"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."
“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya
BÖLÜM BİR
6
“Dıt.. sus! Şimdi kulağını iyice bana ver.. bir sorduğumu bir daha sormam! İlk soru: insanlara alışmış, insanların kendisinden yararlandığı şeyler?”
“Kaç harf?”
“Altı!”
“Dilimin ucunda.. şeyy!”
Dillerinin ucunda olur hep. Tam söylemek üzeredir. Bir boşboğaz çıka gelir, söker alır dilinin ucunda olanı: EVCİL.
“Aferin.. biraz geç oldu ama.. yine de aferin. Hemen şımarmak yok ama.. ikinci soru: uyumlu, uysal, uyan!”
“Kaç harf?”
“Her defasında kaç harf diye sormalı mısın?”
“Sayılarına göre yerleştirdim sözcüklerinizin her birini hafızama.. başka türlü kalmıyor aklımda. Sayılarınız iyi bir avcı.. kaç harfti?”
“Beş!”
“Hayallah.. çarşısı bile vardı.. reisiülküttabın damadının bir iş yeri bile vardı orda..”
“Limanda mı?”
“Yok! Yok külliyenin karşısında!”
“Selekler..”
“Tamam işte: SELEK.”
“Küstah şey.. sen yanıt vermedin ki.. böyle uyanıklıklar istemem bir daha.. ayağını denk al!”
Yaşam karartan Vildan.
Yanımda olman gerekmez miydi? Elbet yanımda olmalıydınız!
Yanımda olmalısınız!
Şırfıntı sen de!
Hepiniz şırfıntısınız işte!
“Üçüncü soru: Parazit!”
“Kaç harf?”
Halksınız efendim? Gerçekten kaşınan benim! Bütün bu olup bitenlerin olması için çaba gösteriyor, sonra da sızlanıyorum! Olacak iş mi? Daha biraz önce ikaz etmiştiniz “Kaç Harf?” diye sorma diye? Ben ne yaptım? Ne yapıyorum? Uyarlarınızı, binler özür, ikazlarınızı dikkate almıyorum. Elbet hakketmiş oluyorum bugünkü falakayı. Siz zahmet buyurmayın efendimiz. Ben taşlığa kadar gider, falakaya yatacağımı gerekli görevlilere iletirim. Onlar da istemeyerek de olsa görevlerini yerlerine getirirler. Hoş ilmek geçirme işi kadar sevimli değildir falaka. Yorucudur! Hem kurbanın bakışları da asap bozucudur. Oysa ilmek öyle mi? Kurbanın gözlerini görmezsiniz. Arkasında durursunuz. Gözler fal taşı gibi mi açılmış? Yerlerinden fırlayacak gibi mi olmuş? Göğsü bir körük gibi kabarıp inmiş mi? Bunları görmezsiniz. İçiniz huzur doludur. Kurbanın debelenişi biraz huzurunu bozsa da çabucak unutursunuz o hali. Oysa falaka kurbanı her an size kendini gösterir. Abartıyor muyum? Topallayarak yürümenin, yarılmış ayaklarla yürümeye çalışmanın neresi abartı bayım?
Hem bütün bunlar hiç olmamıştır belki de! Falaka benim uydurmam. Yağlı ilmek de öyle! Tüm oba zil takıp oynamıştı bizi götürdükleri için.. sevinçten çıldırmışlardı. Öyle ya ne güzel saraya gidecektim! Ne güzel erkekliğimden olacaktım. Ablam Necmi ne güzel odalık olacaktı.. buna sevinmesin de ne yapsın oba halkı. Bu bulunmaz bir nimettir bilirim. Hoş bu yaştan önce anlamamıştım da.. şimdi anladım. Beni buranlar iyiliğim için burmuşlardı. Beni benden korumak için. Heveslerimi, bedenimde filizlenecek itkileri yok ederek bana ne büyük iyilik yaptıklarını şimdi, şu dört duvar arasında daha iyi anladım. Siz de heveslisinizdir. Siz de burulmak istersiniz bilirim. Ama ne yapalım yazgınıza küsün! Cahilliğime küsün.. On yaşlarında bir çocuk ağlar elbet! Hoş görün! Bildiğim, annemden, babamdan, ablamdan akrabalarımdan öğrendiğim onca sözcüğün artık hiçbir işime yaramazlığı karşısında düştüğüm çaresizliği çocukluğuma verin. Görkemli, ahenkli dilinizi öğrenmiş olmakla ne denli bahtiyar olmam gerektiğini o an anlayamayışımı hoş görün bağışlayın?
Efendimize söyleseniz belki o da bağışlar? Ah ben ne aptalım? Yağlı ilmek yok ki? Kafam ne diye koparılsın ki? Hepsi hepsi birinin dizlerine başımı koyma gafletinde bulundum. O da kendi istedi. Şimdi utancından söylemiyor. Bunu efendimiz anlamayacak mı? Anlayıp da affetmeyecek mi? Beni kim yoldan çıkarıyor böyle? Karanlık olmalı. Bu karanlık taş odaya atmasalardı bunların hiç biri aklıma gelmezdi. Böylesi müfsit sözcükler üşüşmezdi beynime.
Roxelenna gerçeği söylerdi söylemesine de Kara Ömer Ağam fırsat vermedi.
"Durun!" der bir eda ile bakmıştı.
Ömer Ağa “Dua et Efendimiz bu gece seni görmek istedi!” tümcesini söylemeseydi ya da biraz geciktirseydi indirdiği tekmeden hemen sonra.. işte o zaman gerçek ortaya çıkardı. Ve ben, yani sözcükleri çalık Suat, yani Kara Mastık şuan bu taş odada olmazdım. Bu taş oda da olmadığım için de böyle abuk sabuk şeylerin işgaline uğramazdım.
Vildan yağlı ilmek hiç hoş bir şey değil sanırım! Bu nereden düştü aklıma? Kim soktu?
“Kaç harf?”
“Altı!”
“Bakayım şuna!”
“Bak.. şuna!”
“Parazit bu ya!”
“Hadi ya!”
“Niye dalga geçiyorsun?”
“Nereden çıkardın?”
“Konuşma tonundan.. salak!”
“Oran kaşınıyor senin!”
“Kaşıyacak mısın?”
“Deneriz!”
Yağmurlar başladı Vildan.
Artık daha uyanık olmalı!
KIŞ geldi.
Bu mevsimde taşlık daha bir acıtır canını insanın. Daha bir yakar. Yakacak nesne gerekir kışın. KIŞ yakacak nesneyi gerektirir. Ve can acımaya başlar. Ayaklar çok çabuk üşür. Yani benim öyle. Benim nedense en çok ayaklarım üşür. Çölde böyle üşümezdim. Hiç anımsamam Çölde üşüdüğümü. Belki de unutmuşumdur. Belki çölde de üşüyorduk. Ama gemideki kadar üşümemiştim. Hele payitahtınıza varıncaya kadar geçirdiğim o günler.. besbelli çocuktum o yüzden. Kalın giysilerim yoktu üzerimde. Üzerimdeki giysiler denizden ötürü mü çekmişti bilmiyorum. Buz kesmişti her bir yanım. Bu “buz” sözcüğünü diğer sözcüklerinizden çok sevdim. Nedenini sorma Vildan.
Yapılacak şey uyanık olmak. Evcil hayvanı olan yaşadı bence. Evcil hayvanı olan gözlesin onu. Çünkü kışa apansız yakalanmaz kişi. Bak işte şıpın iş çözdük kış problemini. Üşümeye karşı önlem almak gerektiğini duyumsatırlar size. Öyle ise hemen bir kedi veya bir köpek almalı. Kuş olmaz! Kuşlar, kedi veya köpek denli evcilleştirilemez. Veya at veya eşek gibi. At ve eşek ev içleri için uygun değil kuşkusuz. Öyle ise kedi veya köpek almalı. Kuşlar rol yapar evcilleştiklerine ilişkin.
Babam öyle derdi. Fırsat gözetlerler. Bir anlık bir gafleti insanın alır götürür tüm emeklerini. Baka kalırmış ardından insan. Boş bir kafesiniz vardır bakacağınız. Hoş uçup gitmese de kedilere kaptırma ihtimaliniz vardır. Sevimsiz bir ihtimal. Medaha yenge gibi tıpkı. Beklenilir kedi kapmışsa pencere kenarlarında. Hem bahse girerim sizin kızacağınız bir kara mastığınız bile yoktur. Söz sayacak birini ararken pencere kenarlarında.. dönüşünü umarsınız. Birkaç gün veya hafta sonra unutulur gider.
Şööle başınızı kaldırıp bakarsınız göklere arada bir.. benim SUNDAR’a bakışım gibi.. giden ya da kaptırılan kuşunuzun ardından öğrendiğiniz tek şey KAFESLERDE YAŞANILMAZ’dır. Kafeslerin yaşanılacak yerler olmadığıdır ondan öğreneceğiniz, kafeslerin durulmayacak yerler olduğunu duyumsatır kuşunuzun gidişi. Ve fakat bir kuş nereden bilebilir çalınan sözcüklerin, burulan erkekliğin acısını?
Azarlanıldığında güleç kalmanın, güleç olabilmeyi başarmanın gerekçesini bilemez bir kuş. Her hangi bir kuş. Konulduğu yerde kalmanın ne denli güç olduğunu nereden nasıl bilsin? Kuşlar idealisttir, yaşamın gerçeklerini bilmez. Gerçekçi olamaz.
Ama bir köpek öyle mi? Kızsanız, dövseniz yine sırnaşır, kuyruk sallar, ellerinizi yalar. Ve ayrılmaz yanınızdan. Sabahtan akşama dek tetiktedir, yolunuzu bekler, sabah dövmüş olsanız da, böğrüne tekme indirmiş olsanız, sövüp-saymış olsanız bile sizi görünce koşar atılır kollarınıza.. ayaklarınız yalar. Gerçekten öylesine candan bağlıdır ki! Öyleyse köpek almalı. Bak Roxelenna bu işi iyi kıvırmıştır.
“Birinci soru; insanlara alışmış, kendisinden yararlanılan şey?”
“Hürrem!”
“Seni gidi küstah serseri.. seni gidi itin dölü!”
Binler özür efendim Ömer Ağam.. binler özür.. Evcil diyecektim, birden aklım gitti.. hem ben de akıl ne arar?
Dikkatli olmalıyız Vildan! Serma’nın taşlığa gönderilişinde bir hinlik vardı. Sanki Roxelenna bir şeyler sezmişti. Dikkat ettiysen Serma’nın yanında pek sönük kalıyordu. O varken yıldızının parlaması olanaksızdı. Bunu bu halimde ben görmüş ve sezmişken O’nun görmemiş sezmemiş olması olası değil. Sanırım bana hak verirsin. Ve derim ki benden çok Vildan, benden çok sen dikkatli olmalısın! Ben umuyorum ki taşlıktan kurtulacağım. İçimde öyle bir sezgi var. Ama sana bir tırnak geçirirse.. işte o zaman Serma’nın akibetine uğradın gitti. Kimse acımaz sana! Kim niye acısın ki? Sen evcilleşmemek için diretiyorsun. Oysa bak Hürrem nasıl da kıvırdı. Senin adın ondan önce değiştirilmiş halbuki.. hani diyesin ki “ne yapayım adımı değiştirmediler!” yok başka bir şey var!
Sen inatçısın anam babam! Hoş ablamla bir benzerliğin -öyle fazla bir benzerlik de değil hani- olmasa bunları sana söyleyecek değilim. Bakışların O’nun bakışlarını andırıyor arada bir o kadar.
Sen benim gibi değilsin! Söylemek istemiyorum! Ama yine de.. hani başına gelirse benim başıma gelen.. söylesem mi acaba.. bak buradan kurtulur kurtulmaz söyleyeceğim! Ve aramızda kalması için de inandığın en kutsal şeyler üzerine yemin ettireceğim. Öyle olmalı. Yoksa söylemem. Bana Medaha yenge ölmeden önce öğretmişti. Bakarsın, demişti, bir gün gerekir.. ama ola ki kimseye bu bildiklerini söylemeyesin ve söylesen de benden öğrendiğini asla söylemeyesin.
Bizden başka kimse yok değil mi? Bak.. nasıl desem.. iyice eğil.. kulağını ver.. tılsımlı sözcükler.. şaşırma.. ben de inanmamıştım.. ama başıma böyle bir şey gelince nasıl olur da inanmazlık ederim? Başka ne kurtaracak beni buradan? Başka ne? İşte taşlığın mahzeninde sabahı bekliyorum. Yağlı ilmek de beni bekliyor. Peki kim durduracak bu infazı? Kimin umurundayım? Varlığım-yokluğum kimin için bir anlam taşır ki? Taşıyor ki? Rengi rengimden olan Ömer Ağam için mi anlamım var? Kethuda için mi? Reisül küttab için mi? Bir Medaha Yenge severdi beni.. yapmacık değildi sevgisi allah için.. değildi.. öyle olsa bu tılsımlı sözcükleri öğretir miydi?
Dinle şimdi Roxelenna’nın yanındayken ona sezdirmeden 43 kere “Heb hüve lâhün lâyün lâme” diyeceksin.. içinden okursun.. okur ve O’na doğru üflersin.. sezdirmeden.. bunu yapınca O senin evcilin olur.. her istediğini yapar. Dene bak.. ben denemedim de ne oldu? İşte ne haldeyim.. Serma gibi olmak istiyorsan o başka. Niye daha önce akıl etmedim bilmiyorum. Yalnız bunlar değil bildiklerim. İçinde bulunduğun durumdan kurtulmak için de var bildiğim.. şimdi bu sözcükleri sabaha kadar okudum mu sabah güneş başka doğacak. Kara Ömer Ağa özür dileyecek. Hatta efendimiz beni huzuruna çağırıp akşam olan bitenlerden bütün sarayı özür diletecek benden.. bu olunca şaşırma.
Dikkatli olmalıyız Vildan!
Yüzleri nikablı hecin develere binmiş alıcılar sarayın çevresinde dolaşıyorlar.. gördüm onları.. alıp götürecekleri yerden dönen hiç yok.. hiç yok.. nere götürdükleri bilinmiyor.. Medaha Yenge'yi Serma’yı onlar alıp kaçtı. Medaha Yenge dilinden hastalanmasa alıp kaçamazlardı. Gafil avlandı.. dikkatli olmalısın!
Şimdi tam 4444 kere “Kemuşin kemuşin meşlaşin meşlaşin meşlehşin meşlehşin herubin herubin kerubin kerubin alşekumin alşekumin leyabin leyabin cebrurin cebrurin tubin tubin eylin hüve” diyecek ve sonra dört bir tarafıma üfleyeceğim.
Aslında şöyle hoş kokulu bir buhur olsa daha tesirli olur da maalesef yok.. bu küf kokusuyla idare edeceğiz.. bunu kimse bilmesin olur mu Vildan! Çok büyük yeminler etmiştim. Beni utandırma olur mu? Kimse duymasın. Kimse bilmesin. Serma’ya da öğretmek isterdim.. gerçekten. Olmadı. İçim el vermedi nedense. Soğukluğundan mı? Bana tepeden bakar gibiydi bu yüzden mi? Acıdım! Doğrusu içim yanmadı değil. Keşke geri gidebilsem, geri dönebilsem.. ya da o çıkıp gelse.. düşünmeden öğretirdim. Böylece o da kurtulurdu.
Kaç kez okudum Vildan kaç kez okudum. Kesin kurtulurum. Kurtulacağım. Bak duvarlar sanki kağıda döndü. Biraz zorlasam yıkılacak, yırtılacak gibiler. Ah Vildan keşke sana da öğretseydim. Ya ben yokken başına bir çorap örmeye kalkarsa Hürrem? Yapar mı yapar! Fazla ayak altında dolaşmasan diyorum. Bak işte başıma gelenlere! Şuncacık bir kusurum bile yok. Kayıp SUNDAR’ı görme umuduyla inmiştim. Hepsi bu. Onun çıkıp geleceğini, gelip başucumda dikileceğini ve sonra da tehdit edeceğini nereden bilebilirdim? Azıcık, mini minnacık sezsem iner miydim bahçeye? El ayak çekilmiş hazır kimsecikler yok demiştim. Kimsecikler yoktu da.
“Kemuşin kemuşin.. meşlehşin meşlehşin!” olmuyor Vildan. Dilim damağıma yapışıyor. Korkuyorum. Siyah olduğum için benzim kül gibi sararmamıştır değil mi? Yine de kaçmıştır rengim. Ellerim uyuşur Vildan. Ellerim uyuşuyor. Üşüyorum. Korkudan zahir.
“Cebrurin cebrurin.. tubin tubin!”
Ah Tanrım işte işte duvar esniyor.. duvar bir kapıya dönüşüyor. Duvarda bir kapı peydah oldu. Vildan.. Vildaaan.. duvarda bir kapı. Ama karanlık. Aşağı doğru inen merdivenler var. Soluk kirli bir ışık.. mum ışığı aydınlatıyor.. basamaklar öylesine dik ki Medaha Yenge.. Hürrem arkamdan geliyor olsa onun öne geçmesini beklerim. Dünyada beni onun önünden indirecek bir güç olamaz. Olamaz dediysem Ömer Ağam başka elbet. Çok dik bu merdivenler.. nereye açılıyor acaba? Hem bunca dik niye yapmışlar ki? Allah mahfaza bir sendelesem.. dibi de görünmüyor.. ışığı malum kendisi meçhul mumların gücü yetmiyor aydınlatmaya? Rüyada mıyım Vildan? Kabus mu görüyorum Medaha yenge? Sırtımı dayadığım duvarda açılmamış olsa bu kapı derdim “tubin tubin..” deyince açıldı.
Fazla abanmış olmalıyım. Yok Medaha Yenge itikadım tamdır öğrettiklerine.. hani yine de bir kuşku.. belki gizli bir kapıydı. Fazla abanınca açıldı.. yok kesin senin öğrettiğin tılsımlı sözcüklerin eseridir. Burada, bu saatte senden ve senin öğrettiklerinden başka kime neye inanabilirim?
Başkasına, başka şeylere inanacak bir lüksüm olmadı ki Medaha Yenge. Olmadı ki! Vildan da öyle! Gök gözlü Serma’dan çekinirdim. O başka şeyler yapardı. Kaç kez gördüm yaptığı bir bez bebeğin gözlerine şiş sokarken.. ve ateşe atarken.. bütün bunları yaparken de gözlerini kapıyor ve bir şeyler fısıldıyordu. Tevekkeli, Medaha Yenge, Maviş onu görünce kendini kafesin tellerine delice savururdu. Evet, mavişin onun ölümünde parmağı olabilir. Günahı boynuna. Bu hol de amma ıslak. Yani nemli. İyi ki basamaklar bu nemden nasibini almamış. Tuhaf olduğunu ben de biliyorum. Ama demek merdiveni yapan bu nemi düşünmüş.. önlem almamış olsa kayar insan. O zaman kurtarma işlevinden yoksun kalmış olurdu merdiven.
Bir de ister misin Ömer Ağamın odasına çıksın? Ya da efendimizin? Hürremin çimlerini sayarken ben dalıyormuşum içeri? Hühü.. bu kere kırk katır kırk satır derler.. derler.. ben inat olsun diye kırk katır isterim.. belki bulamazlar.. satır bulmak kolay. Ama bakarsın kırk katır bulamazlar ben de birkaç gün belki hafta kazanırım. Sonra unutulurum.. hehe.. bir de fırça yerim üstelik nerelere kayboldum diye. Çaktırmam! Haha. Kahretsin. Pek de pis kokuyor. Duvarlar küf bağlamış. Bir gün bu duvarları temizlemeli. Söylemeli Ömer Ağama.. gizli bir geçit buldum taşlıkta ama bir küf.. bir küf.. insanın burnunun direğini koparacak kadar pis kokuyor.. emretseniz de odalıklar, halayıklar daha bilumum boş kadınlar koşup temizleseler.. ben de yardım ederim! Yaparım elime mi bulaşır.. kaynar sularla yıkarız. Tertemiz olur. Her on adımda bir idare koymalı. Çok karanlık. İnsan adımını attığı yeri göremiyor. Ya düşüp boynunu kırsa insan.. cellattan önce merdivenler işini görmüş olur. Olmaz. Ömer ağam aydınlatalım bu dehlizi. Yok nereden çıkardınız içimin karanlığının dışıma vurduğunu.
Hem niye benim içim kara ki? Kim biliyor? Kim açmış bakmış? Canını sıkmıyorum ya Vildan Ayaklarımda fer kalmadı Vildan. Çok dik olduğunu söylemiş miydim? Çok, çok dik bu merdivenler. Işık hala kirli ve sarı. Ve o da titrek. Benim adımlarımdan mı ürküyor da titriyor böyle dersin? Bir şeyleri ben de korkutabilir miymişim acaba?
Ya bir kuyu ise? Dibi olmayan bir kuyu! Dibi görünmez. Boşuna mı indim bunca basamağı? Boşuna mı ter döktüm şimdi? Yok.. hangi akıllı tutar da kuyuya inen bir merdiven yapar ki? Hem de kesme iri taşlardan.. olmaz. Kesin bir bahçeye çıkıyordur. Gece olmasa belki de öteki taraftan ışık akın edecek bana doğru. Gözlerimi kamaştıracak kadar yoğun bir ışık. Hürrem'in gözlerinden daha aydınlık. Gözleri alan bir aydınlık. Gece de o yüzden böylesi karanlık.. kesin bir bahçeye çıkıyor. Yani çıksın! Çıkmazsa anlamı olmaz. Nihayet! Bir avlu. Dört kapısı olan bir avlu. Hangi birine gitmeli Vildan? Sen olsan hangi kapıyı açardın? Hangi kapıya yönelirdin?
Hadi söyle.. sen şanslısındır. Lütfen ama! Böyle burada ne kadar bekleyebilirim. Birazdan sabah olur. Gelirler.. peşim sıra inerler. Burada kuzu kuzu onları bekliyor olurum. Olur mu böyle şey? Hadi bir işaret. Kapılardan biri.. belki hepsi.. yok hepsi kurtuluş için olamaz. Var bunda bir hinlik. Ömer Ağam olsa hiç tereddüt etmeden bulurdu asıl kapıyı. En iyisi birinden başlamak. Durmak aleyhime. Hım! Burası bir kilermiş. Birkaç yiyecek parçası alsam mı? Bir de hırsızlıktan ceza almayayım! Boş ver! Dışarı çıkınca bulurum bir şeyler nasılsa!
Acaba bu nere açılıyor? Kahretsin. Duvara perde bir kapı. İyi akıl doğrusu. Yapanlar ne güzel eğlenmişlerdir. Benim bu halimi düşleyip düşleyip gülmüşlerdir. Öyle ya bu kapıyı yaparlarken bunu açacak kişiyi düşlemek atlanılır mı? Ben olsam atlamazdım. Kesinlikle onlar da atlamamışlardır. “ Adam geliyor.. büyük bir hevesle kapıyı açıyor.. o da ne duvar! Düşünebiliyor musun.. duvar.. duvar!” deyip deyip kahkahalara boğulmuşlardır. İyi halt etmişsiniz? Elinize ne geçti? Hayır bir söyleyin ne geçti elinize? Koskoca bir hiç! Benim elime geçen ne ise sizin de elinize o geçti. Bunu görmeyecek kadar körmüşsünüz işte. İşte söyledim ve rahatladım.
Öteki kapı da duvara açılıyor. Bilsem iner miydim o dik merdiveni. Bir şansım kaldı. Şans! Bu da yukarı çıkıyor. Burayı yapanlar eğlenmek için yapmışlar. Yine aynı yerdeyim. Ne de heveslenmiştim.
Vildan kapı-mapı yok, düş görmüşüm bir karabasanı yaşamışım Vildan. Dört tarafım duvar Vildan..
“Kerubin kerubin.. meşlaşin meşlaşin..”
Hemen koy vermek yok Suat.. hemen koy vermek yok. Dön geri. En baştan. Açtığın ilk kapı. Belki bir aldatmaca. Tıpkı sırtını verdiğin duvar gibi.. nasıl da aldanmış var gücünle yaslamıştın sırtını. Dön avluya. Dur avlunun ortasında. İlk hangi kapıyı açmıştın. Şunu mu? Hepsi bir birine benziyor. Bu dört kapıdan üçü aldatıcı.. yani duvar tamam. Ama birinden biri değil. Buna adım gibi eminim. İlk kapı. Evet! İlk kapı. Açar açmaz duvarla karşılaştığın ilk kapı.
Bak demiştim ben sana.. ben sana dört tarafımın duvar olduğunu söylemiştim Vildan. Öyle ise.. hala niye bu suskunluk? Niye bu çaresizlik. Yok! İnan açıldı kapı.. ama kuşlar gibi.. kanatları onları ağaçlardan pencere pervazlarından öteye nasıl götürmüyorsa.. kanatları nasıl bir işe yaramıyorsa.. işte açıldı kapı. Ben düş gördüğümü sanıp sırtımı döndüm. Şaşkınlıktan mı? Korku mu beni bu hale getirdi.. bir rehberim olsa.. Sezerin olsa.. bulurdu bir yol.. ve birden kendimi bulurdum vahamda.. yok. Rehbersiz yol almak olanaksız.. meğer Sezerinmiş beni kaybolmaktan koruyan.. ben kendimden sanıyormuşum.
Dur Suat.. dön.. yeniden bul o kapıyı. Sırtını döndüğün o kapıya var yeniden.. aban var gücünle. Bir düş değildi gördüğün. Gerçek bir kapıydı. Teptin fırsatı. Dön! Henüz kaçmış değil o fırsat. Dön!
“Meşlaşin.. meşlaşin.. meşlehşin..”
Lanet olasıca.. sen ne budalasın be birader. Nasıl böyle kör olabilirsin? Nasıl böyle vurdum duymaz olabilirsin! Eh işte kuşlarla bunca zaman düşüp kalkarsan olacağı budur.. hadi bakalım bir daha çıkacak mı o fırsat! Daha çok beklersin! Seni mendebur budala seni! Seni gidi körler padişahının piçi seni.. sana müstahak bu yaşadıkların! Müstahaksın! Kıvran dur!
Serma.. Serma ben ne yaptım.. ben ne yaptım.. sırtımı nasıl döndüm.. hangi mendebur cadının soluğu kesti yolumu? Ben yaptım böyle? Nasıl? Bir daha bulur muyum o fırsatı? Bir daha verirler mi? İşte ne güzel açılmıştı kapı.. ne güzel inmiştim merdivenlerden. Azıcık aklımı çalıştırsam.. azıcık durup düşünsem.. ama hayır.. yine acelecilik.. yine sabırsızlık.. ve kaçan yeni bir fırsat.. düşmüş.. daha ne olacaktı? Tutup bir tahterevalliye bindirip de mi götüreceklerdi beni? Cevizleri ısırıp da mı versinler kara mastık? İşte cevizler.. kırıp yemenin yolunu sen bulacaktın budala.. sen bulacaktın!
<<Önceki Hasırlı Sonraki Hasırlı>>
Cemal Çalık, 18.06.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman