“Birileri geldi, gördü
hatta burada dahi itiraf ettiler ki Michelangelo resim konusunda elime su
dökemez. Biraz biraz Leonardo da Vinci yaklaşabilirmiş…”
Sevgili kâriler (aman işte) okuyucular, haber peşinde,
röportaj peşinde koşmaktan yorgun argın masamda oturmuş idim ki, telefonumun
bed sesi ile kendime geldim. Telefondaki sesin sahibinin içine düştüğü hayreti,
şaşkınlığı, ürküntüyü anlatacak bir sözcük her hangi bir dilin lügatinde
olduğuna ihtimal veremem. O sesin acipliği karşısında nefesim kesildi
ayaklarımdan önce.
Sözünü ettiğim kişi çok yakın bir dostum –bir akıl
hastanesinde doktordur kendisi- iş yerinden arıyordu. Bir ressam getirmişlerdi.
Kendisini mutlaka görmem konuşmam gerektiğinden söz ediyor gibiydi. Kalktım
gittim. Ve ressamla aşağıdaki görüşmeyi yaptım.
-Böyle bir
görüşme oldu mu yoksa zihnimin bir oyunu mu olduğu sorulsa kat’i bir cevap
vermekten uzak olduğumu itiraf etmekten kaçınmam. Efendim ben sordum, o
söyledi. Yani öyle sanıyorum.-
Doktor arkadaşım gözleri yuvasından uğramış bir halde
beni karşıladı. Bir odaya götürdü. Yüksekçe bir yerde penceresi olan büyük
olmayan bir oda. Duvarlar beyaz. Bir adam bir resmin karşısında oturmuş, gözlerini
resme dikmiş öylece duruyor. Adeta dünyadan ilişkisi kesik. Kendinden başka
kimsenin, hiçbir şeyin –tablo hariç- farkında değil gibi.
Tablodaki figürler oldukça ilginç. Çöl. Eski Arap
kıyafetli bir adam süpürgeye binmiş, etrafında güvercinlere benzeyen kuşlar,
önünde öne doğru atılmış bir çita, ilerde, ufukta dev bir firavunu andıran bir heykel.
Arkadaşımın ressam dediği kişi tabloya öylesine dalmış
ki, adeta onun içinde. Ressam bedenen
zayıf biri. Oldukça esmer. Ellili yaşlarını geçkin. Bıyıklı. Saçları karma karışık.
Seslendim. Duymadı.
Arkadaşım bir sandalye verdi. Çıkıp gitti. Sandalyeyi
Ressam’ın yanına yerleştirip oturdum, ben de tabloyu izlemeye başladım. Zaman
durmuştu sanki. Resme baktıkça kendimi içinde hisseder gibi oldum. Ressam’ın
bana baktığını ayrımsayınca kendime geldim. Konuşabilecek kıvamdaydık.
Ve ben sordum o cevapladı.
Fikri Muhayyer- Beyefendi sizi tanıyabilir miyim?
Ressam- Beli.. amma badu.. siz kimsiniz? Durun imdi bildim. Yani
bildirildi. Siz şu yazar olmalısınız! Hani şu sabitelikten azâde olduğunu ima eden
perdeperdar öyle değil mi?
Fikri Muhayyer- Yazar olduğum söylenebilir de, perdecilikten hiç anlamam.
Ressam- Echel-ü cühelâ sınıfındasınız amma pek yakın bir vakitte o
sınıftan çıkacağınız bana müjde edildi. Aklınızda bir takım sualler var, o
suallerin hakikatlerini deruhte etmek için buraya avdet ettiniz!
Fikri Muhayyer- Eski kelimelerle pek aram yok, ama sanki avdet dönüş
anlamında olsa gerek. Ben daha önce burada olmamıştım. Bu avdeti bir yerlere
yerleştiremiyorum açıkçası.
Ressam- Dedim ya henüz echel-ü cühelâ sınıfından kopmamışsınız, henüz
hamsınız ve inşallah bu anda, bu zamanda, bu mekânda edvar-ı sâbıkanızdan azad, âdiyât-ı umûrdan
halâs, adgâsu ahlâmdan mitevanid ez şir olacaksın. Âdem-i emniyetten çıkacak
felaha ulaşacaksın. Ki bu şuan ile bana bildirilmiştir.
Fikri Muhayyer- Herhalde söylediklerinizi anlamışımdır. Yani öyle sanıyorum.
Bu resmi siz mi yaptınız? Oldukça kuvvetli bir fırçanız var, hani kalemi
kuvvetli deniyor da, kuvvetli fırça denir mi bilemiyorum.
Ressam- Bu resim hem bana ait, hem değil. Mesleğim ressamlık değil.
Bu resme kadar bir tek bir çizgi çekmişliğim yoktur. Bu bana çizdirildi. Görsel
bir çağda olduğunuz için böyle yapmam ihtar edildi. Ve görselliğin de a'la-d derecâtı
bana hasredildi. Hiçbir ressam böyle bir tablo yapmamıştır, yapamaz. Bu
tablodaki ilah-ı tılsım hiçbir tabloda görülemez. Bu tablo Kur’anın en mucizât-ı
ehemmîsidir. Öyle ki bu tablo Araf suresi kırk üçüncü ayetle müjdelenmiştir.
Orda tasvirin görkemi söz ile verilirken bana ihtar olundu ki; bu görkemliliği çizginin
diliyle ifade et. Ve birden kendimi bir tuval önünde buldum. Fırçalar ve
boyalar dahi hazırdı. Elim hangi boyaya gideceğini biliyor, hangi boyadan ne
kadarını ne kadarına karıştıracağımı anında fehmediyordu. Ve işte diğerleri
gibi senin de aklını başından alan bu tablo ortaya çıkmış oldu.
Fikri Muhayyer- Peki madem ressam değilsiniz, kimsiniz?
Ressam- Seksen birinci.
Fikri Muhayyer- Doğrusunu isterseniz anlamış değilim.
Ressam- Ben bu anda, seksenbir Said’den telhis ile tezahür etmişim.
Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu
zamana beni fırlatmışlar. Şu Said seksen meyyit, bir hayyı nâtıkın
fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Said’ler
birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben
onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm
toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de,
mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki
zerrat, iki muhacereti umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir,
yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer.
Fikri Muhayyer- Ha şimdi anladım.
Ressam- Dedim ya bana müjdelendi anlayacaksın ve bak anlamaya
başladın.
Fikri Muhayyer- Demek bu tablo size çizdirildi. 80’e yazdırıldığı gibi.
Ressam- Beli.
Fikri Muhayyer- Siz ressam olmamakla beraber böylesine bir tablo yaptınız,
sizden önceki de her hangi bir ilim mekânında ilim tedris etmeden ilimlere
vakıf olduğunu söylüyordu.
Ressam- Doğrudur. Öyle olmuştur. Bizdeki ilim kesbi değil vehbidir.
Kesbi ilim âhâd-ı nâs içindir. Bizim mesleğimiz nebilik mesleğidir. Ki,
nebilikten de bir adım öndedir. Zira nebiler aracılar vasıtası ile bilgiyi
alırken biz Vehbi ilim sahipler doğrudan alırız. Bu bakımdan velilik
peygamberlikten üstündür ki, üstadımız Muhyiddin-i Arabi bunu sahih bir biçimde
belirtmiştir. Bu yüzden bizim bilgimiz üstüne bilgi, bizim aklımız üstüne akıl
yoktur, bizim üstadlığımızın üstüne üstatlık yoktur. İşte bana çizdirilen bu
tabloda buna şahitlik etmektedir. Öyle ki biraz öncede dediğim gibi bu yaşıma
kadar ne bir tek çizgi çizmişliğim ne de herhangi bir resimle ilgili uğraşım
olmuştur. Tesadüfen baktığım, gördüğüm resimler dışında resme dahi
bakmamışımdır ki, benden önceki şeraitte resim haramdı. Resmin haramlığı bu
çağda lağvolunmuştur, zira çağ görsel bir çağdır. Şimdi itiraf et böylesi bir
resmi daha önce gördün mü? Böylesine muazzam bir eserle karşılaştın mı? Yok!
Böyle bir şaheser ilk kez yeryüzüne inmiştir.
Fikri Muhayyer- Üstadım ben resimden pek anlamam. Hatta hiç anlamam. O apayrı
bir alan. Ne perspektif bilgim ne estetik bilgim resim konusunda konuşmama
elverişli; yani yeterli değil. Dolayısıyla benim resminiz hakkında söyleyeceğim
şeyin bir kıymet-i harbiyesi olmaz. Ancak bu işin uzmanlarının söyleyeceği
şeylerin anlamı olur. Resminizi her hangi bir uzmana gösterdiniz mi? Onlar ne
diyor?
Ressam- Gören her bir resim uzmanı Musa’nın asasının karşısında secdeye kapanan büyücüler gibi
hayretler içinde kalıp itirafta bulundular ve her biri parmaklarını ısırarak
dediler ki, bu; bugüne kadar gördüğümüz,
incelediğimiz resimlerin hiçbiri bu resimdeki
a'la-d derecâta ulaşamamıştır. Bunda öyle bir başkalık vardır k, biz bu
işin uzmanı olarak bu başkalığı tarif edecek bilgiye sahip değiliz. Bu, bu
dünyadan değildir. Ki, elhak öyledir.
Fikri Muhayyer- Özür dileyerek bu uzmanlardan herhangi birinin adını
verebilir misiniz? 80’de eserlerinin karşısında tüm filozofların sessiz
kaldığını, payitahtta kendisiyle tartışan bütün alimlerin sükut ettiğini,
kendisinin ululuğunu ikrar ettiklerini söyler. Fakat ne tartıştığı batılı
filozoflardan herhangi birinin adını söyler ne payitahtta suspus olan âlimlerden
bir tekini zikreder. O zamana ait mecmuaları mevkuteleri özel bir ilgi ile
araştırdığımda da ne böyle tartışmalara ait bir bilgi ne bir ima ile
karşılaşmadım. Sadece bir şairin karşı çıkışı var, 80’cinin söylediklerinin,
yazdıklarının mükemmelliğinden ziyade pespayeliğinden dem vurarak;
“Lisân-ı pâk-i Nebî’den yalanlar uyduruyor:
Sıkılmadan da "sevâb işledim" deyip duruyor!
Düşünmedin mi girerken şerîatin kanına?
Cinâyetin kalacak zanneder misin yanına?”
İtirazlarını dile getiriyor. Bunu şunun için söyledim 80’cinin isim söylemekten imtina etmesinin sebebini bilemeyiz, fakat siz bir isim verebilir misiniz? Bu işin uzmanlarını nerede gördünüz? Bir sergiye mi katıldınız eserlerinizle, hani tek bir çalışmayla bir sergi de olmaz?
İtirazlarını dile getiriyor. Bunu şunun için söyledim 80’cinin isim söylemekten imtina etmesinin sebebini bilemeyiz, fakat siz bir isim verebilir misiniz? Bu işin uzmanlarını nerede gördünüz? Bir sergiye mi katıldınız eserlerinizle, hani tek bir çalışmayla bir sergi de olmaz?
Ressam- Ey echel ben kimesnenin ayağına gitmem. Onlar bana gelir.
Onlar bana geldiler. Ben pasuhgüzârım pasuhşinahların yanına niye gideyim.
Fikri Muhayyer- Bir isim lütfeder misiniz?
Ressam- 80’ninci isim vermedi mi? Ben verdim hatırlıyorum. Tüh ya, birine
yazıp vermiştim bu isimleri sözlere mutlaka dercedin, ola ki birileri sorar. O
vefasız şakirt unutmuş demek ki. Belki de bir keçi yedi, kim bilir. Bugüne
gelirsek isimleri aklımda tutamam pek., ama birileri geldi, gördü hatta burada
dahi itiraf ettiler ki Michelangelo resim konusunda elime su dökemez. Biraz
biraz Leonardo da Vinci yaklaşabilirmiş..
Fikri Muhayyer- Günümüz ressamlarıyla kıyaslayan uzmanlar da oldu mu? Mesela
Picasso, Van Gogh ya da Vincent van Gogh ya da Raskolnikov, Oblomov (Burada bir iki ressam olmayan roman
kahramanlarının isimlerini araya sıkıştırdım ki tepkisini ölçeyim, fakat
heyhat!)
Ressam- Onları hepsi ile birer birer görüştüm. Sen isimleri sayarken
hatırladım şimdi.
Fikri Muhayyer- Oblomov’la da görüştünüz mü?
Ressam- Evet, evet.. şu bodur olan değil mi?
Fikri Muhayyer- Valla üstadım boyunu ben de hatırlamıyorum. Ne söylediler
resminiz hakkında?
Ressam- Azz-i benâm bir halde kalakaldı. Ve sonra feryat ederek
tabloyu tavafa başladı. Acip arkasında bir şey mi gizli diye yapıyordu bu
hareketi. Pür-âteş ü hevl içinde saatlerce kaldı. Nihayet eb'âd-ı nâmahdud bu
resmin içine duhul etmeye kalkıştı zor engelledik. Güçlükle dedi ki, bizimle
ebnâ-i cins olanlar arasında böyle bir şeyi zuhura getiren olmadı. Bu dahi
bizim mesleğimizin dışındadır. Verin elinizi öpeyim. Elime sarıldı. Güçlükle
mani olduk.
Fikri Muhayyer- Demek Oblomov böyle dedi?
Ressam- Aynı ile naklettiğim gibi. Peki şimdi sen söyle nasıl
görüyorsun ecerran arasında daha önce bir şahesere şahitlik ettin mi?
Fikri Muhayyer- Aman efendim buyurduğunuz gibi.. peki bu resimde ne
anlatılıyor, neyi murat ediyorsunuz?
Ressam- Bu resimle bir nadanın, bir kendini bilmezin verdiği
rahatsızlığı gidermek gayesi ile yola çıkılmıştır. 80’cinin “vahşi hayvanların
helal gıdası leşler”dir hükmü hilafına bir şeyler söylendiği için bana ihtar
edilmiştir. Hem bu resimle “şeriat-i fıtriyece haram olanın” vahşi hayvanlara
bildirilmesi gaye edinmiştir. Bak şu resme, süpürgeye binmiş kişi benim.
Etrafımda avcı kuşlar var. Ve bir de bir ceylan peşinde koşan çita var. Onlara
bu işin haram olduğunu anlatmam ihtar ve ikaz olundu ben dahi bu görevi
hakkıyla yerine getiriyorum.
Fikri Muhayyer- Çok iyi ediyorsunuz, çok isabetli bir iş yapıyorsunuz, eğer
müsaade ederseniz ben gideyim.
Ressam- Gidebilirsiniz. Yalnız şuan bana ihtar olundu ki, bu resmi
anlatman gerek imiş. Hatta farz imiş. Diyeceksin ki insanlara, 81’ci geldi
bundan önce söylediklerinin hükümsüz olduğunu belirtti ve bundan kelli çağa
uygun görselliğin önde tutulmasının ehemmiyetine işaret etti. Ve şakird-i
azamım ağlayan adamı da özellikle uyar, artık sözlerin bir hükmü yoktur. Sözün
bir hükmü yoktur. Derhal resme başlasın, hakikatleri resimle anlatsın. Derhal
resim okulları açsın.
Fikri Muhayyer- Baş üstüne üstadım.
Fikri Muhayyer, 16.09.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Mizah