“ABD, terörü, büyük ve son derece ileri
teknolojilere ve bizim 100 katımız bir askeri bütçe ile önleyememekteyse bizim
hemen önlememizi nasıl bekler?”
Pervez Müşerref, Pakistan Eski Devlet Başkanı
Pervez Müşerref, Pakistan Eski Devlet Başkanı
Pakistan
İslam Birliği, kuzeydoğusunda Çin, batısında Afganistan, doğusunda İslamî
kimliğiyle ayrıldığı Hindistan ve güneybatısında yer alan İran'la coğrafi konumu
itibariyle küresel hegomonya savaşı veren her ülke için stratejik bir ülkedir.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı üyesi olan
Pakistan, 2013 yılında BMGK'ya da üye olmuştur. Dünyada yedinci sırada yer alan
disiplinli Ordusu'yla Pakistan İslam ülkeleri arasında da bilinen nükleer
silaha sahip tek ülkedir. Nükleer teknolojiyi çok boyutlu açıdan kullanan
Pakistan, sahip olduğu nükleer başlıkların büyük kısmını uranyumu zenginleştirerek,
diğer kısmını da plutonyumdan üretmiştir.
Gerek
jeopolitiğindeki değişmeyen unsurlar (stratejik kaynaklar, coğrafi bütünlük,
su, jeolojik ve jeoformalojik özellikler) gerek petrol geçiş koridorları ve
doğalgaz kaynakları nedeniyle hedef tahtasına konulan Pakistan ne yazık ki çok
uzun süredir zor zamanlar yaşıyor. Bu özelliklerinin yanı sıra Hint Okyanusu’na
erişim olanağı Pakistan’ı olası bir küresel-savaş için de potansiyel bir
tetikleyici konumuna sokuyor. Pakistan’ın istikrarının bozulması, İkinci Dünya
Savaşından beri yaşanan en büyük jeopolitik felakettir, desem abartmış olmam.
Soğuk savaşın başlangıç döneminde kendine özgü bir ideolojiye dayalı olarak kurulan Pakistan, toprak bütünlüğü ve güvenlik sorunları içinde emperyal oyunların hedefi olmuştur. Büyük bedeller ödeyerek kurulan Pakistan ezeli düşmanı ve rakibi Hindistan tehdidi etkisiyle iç ve dış politikalar belirlemiş ve bu tehdide göre uluslararası ilişkiler kurmuştur.
Potansiyel
rakiplerini/düşmanlarını veya yakın ilişkiler kurduğu müttefiklerini bu
bağlamda (Hindistan'la kurduğu ilişkiler) oluşturmak Pakistan'ın güvenliğini ve
bütünlüğünü sekteye uğratmıştır. O dönemde ABD'nin NATO dışındaki en önemli
müttefiki olması buna örnek olarak verilebilir. Soğuk savaş sonrası Batı’nın
dayattığı "Demokratik Hukuk Devleti" ile "İslamî" ideoloji
dilemması arasında bocalamasıyla siyasi meşruiyet sorunu da yaşamaya başladı.
Pakistan
Ordusu’nun ABD adına, ülke içinde aşırılıkçılara karşı yürüttüğü mücadele ve
Afganistan'da verdiği savaş sadece ordu içindeki istikrarı bozmakla kalmamış,
şu an ülke içindeki kaotik ortamın tohumlarını da atmıştır.
Aşikârdır;
keskin çizgilerle bir 'kutup' tarafında yer almak diğer tarafı aktiviteye
zorlar. Soğuk savaş sonrası kurulan devletlerin güvenlik kaygılarından çok
ekonomik kaygıları olması küresel güçlerin birbirlerine karşı yürüttükleri güç
mücadelelerini jeo-stratejik konuma sahip ülkeler üzerinden devam ettirmelerini
sağlamış, baskı kuramadıkları hükümetlere de yapılan çeşitli darbelerle
seçtikleri yönetimleri başa getirmelerine olanak kılmıştır.
Ne yazık
ki; "Süper güçlerin" stratejileri,
taraflarında yer alsan da Pakistan gibi yeni ülkelerin sorunlarını
çözmeye yönelik veya onların yararları doğrultusunda değil, kendi çıkarları
ekseninde belirlenir. Nitekim Afganistan'da Sovyetlere karşı yürüttüğü müdahalelerde
Amerika'nın baş müttefiki olan Pakistan, ABD'nin Hindistan'la konjonktür gereği
yakınlaşması sonucu sembolik olarak yalnızlaşmıştır.
Pakistan'ın
Taliban ile yakınlaşması ve ateşkes sağlaması sonrası ABD ile ilişkilerinde
iyice karmaşık bir hâl almıştır. 11 Eylül sonrası Usame Bin Ladin'in
öldürülmesiyle başlayan süreçte Pakistan-ABD ilişkilerinin seyri tamamen
değişmiş, iki ülke arasında yeni bir dönem başlamasına sebep olmuştur. Söz
konusu cinayet, Pakistan'ı hedef tahtasına oturtma amaçlı bir propaganda hamlesiydi.
Afganistan'da
yanlış müttefikle yanlış stratejiler uygulayan Pakistan, ezelî düşmanı
Hindistan'a karşı belki de elini güçlendirmek için Çin’le yakın ilişkiler
geliştirdi. Pakistan’ın 1950’de Çin Halk Cumhuriyet’ni ilk tanıyan ülkelerden
biri olması, akabinde iki ülke arasında diplomatik temaslar geliştirdi ve o
günden beri ilişkilerindeki yakınlık devam etmektedir.
Çin ve
Pakistan arasındaki bu yakın ve hatta şimdiler de gittikçe daha da artan
yakınlaşmanın ardında yatan temel nedenlerden biri Hindistan’ın Çin’in
ve Pakistan’ın ortak rakip/ düşmanı olmasıdır. Pakistan’ın ABD
büyükelçisi, Çin’in Hindistan karşısında çok değerli bir garanti olduğunu
söylemişti.
Nüfusun
büyük çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu Keşmir krizi bölgeye müdahale
açısından dış güçlerin avantajı niteliğindeydi. Çin, elbette Keşmir konusunda
Pakistan'ı destekledi. Verdiği destek sayesinde Çin'in Pakistan'a kayda değer
silah ve teknoloji satışları oldu. Elbette o dönem bu yakın ilişki ABD ile olan
ilişkilerin yanında oldukça sığ ve sönüktü. Nitekim yapılan darbelerle başa
getirilen yönetimler ve Pakistan'ın kendi içindeki statüko yanlıları Amerika'ya
Pakistan'da istediği şekilde rahat hareket edebileceği bir alan sağlamıştır.
Şüphe
yok k;i uzun vadede Çin ve İran ilgili projeleri olan ABD için Pakistan doğal olarak bir
hedefti.
Amerikalı
askeri ve istihbarat çevrelerinin yaptığı değerlendirmeler zaten uyguladıkları
stratejilerini de ortaya koymuştur.
Pakistan’ın istikrarsızlaşmaya devam edeceği ve sonuçta çökeceği
konusunda hemfikirlerdi.
2000 yılında CIA, 2015 yılına yönelik küresel eğilimleri
incelediği bir raporda 2015 itibariyle, “Pakistan’ın çok daha parçalı, münzevi
ve uluslar arası mali yardıma çok daha bağımlı bir ülke haline geleceği”
belirtilmiş ve “Pakistan, on yıllardır süren siyasi ve ekonomik kötü
yönetimden, bölücü politikalardan, hukuksuzluktan, yolsuzluktan ve etnik
bölünmelerden kolay kolay kurtulamayacak. Yeni yeni ortaya çıkan demokratik
reformlar, radikal İslamcı partilerin ve kökleri sağlam duran siyasi elitin uyguladığı
muhalefet karşısında pek bir etki doğurmayacak. Ülke içindeki bu çöküş ise,
İslamcı siyasi aktivistlere yarayacak, bu kesimler, ulusal politika üzerindeki
etki güçlerini artırıp, ordunun ( ki ordu Pakistan’ın en güçlü kurumuydu)
yapısını ve uyumunu değiştirecek. Ülke içinde süregiden bu çalkantılar
karşısında, merkezi hükümetin denetimi, büyük olasılıkla Punjabi’nin en önemli
kısmına ve Karaçi’nin ekonomik merkezine doğru azalacak."(1)
ABD,
bilinen taktiğiyle fail olarak faturayı başkalarına kesiyordu. Raporda
bahsetmediği şey ABD'li stratejistlerin ve istihbaratçıların Pakistan’ın içine
düştüğü bu durumdaki rolleriydi elbette.
Afganistan’da
El-Kaide ve Taliban’ı kim tehdit haline getirmişti? Sadece AB'de değil İsrail de,
İran'a karşı Taliban'ı açık bir şekilde desteklemişti. Çünkü; Taliban
Afganistan ve Asya'daki, İran etkisinin azaltmak için kullanılacak bir güç
olarak görülüyordu.
Pakistan’ın
bugünkü sorunlarının belli ölçülerde temelini atan General Ziya’ül Hak ABD
tarafından desteklenip yönetime getirilmişti. Terörle ilgili olarak bu bağlamda
ABD Dış İşleri Bakan Yardımcısı Richard Armitage, “Terörü engellemediği
takdirde Pakistan’ı taş devrine döndürürüz” diyerek Pakistan'ı açıkça tehdit
etmişti. Pakistan’ı terörü önleyememekle suçlayan ABD’nin argümanlarına karşı,
Pervez Müşerref, “ABD terörü, büyük ve son derece ileri teknolojilere ve bizim
100 katımız bir askeri bütçe ile önleyememekteyse bizim hemen önlememizi nasıl
bekler?” diyerek sorgulaması onun da sonunun gelmesine zemin hazırlamıştır.
Sonrasında
dönemin Senatörü (şimdilerde Başkan Yardımcısı) Joseph Biden ise, ABD’nin
“uluslararası işbirliği” halinde Pakistan’a asker yerleştirmesi gerektiğini
ifade ediyordu. Biden’e göre, “orada bulunmak gerekiyordu” ve “medreselerle
rekabet edebilmeleri için yeni okullar açılmalıydı; bunun için de on
milyonlarca dolar para temin edilmeliydi. Orada demokratik kurumlar kurmak için
bulunmalıydı. Bölgede bizzat var olmalı ve dünyanın geri kalanını da bu bölgeye
çekebilmeliydi. Böylelikle, demokratik bir sürecin yeniden başladığı bir
dönemde, bu sürece şekil verebilirdi.”(2) ABD, çoktan Pakistan’ın bölünme
olasılığını tartışıyordu ve Müşerref’in “koltuğundan edileceği ” hususunu
dillendirmeye başlamıştı. Nitekim olaylar söylendiği gibi gerçekleşti.
Yine ABD
tarafından kurulan diğer bir komploda Butto üzerinden işlenmişti ki, ABD'li
yetkililer liderlikte Butto'yu desteklediklerini kamuoyunda beyan etmişler,
böylece Butto'yu kasıtlı olarak potansiyel katillerin hedefi haline
getirmişlerdi. Butto bir suikaste kurban giderse Pakistan üzerinde eşi benzeri
görülmemiş bir uluslararası bir baskı oluşacak ve her kesimin kendi yerel
varlıklarını kullanmaya yönelmesiyle ülkede bir iç savaş çıkacaktı. Bu durumda
ABD'nin çıkarlarına hizmet edecek lider kadrosunu oluşturma eylemi meşruiyet
kazanmış olacaktı. ABD planını yine gerçekleştirmişti.
Obama
yönetimiyle strateji ve komuta değişti. Obama, Afganistan’da eski bir
başkomutan olan Amiral Karl W.Eikenberry’yi Birleşik Devletler’in bir sonraki
Kabil büyükelçisi olarak seçtiğini duyurdu. General, Pakistan’daki El-Kaide
savaşçılarının barındığı sığınaklara yönelik operasyon yapmadan ABD’nin
Afganistan’a hâkim olamayacağını ve küresel terörü (!) sona erdiremeyeceğini
belirtti.
CIA,
2002’den bu yana ortalama üç bin seçkin Afgan milis kuvvetini sözüm ona Taliban
ve El Kaide’yi avlaması için; keşif, gözetleme ve gizli operasyonlar için
kullanmıştır. Bu kuvvettekilerden büyük kısmı ABD’de CIA tarafından eğitilmiş
ve Pakistan ile ilgili Obama stratejisi uygulamaya başlandığından beri sayıları
artmış ve operasyonları fazlalaşmıştır.
Milis
kuvvetleri (aslında teröristler) sıklıkla ABD Özel Kuvvetleriyle doğrudan
çalışarak hâlâ Pakistan’da gizli
operasyonlar yürütüyor.
Unutmamak
gerekir ki; Afgan-Sovyet savaşında CIA bir zamanlar "özgürlük
savaşçıları" olarak bahsedilen ama daha sonra El-Kaide olarak evriltilecek
Afganlı mücahitleri Sovyetlere karşı eğitmiş ve silah ve lojistik konusunda
desteklemiştir. Sonuç olarak El Kaide örtülü operasyonları, keşif adı altında
gerçekleştirdikleri suikastleriyle tanımsal olarak terörist bir oluşumdur. İlk
süreçte, Bin Ladin, "Afgan Cihadı"nın kahramanı ve CIA'in en yakın
dostu olarak görünürken ikinci süreçte, aniden CIA'in düşmanı ilan ediliyor ve
ikiz kuleler olayıyla bu durum dünyaya kabul ettiriliyor.
CIA’in,
Pakistan’da El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in öldürülmesini sağlayan
operasyonda aşı kampanyasından yararlandığının da ortaya çıkması basında yer
almış 10’u aşkın tıp fakültesinin dekanı tarafından Beyaz Saray’a bir dilekçe gönderilerek
aşı kampanyalarının casusluk faaliyetlerine alet edilmesinin küresel kamu
sağlığı için tehdit oluşturduğu dile getirilmesinin ardından Beyaz Saray CIA'in aşı programlarını casusluk faaliyetleri
çerçevesinde kullanmama vaadinde bulunduğunu açıklamak zorunda kalmıştı. Hedefe
giden yolda her şeyi mubah gören bu zihniyetin neler yapabileceğini öngörmek
çok zor değil.
24
Mayıs'ta Şanghay'da Çin ve Pakistan arasında yapılan görüşmelerde terörizme
karşı ortak hareket etme kararı alındığı açıklandı. Çin Devlet Başkanı Xi
Jinping ve Pakistan Devlet Başkanı Memnun Hüseyin, iki ülkenin kontrterörizm
çalışmalarını koordine edeceklerini açıkladılar. Memnun Hüseyin’in Doğu
Türkistanlı teröristlerin Çin ve Pakistan'ın ortak düşmanı olduğunu
açıklamasıyla Pakistan'ın uzun zaman sonra kuzeyde başlattığı askeri
operasyonların nedenleri de su yüzüne çıkmış oldu. Bu kez Pekin, Pakistan'a
Uygurları hedef göstermiş oldu.
Hemen
Ardından 26 Mayıs'ta bültenlere Obama'nın sürpriz Afganistan ziyaretinden kısa
bir süre önce gazetecilerin geziye katılan şahısların isimlerine ulaşması için
Beyaz Saray tarafından listede yanlışlıkla ziyarette yer alan CIA personelinin
adlarının da yer aldığı yansıdı. Ve ziyaret sonrası Obama bir yıl süreyle 9800
Amerikan askerini Afganistan'da bırakmaya karar verdiğini bildirdi.
Çin-Pakistan işbirliğinden sonra yapılan bu hamle Pakistan'da işlerin gitgide
karmaşıklaşacağını da gösteriyor.
Sonuç
olarak; Pakistan'da en başından beri olup biteni hegemonyanın ve
işbirlikçilerinin çıkarlarına göre şekillendirildiği gerçeği çerçevesinden
okumak gerekiyor. Çeşitli taktiklerle halkı birbirine karşı kışkırtıp böldüler.
Bunun sonucunda ortaya çıkan kaotik ortamdan da yine halkı suçladılar ve askeri
mevcudiyetlerini artırarak bölgedeki diğer güçleri etkisiz hale getirdiler.
Algısal meşruiyet kazandırdıkları ülkelerdeki ekonomik kaynaklara erişim de
ayrıca kazanımları olarak değerlendirilebilir.
Sonsuz
Ark'da yayınlanan 'SA696/KY11-TG21: ABD Silahlı İHA’larla Pakistan Evlerinde Katliam Yapıyor' başlıklı haber-analizde; Pakistan’da ABD tarafından gerçekleştirilen
İHA saldırılarının neredeyse üçte ikisinin ya da %60’ının insanların ikamet ettiği
binaları hedef aldığına ilişkin kanıtlar var. Pakistan’ın Federal Yönetimli
Aşiret Bölgeleri’nde (Fata) gerçekleşen İHA saldırılarına yönelik verileri elde
etmek için yapılan çalışmada binlerce medya raporu, şahitlere ait ifadeler ve
saha araştırmaları analiz edilmiştir. Yapılan bu çalışmaya göre son on yıl
içinde gerçekleşen 380 saldırıda 132 ev yıkılmış ve bu sırada en az 222’si
sivil olmak üzere 1500 kişi ölmüştür.(4)
Pakistan
içindeki insansız hava saldırılarıyla ilgili olarak; çoğunluğunun CIA’in hava
saldırı programının bir parçası olduğu ifade edilmesine rağmen aslında çoğu
Özel Harekat’ın gizli programına paralel olarak gerçekleştiriliyor.
Nitekim
dünya gündeminde ne yazık ki pek dile getirilmeyen araştırmacı gazeteci Jeremy
Scahill'in Amerika’nın Pakistan’daki gizli savaşı ile ilgili yazdığı raporda
bir istihbarat kaynağı : “Bu taarruzların bazıları-özellikle yüksek sivil
ölümlü olanları-bilinsin ki hemen her zaman Özel Harekat taarruzlarıdır. Bunun
yanısıra Blackwater Özel Harekatın ( Xe Servisi / paralı asker organizasyonu )
insansız hava saldırısı programına dahildir. Taşeronlar ve gizli emirle çalışan
Özel Harekât personeli Kongre tarafından denetlenmiyor bu yüzden hiç bir şey
umurlarında olmuyor. Eğer peşine düştükleri bir kişi ve binada otuz dört kişi
varsa o zaman otuz beş kişi ölecek demektir. Zihniyet bu işte” açıklaması tüm gerçekleri gözler önüne
sermişti.
Ayrıca Xe
Servisi'nin Pakistan’daki Özel Harekat ve Savunma İstihbarat Örgütü kamplarını
ve ABD’nin pek çok insansız hava aracı üssünün güvenliğini sağladığı biliniyor.
Afganistan
ve Pakistan, ABD’li stratejistlerce emekli Yrb. Ralph Peters’in “Armed Forces
Journal” dergisindeki makalesi gibi küçültülmek istendiklerini gösteren
haritalarda yer almışlar. Her iki ülkeye de potansiyel istikrarsızlaştırma
stratejisi uygulanmıştır, her iki ülkede darbeler yapılmış, halkları
demokratikleştirme adı altında katledilmiştir. Her iki ülkede de nicelikleri ve
nitelikleri dönem şartlarına göre değişen radikal teröristlerce toprak
bütünlüğü de tehdit altındadır.
Son on
yılda Pakistan planı adım adım devam ettirilmektedir. Ortadoğu’da güç kaybeden
Amerika ve güç savaşındaki diğer ülkeler, küresel üstünlüklerini engelleme
potansiyeli taşıyan her ülkeyi tereddütsüzce gözden çıkarabilirler. Asıl olan,
Pakistan’ın kendi bağımsız iradesi ve politikalarıyla komşularıyla iyi
ilişkiler kuran bir yol izlemesidir. Aksi takdirde güç savaşı veren ülkelere
daha fazla muhtaç hale getirilerek parçalanmaktan kurtulamayacaktır.
Berrak Şebnem, 28.05.2014, Sonsuz Ark,
Çırak Yazar
(1) NIC,
Global Trends 2015: A Dialogue About the Future With Nongovernment Experts. The
Central Intelligence Agency: December 2000: page 64/66
(2-3) Ahmed
Quraishi, The plan to topple Pakistan’s military. Asia Times Online: December
6, 2007: http://www.atimes.com/atimes/South_Asia/IL06Df03.html
(4) Sonsuz Ark