28 Mayıs 2014 Çarşamba

SA700/ÇY3-BŞ9: Pakistan; Gözden Çıkarılmış Ülke

“ABD, terörü, büyük ve son derece ileri teknolojilere ve bizim 100 katımız bir askeri bütçe ile önleyememekteyse bizim hemen önlememizi nasıl bekler?” 
Pervez Müşerref, Pakistan Eski Devlet Başkanı


Pakistan İslam Birliği, kuzeydoğusunda Çin, batısında Afganistan, doğusunda İslamî kimliğiyle ayrıldığı Hindistan ve güneybatısında yer alan İran'la coğrafi konumu itibariyle küresel hegomonya savaşı veren her ülke için stratejik bir ülkedir. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı üyesi olan Pakistan, 2013 yılında BMGK'ya da üye olmuştur. Dünyada yedinci sırada yer alan disiplinli Ordusu'yla Pakistan İslam ülkeleri arasında da bilinen nükleer silaha sahip tek ülkedir. Nükleer teknolojiyi çok boyutlu açıdan kullanan Pakistan, sahip olduğu nükleer başlıkların büyük kısmını uranyumu zenginleştirerek, diğer kısmını da plutonyumdan üretmiştir.

Gerek jeopolitiğindeki değişmeyen unsurlar (stratejik kaynaklar, coğrafi bütünlük, su, jeolojik ve jeoformalojik özellikler) gerek petrol geçiş koridorları ve doğalgaz kaynakları nedeniyle hedef tahtasına konulan Pakistan ne yazık ki çok uzun süredir zor zamanlar yaşıyor. Bu özelliklerinin yanı sıra Hint Okyanusu’na erişim olanağı Pakistan’ı olası bir küresel-savaş için de potansiyel bir tetikleyici konumuna sokuyor. Pakistan’ın istikrarının bozulması, İkinci Dünya Savaşından beri yaşanan en büyük jeopolitik felakettir, desem abartmış olmam.

Soğuk savaşın başlangıç döneminde kendine özgü bir ideolojiye dayalı olarak kurulan Pakistan, toprak bütünlüğü ve güvenlik sorunları içinde emperyal oyunların hedefi olmuştur. Büyük bedeller ödeyerek kurulan Pakistan ezeli düşmanı ve rakibi Hindistan tehdidi etkisiyle iç ve dış politikalar belirlemiş ve bu tehdide göre uluslararası ilişkiler kurmuştur.


Potansiyel rakiplerini/düşmanlarını veya yakın ilişkiler kurduğu müttefiklerini bu bağlamda (Hindistan'la kurduğu ilişkiler) oluşturmak Pakistan'ın güvenliğini ve bütünlüğünü sekteye uğratmıştır. O dönemde ABD'nin NATO dışındaki en önemli müttefiki olması buna örnek olarak verilebilir. Soğuk savaş sonrası Batı’nın dayattığı "Demokratik Hukuk Devleti" ile "İslamî" ideoloji dilemması arasında bocalamasıyla siyasi meşruiyet sorunu da yaşamaya başladı.

Pakistan Ordusu’nun ABD adına, ülke içinde aşırılıkçılara karşı yürüttüğü mücadele ve Afganistan'da verdiği savaş sadece ordu içindeki istikrarı bozmakla kalmamış, şu an ülke içindeki kaotik ortamın tohumlarını da atmıştır.

Aşikârdır; keskin çizgilerle bir 'kutup' tarafında yer almak diğer tarafı aktiviteye zorlar. Soğuk savaş sonrası kurulan devletlerin güvenlik kaygılarından çok ekonomik kaygıları olması küresel güçlerin birbirlerine karşı yürüttükleri güç mücadelelerini jeo-stratejik konuma sahip ülkeler üzerinden devam ettirmelerini sağlamış, baskı kuramadıkları hükümetlere de yapılan çeşitli darbelerle seçtikleri yönetimleri başa getirmelerine olanak kılmıştır.

Ne yazık ki; "Süper güçlerin" stratejileri,  taraflarında yer alsan da Pakistan gibi yeni ülkelerin sorunlarını çözmeye yönelik veya onların yararları doğrultusunda değil, kendi çıkarları ekseninde belirlenir. Nitekim Afganistan'da Sovyetlere karşı yürüttüğü müdahalelerde Amerika'nın baş müttefiki olan Pakistan, ABD'nin Hindistan'la konjonktür gereği yakınlaşması sonucu sembolik olarak yalnızlaşmıştır.

Pakistan'ın Taliban ile yakınlaşması ve ateşkes sağlaması sonrası ABD ile ilişkilerinde iyice karmaşık bir hâl almıştır. 11 Eylül sonrası Usame Bin Ladin'in öldürülmesiyle başlayan süreçte Pakistan-ABD ilişkilerinin seyri tamamen değişmiş, iki ülke arasında yeni bir dönem başlamasına sebep olmuştur. Söz konusu cinayet, Pakistan'ı hedef tahtasına oturtma amaçlı bir propaganda hamlesiydi.

Afganistan'da yanlış müttefikle yanlış stratejiler uygulayan Pakistan, ezelî düşmanı Hindistan'a karşı belki de elini güçlendirmek için Çin’le yakın ilişkiler geliştirdi. Pakistan’ın 1950’de Çin Halk Cumhuriyet’ni ilk tanıyan ülkelerden biri olması, akabinde iki ülke arasında diplomatik temaslar geliştirdi ve o günden beri ilişkilerindeki yakınlık devam etmektedir.

Çin ve Pakistan arasındaki bu yakın ve hatta şimdiler de gittikçe daha da artan yakınlaşmanın ardında yatan temel nedenlerden biri Hindistan’ın  Çin’in  ve Pakistan’ın ortak rakip/ düşmanı olmasıdır. Pakistan’ın ABD büyükelçisi, Çin’in Hindistan karşısında çok değerli bir garanti olduğunu söylemişti.

Nüfusun büyük çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu Keşmir krizi bölgeye müdahale açısından dış güçlerin avantajı niteliğindeydi. Çin, elbette Keşmir konusunda Pakistan'ı destekledi. Verdiği destek sayesinde Çin'in Pakistan'a kayda değer silah ve teknoloji satışları oldu. Elbette o dönem bu yakın ilişki ABD ile olan ilişkilerin yanında oldukça sığ ve sönüktü. Nitekim yapılan darbelerle başa getirilen yönetimler ve Pakistan'ın kendi içindeki statüko yanlıları Amerika'ya Pakistan'da istediği şekilde rahat hareket edebileceği bir alan sağlamıştır.
Şüphe yok k;i uzun vadede Çin ve İran ilgili projeleri olan ABD için Pakistan doğal olarak bir hedefti.

Amerikalı askeri ve istihbarat çevrelerinin yaptığı değerlendirmeler zaten uyguladıkları stratejilerini de ortaya koymuştur.  Pakistan’ın istikrarsızlaşmaya devam edeceği ve sonuçta çökeceği konusunda hemfikirlerdi. 



2000 yılında CIA, 2015 yılına yönelik küresel eğilimleri incelediği bir raporda 2015 itibariyle, “Pakistan’ın çok daha parçalı, münzevi ve uluslar arası mali yardıma çok daha bağımlı bir ülke haline geleceği” belirtilmiş ve “Pakistan, on yıllardır süren siyasi ve ekonomik kötü yönetimden, bölücü politikalardan, hukuksuzluktan, yolsuzluktan ve etnik bölünmelerden kolay kolay kurtulamayacak. Yeni yeni ortaya çıkan demokratik reformlar, radikal İslamcı partilerin ve kökleri sağlam duran siyasi elitin uyguladığı muhalefet karşısında pek bir etki doğurmayacak. Ülke içindeki bu çöküş ise, İslamcı siyasi aktivistlere yarayacak, bu kesimler, ulusal politika üzerindeki etki güçlerini artırıp, ordunun ( ki ordu Pakistan’ın en güçlü kurumuydu) yapısını ve uyumunu değiştirecek. Ülke içinde süregiden bu çalkantılar karşısında, merkezi hükümetin denetimi, büyük olasılıkla Punjabi’nin en önemli kısmına ve Karaçi’nin ekonomik merkezine doğru azalacak."(1)


ABD, bilinen taktiğiyle fail olarak faturayı başkalarına kesiyordu. Raporda bahsetmediği şey ABD'li stratejistlerin ve istihbaratçıların Pakistan’ın içine düştüğü bu durumdaki rolleriydi elbette.

Afganistan’da El-Kaide ve Taliban’ı kim tehdit haline getirmişti? Sadece AB'de değil İsrail de, İran'a karşı Taliban'ı açık bir şekilde desteklemişti. Çünkü; Taliban Afganistan ve Asya'daki, İran etkisinin azaltmak için kullanılacak bir güç olarak görülüyordu.

Pakistan’ın bugünkü sorunlarının belli ölçülerde temelini atan General Ziya’ül Hak ABD tarafından desteklenip yönetime getirilmişti. Terörle ilgili olarak bu bağlamda ABD Dış İşleri Bakan Yardımcısı Richard Armitage, “Terörü engellemediği takdirde Pakistan’ı taş devrine döndürürüz” diyerek Pakistan'ı açıkça tehdit etmişti. Pakistan’ı terörü önleyememekle suçlayan ABD’nin argümanlarına karşı, Pervez Müşerref, “ABD terörü, büyük ve son derece ileri teknolojilere ve bizim 100 katımız bir askeri bütçe ile önleyememekteyse bizim hemen önlememizi nasıl bekler?” diyerek sorgulaması onun da sonunun gelmesine zemin hazırlamıştır.



Sonrasında dönemin Senatörü (şimdilerde Başkan Yardımcısı) Joseph Biden ise, ABD’nin “uluslararası işbirliği” halinde Pakistan’a asker yerleştirmesi gerektiğini ifade ediyordu. Biden’e göre, “orada bulunmak gerekiyordu” ve “medreselerle rekabet edebilmeleri için yeni okullar açılmalıydı; bunun için de on milyonlarca dolar para temin edilmeliydi. Orada demokratik kurumlar kurmak için bulunmalıydı. Bölgede bizzat var olmalı ve dünyanın geri kalanını da bu bölgeye çekebilmeliydi. Böylelikle, demokratik bir sürecin yeniden başladığı bir dönemde, bu sürece şekil verebilirdi.”(2) ABD, çoktan Pakistan’ın bölünme olasılığını tartışıyordu ve Müşerref’in “koltuğundan edileceği ” hususunu dillendirmeye başlamıştı. Nitekim olaylar söylendiği gibi gerçekleşti.
Yine ABD tarafından kurulan diğer bir komploda Butto üzerinden işlenmişti ki, ABD'li yetkililer liderlikte Butto'yu desteklediklerini kamuoyunda beyan etmişler, böylece Butto'yu kasıtlı olarak potansiyel katillerin hedefi haline getirmişlerdi. Butto bir suikaste kurban giderse Pakistan üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir uluslararası bir baskı oluşacak ve her kesimin kendi yerel varlıklarını kullanmaya yönelmesiyle ülkede bir iç savaş çıkacaktı. Bu durumda ABD'nin çıkarlarına hizmet edecek lider kadrosunu oluşturma eylemi meşruiyet kazanmış olacaktı. ABD planını yine gerçekleştirmişti.
Obama yönetimiyle strateji ve komuta değişti. Obama, Afganistan’da eski bir başkomutan olan Amiral Karl W.Eikenberry’yi Birleşik Devletler’in bir sonraki Kabil büyükelçisi olarak seçtiğini duyurdu. General, Pakistan’daki El-Kaide savaşçılarının barındığı sığınaklara yönelik operasyon yapmadan ABD’nin Afganistan’a hâkim olamayacağını ve küresel terörü (!) sona erdiremeyeceğini belirtti.

CIA, 2002’den bu yana ortalama üç bin seçkin Afgan milis kuvvetini sözüm ona Taliban ve El Kaide’yi avlaması için; keşif, gözetleme ve gizli operasyonlar için kullanmıştır. Bu kuvvettekilerden büyük kısmı ABD’de CIA tarafından eğitilmiş ve Pakistan ile ilgili Obama stratejisi uygulamaya başlandığından beri sayıları artmış ve operasyonları fazlalaşmıştır.



Milis kuvvetleri (aslında teröristler) sıklıkla ABD Özel Kuvvetleriyle doğrudan çalışarak hâlâ  Pakistan’da gizli operasyonlar yürütüyor.

Unutmamak gerekir ki; Afgan-Sovyet savaşında CIA bir zamanlar "özgürlük savaşçıları" olarak bahsedilen ama daha sonra El-Kaide olarak evriltilecek Afganlı mücahitleri Sovyetlere karşı eğitmiş ve silah ve lojistik konusunda desteklemiştir. Sonuç olarak El Kaide örtülü operasyonları, keşif adı altında gerçekleştirdikleri suikastleriyle tanımsal olarak terörist bir oluşumdur. İlk süreçte, Bin Ladin, "Afgan Cihadı"nın kahramanı ve CIA'in en yakın dostu olarak görünürken ikinci süreçte, aniden CIA'in düşmanı ilan ediliyor ve ikiz kuleler olayıyla bu durum dünyaya kabul ettiriliyor.


CIA’in, Pakistan’da El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in öldürülmesini sağlayan operasyonda aşı kampanyasından yararlandığının da ortaya çıkması basında yer almış 10’u aşkın tıp fakültesinin dekanı tarafından Beyaz Saray’a bir dilekçe gönderilerek aşı kampanyalarının casusluk faaliyetlerine alet edilmesinin küresel kamu sağlığı için tehdit oluşturduğu dile getirilmesinin ardından Beyaz Saray CIA'in  aşı programlarını casusluk faaliyetleri çerçevesinde kullanmama vaadinde bulunduğunu açıklamak zorunda kalmıştı. Hedefe giden yolda her şeyi mubah gören bu zihniyetin neler yapabileceğini öngörmek çok zor değil.


24 Mayıs'ta Şanghay'da Çin ve Pakistan arasında yapılan görüşmelerde terörizme karşı ortak hareket etme kararı alındığı açıklandı. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Pakistan Devlet Başkanı Memnun Hüseyin, iki ülkenin kontrterörizm çalışmalarını koordine edeceklerini açıkladılar. Memnun Hüseyin’in Doğu Türkistanlı teröristlerin Çin ve Pakistan'ın ortak düşmanı olduğunu açıklamasıyla Pakistan'ın uzun zaman sonra kuzeyde başlattığı askeri operasyonların nedenleri de su yüzüne çıkmış oldu. Bu kez Pekin, Pakistan'a Uygurları hedef göstermiş oldu.


Hemen Ardından 26 Mayıs'ta bültenlere Obama'nın sürpriz Afganistan ziyaretinden kısa bir süre önce gazetecilerin geziye katılan şahısların isimlerine ulaşması için Beyaz Saray tarafından listede yanlışlıkla ziyarette yer alan CIA personelinin adlarının da yer aldığı yansıdı. Ve ziyaret sonrası Obama bir yıl süreyle 9800 Amerikan askerini Afganistan'da bırakmaya karar verdiğini bildirdi. Çin-Pakistan işbirliğinden sonra yapılan bu hamle Pakistan'da işlerin gitgide karmaşıklaşacağını da gösteriyor.


Sonuç olarak; Pakistan'da en başından beri olup biteni hegemonyanın ve işbirlikçilerinin çıkarlarına göre şekillendirildiği gerçeği çerçevesinden okumak gerekiyor. Çeşitli taktiklerle halkı birbirine karşı kışkırtıp böldüler. Bunun sonucunda ortaya çıkan kaotik ortamdan da yine halkı suçladılar ve askeri mevcudiyetlerini artırarak bölgedeki diğer güçleri etkisiz hale getirdiler. Algısal meşruiyet kazandırdıkları ülkelerdeki ekonomik kaynaklara erişim de ayrıca kazanımları olarak değerlendirilebilir.

Sonsuz Ark'da yayınlanan 'SA696/KY11-TG21: ABD Silahlı İHA’larla Pakistan Evlerinde Katliam Yapıyor' başlıklı haber-analizde; Pakistan’da ABD tarafından gerçekleştirilen İHA saldırılarının neredeyse üçte ikisinin ya da %60’ının insanların ikamet ettiği binaları hedef aldığına ilişkin kanıtlar var. Pakistan’ın Federal Yönetimli Aşiret Bölgeleri’nde (Fata) gerçekleşen İHA saldırılarına yönelik verileri elde etmek için yapılan çalışmada binlerce medya raporu, şahitlere ait ifadeler ve saha araştırmaları analiz edilmiştir. Yapılan bu çalışmaya göre son on yıl içinde gerçekleşen 380 saldırıda 132 ev yıkılmış ve bu sırada en az 222’si sivil olmak üzere 1500 kişi ölmüştür.(4)

Pakistan içindeki insansız hava saldırılarıyla ilgili olarak; çoğunluğunun CIA’in hava saldırı programının bir parçası olduğu ifade edilmesine rağmen aslında çoğu Özel Harekat’ın gizli programına paralel olarak gerçekleştiriliyor.

Nitekim dünya gündeminde ne yazık ki pek dile getirilmeyen araştırmacı gazeteci Jeremy Scahill'in Amerika’nın Pakistan’daki gizli savaşı ile ilgili yazdığı raporda bir istihbarat kaynağı : “Bu taarruzların bazıları-özellikle yüksek sivil ölümlü olanları-bilinsin ki hemen her zaman Özel Harekat taarruzlarıdır. Bunun yanısıra Blackwater Özel Harekatın ( Xe Servisi / paralı asker organizasyonu ) insansız hava saldırısı programına dahildir. Taşeronlar ve gizli emirle çalışan Özel Harekât personeli Kongre tarafından denetlenmiyor bu yüzden hiç bir şey umurlarında olmuyor. Eğer peşine düştükleri bir kişi ve binada otuz dört kişi varsa o zaman otuz beş kişi ölecek demektir. Zihniyet bu işte”  açıklaması tüm gerçekleri gözler önüne sermişti.

Ayrıca Xe Servisi'nin Pakistan’daki Özel Harekat ve Savunma İstihbarat Örgütü kamplarını ve ABD’nin pek çok insansız hava aracı üssünün güvenliğini sağladığı biliniyor.

Afganistan ve Pakistan, ABD’li stratejistlerce emekli Yrb. Ralph Peters’in “Armed Forces Journal” dergisindeki makalesi gibi küçültülmek istendiklerini gösteren haritalarda yer almışlar. Her iki ülkeye de potansiyel istikrarsızlaştırma stratejisi uygulanmıştır, her iki ülkede darbeler yapılmış, halkları demokratikleştirme adı altında katledilmiştir. Her iki ülkede de nicelikleri ve nitelikleri dönem şartlarına göre değişen radikal teröristlerce toprak bütünlüğü de tehdit altındadır.

Son on yılda Pakistan planı adım adım devam ettirilmektedir. Ortadoğu’da güç kaybeden Amerika ve güç savaşındaki diğer ülkeler, küresel üstünlüklerini engelleme potansiyeli taşıyan her ülkeyi tereddütsüzce gözden çıkarabilirler. Asıl olan, Pakistan’ın kendi bağımsız iradesi ve politikalarıyla komşularıyla iyi ilişkiler kuran bir yol izlemesidir. Aksi takdirde güç savaşı veren ülkelere daha fazla muhtaç hale getirilerek parçalanmaktan kurtulamayacaktır.



Berrak Şebnem, 28.05.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar



(1) NIC, Global Trends 2015: A Dialogue About the Future With Nongovernment Experts. The Central Intelligence Agency: December 2000: page 64/66

(2-3) Ahmed Quraishi, The plan to topple Pakistan’s military. Asia Times Online: December 6, 2007: http://www.atimes.com/atimes/South_Asia/IL06Df03.html

(4)   Sonsuz Ark


Seçkin Deniz Twitter Akışı