"Seyahatler hayatınıza kısa,
tatlı birer molalardır. Bir seyahate başlarken ve biterken ki duygularınız, hayata
bakışınız çok farklı olur. Ve seyahat virüsü kanınıza bir girdi mi kolay kolay
çıkmaz."
Amerikalı
bir arkadaşım, emekli olduktan sonra Granada'ya yerleşeceğini söylediğinde
hayatımda bir insana bu kadar imrendiğimi hatırlamıyorum... O
hayalini gerçekleştirdi... Ben ise
onu ziyaret bahanesiyle bu güzel ülkeyi tekrar görme imkânı yakaladığım için
mutluyum.
İspanya
denildiğinde akla ilk Barcelona'yı ziyaret etmek gelir.
Kalabalıklarıyla,
mimarisiyle, tipik bir Akdeniz şehri oluşuyla, gece hayatıyla turistik Barcelona
hep ilk tercihtir. Ama
Madrid'in düzgünlüğü ve Endülüs'ün kültür mirası yanında deyim yerindeyse acemi
bir genç gibidir.
Endülüs'ü
ilk ziyaretimde çok gençtim. Gördüklerimin, beklentimin çok üstünde olmasının beni
resmen çarptığını hatırlıyorum. Sonrasında birkaç kez daha gittim. Hep aynı
mutluluk ve heyecanla...
Endülüs
turuna başlamanın en güzel yolu, seyahatinize Madrid'le başlamaktır. Zira
İspanya'ya gelip de Madrid'i es geçmek, bu şehre haksızlık olur. Endülüs'ün ilk
ipuçlarını da Madrid'de yakalamaya başlarsınız. Eğer 'Başkent Asaleti' diye bir
kavram varsa, Madrid bunu sonuna kadar hak eder.
Kraliyet Sarayı/Madrid
Asaleti
yanında, ritmi, dinginliği ve aynı zamanda enerjisi, havası, düzeniyle, her
gittiğim şehirde kendime sorduğum; "Acaba burada yaşayabilir miydim?" sorusuna, "Kesinlikle!!" cevabını verdiğim bir şehirdir Madrid.
Cervantes Heykeli/ Madrid
İspanyol
Meydanı civarı dar sokakları, güzel manzarası ve eşsiz zırh koleksiyonuyla
tipik bir Avrupa Sarayı olan Kraliyet Sarayı, dünyanın en iyi resim
koleksiyonlarından birine sahip Prado Müzesi, Picasso'nun Guernica'sını görebileceğiniz
Reina Sophia Müzesi, mudejar (mudehar) tarzı mimarinin en güzel örneklerinden
Las Ventas Arenası, meraklısına Santiago Bernabéu, Grand Via, tapas
restoranları vs... Hepsi Madrid mozaiğinin güzel bir rengi...
Las Ventas Arena/ Madrid
Her seferinde
düşünüyorum, açığını arıyorum; ama Madrid'de beni rahatsız eden hiçbir şey
bulamıyorum.Bunda kuşkusuz Madrid insanının muntazamlığının da etkisi var...
Ne de
olsa bir şehri güzelleştiren veya çirkinleştiren en önemli faktör, insanı değil
midir? Dubai'nin en ihtişamlı yerinde bir Arap'ın görgüsüzlüğü gözünüzün içine
içine girerken, Bosna'nın Anadoluvari küçücük bir şehrinde bir Bosnalı'nın zerâfeti
bu sefer o gözleri okşar.
Madrid'de
son gecemde Malasana'ya gidip şöyle bir şeyler atıştırmaya ve sonrasında bir
şeyler içmeye karar veriyorum. Restoranları, hareketli yapısı, satıcıları ve
vintage dükkanlarıyla farklı, tatlı bir yer Malasana.
Aklıma o
an Madrid'e ilk geldiğimde ziyaret ettiğim Palacio Gaviria adında, bugün
maalesef kapanmış olan mekan geliyor. 19 yy.dan kalma binasını, kırmızı
halılarını, yüksek tavanlı sarayımsı odalarını ve her salonunda farklı bir
Latin dansının çiftler tarafından zevkle sergilendiği bu müthiş gece kulübünü
unutmak mümkün mü?
Ruhunu,
karakterine bayıldığım bu şehre artık veda zamanıdır... Burada geçirdiğim 2
güzel günden sonra, artık sıra Avrupa'nın Kudüs'ü Toledo'dır. Avrupa'nın
Kudüs'ü derler, çünkü tıpkı Kudüs gibi, Toledo da surların içinde ve Tajo
Irmağı kenarında tarihi bir şehirdir.
Madrid'den
Toledo'ya ortalama 1 saatlik bir yolculukla varırsınız. Şehre girmeden önce
Toledo'nun karakteristik Şam işi denen 'Damascene' maden işlemesi el sanatının
yapıldığı hediyelik eşya dükkanına uğranılır. Alışveriş yapmasanız da, kültürü
tanımak açısından bu atölyeleri ziyaret etmek gerekir.
Toledo,
Endülüs Emeviler döneminde Müslümanların, Hristiyanların ve Musevilerin barış
içinde yaşadıkları ve kültürlerini nakşettikleri ve bugün İspanya
Katoliklerinin merkezi çok iyi korunmuş muazzam bir şehir.
Eski
Toledo öylece dururken, yeni şehir daha dışarıda bir yerde inşa edilmiş. Zaten
Toledo'yu Toledo yapan da bu. Birkaç yüz yıl öncesinin kıyafetlerini giyen insanları
görseniz yadırgamazsınız; dekor buna müsaittir.
Hatırlıyorum,
yıllar önce 'Gözlerimi de Al' isimli bir İspanyol filmine gitmiştim. Benim için
filmin sürprizi Toledo'da çekilmiş olmasıydı. Zira saplantılı bir kocanın
zulmüne katlanan kadının dramı, Toledo görüntüleri sayesinde beni daha az
etkilemişti.
Toledo'yu
sadece yürüyerek gezebilirsiniz. Şehre açılan kapılardan birinden geçip, belli
başlı ve geneli dini olan yapıları gezdikten yaklaşık 2 saat sonra, bir diğer
kapıdan çıkarak terk edersiniz...
Bu
şehirde hep kısıtlı sürelerde bulundum.. Bu sefer de bir sonraki durak 4,5 saat
mesafedeki Sevilla olunca yine acele etmek zorundaydım... Neyse ki kara
yolculuğunu çok seviyorum. Zamanım müsaitse, yolculuklarımda karayolunu
seçiyorum.
O
ülkenin küçük kasabalarını, köylerini, tarlalarını, ormanlarını görmek ve
kafanızda kıyaslar yapmak, mola yerlerinde durup marketleri incelemek -ki
İspanya'daysanız yollardan zeytinyağı almak- en az bir şehri gezmek kadar büyük
zevk...
Sevilla'ya
vardığımda artık akşam olmuştu... Otele eşyalarımı atıp, direkt katedral
civarına gittim.
Sevilla, (Arapça: İşbiliye) Guadalquivir Nehri kıyısında; dar
sokaklarıyla Yahudi mahallesi, eski camii-yeni ihtişamlı katedrali ve Emevi
medeniyetiyle, tapsaları, flamenkosuyla ile tipik bir Endülüs şehri...
En güzel
yanıysa, nüfusunun milyonu bulmasına rağmen, hala küçük bir şehir hissine
kaptırıyor olması ve görmeniz gereken her yere yürüyerek gidebilmeniz..
Sevilla
turunun klasikleri; 10. yy dan kalma bir Endülüs Sarayı olan Alkazar, Maria
Luisa Parkı, 1929 yılındaki Expo Fuarı için yapılan İspanyol Meydanı ve diğer
ülke pavyonları, Santa Cruz mahallesidir...
Sevilla Katedrali
Ama
tabii ki Sevilla'nın en gözde yeri, 104 metrelik kulesi (Eski minare) 'Giralda'
ile Santa Maria Katedrali'dir. Eğer vaktiniz varsa, Katedrali rahat 2-3 saat
sindire sindire gezer, güzel fotolar çekersiniz...
Bir
Müslüman olarak bu mekanları, dünyanın değişik yerlerinden gelen batılılardan
çok daha farklı duygularla gezersiniz. Habire o mazide kalmış İslam mabedinin
sanat izlerini ararsınız, ama bulmanız zordur...
Tarihin
en zalim çiftlerinden Aragon Kraliçesi İsabel ve Kastilya Kralı Fernando itina
ve zevkle bu izleri silmişlerdir. Yine de kafanızı kaldırıp minareyi ve
detaylarını incelerseniz aradığınız o izi az da olsa bulursunuz.
Sevilya'nın
dar sokaklarında dolanarak, küçük restoranlarında etrafı seyrede seyrede
yemeğinizi yiyerek gününüzün kalan kısmını çok güzel geçirebilirsiniz.
Ertesi
gün yine yola çıkma vaktidir artık... Seyahatinizin belki de en can alıcı
günü... Kordoba üzerinden Granada'ya gitme günü...
Sevilla-Kordoba
arası yaklaşık 130 km.dir... Kordoba- Granada arası ise 210 km. Elbette Kordoba
demek, yaklaşık 1300 yıl önce inşa edilmiş Mezqita (Camii) demek... Ama bunun
yanında Juderia da demek... Yani dar sokakları, beyaz evleri, İspanya'nın eski
sinagoguna sahip Yahudi mahallesi demek.
Bir
Pazar günü öğleye doğru Kordoba'ya vardığım için mecburen Pazar ayininin
bitmesini bekledim. Sıcak bir öğlen vakti olması dışında, bu benim için hiç
sorun değildi... Zira ayine gelen İspanyolların dini bir ibadeti
gerçekleştirmenin verdiği huzurlu yüz ifadelerini incelemek ve güzel
kıyafetleri içinde kol kola mabede giriş çıkışlarını seyretmek de hoş bir
zevkti...
Ayrıca
Juderia'da gezindim... Küçük dükkanlara uğradım, hoş avluları bulunan evlerin
kapılarından içeriye baktım. Her gittiğimde meşhur Casa Santos'unda bir çeşit
yumurtalı patates olan 'Tortilla de Patatas'ını yerim. Bu kez de adet yerini
bulsun deyip Casa Santos'a uğradım...
Ve sıra
Mezquita'da.... Endülüs turunun iki 'Highlight'ı vardır.. Birincisi Mezqita,
ikincisi ise Elhamra Sarayı.
Tamam;
Elhambra devasa bir başyapıt, bir şaheser, bir sembol, herkes için bir numara..
Ama bana sorarsanız Kurtuba Camii yani Mezquita bambaşka...
Hani
demiştim ya bir Müslüman olarak umutsuzca İslamın izlerini ararsınız diye... İşte
Mezqita'da onu fazlasıyla bulursunuz... Hatta yere çöküp secde edesiniz gelir. Bunu
yapanların başına ne geldiğini bilmezseniz bunu büyük bir mutlulukla yaparsınız
da...
İşte
bulunduğunuz ülkenin kuralları, oranın şu an bir Katedral olduğu gerçeğine
saygı vs... Mezquita İspanyolca "Câmi' demek. Şehir halkı bu yapıya
katedral olmasına rağmen hala Mezquita diyor.
Kurtuba
Kurtuba
Camii'nin inşaatına 785'de başlanıp çok kısa sürede bitirilmiş. 1236 yılında da
katedrale çevrilmiş. Beni Kurtuba Camii konusunda cezbeden detay ise yapıya
müthiş bir derinlik hissi veren 850 adet sütunu ve onların kırmızı kemer şerit
dekorları...
Hani
resimler vardır dikkatli baktığınızda bambaşka şekiller gördüğünüz...Kurtuba da
öyle...
Sütunlara daldığınız zaman, kafanızda farklı şekiller belirmiş gibi
olur bir an...
Ve evet
burası bir Hristiyan ibadethanesi artık, sütunlar arasında gezerken gözünüze
çakılan koskoca bir altar, bu gerçeği yüzünüze vurur...
Mezquita'dan
çıkmadan önce son bir kez dönüp avluya ve minareye bakıyorum... İçimden câmiyi
yapanlar ve yaptıranlar için bir Fatiha okuyorum. Ve çok az yer için geri
dönebilme duası ederim ben. Bu duayı her seferinde Kurtuba'dan çıkarken de
ederim, yine ettim.
Artık
Granada için ayrılma vakti.. Nerdeyse tamamı uyuyarak geçen bir yolculuktan
sonra Siera Nevada'nın eteklerine kurulmuş dingin, huzurlu Granada'ya
varıyorum.
Tam 4
yıl sonra, Amerikalı arkadaşım Di tüm yaşam enerjisiyle karşımda... Yaşı benden
büyük, ama enerjisi beni ikiye katlayan bu kadın, bana her zaman iyi gelmiştir.
O gece Granada'nın en ünlü restoranlarından Arrayanes'e gidiyoruz. Bizi
restoran'ın Fas asıllı sahipleri ve Di'nin yakın arkadaşları Mustafa ve Brahim
karşılıyorlar.
Mustafa
bana hemen Tayyip Erdoğan'ın restoranını ziyareti sırasında çektiği resimleri
gösterip ona olan hayranlığından bahsediyor. Arrayanes Fas mutfağını tatmanız
için güzel bir seçenek. Zaten şehir Fas asıllılarla dolu.
Ertesi
gün Elhamra'ya girebilmek için sabah erkenden bilet kuyruğuna girmem
gerekiyordu. Normalde biletler internetten satılıyor ve benim gideceğim gün
online biletler tükenmişti. Bu durumda erkenden gidip bilet almanız gerek. Yaklaşık
1 saat bekledikten sonra biletimi alabildim.
O gün
benim için müthiş bir gün olacaktı. Elhamra'yı görme, aşığı olduğum Paella'yı
yeme ve beni benden alan Flamenco'yu seyretme günü... Yani güzel bir gezi
finali...
Paella
Öğlen
için Granada'nın belki de en iyi paella restoranı olan La Paralla'ya gittik. La
Paralla ara sokakta mütevazi bir yer. Ama paellası bugüne adar yediğim en
iyisiydi. Paella yiyecekseniz mutlaka geniş bir zamana ihtiyacınız var... Hem
pişmesi zaman alır, hem de keyfini çıkara çıkara yavaş yavaş yemeniz gerek...
Ve
öğleden sonra Elhamra Sarayı... Beni Ahmer Devleti, sarayın temelini 1237'de
atıyor ve şehir İspanyollara geçene dek çeşitli ilaveler yapılıyor. Bu
ilaveler İspanyol Krallığı sırasında da devam ediyor.
Elhamra Sarayı/ Endülüs
Bugün
gezilebilen kısmı nereydese tüm sarayın beşte biri. Hem sarayı, hem de
karşısındaki Generalife'i (Heneralif okunur) veya Cennet-ül Arif'i gezmek için
enerjiye ve mutlaka spor ayakkabılara ihtiyacınız var. Özellikle Nusred
Sarayları (Elçiler Sarayı ve Aslanlı Avlu) ve 5. Karl Sarayı en güzel
yerlerinden.
Endülüs'e
gitmeden Endülüs mimarisi (Moorish style) hakkında kısa bir şeyler okumak,
gördüklerinizi anlamanızı kolaylaştırması açısından tavsiyemdir. Özellikle
Elhamra 'Kaligrafi Sanatı' açısından bir başyapıttır.
Elhamra
içten olduğu kadar, özellikle gece uzaktan manzarası da çok güzel. Bunun için Granada'da Sacromonte bölgesine
veya Albaicin'e gidip çok güzel resimler çekebilirsiniz.
Granada'dayken
şansıma bir protesto da denk geldi. İnsanlar gayet medeni bir şekilde toplanıp uzun
bir süre Kralı protesto ettiler, slogan attılar ve dağıldılar.
Granada'da Bir Protesto
Ortamda
ne gerginlik, ne toz duman, ne de stres... Bizdekileri de düşününce...
Ve akşam
Flamenko zamanı. Bazı dansları içinizde hissetmeden, duygusal olarak müziğe
bağlanmadan yapamazsınız. Ve kimi dansların müthiş bir disiplin ve ruhi
konstantrasyon gerektirir.
İşte Flamenko böyle bir dans. Ben bir Joaquin Cortes
hayranıyım. Flamenkoyu da onu sayesinde sevdim.
Granada'da
da Venta Los Gallos bu işi en iyi yapan yerden birisi. Mağaradan bozma bu küçük
salonlarda, bence İspanya'nın en güzel flamenko dansları sergilenmekte... Hayranlık
duymamanız mümkün değil.
Seyahatler
hayatınıza kısa, tatlı birer molalardır. Bir seyahate başlarken ve biterken ki
duygularınız, hayata bakışınız çok farklı olur. Ve seyahat virüsü kanınıza bir
girdi mi kolay kolay çıkmaz.
Dilerim
ki, isteyen herkes çok güzel seyahatler nasip olur..
Yeni
gezilerde buluşmak dileğiyle...
Nehir Nil,
14.01.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Sonsuz Ark'ın Notu:
Fotoğraflar Nehir Nil tarafından çekilmiştir. Seçkin Deniz, 14.01.2015