13 Mayıs 2015 Çarşamba

SA1319/TG118: ABD Seçim Reformundaki Paradoks-II

Sonsuz Ark'ın Notu:
George Friedman, gölge CIA olarak bilinen Stratfor'un direktörü ve  "ABD kendisini Tepedeki Ev (City On The Hill), dünyaya bir örnek olarak görmektedir." diyen biri. İlginç olan her seçim döneminde Türkiye'deki beyaz benzerleri gibi Friedman'ın da 2016 seçimlerinden önce seçim sistemini çok ahlâkî bir formda irdeliyormuş gibi görünmesi. Mevcut seçim sisteminin temel dayanaklarından biri olan Seçiciler Kurulunu eleştiriyor Friedman: "İlkel bir kurum niteliğinde olan Seçiciler Kurulu, kurucuların halkın isteklerinden hâlâ korktuğunun bir kanıtıdır." Oysa CIA ya da Pentagon bu seçim sistemi sayesinde Dünya'yı 'Para'nın Efendileri'nin istediği gibi dizayn etti. Tepedeki Ev varlığını bu seçim sistemine borçludur. Aşağıdaki analiz, "Varsa eğer bir eleştiri onu da biz yaparız" retoriği ile kaleme alınmıştır ve dünyayı bir süre daha manipüle etmeye yöneliktir.
Seçkin Deniz, 13.05.2015

The Paradox of America's Electoral Reform

"Amerikan seçim süreci boyunca dünya bir öz eleştiri ve kendi kendinden nefret söylemine şahitlik edecek"

Patron Sistemi Çöküyor

1972 senesinden başlayarak, Richard Nixon’un Başkanlığından itibaren ABD, politik patronların yer aldığı sistemden uzaklaştı. Bu, her seviyedeki önceliklerin genişletilmesi sayesinde gerçekleşti.

Patronların adayları seçmesi ve onları kontrol etmesi yerine, doğrudan demokratik seçimler yoluyla adaylar belirlenmeye başladı. Her seçim senesinde seçmenler ilk önce adayları daha sonra da memurları seçecekti. Zamanla bu politik sistemin gücü zayıflayarak yerine seri halinde yapılan seçimler geldi. Kurucular bu türden bir demokrasi istemiyordu ancak parti patronlarına da açık bir şekilde karşıydılar.  


Bu değişim öngörülemeyen iki sonuç ortaya çıkardı. Birincisi politik süreçte paranın öneminin aniden artmasıydı. Eski sistemde sizi desteklemeleri için patronları ikna etmeniz gerekiyordu. Bunun için zaman ve çaba gerekiyor ve çeşitli vaatlerin verilmesine ihtiyaç duyuluyordu fakat çok fazla miktarda para gerektirmiyordu. Ulusal seçimlerden ayrı olarak birincil sistem altında nerdeyse tüm eyaletlerde önseçimler gerçekleştiriliyordu. Adaylar, her eyalette kendi örgütlerini kurarak seçmenlere hitap etmek zorundaydı. Bu yüzden her bir eyalette kurulacak örgüt ve yapılacak reklamlar için büyük harcamalar yapmak gerekiyordu. 

Patronların yolsuzlukları engellenmişse de paranın merkezi konumu güçlenmiş ve politik sistemdeki yolsuzluk tiplerinde değişim ortaya çıkmıştı. Patronlara hizmet eden yolsuzluk, bağış toplayan kişilerin tarafına geçmiş ve hala sürmekteydi. Reformcular, yapılan bağış miktarına sınır getirmeye çalıştılar ancak bu noktada iki gerçeği görmezden gelmişlerdi. Birincisi, birincil sistemdeki başkanlık son derece pahalıydı, çünkü 50 eyalette halka mesajların iletilmesi için bir servet gerekiyordu. İkincisi de yapılan bağışlara binaen hükümeti etkileme arzusunu dizginlemek son derece güçtü. Bu durumda yapılan bağışların iyilik için gerçekleştirilmesini ümit etmek gerekiyordu. Reformlar, yolsuzlukların şeklini değiştirse de onu ortadan kaldıramamıştı.

İkinci öngörülemeyen sonuç ise politik kutuplaşmanın kurumsallaşmasıydı. Parti Patronu hırslı bir insan değildi, ama önseçimlerde sandığa gidenlerde bu hırs görülüyordu. Amerikan seçimlerindeki katılım oranları her zaman düşüktür. Kurucular hafta sonu yerine seçimleri Salı gününe, yani işe gidilmesi, çocukların okuldan alınarak akşam yemeği vs. yapılmasının gerektiği bir güne koymuşlardır. Kurucular tarafından politik hayat, özel hayattan daha az önemli olacak şekilde dizayn edilmiştir ve özellikle ara seçimlerin ve önseçimlerin olmadığı zamanlarda ikisi arasındaki rekabeti özel hayat kazanma eğilimindedir.

Önseçimlerde oy veren insanlar genellikle tutkulu taraftarlardır. Genel seçimlerde seçmenlerin en büyük bölümünü oluşturan merkez ise tutkulu insanların bulunduğu bir yer değildir. Çocukların ödevleri onlar için daha önceliklidir. Tutku her iki tarafın kanatlarında görülür. Bunun anlamı şudur; önseçimlerde sadece iki tip aday kazanabilir. Birisi aşırı derede iyi fonlanmıştır ve kanatlarda görülen tutku onları fonlamayı daha da önemli hale getirmektedir. Diğeri ise ideolojik anlamda bağlanılan kişidir. 

En yüksek bağışı yapanlar en tutkulu seçmenle yüz yüze gelir ve yarış, merkezin para ile ikna edilip edilemeyeceği noktasında yapılır. Genellikle bunun cevabı hayırdır. Sonuç olarak kanatlar, bir partideki azınlığı oluşturmalarına rağmen önseçimlerde genellikle genel seçimlerde sorun yaşayan adayları seçerler. Onların bakış açısıyla prensiplerden vazgeçildiği takdirde kazanmanın hiçbir anlamı yoktur.   

Tüm bunlar aynı şekilde Temsilciler Meclisi ve Senato’daki seçimler için de geçerlidir. Şu an ortak paydada birleşme halinin, hiçbir zaman olmadığı kadar az olduğu söyleniyor. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum fakat diğer tarafla işbirliği yapmaya yönelik cezalar veya merkeze yönelmenin cezası oldukça yüksektir. Bu durumda başarılı olabilecekler sadece merkezden uzaklaşmak için yeterli paraya sahip olanlardır. Bu da son derece zordur. Sonuç olarak herkes önseçimlerde uçlara yönelirken genel seçimlerde merkeze doğru koşacaktır. Reformlar ikiyüzlülüğü kurumsallaştırırken marjinal grupların gücünü artırmıştır. Bununla birlikte parti patronlarına karşı da başarı elde edilmiştir.    

1972’den beri ABD’de Ronald Reagan, Bush’lar, Bill Clinton ve Barack Obama başkan olarak seçilmiştir. Bunların, patronlar tarafından belirlenen liderlere ne kadar benzediği noktasındaki kararı okuyucuya bırakıyorum. Bununla birlikte ombudsman sisteminin nasıl bozulduğunu tartışmak istiyorum. Patronlar, yozlaşmış nitelikleri sebebiyle seçmenler ve işverenler ile hükümet arasında bir ara yüz işlevi görebilirlerdi. Patron sisteminin çökmesinin İtalyanlar, İrlandalılar ve Yahudilerin topluma entegrasyonunu kolaylaştırırken, Siyahîler ve Hispanikler için ise zorlaştırdığını düşünüyorum.  

Burada patronları romantize etmek istemiyorum. Biz, hepimiz onlar olmadan çok daha iyiyiz ve onları yeniden hayata döndüremeyiz. Seçimlerimizin neden bu kadar uzun sürdüğünü, niye bu kadar çok masrafa yol açtığını ve parti kanatlarının neden yasama ve yürütme ile ilgili gündemlerini açıklamaları gerektiğini ifade etmeye çalışıyorum. 

Amerikan Seçimlerinin Jeopolitiği

İşin bir de jeopolitik tarafı bulunuyor. Küresel gücü yönlendiren dâhili politik süreç her zaman jeopolitik bir meseledir. Liderlerin seçimine yönelik yapı ve metot, hükmeden lider tiplerini şekillendirir ve bir ölçüde hükümetlere uygulanan kısıtlamaları tayin eder. Stratfor’un kullanımıyla jeopolitik, uzun vadede liderlerin arzuları ve özellikleri üzerinde fazla bir etkiye sahip değildir. Bunun sebebi, liderlerin küresel gerçekliklerle sınırlandırılmış olmasıdır. Bunun bir diğer sebebi de gücün ele geçirilmesi ve elde tutulması için neler yapılması gerektiğinin dâhili politik süreçler tarafından belirleniyor olmasıdır. Bu dâhili politik süreçlerin kökeni kişisel olmayan güçlere dayanmaktadır.    
   
Uzun süreden beri kurucuların politik vizyonu ile sürecin gerçekliği arasında devam eden bir mücadele vardır. Parti patronu, garip bir şekilde temsilci hükümet prensibinin uygulamaya geçmiş haliydi. Aynı zamanda yolsuzluğun ve anti-demokratik davranışın da bir sembolüydü. Onun ortadan kalkması kendi yolsuzluğunu beraberinde taşıyan birincil sistemi ortaya çıkardı. Daha da ötesi sistematik olarak merkezin gücünü sınırlandırırken en fazla ideolojik özelliğe sahip olanı güçlendirdi. Gerçekleştirilen her reform, yeni bir yolsuzluk formu ve yönetime yönelik bir sorunun ortaya çıkmasına neden olur. Sonuçta herkes gerçeklik tarafından tuzağa düşürülmüştür fakat gittikçe bu tuzağa girme süresi uzamaktadır.  

Bu durum sadece ABD’ye özgü değildir fakat örüntüde farklılıklar görülür. Yüzyıllar boyunca Amerikan hükümeti göçlere göre şekillenmiş ve kurucular tarafından şuurlu bir teorik inşa sürecine tabi tutulmuştur. Ülke, boş bir beyaz sayfa gibi görülmüştür. Cumhuriyeti değiştiren reform dalgaları uygulanırken öngörülemeyen sonuçlar ortaya çıkmıştır.  

Amerikan politik sisteminin niye bu şekilde çalıştığını ortaya koyabilmek için Watergate sonrası reformların öngörülemeyen sonuçlarını açıklamaya çalıştım. Fakat belki de en önemli nokta hükümetin yeniden şekillendirilmesinin ABD’nin sahip olduğu hükümetin çeşidine bağlı olmasıdır. Diğer ülkeler daha az manevra sahasına sahiptir ve belki de bu yüzden daha az sürpriz görülürken başarı standartları da daha düşüktür. Politik partilerin oluşumu, kurucuların gayelerine karşıdır çünkü seçkin sınıfın ötesindeki politik yapılanma, hükümet mantığından kaynaklanmaktadır. Sistem sayesinde politik patronlar yükselmiş ancak aynı zamanda stabil hale gelerek yozlaşmıştır. Watergate sonrasında gerçekleştirilen reformlar, yozlaşmanın doğasını değiştirirken aynı zamanda politik hayatın yapısında da değişime neden olmuştur. Bu ikinci değişim, ABD’nin şu anda mücadele etmekte olduğu esas meseledir.    

Çin, Rusya ve Avrupa da bu noktada mücadele etmekte fakat kendi kültürlerinden kaynaklanan problemler nedeniyle bu mücadele farklı yollarla ve farklı uçlara doğru gerçekleşmektedir. Amerikan kültürüne bağlı problemin kaynağı reform yapma isteğidir. Bu istek bir yandan iyi bir özellik iken diğer yandan Amerikan hükümetini sıkıştıran bir mengene özelliği taşımaktadır.

George Friedman, 10 Mart 2015, Stratfor

ABD Seçim Reformundaki Paradoks-I


Tamer Güner, 13.05.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 

Çevirenin Notu:
Parti Patronu (Party Boss): Politik bir partide oylamaları kontrol eden ve atamaları dikte eden, yolsuzluk yapma özelliği ile karakterize olmuş lider. 

Orijinal Metin:
https://www.stratfor.com/weekly/paradox-americas-electoral-reform

Seçkin Deniz Twitter Akışı