"Yazgım
kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar
cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."
“Cinayet
etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı
seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı
Yahya
BÖLÜM BİR
1
“Kemuşin..
kemuşin.. meşlaşin.. meşlaşin.. meşlehşin.. meşlehşin.. kerubin kerubin..
cerubin cerubin.. tubin tubin eylin hüve..”
Büyük
dedemin adı Mazerin idi, onun babasının adı Kemtamin, onun babasının adı
Kasveretin, benim babamın adı Taykel.
Cinler
padişahının oğluydum. Cinler padişahının Oğluyum.
Annemin
adını anımsamıyorum. Ablamın adı Necmi idi. Kimseler bilmiyor kimliğimi. Niçin
sakladıysam? Saklamamı kimler istediyse.. kime uyduysam..
Kimseler
bilmiyor soyumu ve soyumun ne denli kindar olduğunu. Ah.. Ve işte bu
bilgisizlikleri başlarına geleceklerinin hesabını yapmalarını engelliyor.
Bilseler bana bu yaptıklarını kat be kat fazlasıyla ödeyeceklerini reva
görürler miydi? Elbet görmezler. Görmezler. Görmeyeceklerini biliyorum da.. ne
yapsam! Bir haber alınırsa.. yani birileri bir ulaştırabilse.. hatta ben.. ulaştırsam
mı?.. ne yapsam acaba? Bağışlasam mı? Bağışlayayım mı?
“Bağışla
evladım! Onlar cahil.. onlar pervasız.. sen onlara uyma.. gebe kadınların
doğmamış çocuklarına acı.. gözleri açılmamış kedi yavrularına.. bağışla
evladım.. bağışlamak senin soyunun şanındandır. Bilirsin!”
Yağ
çekiyorsun.. evet.. yağ çekiyor pohpohluyorsun beni.. aklınca soyunu
kurtaracaksın.. yok böyle olmuyor.. böyle olmayacak.. tıpkı bir soytarı gibi
yaltaklanıyorsun.. demek sonunda seni bana soytarı kıldılar.. anladınız mı
yoksa.. öğrendiniz mi gerçek kimliğimi.. demek pişman oldunuz.. şimdi
yumuşatmak için sıvadınız kolları öyle mi?
“Bağışla
yavrum.. senin gönlün merhamet otağıdır.. en merhametlisi sensin yeryüzünün..
bağışla onları ve beni.. bağışla bizi!”
Diyelim
bağışladım. İşte affettim her birinizi.. ama.. hani.. hala durumumda bir
değişiklik yok. Hala bu zindanda dört dönmekteyim ve sizin de eyleminizde
eylemlerinizde bağışlamama karşın bir değişim, dönüşüm yok.. hala açmadınız
kapıyı.. hala kilitli üzerime..
Ne yana
dönsem aynı.. hadi bağışladım.. işte bağışladım.. neden açmıyorsunuz kapıyı
hala.. bakın üşüyorum.. titriyorum.. artık dayanamıyorum.. bu karanlık
korkutuyor.. evet alıştı gözlerim, ama korkuyorum işte.. bir çıkış yolu
olmalı.. bağışlamam da mı yetmiyor.. iyi ama cin taifesinin hışmını göz ardı
ettiğinizin farkında değil misiniz? Bakın demedi demeyin, gök kubbe yıkılır
başınıza kala kalırsınız.. yok böyle olmayacak.. böyle olmayacak..
“Bağışla
evladım.. bağışla bizi.. önce beni bağışla.. herkesten önce beni bağışla..
unutma sana öğrettiklerimi.. hiç aklından çıkarma.. yoldaş kılarsan öğrettiklerimi
ayağın sürçmez.. düşmezsin.. her daim dinç olur yüreğin.. sıkılmazsın.. her
dara düştüğünde ferahlatır sana öğrettiklerim.. yeter ki unutmayasın.. unutma
beni.. ilk önce beni bağışla yavrum.. unutma..”
Sahi
Hani bir Behlül vardı.. seslensem duyar mı, sövüp saysam ya da?.. mahsusçuktan.
Gerçekten sövülmeyeceğini bilirim. O kadar da yaban değilim. Çarpar beni.. elim
ayağım yamulur.. ağzım bir tarafa kayar gözlerim bir tarafa.. ama mahsusçuktan
sövsem.. Hani Harun kızdırmıştı. Kardeşi. Hani Behlül demişti bir şadırvanda
temizlenirlerken abi kardeş:
“Bir
saati bin saat.. bin saati bir saat eden..” ve gülmüştü abi Harun bu söze. Ve
kardeşi Behlül sert sert, dik dik bakmıştı Harun’un yüzüne.. ve Harun ayak
yoluna girmişti de bir kapı çıkmıştı karşısına.
Ben
içimden demiştim:
“Sakın
açma o kapıyı.. sakın adımını atma o eşikten!” demiştim de duyuramamıştım
sözümü. Ve Harun açıp kapıyı atmıştı adımını. Sonra kendini bir çöl ortasında
bir kadın olarak bulmuştu. Ve bir çobana rastlamıştı. Çoban ona zorla sahip olmuştu.
Yedi yıl karılık yapmıştı.
Yok! Ben
kadınlığa heves ederek bunu istiyor değilim. Behlül bana da bir kapı açsa
burada diyorum! Sövüp saysam.. o da dik dik baksa bana ve bir kapı olsa sırtımı
verdiğim şu duvar. Ve o kapı Evladdalim yurduna açılsa.. çöle açılsa.. hani
sövsem mahsusçuktan..
“Sakın
ha! Yamulur ağzın.. her bir organın bir yana kayar.. ayakta durmakta bile
güçlük çekersin.. bak demedi deme!”
Anlamaz
mı mahsusçuktan sövdüğümü.. o kadar mı anlayışsız?
“Sus..
günaha giriyorsun budala!”
İlmek
dolanmak üzere boynuma.. yağlı ilmek geçmek üzere boynuma.. günah neydi Medaha
Yenge? Ben unuttum her birini öğrettiklerinin.
*** ***
***
Tanrı
üzerine ant içerim ki kimseyi gözetlemedim. Kimseye istemediği hiçbir şeyi
yapmadım. Ne yaptıysam istendiği için.
Ne yaptıysam “Buyruğumdur!” sözü kulağımda küpe olduğu için. Küpelerimi
severim.
“Bak bu
kulağına küpe olsun! Sakın yabana atma!” denilen ne varsa her birini küpe
yaptım kulağıma ve asla yabana atmadım. Her biri elimin altındaydı. Kim ne
zaman buyruk verse hemen küpelerime bakardım. Hah! İşte bu! Der gösterirdim.
Hiçbir küpemi kulak ardı etmedim. Edilmesine fırsat vermedim. Kime ne zaman
lazım olduysa hemen ortaya çıkardım küpelerimi.. kıskanmadım kimseden.. analık
avucu gibi olmadım.. var’a yok demedim. Dememi isteyenlerin sözlerine kulak
vermedim. Dayak yedim. Yılmadım. Kırbaçlandım yine taviz vermedim. Hiçbir
kınayıcının kınamasından çekinmedim. Şu ana kadar direndim. Ve işte direneceğim.
Direnişimi kıramayacaksınız. Kıramayacak hiç kimse! Kırılmayacağım. İnatsa evet
işte söylüyorum inat.. bir inat tanrısı kesileceğim. Ve korkmayacağım bundan.
Korkutamayacaksınız.. korkutamaz hiçbir tehdidiniz.. hiçbir tehdidinize pabuç
bırakmayacağım. İşte söylüyorum bırakmayacağım.
Ve fakat
sen başka çakır gözlü.. sen aklıma düşünce akan sular duruyor. Dereler
kısırlaşıyor. Dereler akarlıktan çıkıyor. Sen başka çakır gözlü.. sana karşı
koyamıyorum.. karşı koymanın anlamını unutuyorum. Sen aklıma düşünce her şeyi
unutuyorum.. her şeyi.. kendimi bile.. evet kendimi bile unutuyorum sen aklıma
düşünce.. sen çakır gözlü.. sen.. ah sen.. bütün bunlar elbet senin yüzünden.
Sana direnemeyişimden.. doğru söyle kız.. büyü mü yaptırdın? Sedye hala mı
yetişti imdadına.. Medaha Yenge yapmaz.. dünyada yapmaz.. dünyaları bağışlasan
yine de yapmaz.. ama Sedye Hala zayıftır.. azıcık bir yalvarışa karşı koyamaz..
indirir yelkenleri.. kesin ona yanaştın ve yapacağını yaptırdın. Avucunun içine
aldın böylelikle.. bak nasıl da çıkardım foyanı meydana.. ya!
Benden
gizlemek o kadar da kolay değildir Hanım Efendi.. artık anlamış olmalısın! Hala
anlamadıysan aklına tüküreyim! Aklına tükürdüğümün şırfıntısı.. beni kıytırık
iki adamla eş tutarsın demek? Demek beni it peşinde koşanlardan sanırsın?
Onlarla bir sayarsın.. utanmadan.. sen de hiç ama hiç utanma arlanma yok mu
kuzum? Sen nasıl bir insansın ya! Kanına işlemiş hayınlık senin.. oysa ne çok
gözetirdim seni.. hem sere serpe oluşundan ötürü de değil.. bak namet çarpsın
ki değil.. ama sende görecek göz duyacak yürek nerede? Onlar eksik.. bir çok
fazlalığına karşın eksiklerin öylesine pahada ağır şeyler ki..
Bir
bilsen.. ah bir bilebilsen.. sezebilsen ya da.. ah bu çaresizlik.. ah
sözcüklerim!
*** ***
***
Sözcüklerimi
çaldılar. Daha on yaşlarındaydım. “Evladdalim” derlerdi kabilemize.
Konargöçerdik. Taş binalar bilmezdik. Düşler kurardım konduğumuzda bir akar su
kenarında..ya da bir vahada.. ablam -daha on dört yaşındaydı- Necmi'yle
birlikte bir akşam develeri sağmış dönerken yitirdik yolumuzu.
Yolumuzu
yitirttiler. Hecin develerin üstünde yüzleri nikaplı süvariler alaca kuşlar
gibi kaptılar bizi. Yerden kestiler ayaklarımızı.. ablamın haykırışları çölün
içinde yankılandı, dağıldı, un ufak oldu ufalandı yitti. Sustum ben. Sustum,
başımı bastırdım devenin hörgücüne. Yumdum gözlerimi. Yumdum. Saray dedikleri
bu taş binada buldum kendimi. Ya da hepten kaybettim. Dedim ya çaldılar
sözcüklerimi.
Artık
umurumda değil, diye düşünüyorum. Hem olsa ne olur ki? İşte çaldılar sözcüklerimi.
İşte çalındı sözcüklerim. Ve fakat inadına direniyorum. Kulağımda kar suları
birikmişti ve dümeni kırık – ya da bozuk- her hangi bir deniz taşıtı gibi
yalpalıyordu insanlık ve bireyler ve yığınlar ve toplumlar ve henüz ava
çıkmıştım. Avdan hevesimi daha almamıştım. Gündüzleri benden büyüklerle ava
çıkar, geceleri develeri sağmak için ablama eşlik ederdim. Yazgım kadınlara
eşlik içinmiş bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde
daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey.
Daha on
yaşındaydım. Deveden indirip adına kalyon dedikleri bir taşıta bindirdiler.
Adına mahzen dedikleri yere indirdiler. Rengi benim gibi olan niceleriyle
birlikte bir deniz bineğinde, deniz bineğinin mahzeninde uzun upuzun sürdü
yolculuğum. Ben hep susuyordum. Sanki sözcüklerimin çalınacağını biliyormuşum
da o yüzden susuyormuşum. Ağlaşanlara inat, ağlayıp inleyenlere inat sustum.
Gözlerimi yumdum. Gözlerimi hep yumdum.
“Bunun
eli-yüzü düzgün saraya gönderelim..” dedi biri birine, o biri benim dilimde
seslendi bana, tekmelemeyi unutmadan:
“Hadi
bahtın açıkmış..elin-yüzün görünüşün düzgün seni saraya göndereceğiz!” dedi
gülerek.
Çalınan
sözcüklerimin peşinden gelmişim buraya kadar. Gelmiştim. Ve yeniydi SUNUM’un
geri çevrilişi. Birazdan cellada teslim edileceğim. İşte öfkelenirim. İşte
kızar-bağırır-köpürürüm sanılmıştı. Yanıldılar. Sanılar yanıltıcıdır zaten,
yine de umursamazdım. Ve hatta umursamadım. Tıpkı hayalarım burulurken
çığlıklar savurup ve fakat umursamadığım gibi. Birazdan, alınan erkekliğim
–yıllar önceydi, yirmi yıl önce, daha on yaşındaydım- gibi başımı da alacaklar.
SUNUM geri çevrilmişti. SUNUM’un geri çevrileceğini bilemezdim ki. Tıpkı
çocukluğumun çalınacağını bilemeyişim, sözcüklerimin çalınacağının aklımın
ucundan bile geçmeyişim gibi.
Herkesin
“HERŞEY” konusunda yargıda bulunduğu, bir başka anlatımla “HERŞEY”in efendimiz
Kara Ağamız Ömer beyin uslamlamasına uygun tanımlanmaya çalışıldığı ve işte bu
tavrın dayatıldığı bir ortamda SUNUSU GERİ ÇEVRİLEN BEN, yani sözcükleri çalık
“her şeyi” yeniden tanımlamaya kalktım.
Bir
dilim olsun istedim yani. Düşler kurayım istedim. Sözcükler olmadan düş
kurulamıyor ki.. sözcükler olmadan düş kuramazsınız ki. Düşlerim olsun istedim.
Tıpkı çölde olduğu gibi. Tıpkı başımı ablam Necmi’nin dizlerine dayayıp gözlerimi
yıldızlarla aydınlık göğe diktiğim zamanlardaki gibi. Ya da bir su kenarına
konduğumuz zamanlardaki gibi. Başımı Hürrem’in dizlerine dayayıp düşler kurmak
istemiştim.
Yok!
Başımı alıp dizlerine yatıran oydu. Ama yalan söyledi. Ben sustum. Bizi öyle
yakaladıklarında, gözlerimi yıldızlarla aydınlık göğe dikmiş kendi yıldızımı
ararken bastıklarında bir daha kaçırılmış oldum. Bu kez kaçıranların yüzleri
nikaplı değildi. Ve hecin develer üstünde değildi hiç biri.
Ömer Ağa
entarimden tuttuğu gibi havaya kaldırdı. Silkeledi. Bir tekme de iki göz iki
çeşme olan Hürrem’e indirdi. Hürrem ablam Necmi gibi yapmadı. Bana seslenmedi
kendisini kurtarmam için. Ağa'ya sığındı. Efendimiz görmek istememiş olsaymış o
zaman görürmüş.. sustu.
Karanlıkta
gözlerinin ışıldadığını gördüm. Sevinçtendi. Ömer Ağa o bakışlardan taşanı,
yansıyanı anlasaydı, bir anlayabilseydi benim değil onun kellesini alırdı daha
orada. İki eliyle de değil. Tek eliyle bir güvercinin boynundan farksız boynunu
sıkar biruh düşürürdü çimenler üstüne. Çimenler.
Yalnızdım.
Güneş çoktan batmıştı. El-ayak çekilmişti. Cırcır böceklerinin sesleri, gül
kokuları serseme çevirmişti. Kırk merdiveni indim. Taşlığa çıktım. Kendi
yıldızımı, on yaşında kaybettiğim yıldızımı belki bu kez görürüm umudu yer
etmişti içimde. Belki hem kendi yıldızımı hem ablamın yıldızını görürdüm bu
kez.
Bir
akasya ağacının altına oturdum. Ağlıyor muydum? Bilmiyorum. Ablam kendi
yıldızına “SUNDAR” derdi. Bakındım. Bakındım. Ne benim ne ablamın yıldızı
SUNDAR yoktu. Yıldızlarımızı da çalmış olmalıydılar. Sinsi bir ayak sesiyle
fırladım oturduğum yerden. O gelmişti. O dikilmişti yanı başımda. Sinsi sinsi
gülüyordu. Başımı öne eğdim. “Ne yapıyorsun burada? Yasak değil mi size?” başım
önde. Sustum. "Sözcüklerimin çalındığını söylesem anlar mı?" diye
kurdum. “Ne diye susuyorsun?” diye yüksek sesle sordu bu kez. Soruşunda bir art
niyet vardı. Sanki birilerine duyurmak istermiş gibiydi. Kısık bir sesle –ki
uygun sözcükler arıyordum o suskunlukta- “Çimleri sayıyorum” dedim.
“Çimleri
sayıyorum!”
Ben bunu
bir düşte rengi benim rengim olmayan bir erkeğin kendi renginde bir kadına, her
ikisi de çırılçıplak yere uzanmışken söylediğinde duymuştum. Kadın erkeğin
karnına koymuştu başını ve erkek kadının saçlarını okşuyordu. Kadın gülerek “Ne
yapıyorsun öyle?” demişti. Ve erkek “Bahçenin çimlerini sayıyorum!” demişti.
Kadın gülmüştü. Kahkahalarla gülmüştü.
Nefesim
kesilmişti “Çimleri sayıyorum!” dediğimde. Hürrem de güldü. Tıpkı o kadın gibi.
Düş değil miydi? Düşle bir gerçeği mi karıştırıyordum yoksa. Katıla katıla
gülüyordu. Yaklaştı. İyice yaklaştı. Yakamdan tutup ağacın altına oturttu.
Elimden tutuyordu. Ben titriyordum. İstemiyordum. “Benim çimleri mi saymak
ister misin?” diye fısıldadı.
Yumdum
gözlerimi. Hecin develerin yüzleri nikaplı süvarileri belirdi nazarımda.
Yumdum. Görmek istemiyordum. Daha on yaşındaydım. Daha hiçbir heves doğmamıştı
içimde. Yumdum. Yumdum. O fısıldıyordu. Elimi kaçırmıştı benden. Elimden
olmuştum. Sözcüklerimden olduğum gibi, kabilemden olduğum gibi.. çölümden,
vahamdan, yıldızımdan olduğum gibi.. göz kapaklarımı daha bir bastırdım.
Sözcüklerimin, ablamın, yıldızımın ve şimdi de elimin acısını bastırmak için
daha bir güçle bastırdım. Bastırdım.
Çaresizdim.
Çaresizliğimin tanığı aşinası olduğum aydır. Yıldızımın yoldaşı yıldızlardır.
Bir sorsalardı. Sormayı düşünselerdi. Akledebilselerdi düşünmeyi sorarlardı.
Ben yıldızımın, sözcüklerimin peşindeydim. Bunu bilmezlikten gelişlerini
anlıyorum ve umursamıyorum. Hem umursasam ne olur? Bin dilim olsa anlamı ne
kendi dilimden uzakta?
Ya
erkekliğim.. daha on yaşındaydım. Hiçbir heves doğmamıştı içimde henüz. Hiçbir
heves filizlenmemişti. Ablamın saçlarımı okşayıp anlattığı öyküler henüz
öyküden öte bir şey değildi. Ben o öyküler üzerine ne düşler kurardım halbuki.
Şimdi yine kurabilirdim. Ama sözcüklerimi çaldılar. Erkekliğimi çaldıkları
gibi. Birazdan, sabah ezanları okunmadan başımı da vücudumdan çalacaklar, bir
yağlı urganla koparacaklar bedenimden.
Bütün
bunlar bir düş mü? Çimlerini sayıyorum! Bu muydu asıl gerçek?
“Benim bahçemin çimlerini sayarsan söylemem
kimseye buraya indiğini.. hem yalnız bu mu? Ya geçen hafta efendimizi
gözetlediğini.. gördüm seni, gördüm işte! İnkar etme! Ben de seni gözetliyordum
sen onları dikizlerken.. ellerinle yaptıklarını..dilinin dudaklarında
gezinişini.. onları sorma!”
Cemal Çalık, 15.05.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman