"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."
“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya
BÖLÜM BİR
3
Ve işte ne?“Efendim? Vildan hanım mı? Yaka numarasını biliyor musunuz? Ya! Peki hangi bölümde olduğunu? Onu da bilmiyorsunuz.. olmadı şimdi! Burası başlı başına bir dünya efendim! Burası başlı başına bir kainat sultanım! Biraz beklerseniz.. durun! Hah işte! Efendimiz Vildan diye birini tanıyor musunuz? Ömer Bey'in gözdesi mi? Oldu efendim! Fırçalar mı? Onlar tamam. Bir eksiği yok.. bir ikisinin değiştirilmesi gerekti. Evet.. ben de buyurduğunuz gibi yaptım.. teşekkürler efendim.. ömrünüze duacıyım.. peki efendim.. onlara bir sorun bayan! Ha ne diyordunuz.. burada kimse tanımıyor Vildanı.”
İşte düştüm ellerim acıdı.
Ve işte acıdı dizlerim. Ağlardım ağlamasına ancak fırsat bulamadım.
Ve işte oklar yağıyordu başlarına çocukların ve kocamışların ve onlar da fırsat bulamadan bağırmaya-ağlamaya öldüler. Ve işte baş uçlarında ağlıyor anneleri; dudaklarıyla çocukların kana bulanmış yanaklarını temizliyorlardı çocukları ölen anneler ve ölüm kusan süvariler ellerinde hurma şarapları dolu tulumlar ve kurutulmuş deve eti yorgunluk atıyorlardı işte ve işte dinlendiklerini söyleyen acılı bir anneydi. Ölüm kusanlar dinleniyorlardı ve gülüyorlardı dinlenirken.. demek öldürme eylemi de yoruyormuş insanı ve güldürüyormuş..
“Aşçı ne pişirelim diye soruyor Ömer beyim.. efendim! Velinimetim.. sözcüklerimin güvencesi!”
“Ne pişirirse pişirsin! Böyle saçma sapan şeyler için rahatsız etmeyin dedim kaç kere! Niye dinlemiyorsunuz? Ayağınızı denk alın kara mastık!”
KARA MASTIK! Yani ben!
“Söylediklerimi işittin mi Suat bey?”
SUAT BEY! Yani ben!
Suat bey! Bana dedi.. yandım! Hep beni ileri sürerler.. ya!
Ya “Buyurun taşlığa!” deseydi.
Moğol saldırısı mı kazak saldırısı mı ne bir saldırı sonrasıymış işte.. TAYIN yokmuş. Evde pişermiş ekmek. Ve fakat işte un yokmuş.
Sabahın ilk ışıklarından itibaren değirmen önlerinde kundaklı kadınlar beklermiş. Vermeyecekleri şey yokmuş BİR EKMEK için.
Açmış çocuklar. Yatalak kadınlar, yatalak erkekler, ihtiyarlar açmış. Bayramdan bayrama görürlermiş şekeri. Öyle anlatırmış dedesi oğluna, oğlu da kızına anlatmış, kızı da bana.. ben de birilerine anlatmış mıydım? Ve oklar, mancınıklar yağıyormuş insanların başına. Yoruldum!
Ve işte yorulmuştum. Yüzme dersinden yeni döndüm.
Yüzme dersinden yeni döndü ve işte ellerini başına götürürken birileri görmüştü ve adamın elleri – ya da kadının elleri- başının üzerinde asılı kaldı. Ve hala orada duruyor olmalı.
“Efendim! Bütün bunlar yanlış bir sanının çıkarsamaları olmalı.
Kanıtlamasına kanıtlamaya hazırım ancak kapı kilitli ve anahtarı bulamadım bir türlü. Kulunçlarım sızlıyor.. ve işte merhamet dilencisine çıkmış bir adla kalakalmışım yer yüzünde.
“Arı sütleri geldi mi?”
“Evet efendim!”
“Mutfağa niye gönderilmemiş?”
“Bu-i sibler?”
“Sevgi hanımla göndermiştim!”
“Hımm..”
“Serma’yı bulun taşlığa gönderin!”
“Efendimiz Sevgi demek istediniz herhalde?”
“Be bunak!”
BE BUNAK. Yani ben.
“ Ben ne dediğimi bilmez biri miyim? Ayağını denk al kara mastık!”
Sus. Yum gözlerini. Açma ağzını. Sus. Diz çök.
“Baş üstüne efendimiz!”
Git. Kırk merdiveni in. Dur.
“Serma orda mı? Ömer bey taşlığa uğramasını söyledi. Evet! Ben de üzüldüm.. yazık oldu!”
Sözcüklerim çalındı. Birlik olup çaldılar sözcüklerimi. Sizler kanıksamış olabilirsiniz ve işte görüyorum ki kanıksamışsınız. Tavsayan gönül maceralarınızdan kaynaklanabilir kanıksayışınız ve fakat ben, yani SUNUSU GERİ ÇEVRİLEN “KARA MASTIK” hiçbir edimimi tavsatamam. Ve işte sıkı sıkıya bağladım kendimi.
Ve işte yine sesler: “Annecim! Oohhahh!” bir kırbaç böyle sesler buldurur insana. Rengi fark etmez. Kadın erkek tüm insanlara buldurur bilinmedik sözleri.
Ve işte geliyor sesleri rahimlerde sıkışmış dölüt sesleri.. kulaklarımı tıkıyorum. Utanıyorum. Ve ağlıyorum.
Vildan!
Vildan duymuyor.
Mahmuut!
Mahmut duymuyor!
Anneee!
“Efendim yavrum!”
Annem duyuyor sesimi.. saçlarımı okşuyor ve bastırıyor göğsüne başımı, kalbimin çarpıntısını dindirmek istercesine.. kalbim göğsümden fırlayacak gibi.
“Konuşmazsan bununla ciğerlerini parçalarım! O deliği sen mi açtın?”
Bağırışlarını duymuyorum. Bir delikten görünen nedir ki böylesine öfkelendirmiştir tüm evreni? Bir delik ne gösterebilir ki? Bir aslan tavşan önünde diz çöküyorsa görenin ve deliğin suçu ne bunda? Bir delikten ne görünebilir ki? Bir delikten ne kadar ne yansıyabilir ki? Bunca öfke duvardaki bir delik için mi şimdi? Ben tıkarım. Elimden dülgerlik de gelir. Her bir deliği tıkarım yoksa ustanız.
“Konuşmazsan bununla bağırsaklarını dökerim!” bağırışlarını duymuyorum.. annemin sesi bastırıyor tüm sesleri.
Kanıyor mu? Diyor bir ses, hı hı! Diyorum. Dudak büküyor. Başını sallıyor, nasıl olur? Der gibi. Aslında ben de şaşmıyor değilim.. bende de akacak kan varmış hala! Boğup karartacakları ana kadar da olacak her halde. Kan dışarı çıkınca utancından kızarıyor sanırım. Yoksa içerde rengim gibi kara olmalı.
Koltuk altlarında gözler belirmişti ve fakat görmek için kollarını hep havada tutması gerektiğini anlamamıştı. Ya da ayrımsayamamıştı bu gerçeği. Davul mu çalmak gerekti ille de?
“Medaha yenge! Medeha yenge korkma! Benim ben.. ben Suat.. kuşlar konmuş onları kaldırıyorum.”
Kuşlar konar damlara ve süzülür ardından kediler! Sinsice sokulur kediler.. dişlerini geçirirler savunmasız vücutlarına kuşların.
Kuşlar kedilerin kursağında. Kediler köpeklerin.
Köpeklerin tasmaları var elmas taşlarıyla süslü. Ve sevinç ne için?
Medaha Yenge ablam gibi sarıp sarmalamıştı burada beni. Rengi rengimden olmasa da kucağına almıştı. “Ah benim kara böceğim! Kara güzelim!” demişti. Kim ağlattı seni? Demişti. Derdi. Onu da kediler ağlatırdı. Bir kuşları vardı sevdiği bir de ben. Bir kuşlar severdi onu bir de ben. Kedileri kuşlarından uzak tutmam için hiçbir şey dememişti ama ben kedileri kovmayı iş edinmiştim onca iş arasında. Kedilere taş attığım için kaç kez kulağımı çekmişti Efendimiz Kara Beyimiz Ömer Ağa. Kedilerin dokunulmazlığını bir türlü anlayamamıştım. Hani kuşlar olsa neyse. O ötüşleri, o sevinçle kanat çırpışları, günü coşkuyla karşılayışları.. ya kediler.. sinsi. Tıpkı hecin deve süvarileri gibi.. onlar da kanlı tıpkı onlar gibi. Ne isterlerdi kuşlarından Medaha yengenin? Biri kuşları kurtaran olmalı değil miydi? Ablam kendisini kurtarmam için bağırdığında ben çaresizdim. Ama şu kediler karşısında niçin çaresiz kalmam istenirdi ki? Bir kuş kanatları olsa da pençeli biri karşısında ne yapabilirdi ki? Hele bir de kanatları işe yaramaz kılındıktan sonra.. sonra efendim ben ne yapabilirdim ki? Hani çölde olsam işim kolaydır. İstediğim yola sapabilirim. İstediğim yönü yeni bir yol diye belletirdim Sezerin’e. Hoş belletmeme gerek de yoktur. Elleri olsa “çölü avucunun içi gibi bilir” derdim. Ama elleri yoktu işte. Ve kuşları sırtına vururdum kedilerin dünyada bulamayacakları yerlere götürürdüm. Buna gücüm yeterdi. Çöl buna fırsat verirdi. Böylece bir tek kuşun canı yanmazdı. Korku içinde dar kafesleri daha da dar kılmazlardı kendilerine. Hani çölde olsam işler kolaylaşırdı. Şimdi değil. Hele şu an hiç değil. Ben de işte bir kafesteyim. Nasıl kovabilirim ki sinsilik zırhına bürünmüş kedileri? Yok benim kedilerle bir alıp veremediğim yok! Onların bütün derdi kuşlarlaydı. Benim derdim de Medaha Yenge'yle.
Yalvarırdı:
“Aman göz kulak ol kuşlara! Sakın Kara Ömer’in şu mendebur kedilerine göz açtırma!” derdi. Hatta çoğu zaman ağlamaklıydı sesi. Eh.. bu durumda siz olsanız ne yapardınız? Azıcık merhamet olan yüreğinde ne yapardı bu durumda? Benim yaptığımdan farklı mı olurdu yapacağı? Hayır!
İşte söylüyorum:
“Bin kere hayır!”
“Aferin benim yüreği merhamet dolu kara böceğim.. aferin!”
Aferin alsam da.. işte fırsat vermemiş olsam da.. birinden biri kapar kuşları. Yok! Kuşlara göre değil bu şehir.. bu konak.. bu saray.. hem kediler olmasa de değil! Bak işte şu kuş.. nasıl atmış beti benzi.. nasıl solmuş.. bu şehir, bu konak yüzünden.. bu kafes yüzünden.. kediler olmasa da içlerindeki sevinç ölür. İşte kanatları var.. ama.. gidecek yerleri yok besbelli.. bir işe yaramıyor bu yüzden kanatları.. belki de düşünemediklerinden.. belki onların da çalınmıştır sözcükleri.. kim bilir?
<<Önceki Hasırlı Sonraki Hasırlı>>
Cemal Çalık, 28.05.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman