6 Şubat 2015 Cuma

SA1139/TG91: Bir Neocon- Brookings Analizi: İsrail ve Değişen Orta Doğu I

Sonsuz Ark'ın Notu:
İsrail'e ve İsrail ile birlikte ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Çin, Suudi Hanedanı ve  Katar dışındaki Körfez Emirlikleri'nin birlikte çalışmasıyla kan gölüne dönen Orta Doğu'ya dair neocon bir perspektifle yapılan aşağıdaki çeviri (analiz), İsrail, Türkiye ve Orta Doğu'ya yönelik gelecek projeksiyonları için önemli neocon ipuçları içermektedir. 
Seçkin Deniz, 06.02.2015


İsrail’in Orta Doğu ortamındaki ilişkilerinde karmaşa ve belirsizlik hâkimdir. İsrail’in milli güvenlik gündemini Arap ve Müslüman dünyadan kendisine yönelen düşmanlık belirler. Geçen 66 yıllık süre zarfında İsrail, iki Arap komşusuyla barış tesis etmek ve birkaç Arap devleti ile normale yakın ilişkiler kurma noktasında Arap düşmanlığı ile örülmüş duvarı yıkmayı başarmıştır. Fakat Arap-İsrail çatışması ve özelde Filistin meselesi hala varlığını korumakta ve bu çatışmaya güçlü ve kararlı bir muhalif olan İran da dâhil olmuş bulunmaktadır.

Ülkenin kimliği, bölgedeki yeri ve sahip olduğu rol, Batı Şeria’nın geleceği ile ilgili daha özel meseleler ve İsrail’in Filistinliler ile arasındaki ilişkiler üzerine süre gelen tartışmalar, İsrail’in politikalarını ve ulusal söylemini belirleyen faktörlerdir. 2015 Mart ayında gerçekleşecek olan İsrail seçimleri öncelikli olarak temel sorunlara yönelik bir referandum olarak görülmektedir.

Politika ve idarenin birbirinden ayrılması son derece zordur. Görünüş yanıltıcı olabilir. Hâlihazırda seçim kampanyası sosyo-ekonomik sorunlar üzerinde odaklanmış görünmektedir. Netanyahu tarafından yönetilen şu anki hükümete ve potansiyel sağ-kanat koalisyona karşı esas meydan okuyan taraf, başını Isaac Herzog ve Tzipi Livni’nin çektiği “The Zionist Camp” (Siyonist Karargâh) partisidir. [Herzog ve Livni] Filistinlilerle bir barış sürecine şiddetle karşı çıkmakta fakat bu sırada İsrail halkının sağa doğru kaydığının da farkındadır. Ayrıca Labor Party (İşçi Partisi) içinde gerçekleşen önseçimler, sola meyilli bir aday listesinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Fakat şu anki kampanya yönelimi ne olursa olsun seçimlerden sonra yeni hükümeti her kim kurarsa öncelikli olarak Filistin meselesi ve ülkenin karşı karşıya olduğu ulusal güvenlik sorunları ile yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Değişen Orta Doğu Sistemi

Orta Doğu bölgesel sitemi sürekli bir değişim halindedir. Yerel huzursuzluklara, bölge içi çatışmalara ve süper güçlerin yarışına sahne olan bölgede hiçbir zaman istikrar sağlanamamıştır. Sömürgecilik çağı sonrasının erken döneminde ortaya çıkan görünüme bakacak olursak;

Soğuk savaşın iki ana karakteri yerel ittifaklara önem vermektedir; Türkiye ve İran tarafından oynanan roller sınırlandırılmıştır; Araplar arasında bir dizi çatışma ortaya çıkmıştır, bu çatışma temelde Sovyetler Birliği tarafından desteklenen radikal, devrimci rejimlerle, Batı yanlısı ılımlı/muhafazakâr rejimler arasında gerçekleşmektedir ve bunların yanı sıra süregelen bölgesel İsrail-Arap çatışması görülmektedir.   

Bu görünüm 1970’lerden beri aşamalı olarak değişim göstermektedir. Önceki yüzyıllarda bölge, Pers ve Osmanlı imparatorluklarının hâkimiyeti altında kalmış olsa da bu imparatorlukların mirasçısı olan devletler, yirminci yüzyılın büyük bölümünde bölge ilişkilerinde sınırlı bir role sahip oldular.

İran, 1979’da gerçekleşen İslam Devrimi’nin ardından birdenbire Orta Doğu siyasi arenasında merkezi bir role sahip oldu. Benzer şekilde, Erdoğan’ın iktidara gelmesi ve bunun sonrasında Türkiye’nin Avrupa merkezli politikalarından vazgeçerek güneyinde ve doğusunda bulunan yakın komşularına odaklanan bir dış politika izlemesi onu Orta Doğu’da 21.yüzyılın önemli bir politik aktörü haline getirmiştir.
 
Bu iki etkin ve güçlü aktörün çekişmeye girmesi bölge politikaları üzerinde derin bir etki oluşturmuştur. Büyük ve yoğun nüfuslu, Arap olmayan iki Müslüman devlet olan İran ve Türkiye, sahip oldukları İslam anlayışının Arap dünyasında yayılması için çaba sarf ermektedir. Her iki devlet de kendi yöntemleri ile bölgede hâkimiyet sağlamaya çalışmaktadır.

Erdoğan’ın Arap dünyasının en popüler lideri vizyonu ve Türkiye’nin “İslamî Demokrasi” için model ülke olarak görülmesi (2008-2011 yılları arasında bu görüş zirvedeydi) hayal kırıklığı ile sonuçlanarak yerini Irak ve Suriye gibi yakın komşularla daha mütevazı bir menfaat ilişkisine ve Müslüman Kardeşler ile Hamas’ın desteklenmesine bırakmıştır.

İran’ın (bölgeye yönelik) arayışları ise daha sürekli ve hırslıdır. İran sadece hegemonya arayışında olan bölgesel bir güç değil aynı zamanda bölge siyasetini dönüştürmeye ve bazı Orta Doğu ülkelerindeki statükoyu değiştirmeye çalışan devrimci bir rejimdir.

Amerika, 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Birinci Körfez savaşındaki kazanımlarıyla ve Arap-İsrail barış sürecine başarılı katkısı sayesinde Orta Doğu’da daha önce görülmemiş bir etki ve prestij sahibi olmuştur. Bununla birlikte 2000’lerin başlarından itibaren Washington’un bölgedeki pozisyonu ve Orta Doğu’ya bakışında değişimler yaşanmaktadır.

Irak ve Afganistan’daki başarısız savaşlar, Arap dünyasında demokrasinin teşvik veya empoze edilmesi noktasında (biri Cumhuriyetçiler diğeri de Demokratlar tarafından) gerçekleştirilen iki girişimin başarısızlıkla sonuçlanması, İsrail ve Araplar ve daha özelde İsrail ve Filistinliler arasında yeniden tesis edilmeye çalışılan barış sürecinde yaşanan başarısızlık, Orta Doğu petrolünün Amerikan ekonomisindeki öneminin azalması, Arap Baharı kapsamında reformcular ve İslamcılar arasında bir uzlaşı sağlanamaması ve Suriye’de yaşanan savaş karşısında takınılan kayıtsız tutum bu değişim ve dönüşümü etkileyen faktörlerdir.

Tüm bu gelişmeler bir araya geldiğinde Amerika’nın bölge üzerindeki menfaatleri ve sahip olduğu etkide bir azalma olduğu algısı ve gerçekliği ortaya çıkmaktadır.

ABD, İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı bir koalisyon oluşturarak gruba karşı gerçekleştirilen hava saldırılarına öncülük etmiştir, fakat Washington’un Orta Doğu’daki krizlere yönelik olarak yer birliklerini görevlendirmeye artık gönüllü olmadığı kanaati, bölgede ve ABD’nin bölgedeki konumu üzerinde önemli bir etki oluşturmuştur.

Geçen beş yıl içerisinde gerçekleşen olayların- özellikle Arap Baharı ve ardından yaşanan kaosun-bölgesel politik sistem üzerindeki etkilerinin son derece önemli olduğunu belirtmeye şüphesiz gerek yoktur.

Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’in durumları an itibariyle kritik olarak tanımlanabilir. Suriye, düşman bölgesel koalisyonlar arasındaki dolaylı savaşlara sahne olmaktadır. İslam Devleti’nin (IŞİD) hızlı yükselişi-belirsiz hale gelen Suriye Irak sınırının her iki tarafında kontrol altında tuttuğu büyük bir alan ve diğer cihatçı grupların yanı sıra oluşturduğu tehdit nedeniyle- bölgede bulunan devletler için olduğu kadar uluslararası sistem için de büyük bir mesele haline gelmiştir. 

Bu şartlar altında Orta Doğu’da “bölgesel bir düzenden” bahsetmek son derece zordur. Durumu tarif etmek için bölgesel bir “düzensizlikten” bahsetmek belki daha uygun olacaktır. Soğuk Savaş ve Arap Soğuk Savaşı dönemlerine ait organizasyon prensipleri ve yukarıda bahsettiğimiz görünüm artık görülmemektedir.

 Şu an Orta Doğu’da geçerli olan paradigmayı tanımlamak için dört adet bölgesel eksene işaret etmek faydalı olacaktır:

 1. İran ve İran’a bağımlı güçler: Irak rejimi (sınırlı derecede), Beşar el-Esed liderliğindeki Suriye rejimi ve Lübnan’da bulunan Hizbullah;

2. Türkiye, Katar ve Müslüman Kardeşler ile Gazze Şeridi’nde yer alan Hamas gibi devlet niteliği taşımayan aktörler;

3. Ilımlı/muhafazakâr devletler-Suudi Arabistan ve Körfez’de yer alan müttefikleri, Abdulfettah el-Sisi yönetimindeki Mısır, Ürdün, Fas ve Cezayir;

4. İslam Devleti (IŞİD), el-Kaide ve bölgede onunla bağlantılı gruplar tarafından oluşturulan cihatçı eksen.

ITAMAR RABINOVICH, Middle Esat Memo, Sayı 34, Ocak 2015

Tamer Güner, 06.02.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 


Metnin Orijinali:


Seçkin Deniz Twitter Akışı