‘Sakın ha onları ölü sanmayasın, onlar
dipdiridir ama sen anlayamazsın’
2/154
Zamana
aldırmıyorum artık.
Ne
zamana ne de sana aldırıyorum artık.
Varlığımı
çepeçevre kuşatan bütün bu hay huyun içinden kahramanca bir nara atmayı beceremediğim, bir nara ile içine kısıldığım bu kapanları, bu iç içe geçmiş
sonsuz gibi duran saçma ‘örümcek yuvası’ oyunları bozamadığım için kızgınım
kendime. Kızgınım ve kendime verebileceğim en büyük cezayı veriyorum: sana
aldırmıyorum artık!
Artık
sabah gözlerimi açtığımda seni görmek gibi beyhude şeylerin peşinde
koşmayacağım. Senin bakışlarından yıllarca emek vererek topladığım bütün o
hazinelerimi yellere savurdum az evvel. Senin bakışlarından, dokunduğun
eşyalarda bıraktığın ılık dokunuşlardan, çok daha değerlisi senin sağa sola
seslediğin kutlu seslerinden biriktirdiğim devasa hazinemi bir kuzey rüzgarının
sırtına yükleyip beklentisiz ve umutsuz bir geleceksizliğe yollayıverdim
cesaretle.
Şimdi
artık çok daha dokunaklı ve yaralayıcı şeylerin peşindeyim.
Senden
daha acıtıcı, insanın etinde derin yarıklar ve ağrılı çizikler açan sert
şeyler. Az evvel bir varil bombasının minik ve narin bedeninden koparttığı
küçük İsa’nın parçalanmış, kanlı ve acıdan cansız koluna dokundum. Sen gibiydi.
Hatta senden daha gerçek ve daha acıtıcı. Okşadım, biraz sohbet ettik, yarım
kalmak üzerine, başlayamamak üzerine…
İsa’yı bilmezsin, üç yaşında. Biz kolu ile
tanışırız, kolu İsa’dan çok daha yaşlı. Zaten çok kısa olmuş beraberlikleri.
Sonrası işte klasik çocuk masalı; savaş oldu, zalim, uçaklarına variller içinde
yanıcı/patlayıcı/parçalayıcı ne varsa yükleyip İsa’ya yolladı, İsa ve kimsesi
varsa hepsine, konu komşuya, camii cemaatine, yaşlıya, kadına kıza, anneye en
çok da anneye, baba zaten yoktu, bir kahraman olarak olması gerektiği gibi
ilkin babalar ölür ya, İsa da ilk babayı yitirdi.
Her ne ise. Acı şeyler bunlar,
huzur bozan, OMELAS’a gidenler gibi insanı yoldan çıkaracak şeyler. Bir kesik
kol ile arkadaşlık biliyorum benim hakkımda endişelendirecek seni.
Bir de
toplanmak var. oradan buradan gelen binlerce milyonlarca yaralı kol, kesik
bacak, yarılmış göz… Ve daha binlercesi, hepsi ile bir araya gelip muazzam
planlar yapıyoruz. Belki bilmezsin, kesik bir kol muhteşem bir varoluştur,
inanılmaz savaşçı, cesur ve adanmış bir varoluş. Yarım ve eksik bırakılmış ne
kadar hayat varsa, bombalar, şarapnellerle parçalanmış ne kadar insan uzvu
varsa gizliden gizliye bir araya toplanıyoruz, bir ERKAM EVİ bulduk Halep
yakınlarında, orada gizli ve tehlikeli toplantılar yapıyoruz.
Beni de
kendilerinden saydılar, beni de yarım ve eksiltilmiş saydılar, biraz utanıyorum
yanlarında çünkü etimde açtığım yara ve çizikler çok önemsiz, ama olsun onlar
utanmamam için sık sık yaralarını gizliyorlar, kesik kollar, bacaklar, bedensiz
başlar, kafadan kopup kenara fırlamış kanlar içinde gözler bile bana sanki
tamamlarmış numarası yapıyorlar.
Anlayacağın buralarda toplanıyoruz.
Belki
biraz zaman alacak, ama o kadar derin bir inanç ile bağlıyım ki bu eksik,
kesik, kanlı kardeşlere, hepimizin bir bütün olması artık sadece anlara bağlı.
Bir şafak geliyor buraya doğru, hızla ve önlenemez bir şekilde, bir şafak
geliyor ve zamana aldırmadan, mekanlara aldırmadan, sınırlara aldırmadan,
isimlere aldırmadan her bir parçayı bir bütüne bağlayıp hepimizi tamlayacak,
her eksiğimizi giderip İsa’nın kesik kolunu taşıyacak bir omuz getiren bir
şafak.
Şimdi içinde senin de olduğun türküler söylüyoruz sık sık, sen diyoruz
ey sevgili, ey bizden parça parça alıp götüren, merhamet nedir bilmeyen
sevgili, ey güzeller güzeli, toprak rengine bürünüp bir vatan olan,
dağ/bayır/ova olan, sulak arazi ve amansız çöl olan sevgili…
Şimdi
Kürdistan dağlarından, Şam vahalarından, Bağdat’ın ışıl ışıl gecelerinden,
Kudüs’ün kanlı şafağından nazlı İstanbul’a, küskün Dersim’e, handiyse bir
yabancı olan güzeller güzeli Batum’a, her nerede düştüyse küçük İsa’mızın kesik
kolu oradan sesleyen sevgili…
Sana
aldırmıyorum,
Çünkü
ölüm ile korkutamazsın beni artık, ayrılık ile korkutamazsın beni artık, eksik
bırakmak ile, parçalamak ile korkutamazsın beni, artık bir kesik kol olarak,
parçalanmış bedenler olarak, akıl dışı acılar olarak var olabiliyoruz.
Bunları
aştık anlıyor musun; şimdi şafağı bekliyoruz, tepemizde patlayan her bomba ile
biraz daha çoğalıyoruz, matematiğini anlatmak biraz zor, aklın dışı biraz ama
gerçekten eksildikçe çoğalıyoruz, parçalandıkça bütünleşiyoruz.
Şimdi
Babil’de, Belh’te, Kesep’te şafağa dair, vatana dair ve sana dair türküler söylüyoruz
bütün bu kesik ve eksik uzuvlardan oluşan bir tek İNSAN olarak…
Bir
çığlık gibi, dağlarda gümleyen bir nara gibi türküler çığırıyoruz…
Mustafa
Ekici, 28.11.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar