın başbakanı değilim. Ben batı Avrupa ülkeleri gibi bir ülkenin Başbakanıyım. Türkiye ile övünürüm. Basın özgürlüğü de son derece fazladır.” diyordu. Ama bugün, 3.7 milyar Liralık ikinci vergi cezasından sonra Aydın Doğan’ın Posta Gazetesi’nde yazan ve Kanal D Ana Haberi sunan Mehmet Ali Birand, standart insan zekâsına hakaret edercesine şu cümleleri kurabiliyordu:

“İktidar ne derse desin, istediği kadar “Biz hukuktan yanayız. Yasa ne diyorsa bunu uyguluyoruz” desin, “Doğan’ı yok etme çabası” olarak görüyor. Sorarım sizlere, Doğan grubu dışında hangi şirkete girildi ve hangisine böylesine öldürücü bir ceza kesildi? Lütfen, şimdi birileri kalkıp abuk sabuk açıklamalarla zekâmıza hakaret etmemeli. Bu olayın tamamen masum bir maliye denetimi olduğunu, birbirinden iyi niyetli denetimcilerin Doğan Grubu’na ait tüm şirketleri kontrole gitmişken birden bire, hiç beklemedikleri usulsüzlüklerle karşı karşıya kalıverdiklerini, Başbakan’ın bu konuyla hiçbir ilgisi olmadığını anlatmaya kalkmasın.” Mehmet Ali Birand, 10.09.2009, Posta Gazetesi

Başbakan Erdoğan’ın bu işte dahli var mıdır yok mudur, bu ayrı bir mesele. Esas mesele bir vergi kaçırma vak'ası ve vergi kaçıran var mıdır, yok mudur, meselesidir. Daha doğrusu bu ülkenin yaklaşık 20 yılına damgasını vuran Medya Baronları Meselesi, Türkiye’nin en büyük meselesidir. 

Tahakkuk eden vergi cezalarının hedefini saptırarak basın özgürlüğüne saldırı olarak lanse eden Doğan Medya proleterleri, her seferinde vergiden ve cezadan anlamadıklarını vurgulayarak işin esas yönünü kapatıp vaziyeti basın özgürlüğünde defanse etmekteler. Oysa her iki vergi cezasının tebliğinden sonra yapılan kaçakçılığı kabul edip uzlaşma isteyen Aydın Doğan’ın memurlarıydı. Kaçakçılık yapmadık diyemeyen, daha önce kağıt meselesinde kendi yatırımcısını aldattığı için SPK tarafından uyarılan Doğan Holding çalışanları hedef saptırıp sürekli denetlenmekten dolayı şikayet ediyorlardı. 

Oysa gerçek şöyle de olabilirdi: “Doğan Yayın Holding, üç hafta içerisinde hisseleri şirketten şirkete aktararak hem vergi kaçırmış, hem de RTÜK'ü aldatmış. Foyası ortaya çıkınca da uzlaşma istemiş” Doğan'ı yakan belgeler – Belge Haber,11.09.2009, (1)

Hem Dinç Bilgin’le hemde Aydın Doğan’la çalışan Mehmet Ali Birand ve diğer cephedaşlarının unuttukları bir şey vardı. Yapılan vergi takibi ve kesilen cezalar Aydın Doğan’ın ideal Medya için istediği standartları yerine getirmek için yapılıyordu. Aydın Doğan’ın ideali, Dinç Bilgin batarken, neredeyse kusursuzdu:

“Mikropsuz bir medya istiyorum, hiçbir pisliği olmayan, şeffaf, açık, steril, tertemiz, içilebilen, görülebilen, karakolun duvarları camdan olsun denilebilen bir medya istiyorum. Ben medya sahiplerinin beyaz kâğıt gibi olmasını istiyorum” Aydın Doğan, 08.09.2002

Birand yazısını yazmadan önce, Patronuyla yapılan röportajları okumamanın bedelini komik duruma düşerek ödeyecekti mutlaka. Aydın Doğan beyaz kağıt gibi bir medya sahibi olmayı istemekten korkuyor muydu? Başkaları için istediğini kendisi için istemezlik ederken kimin zekâsıyla alay ettiğini sanıyordu ki?

Biz bu savaşta- Medya’nın Milletle Savaşı’nda-sözü her yerde gözü kulağı olan Medya mensuplarına bırakalım, Okay Gönensin -Birand’dan çok önce-şöyle diyordu ve Başbakanı açıkça tehdit ediyordu, geçmişten canlı örnekler vererek:

“Dönemin Başbakanı Tansu Çiller kendisini siyaseten kurtarmak için son bir hamle olarak basına saldırmıştı. Sultanahmet Meydanı’nda Erdoğan’ın dünkü üslubunun aynısıyla, ağır ama mesnetsiz iddialarla esmiş köpürmüştü. Bugün Çiller evinde oturuyor. Kendisi hakkında “iyi bir başbakandı” diyeni bulmak da zor. Hatta birkaç yıl sonra gençler adını bile zor hatırlayacak ya da hatırlamayacak. Sıkışan siyasinin halleri böyledir. Sıkışmamış, rahat, ne yaptığını bilen siyasinin halleri ise bunun tam tersidir” Okay Gönensin, 07.09.2008 , Gazete Vatan (2)

Fakat amansız iz sürücü Taha Kıvanç, Okay Gönensin’in bu yazısına bir büyüteç tutuyordu iki gün sonra ve bize uzun bir hikaye anlatıyordu, Medya’nın Milletle Savaşı’nda:

“Aynı medya, bu defa Hürriyet'i de satın alan ve kartelleşip diğer gazeteleri peşine takan Aydın Doğan öncülüğünde, Çiller'i politikadan silen yeni bir kampanya sürdürdü. 28 Şubat'a giden süreçte, önce Tansu Çiller'in pilini bitirdiler, sonra Refahyol'u iktidardan alaşağı ettiler. Doğrudur, Çiller Aydın Doğan'la çatıştı ve yenildi. Ancak bu noktada sorulması gereken soru şudur: Elinden tutarak başbakan olmasını sağlayan Aydın Doğan'la sürtüşme ve kavga etme noktasına nasıl geldi Çiller? Politikacılar aptal mı ki, bir medya grubu patronuyla milletin önünde kavga etsinler? Tansu Çiller ile Aydın Doğan'ın 1999 nisan ayında kameralar karşısında yaptıkları kavga ibretliktir. O sıra Sabah da yanı başındaydı Aydın Bey'in. Erzurum'da seçim mitinginde, Çiller, “Dininiz ve Diyanetinizin koruyucusu biziz” dedi diye kıyametler koparmıştı medya. Aydın Doğan, bir televizyon kanalında, “İspat ederlerse Taksim meydanında intihar ederim” bile demişti o süreçte. Belgesini sundu Tansu Hanım, bereket intihara kalkışmadı ülkemizin en büyük medya patronu... Tansu Çiller'le geçinemedi de, 'Karaoğlan' lâkaplı Bülent Ecevit'le geçindi mi sanki Aydın Bey? 1999 sonrasındaki hükümetlerde başbakanlık yaptığı sırada epey bir süre iyi gitti Ecevit-Doğan ilişkileri; hastalığının artık iyice saklanamaz hale geldiği bir dönemde, Bülent Bey, sabahlara kadar Meclis'te nöbet tutup RTÜK Yasası'nı Aydın Bey'in isteği doğrultusunda çıkartmıştı. Ölmeden az önce, henüz başbakanlık koltuğunda otururken Bülent Ecevit aleyhinde de kampanya yürütmüştü DMG'nin gazete ve TV'leri... Adamın yıkanmadığı bile kendilerine dert olmuştu, hatırlayın... Bülent Ecevit de mi Aydın Doğan'ın basın özgürlüğüne göz dikmişti acaba? Yoksa Aydın Doğan mı Bülent Ecevit'in koltuğunu terk edip yerini Hüsamettin Özkan'ın almasını istediği için, seçim (2002) sonrasında da Kemal Derviş'in başbakan olmasını sağlama hevesiyle Ecevit karşıtı bir çizgi izletiyordu? Eskiden olsa patron ile gazetelerini çıkaranları birbirinden ayırır, gazetenin çizgisinden Aydın Doğan'ı sorumlu tutmazdım. Mehmet Ali Birand'ın karşısına oturup gazete ve TV kanallarının yayınlarından kendisi sorumluymuş gibi konuşunca işin rengi değişti. Size de bir şey garip gelmiyor mu? Tansu Çiller 'lady' olarak tanımlanıp topuk sesleriyle iktidara lâyık görülürken, gazetelerinin yazarları da Tansu Hanım'ı nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Sonra ne oluyorsa Tansu Çiller gözden düşüyor ve gazetelerinin bütün yazarları onu emekli etmek için seferber oluyorlar. Bülent Ecevit'in iktidara yürüyüşü için kolları sıvayan yayın grubu sonunda fişini çekmeye karar veriyor; başta Ecevit fanatiği gibi davranan yazarlar birdenbire gözündeki çapağı görmeye başlıyorlar... Kıskanılacak bir uyum içerisinde...Bugün de hepsi birden kalemleriyle Tayyip Erdoğan'ı yerden yere vuruyorlar; içlerinden biri bile farklı iki satır yazmıyor. Geçmişte Tansu Çiller'e kurulan uyuşturucu tuzağını hatırlayıp “Almanların oyununa mı geliyoruz” diyen bir tek yazar çıkmıyor aralarından... Ya da, hiçbiri “Yahu, biz 'iddianameden hareketle haber yapılmaz' diyerek Ergenekon'u sayfalarımıza koymadık, Alman savcının iddianamesini neden ve hangi gerekçeyle haber yapıyoruz?” itirazında bulunmuyor. Yine kıskanılacak bir uyum içerisinde... Dostumuz haklı, medya patronlarıyla tartışan politikacıların başı derde girebiliyor; ama politikacının çetinine çatan medya patronu için de durum iyi değil. Sahi, Özal'ı yok etmek isteyen Hürriyet'in Aydın Doğan'dan önceki patronu Erol Simavi şimdi nerelerde?” Taha Kıvanç 09.09.2009, Yeni Şafak (3)

Aydın Doğan gerçek bir 'Temiz Medya Savaşçısı' görünümünde konuşurken onu dinleyelim şimdi: 

“Mikropsuz bir medya istiyorum, hiçbir pisliği olmayan, şeffaf, açık, steril, tertemiz, içilebilen, görülebilen, karakolun duvarları camdan olsun denilebilen bir medya istiyorum. Ben medya sahiplerinin beyaz kağıt gibi olmasını istiyorum. Yurtdışına çıkışları yasaklanmış, hapse girip çıkmışlar, bilmem şu bankayı şey yapmışlar. Bu, mesleğimize zuldür. Ben manasız ve mantıksız rekabet ortamının ortadan kalkmasını istiyorum. Çünkü, alınları terlemeden para kazananlar, rekabeti para serpmek olarak görüyorlar. Dinç Bilgin’in batma nedenlerinden birisi çılgın rekabettir. Elinde makineler varken, yeni tesisler kurdu. Sabah Gazetesi’nin 1,1 milyar dolar borcu var devlete. Ben hortumladı demiyorum. Ama bu borca niye girdi? Aşırı lüks yaşantı, haksız rekabeti bu boyuta getirdi. Sabah Gazetesi bugün yine vergi ödemiyor, borç ödemiyor. Amortisman düşmüyor. Benim, senin, onun maaşından kesilerek verilen vergiler, haksız rekabet olarak bize dönüyor. Şimdi Şimdi Turgay Ciner bu işe kaç para koydu? Basın sektöründen para kazanmak istemeyenler yok olacak. Bunu ana iş kabul edenler tabii kalırlar; ama yan iş olarak kullananlar gidecekler. Ya devlet “1,1 milyar doları bunlara bağışladım” diyecek, yahut da gitmeye mecburlar. Bize bir ara dediler ki, “Dinç hapisten çıkacak, işte BDDK ile bir anlaşma imzalanacak. Bazı gayrimenkuller, menkuller buraya konacak”. Ben şimdi birçok şeyin, kılıf uydurularak kaçırıldığı kanaatini taşıyorum. Bizim 9 buçuk milyon doları iç etmek için, kamuoyunda özgürlük nutku atıyorlar. Eskiden borçlunun boynu bükük olurdu. Şimdi alacaklıyı dövüyorlar. Kızım vermemek istiyorum; ama sonunda mecbur kalıyorum. Susalım mı? Atıyor çamuru, kalıyor üstünde. Bizim sektörümüzde, vergi verenlerin parasını alıp, ondan sonra da alay eder gibi, namustan, bağımsızlıktan, tekelcilikten bahsedenlere taktım ben şimdi. Star grubu, Sabah grubu, 1,1 milyar doları batırdı, şu anda benimle haksız rekabet yapıyor . Nasıl ahlaktan bahsedebilir? Vergi yüzsüzü ilan edilmiş. Mehmet Emin nasıl bahsedebilir? Devlete olan borçlarını ödemiyorlar. Halen de o kurumların menfaatlerini kullanıyorlar. Yani ne hakkı var, Pamukbank grubunun gelip birkaç milyon dolar verip, benim gazetecilerin etik değerlerini sarsmaya, müessesemi altüst etmeye? Para kendinin değil, kendinin olsa veremez. Devletin kurumları da seyirci kalıyor. BDDK aleyhine Pamukbank kitabı yayınlıyorlar, kitabı Yapı Kredi’ye finanse ettiriyorlar. Böyle şey olur mu? Senin 5–6 milyar dolar borcun var. Niye demiyorsun ki, hata ettim, anlaşma yapalım, ben küçüleyim. Pamukbank’ı o batırdı diyor. Ben niye batırayım? Benim gücüm nasıl yeter? Pamukbank, legal olmayan işler yapıyor, ben de ondan haber yaptımsa çok iyi yapmışım. Benim görevim. Kamuoyunun avukatıyım ya.” Nuriye Akman, Aydın Doğan'la röportaj, 08.09.2002, Zaman Gazetesi (4)

Aydın Doğan tertemiz, vergi kaçırmayan bir 'Medya Baronu' olmayı başardığı takdirde tüm medyanın tertemiz olmasını isteme hakkına sahip olabilirdi. Battığı zamanları ve 28 Şubat’taki proaktif görevlerini itiraf eden Dinç Bilgin gibi, bir gün Aydın Doğan’da itiraf edecek miydi? Sabah, atv ve el konulan Etibank'ın eski sahibi Dinç Bilgin, Kanal 7'de yayımlanan "Sözün Özü" adlı programda Nazlı Ilıcak'a konuşarak, medya patronluğu döneminden 28 Şubat süreci ve cezaevi günlerine kadar birçok konuda ilginç açıklamalarda bulunuyordu. Bilgin'in bir dönemin perde arkasını aydınlatan açıklamalarından bölümler şöyle:

“O tarihteki koalisyon (DSP-ANAP-MHP) bir garip koalisyon. Bülent (Ecevit) Bey başında. Bülent Bey'in yerine de meraklı çeşitli kişiler var. Bir tarafta Hüsamettin Özkan'ın bulunduğu grup var. Bir de 3T denilen grup var. (Sadettin) Tantan, Hikmet Sami Türk ve Zekeriya Temizel üçlüsü. Türkiye'de bir garip oyunlar oynanıyor. Ecevit evine dönmek istediği zaman yerine geçmeye meraklı bir grup... Ama Özkan'ı da itelemeleri lazım gelmeleri için. En yakını o duruyor. Etibank'a el konuldu. Medya şirketlerine tedbirler konuldu. Medya şirketleri çalışamaz hale geldi. Kâğıt alınamıyordu. Bütün alacaklarına el konulmuştu. Türkiye'de iki büyük medya kuruluşundan ikincisi. 4 ulusal gazete çıkartıyor. Bir tane çok ünlü yerel gazete çıkartıyor. İki TV kanalı var. Gayet güçlü bir grup. Tedbirlerin kaldırılması için çare aramaya başladık. Daha ilk günden itibaren Başbakan'a, Başbakan yardımcıları Mesut Bey'e, Devlet Bey'e müracaatlarda bulunmaya başladım. Temizel ile de borçlarımı tasfiye etmek istiyorum. Fakat o kapılar birden bana kapandı. Sabah'ın Ankara Bürosu vasıtasıyla bir davet geldi Güngör Mengi'ye. Tayfun Devecioğlu ve Bilal Çetin, Zekeriya Bey tarafından yemeğe davet edildiler. Yemek başlar başlamaz Zekeriya Bey, 'Sabah'ın sıkıntısını biliyoruz. Sen (Güngör Mengi'ye) 'kayyum gibi işin başında ol, ben Yönetim Kurulu Başkanı olayım' diye bir teklif yapınca Güngör birden ayağa kalkıyor. 'Bu bir ahlaksız teklif' diyor ve yemeği terk ediyorlar. Bu, hükümete yaptığımız bütün müracaatları yazan, çaba gösteren birisi o tarihlerde. Benim yurtdışında olduğum bir dönemdi. Yurtdışında hatta yanımda Genel Yayın Müdürü Zafer (Mutlu) de vardı. Andıç hikâyesi bildirildi. Telaş içinde çare aradık. Yani o psikolojik harp, böyle kolay basit yapılan ufak dedikodu değil. Belli ki planlanmış, kurmayları tarafından tartışılmış, nasıl yapılacağı yani bizden mutlaka daha usta o konuda en azından yurtdışında uzmanlaşmış kişiler tarafından yapılmış bir şey. O tarihte endişem benim Sabah'ı korumak. Sabah'ın iki yazarının Apo ile parasal ilişki içinde olması... Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand söz konusuydu orada. Sabah'ın öyle görünmesi dehşet vericiydi. İnanmadım. Mümkün değil. Birand'ın alabileceği rüşvet haber olur. Haber için yapamayacağı şey yoktur. İyi gazetecidir. Cengiz'in de böyle bir şeyi para karşılığı yapmayacağını biliyorum. Ama endişem Sabah'ı korumak. Birincisi, andıcın, kaynaklandığı yerden korumak. İkinci endişem kamuoyundan korumak. O tarihteki güçleri hatırlayın yani. 28 Şubat sürecinin başlangıcı. Yazılarını kesme, durdurtma, izin verme, zaman kazanma yoluna gitme. O zaman yapılacak o. Şimdi baktığım zaman doğru yapmadığımı anlıyorum.”(5)

Dinç Bilgin “Beni Aydın Doğan bitirdi”, dedi mi bilmiyoruz, ama 'Dinç Bilgin Medyası'nda uzun süre yazan Mehmet Barlas Yeni Şafak'tan Mehmet Gündem’e: “ Önemli isimlerden birisi de Dinç Bilgin, onun da ihtirası aklını geçti. Aslında Dinç Bilgin'i Aydın Doğan bitirdi.”diyordu.(6)

Eski Sabah gazetesi yazarlarından Güntay Şimşek’de şöyle anlatıyordu, maziyi ve başbakan Erdoğan ile ilgili bir kanaatini aktarıyordu Birand’a nazire yaparcasına:

“Sabah-ATV’ye el konulmasını bizzat Doğan Gurubu organize etti. Dinç Bilgin’i mahkemeden dönen elindeki sahte belgelerle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı Ahmet Ertürk’e gönderen de Doğan Gurubu değil miydi? Bu süreçte yani Sabah – ATV el konulması ile ilgili olarak Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın kesinlikle bir katkısı, ilgisi, bilgisi yoktu. Ben bunu böyle biliyorum.” Güntay Şimşek –HABERTÜRK(7)

Vaktiyle Sabah Gazetesi’nde Genel yayın yönetmenliği yapan Yavuz Semerci, daha açıklayıcı bilgiler vermekte cömert davranıyor ve medya savaşlarında Aydın Doğan’ın yaptıkları hakkında Birand’ın zekâsına hakaret etmeyecek, ama tarihe ışık tutacak bilgiler veriyordu:

“Medya sektörü ve reklam pastasından yüzde 50’nin üzerinde pay alan bir grubun bu kadar düşman biriktirmesinin temelinde 2000 yılından sonra rakiplerini sindirmek ve yok etmek üzere kurguladıkları politika var. Star’ın sahibi Cem Uzan, Show TV ve Akşam’ın sahibi Mehmet Emin Karamehmet ve Sabah’ın sahibi Dinç Bilgin... Üçü de banka sahibiydi. Üçünün de bankasına el kondu. Hepsi zor günler geçirdi. Doğan Grubu, olayları soğukkanlı bir şekilde gazetelerine yansıtmak yerine, bu grupları peşinen “hortumcu” ilan etti. Bu durumu pazar payını artırmak için kullandı. (Bir ara 2001 yılında 6 aylığına Dinç Bilgin ile anlaştılar. Hortumcu sıfatını bir süre kullanmadılar.)Rakiplerinin borçlarını ödemek için yaptıkları samimi yaklaşımları bile yerden yere vurdular. Detaya girmeyeceğim. Sadece medyada konuşulan bir örnek yeter: “Aydın Bey; Turgay Ciner, Sabah’ın yönetimine geçtikten yıllar sonra Dinç Bilgin ile tekrar anlaştı. Ve Bilgin, sonra hükmü kalmamış bir belgeyle Sabah’a el konulmasını sağlayacak süreci başlattı. TMSF Sabah ve atv’yi Ciner’in elinden aldı. 2 Nisan 2007 tarihinde Doğan Grubu’nun yönetim merkezinde bu olay şampanya ile kutlandı.” Yavuz Semerci 10.09.2009, Habertürk (8)

Tarih bundan sonra bir çok şeyi gizli saklı bırakmayacaktır. Doğan Medya’nın Başbakan Erdoğan’ı tehdit eden yazarları ile meseleyi kan davasına ve basın özgürlüğüne karşı kampanyaya dönüştürmesi gerçek bir kirli savaştır. Ve bu savaş hükümetlerle 'Medya Baronları' arasında değil, Medya ile Millet arasındadır. Başbakan Erdoğan ve Hükümet milletin menfaatlerini selefleri gibi yıkılmadan başarıyla zafere dönüştürmekle mükelleftir;

Millet ona bu görevi tekrar tekrar seçerek vermiştir. Şimdi internet medyasının eski tür medyanın mevtasını toprağa gömen gücünü görelim ve konunun tüm detaylarını haberlerden izleyelim:

A-Doğan Yayın Holding A.Ş'ye Maliye Bakanlığınca yapılan vergi incelemesinin ardından 3 milyar 755 milyon lira ceza kesildiği bildirildi. Doğan Yayın Holding'in, Kamuyu Aydınlatma Platformunda yayımlanan açıklamasında, Doğan TV Holding A.Ş, D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş, Doğan Prodüksiyon Hizmetleri A.Ş ile Alp Görsel İletişim Hizmetleri A.Ş'nin 2005, 2006 ve 2007 hesap dönemlerine ait 10 Ağustos 2009 ve 25 Ağustos 2009 tarihli 15 adet Vergi İnceleme Raporunun, Maliye Bakanlığı Gelirler Kontrolörleri tarafından adı geçen şirketlere tebliğinin dün akşam saat 18.00 itibariyle öğrenildiği belirtildi. Açıklamada, ''Söz konusu vergi inceleme raporları 1 milyar 877 milyon 454 bin 857 TL tutarında vergi aslı, 1 milyar 877 milyon 454 bin 85 TL tutarında vergi ziyaı cezası, 60 bin TL tutarında usulsüzlük cezası ve 282 bin 173 TL özel usulsüzlük cezası içermektedir'' denildi.

RAPOR: Doğan Yayın Holding'in, Koordinatör Murat Doğu ve Yönetim Kurulu Üyesi Soner Gedik imzalarıyla Kamuyu Aydınlatma Platformunda (KAP) yayımlanan açıklamasında, vergi inceleme raporlarındaki bilgilere özetle yer verildi. Açıklamada, bağlı ortaklıklar arasındaki hisse değişim işlemlerinde yönetim kontrolünün değişmemiş olduğu gerekçe gösterilmek suretiyle hisse değişim işlemlerinin Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19 ve 20. maddelerine uygun olmadığı, söz konusu işlemlerin sıradan hisse satış işlemi olduğu, bu çerçevede hisse devir işlemlerinin aktife kayıtlı değer yerine 'Vergi İnceleme Raporu' ile belirlenen 'emsal değer'den yapılması gerektiği iddia edildiğini belirtilerek, saptanan 'emsal bedelle' 'defter değeri' arasındaki fark üzerinden Kurumlar Vergisi matrah farkı hesaplanarak cezalı Kurumlar Vergisi ile sıradan hisse satışı olduğu iddia edilen söz konusu işlemlerle ilgili olarak ayrıca, 'Vergi İnceleme Raporu' ile belirlenen 'emsal değer' esas alınmak ve bu değer üzerinden hesaplanmak suretiyle cezalı Katma Değer Vergisi (KDV) talep edildiği ifade edildi. Vergi inceleme raporlarında yer alan söz konusu iddialara karşı Doğan Yayın Holding'in görüşüne yer verilen açıklamada, devamla şöyle denildi:

''Vergi inceleme raporunda eleştiri konusu yapılan hisse değişimi işlemlerinde iddia edildiğinin aksine, Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19 ve 20. maddelerinde yer alan şartlar eksiksiz olarak yerine getirilmiştir. Vergi inceleme raporlarında, Kurumlar Vergisi Kanunu'nda yer almayan şartların öne sürüldüğü ve genel kabul görmüş yaklaşımların ötesine geçilerek kişisel değerlendirmelere ağırlık verildiği gözlemlenmektedir. Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19 ve 20. maddelerinde yönetim değişikliği olmayan hisse değişimi işlemlerinin istisnadan yararlanamayacağı yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır.
Senede bağlanmış hisselerin satışında KDV hesaplanması;

a. Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17/4-g maddesinde, hisse senedi teslimlerinin KDV'den istisna olduğu net olarak hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla tamamen karşılıklı hisse değişimi yapılarak gerçekleştirilen hisse senedi (ilmühaber) teslimi işleminde de KDV uygulanmaması gerektiği açık bir yasa hükmüdür. Maliye Bakanlığı'nın 232 sayılı GVK Genel Tebliği'nin 5. bölümünde, 'Geçici İlmühaberler' ile ilgili olarak; 'bilindiği üzere geçici ilmühaberler anonim şirketler tarafından hisse senetlerinin yerini tutmak amacıyla çıkartılan menkul kıymetlerdir' denilmektedir. Söz konusu tebliğde ilmühaberler, sahiplerine genel kurul toplantılarına katılmak, oy kullanmak, kar payı almak ve benzeri pay sahipliği haklarını kazandıran hisse senedi hükmünde menkul kıymetler olarak tanımlanmaktadır. Oysa Vergi inceleme raporunda ilmühaberlerin kıyas yoluyla hisse senedi hükmünde sayılmayacağı iddia edilerek, hisse değişimi işlemi sıradan bir satış işlemi olarak değerlendirilmek suretiyle KDV'ye tabi tutulmuştur.

b. Genel kabul görmüş ve yerleşik uygulamalar dikkate alındığında, ilmühabere bağlanmış hisselerin değişiminde KDV hesaplanması gerektiği yönünde bir yorumla bilgimiz dahilinde ilk kez karşı karşıya kalınmaktadır. Daha önce de kamuya açıkladığımız üzere köklü bir şirketleşme kültürüne ve gelişmiş bir sermaye piyasasına sahip ülkemizde, senede/ilmühabere bağlanmış hisselerin satışında KDV hesaplanması yönünde yapılacak yorumların, özellikle dış finansman ve kaynak ihtiyacının arttığı bir dönemde ülkemiz için olumsuz sonuçlarının olması kaçınılmazdır. Yurt dışında yerleşik yabancı yatırımcıların özellikle son 5 yılda ülkemize önemli yatırımlar yaptığı ve bu kapsamda iştirak hissesi satın almak suretiyle birçok şirketimize iştirak ettiği bilinmektedir. Vergi inceleme raporundaki iddia kabul gördüğü takdirde son 5 yılda iştirak hissesini satmış birçok gerçek ve tüzel kişi için vergi matrah farkı ve vergi ziyaı cezası hesaplanması gündeme gelecektir. Sonuç olarak tekraren önemle vurgulamak gerekirse; vergi inceleme raporlarında eleştiri konusu yapılan uygulamaların, yasal düzenlemelere ve Maliye Bakanlığı'nın tebliğ, sirküler ve muktezalarına uygun olduğu düşünülmektedir. Vergi inceleme raporlarında yer alan tüm iddialara karşı uzlaşma dahil, her türlü yasal hak adı geçen bağlı ortaklıklarımız tarafından kullanılacaktır. Konuya ilişkin gelişmeler oldukça kamuya açıklanacaktır.''

Borsada 10.55 itibariyle Hürriyet Gazetecilik hisselerinde yüzde 12,03, Doğan Holding hisselerinde yüzde 11,11, Doğan Yayıncılık hisselerinde yüzde 10,98, Doğan Burda hisselerinde yüzde 10,81, Doğan Gazetecilik A.Ş hisselerinde yüzde 10,55, Milpa hisselerinde yüzde 10,32, Çelik Halat hisselerinde yüzde 9,70, Ditaş Doğan hisselerinde yüzde 5,47 ve Ray Sigorta hisselerinde yüzde 1,88 oranında değer kaybı yaşanıyor. (9)

B-AB Komisyonu Doğan yayın Holding'e verilen 3.7 Milyar liralık vergi cezasından endişe duyduğunu bildirdi. AB Komisyonu Sözcüsü Amadeu Altafaj Tardio:"Bu büyüklükteki bir yaptırımın tüm yayın grubunun varlığını tehdit etmesi nedeniyle ifade özgürlüğü açısından kaygı duyduklarını" söyledi. Sözcü bu konuya ilişkin endişelerini Türk makamlarına ileteceklerini ve gelişmeleri 14 Ekim'de yayınlanacak İlerleme Raporu'nde değerlendireceklerini ifade etti. (10)

C- CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Hükümetin, Maliye üzerinden Doğan Grubu’na 3.7 milyarlık rekor ceza kesmesini sert biçimde eleştirdi. Baykal “Bu uygulamanın hedefi demokrasinin bizzat kendisidir” dedi. (Baykal doğru söylememektedir:“Her yerde söylüyorum benim ne Tayyip Bey’le ne AK Parti hükümetiyle bir kan davam, husumetim yok. Bir şeyden çok rahatsızım. Hükümet beni bir siyasi partinin yandaşı, CHP’nin yandaşı olarak görüyor. Ben CHP’ye ne mesafedeysem, AK Parti’ye de aynı mesafedeyim, MHP’ye de. Yayıncı arkadaşlarıma da hep bunu söylüyorum. Tarafsız ve bağımsızlığın şeyi budur. Bir tarafa yatmamak….”. Aydın Doğan, 05.03.2009, Amberin Zaman Röportajı, Taraf gazetesi)

Cezaya Uluslararası Basın Enstitüsü ve Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn de tepki gösterdi.

Uluslararası Basın Enstitüsü: "Doğan Grubuna ceza, basın özgürlüğüne darbe"

Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) yaptığı açıklamada bu cezanın Doğan Yayın Holding’e bu yıl içinde verilen ikinci büyük ceza olduğu ve Holding'in kendi varlığının da üstünde bir meblağa denk geldiği hatırlatıldı. Doğan Yayın Holding'e verilen bu cezanın şirketin finansal durumunun ötesinde bir takım siyasi ve kişisel sorunların yansıması olduğunu bildiren Enstitü, basın özgürlüğü açısından yaşananların büyük endişe yarattığını kaydetti. Açıklamada Doğan Grubu’nun, hükümet hakkındaki haberleri yüzünden Erdoğan’la arasının bozuk olduğuna yer verildi,

AB'den Doğan Grubu'na cezaya tepki: "Basın özgürlüğü üyelik şartı.

Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Kopenhag Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada düşünce, konuşma ve basın özgürlüklerinin açık ve demokratik toplumlarda temel değerler olduğunu söyledi.

Rehn, üyelik müzakerelerinde ilerlemenin aday ülkelerin temel özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü genişleten reformları yapmasına bağlı olduğunu ifade etti. Rehn, “Düşünce özgürlüğünün, konuşma özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün her açık ve demokratik Avrupa toplumunda temel değerler olduğu konusunu Türkiye’ye her zaman açık bir şekilde ifade ettik. Bunlar AB üyeliği için kaçınılmaz şartlardır. Aynı şey dini özgürlükler, kadın hakları, azınlık hakları ve sendikal haklar için de geçerli” dedi. (11)

D- Financial Times: Rekor vergi cezası Doğan Grubunu vurdu 10.09.2009.Uluslararası ekonomi gazetesi FT, Başbakan Erdoğan’ın Doğan Grubu’na yönelik girişimlerinin AB üyesi olmak isteyen Türkiye’deki basın özgürlüğü hakkında Brüksel’de daha önce de endişe yaratmış olduğuna dikkat çekti. Financial Times Ankara muhabiri Delphine Strauss imzalı haber şu şekilde:

“Türkiye’nin en büyük medya grubu Salı günü 3,75 milyar TL tutarında rekor vergi cezasına çarptırıldı. Haberin duyulmasıyla birlikte şirketin borsadaki hisseleri yüzde 20 değer kaybetti. Bir yıldan beri Doğan Medya Grubu’nun sahibi Aydın Doğan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında süren hukuk mücadelesi rekor ceza ile sona erdi. Cezanın Doğan Ailesi’ne ağır bir darbe olduğu bildiriliyor. Doğan Yayın Grubu özel medya kuruluşlarının neredeyse yarısının kontrolünü elinde bulunduruyor. Vergi yetkilileri bugüne kadar ödenmemiş vergi borcu ve cezalarıyla birlikte toplam cezanın 3,67 milyar lira olduğunu ve bu miktarın Doğan Holding ile Doğan Yayın Grubu’nun toplam piyasa değerlerinin beşte dördünden fazlasına eşit olduğunu kaydediyor. Cezanın açıklanmasından sonra dün her iki şirketin hisseleri borsada yüzde 20 değer kaybına uğradı. Grup Mart ayında kesilen 900 milyon lira tutarındaki vergi cezasına itiraz etmişti. Yapılan yazılı açıklamada yasaları ihlal etmediklerini ve kendilerine ayrıcalıklı davranılmadığının altını çizen şirket yetkilileri bu durumun ülkedeki yabancı yatırımları da olumsuz etkileyeceğini ileri sürdüler.”

Açıklamada “Bu durum eninde sonunda ülkemiz için olumsuz sonuçlar doğuracaktır… Özellikle dış finansman ve kaynak ihtiyacımızın arttığı bir dönemde…” ifadesine yer verildi. Maliye Bakanlığı konu hakkında yorumda bulunmadı. Ancak bakanlık daha önce Doğan Grubu’na karşı açılan soruşturmanın siyasi içerikli olduğu iddialarını yalanlamıştı. Aydın Doğan’ın Erdoğan ile Doğan Medya Grubu’nun Deniz Feneri yolsuzluk skandalını medyada işleyiş tarzı üzerine giriştiği ağız dalaşı sonrasında şirket geçen sonbahardan bu yana bir dizi düzenleme engeli ile karşılaştı. (Doğrusu: “Tayyip Bey’le ilişkilerimde hiçbir meselem yoktu. Ta ki 2008 eylülündeki Deniz Feneri olayına kadar. Deniz Feneri olayından evvel de artık şey başlamıştı, bizimle ilgiyi azaltmaya. İlgi demeyeyim de, bize kızmaya başlamıştı. Soğukluk başlamıştı.” Aydın Doğan, 05.03.2009, Amberin Zaman Röportajı, Taraf gazetesi)

Analistler Doğan Yayın Grubu’nun muhtemelen cezaya itiraz edeceklerini ve temyiz sürecinin uzun sürebileceğini kaydediyor. Cezanın rekor seviyede oluşu nedeniyle şirkette kayda değer miktarda sermaye artırımına gidilmesi ya da eldeki mal varlıklarının çıkarılması bekleniyor. ExpresInvest Analisti Sinan Gökşen grubun temyiz sırasında cezaya karşı teminat yatırmasının gerekli olabileceğini kaydediyor. (12)

Şimdi de sıkılmadıysanız Mehmet Ali Birand’ın tehditkâr yazısını daha geniş alıntılayalım:

“İktidar, özellikle son attığı adım ile, hedefinin ne olduğunu çok net biçimde ortaya koydu. Emrindeki Maliye Bakanlığı denetimcilerini, Doğan gurubuna yazdıkları son cezanın (3 milyar 750 milyon TL) Türkçeye tercümesi çok açıktır. İktidar, Doğan gurubunu yok etmek istiyor. Bu guruba kesilen yeni ceza, bırakın ödenebilmesini, dava açmaya kalksanız dahi, gereken teminatı yatırmakta zorlanacağınız ağırlıkta. Bunun altından kalkmak, eğer imkansız değilse, çok çok zor. Bu soğukkanlı bir şekilde planlanmış bir cinayettir. İktidar, Aydın Doğan’a pes ettirmek istiyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böylesine bir gözdağı veya ceza görülmemiştir. Öldürücü bir darbedir. Doğan’ı, gazetelerini, televizyonlarını satmaya, işlerini tasfiyeye zorluyor. Piyasadan çekilmeye itiyor. İktidar ne derse desin, istediği kadar “Biz hukuktan yanayız. Yasa ne diyorsa bunu uyguluyoruz” desin, “Doğan’ı yok etme çabası” olarak görüyor. Sorarım sizlere, Dogan gurubu dışında hangi şirkete girildi ve hangisine böylesine öldürüce bir ceza kesildi? Lütfen, şimdi birileri kalkıp abuk sabuk açıklamalarla zekamıza hakaret etmemeli. Bu olayın tamamen masum bir maliye denetimi olduğunu, birbirinden iyi niyetli denetimcilerin Doğan Gurubuna ait tüm şirketleri kontrole gitmişken birden bire, hiç beklemedikleri usulsüzlüklerle karşı karşıya kalıverdiklerini, Başbakan’ın bu konuyla hiçbir ilgisi olmadığını anlatmaya kalkmasın.Eleştirilerinden rahatsız olduğu bir medya’yı yok edince önü mü açılacak ?Hayır, tam aksine, Başbakan işlerin bu noktaya gelmesinden çok pişman olacak.Bürokrasiyi ayaklandırıp bu gurubun üzerine yolladığından, mekanizmayı bir defa işletmeye başlattıktan sonra belki de istese dahi durduramadığından dolayı çok pişman olacak.Ancak artık iş işten geçti. Ok son defa yayından çıktı.Ya Başbakan gerçekleri görüp, ne yapıp edip bu okun hedefine varmasını engelleyecek veya o ok ileride dönüp dolaşıp onu da vuracak.“ Mehmet Ali Birand ,10.09.2009, Posta Gazetesi (13)

Hayat bazen bazı sözleri alır sürükler rüzgarların önünde ve der ki; yalan ve iftira asla saklı kalmaz. Aydın Doğan’ın medya’daki ve finans-banka sektöründeki meslekî ve kurumsal rekâbet anlayışının hangi koşullarda gerçekleştiğini daha iyi anlamak için, farklı zaman aralıklarında hem Dinç Bilgin ile hem de Doğan Medya mensubu olarak hizmet vermiş ve sonradan her ikisiyle de ilişkisini kesen bir yazardan dinlemek de ayrı ve tarafsız bir perspektif sağlıyordu bize: “Sabah gazetesinin şaşaalı günlerini, Göcek koyuna bağlı ‘headlines’ teknesini hala aranızda hatırlayan var mı ? Burnundan kıl aldırmayan çalışanları ile aynı asansörü bile kullanmaya tenezzül etmeyen kibirli medya patronu Dinç Bilgin’li günleri unuttunuz mu? Cem Uzan’a gelen hapis cezası şunca Ankara gümbürtüsü içinde gözden kaçıyor. Oysa bir zamanlar ‘yıkılmaz’ denilen medya devine indirilmiş son ve ağır bir darbedir bu ceza. Şayet yargıtay da onaylarsa Cem Uzan’a ya cezaevi yolu gözükecek ya da yurtdışında yıllardır kaçak yaşayan abisi ve babası ile kavuşma fırsatını bulacak …Batan medya patronlarının ortak özelliği çoğunun yalnızca gazetelerini televizyonlarını kaybetmekle kalmayıp özgürlükleri dahil herşeylerini kaybetmiş olmaları…Bir diğer ortak özellik ise onları hükümetlerin değil hırslarının batırmış olması. Hırsları gözlerini bağlamış yanlarındaki gazetecileri bile birer bilanço rakamına indirgemişti. Onlar battılar ama onlarla çalışan gazetecilerin hemen hiçbiri BATMADI. Eğer bugün medya patronu olup da hala ayakta durabilen varsa bunda beraber çalıştıkları gazetecilere insan gözüyle bakabilmelerinin, kibirlerini ve hırslarını kontrol altına almalarının ve Vefa'yı İstanbul'da bir semt adı olarak görmemelerinin küçük de olsa bir payı var diye düşünüyorum. Yakın medya tarihimizdeki ‘batış hikayelerinden’ herkesin çıkartacağı çok ders var.Hem gazetecilerin, hem patronların.Yeter ki görebilsinler!” Cüneyt Özdemir 17.06.2009, (14)

Cüneyt Özdemir öyle diyordu Birand’a gülümseyerek:” Bir diğer ortak özellik ise onları hükümetlerin değil hırslarının batırmış olması. Hırsları gözlerini bağlamış yanlarındaki gazetecileri bile birer bilanço rakamına indirgemişti. Onlar battılar ama onlarla çalışan gazetecilerin hemen hiçbiri BATMADI.”

Bu analizi sona erdirirken Türkiye’de yaşanan toplam değişimin bu ülkede yaşayan herkese maksimum fayda olarak döneceğine olan inancımı sürdürdüğümü ifade etmek isterim. 

Medya Baronları’nın halkın seçtiği insanları bir kağıt mendil gibi kullanıp atmalarının ve kendilerini her şeyden üstte görmelerinin devri geçti, Halka alay eden tüm Medya Baronları tarihe gömüldüler. Hem de yaptıklarını itiraf ederek. Bu savaşı Millet kazanmalıydı ve kazanacaktı da. Yirmi yıldır bu ülkede bireyden topluma, inanç özgürlüğünden seçim özgürlüğüne, askeri ve sivil bürokrasiden milletvekillerine, hükümetlere ve Başbakanlara kadar A’dan Z’ye her şeye müdahale eden Medya Baronları yaptıklarının bedelini Vergi Kaçakçılığı Suçu ile suçlanarak ödemekte olduklarını gördüler.



Seçkin Deniz, 14.09.2009, Sisstematik Analizler 96


Bağlantılar:
1- http://habervaktim.com/haber/86394/dogani_yakan_belgeler___belge_haber.h...
2- http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=197613&Categoryid=4&w...
3- http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=12702&y=TahaKivanc
4- http://arsiv.zaman.com.tr/2002/09/08/roportaj/default.htm
5- http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=219643
6- http://www.medyafaresi.com/haber/16873/medya-dinc-bilgini-aydin-dogan-bi...
7- http://www.medyakulisi.com/haber1417/sabaha-el-konulmasi-sirasinda-dogan...
8- http://www.haberturk.com/HTYazi.aspx?ID=4095
9- http://ab.bulteni.net/wp-content/plugins/wordpress-toolbar/toolbar.php?w...
10- http://www.aa.com.tr/tr/ab-vergi-cezasi-ndan-endiseli-2.html
11- http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/baykal-dogana-verilen-c...
12- http://ab.bulteni.net/wp-content/plugins/wordpress-toolbar/toolbar.php?w...
13- http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12448611.asp?yazarid=69&gid=619
14- http://www.dipnot.tv/Detay.aspx?ID=1204)

Seçkin Deniz Twitter Akışı