22 Mart 2015 Pazar

SA1229/KY25-NO1: "Küvet Thinks" ya da Soyadıma İhanet...

"Yazının kılçığı aklımıza geldi gelmesine de ne yazısı yazacağız? Akıl yazısı mı, fikir yazısı mı? Ciddi bir yazı mı yazacağız, güldürük mü olacak? Sanat mı ister okuyucum, yoksam muhabbet mi?" 


Yazmak ya da soyadıma ihanet etmek!.. Eskiler iki kulak, bir ağız bağlamında sık sık yinelerler bu lakırdıyı: "İki dinle, bir söyle!" diye... Peki bunu yazma düzleminde düşünmeye kalkarsak ne gibi bir orantı çıkar ortaya? "Yani kaç okumaya, kaç yazmak?" şeklinde bir soru ortaya atılabilir sahipsiz bir çocuk gibi! 

Cevap hazır galiba. İki göze bir el düşüyor. Yani iki kere okuyacaksın, bir defa yazacaksın. Bu hem doğru, hem yanlış bir cevaptı, eskiden. Doğru, çünkü kalemle yazdığımızı var sayarsak, aynı anda sadece bir elimizle yazabiliriz. Tabi yazmadan önce iki göze; beyindeki loblar arasında yönetim kurulu toplantısı hararetiyle geçen bilgi alış verişinin, kalbimizin de olurunu aldıktan sonra fikir haline gelmesi işlemlerinde kaç tane organımızın işbirliği yaptığını eklersek denklem de değişir, denge de...


Yani uzun lafın kısası gibi bir laf burada: "Çok fırın ekmek yiyip pardon çok kitaplar okuyup, anladıktan sonra yazmak gerekir" şeklinde ifade edilebilir, pek de güzel bir cümle oldu laf aramızda.

(Laf aramızda bu denklemin gözle okunup, elle yazılan zamanlar için bir kıymet-i harbiyesi vardır, Korkmayın buradaki "Harbiye"nin sizin bildiğiniz, belki de bilmediğiniz harbiye ile pek alakası yoktur." Kıymet-i Harbiye" burada "Yazar" tarafından sizlere Osmanlıca'ya ne kadar hakim olduğunu göstermek yani hava atmak- buna hava basmak da deniyor bu günlerde- için kullanılmıştır.)

Nerede kalmıştık? laf aramızda diyorduk evet.. Sahi bu lafın ikide bir aramızda ne işi var yahu? Ajan mı lan bu aramızdaki laf? Yaa aramızdaki lafı da ta nerelere getirdik? Haa yeni yetmeler için lafın söz anlamına geldiği gibi bir lugat hizmetini de ekleyelim. Ehh, artık bu kıyağımızı da unutmazsınız.. (Bu durumda yazı tekniği açısından nerede kalmıştık sorusu buraya iyi oturur ya; şimdilik kalsın, başka yerde kullanırız. Bizde cümleye istemediğin kadar yer var nasılsa!...)

Evet; iki gözle okuyup, düşünüp taşınıp, fikir üretip, üretilen fikrin topluma yararlı olacağı gibi bir kanaate vardıktan sonra bu fikirlerin kalem gibi kutsal bir "elif"le, hem de tek elle yazıya döküldüğü çağlarda geçerli olan denklem artık modern tabirle demode oldu. Yani artık geçerli değil bu denklem. Çünkü denge bozuldu çok yönlü biçimde. 

Bir kere yazmak için gözle okumak değil, gözle görmek, bakmak revaçta bu ara. Öyle akıl, izan, mesuliyet, muhakeme, muhasebe gibi özelliklerin beyin loblarındaki merkezini zorlama derdi tasası zaten yok. Üstüne üstlük iki göze tek el denklemi, iki göze on parmak daktilo(!) teknolojisi ve bilgisayar tuşlarının dayanılmaz hafifliği pardon kolaylığı!.. Tabii ortalıkta elini sallasan yazardan geçilmez oldu bu durum da..

Neymiş matbaa Osmanlıya 400 sene geç gelmişmiş. Bazı ahmaklar zannederler ki; hattatlar işlerini kaybetme korkusundan engellemişler matbaanın gelmesini asırlarca. Esas sebep ise; iş korkusundan ziyade yazma eyleminin erdemsiz, fikirsiz ve sorumsuz ellerin eylemi haline geleceğini öngörmüşler asırlar öncesinden elleri öpülesiler. 

Direnmişler; yazmak gibi okumanın bilmeyi, bilmenin fikir sahibi olmayı, fikrin arkasından kendine has çileyi doğurduğunu bildikleri için..İşte bu fikir çilesinin "yazı" haline gelmesi gerektiği bilincinde olan hattatlar engellemeye çalışmışlar yüzyıllarca, kırılası ellerin eline geçmesin diye rotatifler, bobinler... Fikrin değerinin "fikrin namusu" kavramıyla sembolleştiği devirlerden, fikir kabusu, fikir kabızlığı yaşadığımız devirlere geldik yaza yaza...Yoksa kışa kışa mı demeliydik?

Buradan yazmadan önce çok okumanın gerektiği gibi bir düz mantık ürünü bir sonuç çıkarılmamalıdır. Okumanın fikir haline gelmesi, insanoğlunun yediklerinin ona yararlı kan haline gelmesi gibi bir süreçtir aslında. Nasıl günlerce aç kalan bir insanın, abur cubur önce çorba, en sona tatlı gibi en genel manada sofra adabına riayet etmeden bir haftalık açlığı bir öğünde bastırmaya kalkışması, yediklerini üstten ve altan çıkarması sonucunu doğurursa; okuma eylemi de aynen yemek gibi adabına uygun ve vücuda kan yapacak isabette doğru tercihler, seçimler yapılarak, hazmedilecek, özümsenebilecek sıklıkta ve yoğunlukta olmalıdır, ki; dürüst bir beyin ve sorumlu bir yüreğe sahipse okuyan kişi, "fikirkanı " üretilebilsin. Aksi takdirde kanlı veya kanallı(!) fikrin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır... Tabi bu kavramları fikir kelimeleri ile yan yana getirmek ne kadar doğru olur ayrı mesele.

Bu kadar bilgiçlik ve ukalalıktan sonra neden yazmadığımızın fundamental sebeplerine bir nebze de olsa parmak basmış olduk galiba. Ama esas sebep ise az sonra.. Malum, yıllardan beridir hayatım roman gibi laflar ettiğimizi duyan dostlar, sen de yaz kâbilindan yoğun faşizan baskılar yapmakta idiler ise de -havan batsın- biz "Kaleme ve Kağıda andolsun" diyen bir Kitab'ı okumaya, anlamaya ve yaşamaya gayret eden yamultulmuş bir nesiln son kırıntılarının savrulmuş son Mohikanları olarak; yıllardan beri konuşma orucumuzu hep çığlıklarımıza eşlik eden gözyaşlarımızın tuzu ile bozageldik...Yani susma hakkımızı kullandık asırlarca. Susarak konuştuk asırlarca çığlık çığlık!..

Öyle bir yazmalıydık ki; anında bir çığlık gibi aşmalı idi mesafeleri, kıtaları, dağları tepeleri. Öyle üç beş kişinin okuyacağı ceridelerde yazmak yakışmazdı şanımıza!! Daktilo çıktı es geçtik, bilgisayar çıktı bekledik. Dediler üstad, İnternet neyim bir şey vardır, buradan efelensen taa Amerikalardan duyulii...Herkes haberdar olmakta yüksek fikirlerinden internet aracılığıyla, (Haşa huzurdan Cebrail gibi bir şey galiba bu İnternet) mesajını kıtalar arası, okyanuslar aşırı ve anında iletir bir şeydir bu. Biz de dedik madem öyle gelmiştir yazmanın sırası.. Bizim şanımıza da bu yakışırdı...

"Yazalım yazmasına da ne yazacağız?" sorusu geldi oturdu gündemin orta yerine.  

Düşündükce de soğuk soğuk terler döküyorum. Kışa mı geldik? O kadarını biliyoruz di mi? Derken günler günleri,  kovaladı, az gittim uz gittim dere tepe düz gittim, bir de baktım küvetteyim. Tabii siz denizdeyim dememi beklediniz değil mi? Yok öyle yağma! Gökyüzünün taksitle görülebildiği apartuman medeniyetinde insanın hayal yolculuğu ancak kovboy küvetinde biter. Bizim ki de öyle oldu.

Nihat'ın "One Man Show" unu okurken gülmekten göbeğimin inip çıkmasının oluşturduğu dalgalardan taşan köpüklerin eşliğinde yazımın kılçıkı (omurgası) bir şimşek gibi çaktı kafamda. 

Şimşeğin şiddetinden deprem dalgaları(tsunami) gibi dalgalar oluştu küvetin içinde. Neredeyse bir kaşık suda, pardon bir küvet suda çıkan fırtınada boğuluyorduk.. Neyse lafı lastiklemeyelim. Neden yazımın omurgası, iskeleti gibi laflar etmedim de yazımın kılçuğu dedim, diye sorarsanız; ee siz de sormayın canım! Hem size ne kardeşim, o benim meselem!.. Neyse, Nihat'ın güzel hatırı için lazca bir terminoloji kullanmışımdır burada yazı kılçığı gibisinden. (Yok valla sabunu düşürmedim, kim çıkarıyo la bu dedikoduları?)

Yazının kılçığı aklımıza geldi gelmesine de ne yazısı yazacağız? Akıl yazısı mı, fikir yazısı mı? Ciddi bir yazı mı yazacağız, güldürük mü olacak? Sanat mı ister okuyucum, yoksam muhabbet mi? 

Yoksam hepsini birden mi? Gerçi bizde hepsinden gani gani var!! Bir ara aklım fikrim iyice azmıştı "Akıl-fikir dolum istasyonu/tankstellesi" kurayım dedim, sonra öğrendim ticaret odası/İHK böyle bir meslek olmaz deyince vaz caydım. İnsanda kabiliyet ve kapasite çok olunca böyle şaşırır kalır ne yazacağız diye!.

Olsun bu seferlik biz de hepsi birden çift film oynatırız. Maksat insanlık olsun, ahali yüksek fikirlerimizden -burada zirve fikirlerimiz daha iyi giderdi galiba- istifade etsin icabında. Aslında bu mevzular çok su götürür pardon sayfa bitirir diyecektim. O yüzden hepsini birden boca edip canım okuyumcumu akıl fikir komasına sokmayalım.. 

Onlar yukarıdaki akıl fikirleri reçeteye uygun bir şekilde okuyup (iki gözle) fikir ishaline tutulmadan, fikir istihsaline koyula dursunlar, haftaya ben onlar için turfanda fikirler bulur gene gelirim..


Naim Okur, 22.03.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İronik Felsefe

Seçkin Deniz Twitter Akışı