Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki analiz, bugüne dek bildiklerimize fazla şey katmamakla birlikte, Suriye ve Irak'ta yaşanan karmaşanın bizzat ABD tarafından üretildiğini anlamamızı sağlayan şu cümleyi içermektedir: "ABD; 'Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve İsrail'i, bölgesel istikrarı sağlamaya yönelik esas sorumluluğu üslenecek ve birbirlerine karşı dengeleyici karşıt güçler oluşturacak bölgedeki dört yerel güç' olarak değerlendirdi." İran'a yönelik sistematik BMGK kıskacının gevşetilmesi, Türkiye ile Suriye ve Irak'ta oluşturulan koalisyon güçlerine aktif katılım sağlamak için yapılan anlaşma, İsrail'e yönelik sıklaşan uyarılar ve Suud Krallığı'nın birdenbire girdiği stratejik değişiklik bu cümle ile daha net bir anlam kazanmıştır.
Seçkin Deniz, 29.07.2015
A Net Assessment of the World
İddialı bir başlık mütevazı bir başlangıç gerektirir. Dünya giderek istikrarsız hale gelmiştir ve mümkün olduğunca açık bir şekilde neler olduğunu ve neden olduğunu ifade etmek elzemdir. Bu istikrarsızlığın sebebi, dünyanın düzensiz bir hal alması değil; bu düzensizliğin her defasında farklı bir forma girmekle birlikte her zaman karmaşık bir yapıya sahip olmasıdır.
Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, Avrasya anakarasının (Avrupa ile birlikte Asya) büyük bölümü politik, askeri ve ekonomik kargaşa içerisindedir. Avrupa ve Çin sadece ekonomik değil kurumsal anlamda da sorunlara neden olan 2008’deki krizin sonuçları ile mücadele etmektedir.
Ukrayna’da jeopolitik bir kriz içerisinde olan Rusya, ülke içi ekonomik problemlerle uğraşmaktadır. Levant’tan İran’a, Türk sınırından Arap Yarımadasına Arap Dünyası, politik anlamda istikrarsızlığa neden olan savaşın içine girmiştir. Batı Yarıküresi ve aynı şekilde Asya Takımadaları nispeten kararlı bir yapı sergilemektedir. Fakat Avrupa, birçok boyuttan istikrarsızlaşmaktadır. Tüm bunların sebebini anlamak için çok çok gerilere gitmek mümkün, ama isterseniz konuya dünyanın tecrübe etmiş olduğu en son sistemik kaymayla; Soğuk Savaş’ın bitimiyle başlayalım.
Sovyetlerin Çöküşünün Yankıları
Soğuk Savaş, bir anlamda sınırları sabit bir çatışma alanını kapsamaktaydı: Sovyetler Birliği Norveç’teki North Cape’den Pakistan’a uzanan bir hat içindeydi. (Bu alan içinde) bir miktar hareket yaşansa da bu hareket göreceli olarak son derece küçüktü. Sovyetler Birliği çöktüğünde iki önemli olay gerçekleşti. İlki, devasa boyutta bir çözülme gerçekleşerek Sovyetlerin hâkimiyeti altında bulunan, şekilsel anlamda bağımsız ülkeler özgür hale gelerek Sovyetler Birliği’nin içinde bağımsız devletlere dönüştüler. Sonuç olarak Baltık Denizi ve Karadeniz arasındaki hatta potansiyel anlamda kararsız bir kuşak ortaya çıktı.
Bu sırada, eski Sovyetler Birliği’nin güneybatı sınırı boyunca, genelde İslam dünyasını boylu boyunca kesen Soğuk Savaş sınır hattı ortadan kalkmış oldu. Soğuk Savaş’la kilitlenmiş halde bulunan ülkeler birdenbire hareket etme imkânı bulmuş ve I. Dünya Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesiyle ortaya çıkarak, Soğuk Savaş sırasında eylemsiz halde kalan ulus devletlere meydan okuyacak uluslararası güçler kullanıma sokulmuştu.
Bu sırada birdenbire iki sembolik olay gerçekleşti. 1990 senesinde, Sovyetlerin çöküşü daha gerçekleşmemişken, Irak Kuveyt’i işgal ederek Suudi Arabistan’a karşı tehdit oluşturan bir pozisyona girdi.
Bu olay, İran’la gerçekleşen ve Irak’ın Tahran’dan daha avantajlı bir pozisyonda bulunduğu, geniş çaplı bir savaşın ardından gerçekleşmiş ve görünen o ki Bağdat, bu avantajlı konumuna karşılık Kuveyt’i ödül olarak almak istemişti.
ABD bu durumu tersine çevirmek için sadece kendi Soğuk Savaş koalisyonunu değil ayrıca eski Sovyetler Birliği blokunda yer alan devletleri ve Arap dünyasını harekete geçirmişti. Burada öngörülemeyen sonuç, nihayetinde 9/11 olaylarına neden olmuş en azından bazı Sünni unsurları, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden kaynaklanan bazı imkânlara ve Soğuk Savaş hattının kuzey ve güneyinde sürmekte olan ABD hegemonyasına odaklamak olmuştur.
İkinci olay ise, Yugoslavya’nın dağılması ve 100.000’den fazla insanın ölümüne neden olan Sırp-Hırvat-Bosna savaşıdır. Eski garezlerden ve yeni korkulardan kaynaklanan bu savaş, bölgenin geri kalanı için geçerli olmayan benzersiz bir durum sergilemiş olsa da, iki şekilde yeni dünya sistemini tanımlamaktaydı.
Birincisi, Yugoslavya’nın Sovyetler Birliği ve Batı Avrupa arasındaki sınır hattının güneydeki uzantısı olmasıydı. Yugoslavya’da gerçekleşen durum sonucunda bu coğrafyada uzun vadedeki gerçekliğin ne olacağına dair ortaya çıkmış olan soru işaretleri, birçok insan tarafından görmezden gelinmişti.
İkincisi ise diğer şeylerin yanında, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında, doğu-batı eksen bölünmesi üzerinde merkezlenmiş bir savaşın ortaya çıkmış olmasıydı, en çok kan dökülmesine neden olan olaylar bu bağlamda gerçekleşmiştir. ABD ve NATO, Rusya’nın protestosuna rağmen Kosova’da Sırplara karşı araya girmiş, Ruslar ise nihayetinde savaşı engelleyen barış koruyucu misyonunu yürütmekten vazgeçmişti. Balkanlarda gerçekleşen bu patlama, daha sonra gerçekleşecek olan birçok olayın da habercisiydi.
Rusya zayıflayarak inişe geçerken Avrasya’nın iki ucu gelişiyordu. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Almanya’nın yeniden birleşmesini takip eden on sene içinde iki sonuca neden olan kayda değer bir refah dönemi başladı. Sovyetler Birliği’nde dağılmanın gerçekleştiği aynı sene içinde yapılan Maastricht Antlaşması ile hayata geçen Avrupa Birliği, doğuya doğru eski Sovyet hakimiyet alanında ve farklılıkları müreffeh ortam içinde kaybolmuş ülkelerle yapılan işbirliği sayesinde de güneye doğru hakimiyet alanını genişletiyordu.
Ve Çin, Japon ekonomi mucizesinin sona ermesinin ardından, onunla ihracat yapmaya iştahlı müreffeh Avrupa ve Kuzey Amerika sayesinde güçlenerek, küresel ölçekte düşük işçilik ve yüksek büyüme oranına sahip bir ülke haline geliyordu.
Avrasya’da faaliyet göstermekte olan güçler gizliydi. Alman ekonomik gücüne bağlı olarak, Avrupa’da yer alan çevre ülkelerin kırılganlığı tam anlamıyla görünür değildi. Çin büyümesinin konjonktürel doğası da, daha önce Japonya’da var olan dinamiklere birçok yönden benzemekte ve görünmez haldeydi.
Soğuk Savaş sonrası İslam dünyasındaki neticeler, yüzeyin altında serbest kalmış güçler ve onları kontrol altında tutan devletlerin kırılganlığı, Kuveyt’te kazanılan zafer sonrası Amerikan gücünün illüzyonu altında gizli halde bulunuyordu. Sadece Rusya’daki zafiyet görünür haldeydi ve iki hatalı yargı söz konusuydu: Ya Rusya tamamen etkisiz hale gelecek ya da çektiği ızdırap liberal bir demokrasiye dönüşmesine neden olacaktı. Bu seçeneklerin her ikisi de Avrasya için doğru görünmekteydi.
İstikrarsızlaşmanın İşaretleri
Sorunun varlığına dair ilk işaret şüphesiz 9/11 olayıydı. Buna karşı gerçekleştirilen Amerikan hamlesi kritik noktayı oluşturmaktaydı. Çöl Fırtınası operasyonunu hatırlayacak olursak, bu sayede Amerikan gücünün İslam dünyasını yeniden şekillendirebileceği düşünülmüştü.
Bütün güçlerin bir sınırı vardır ancak Amerikan gücünün sınırları 2000 sonrasına kadar fark edilememişti. Bu noktada iki olay gerçekleşti. Birincisi Rusya'nın 2008 senesinde Gürcistan'ı işgal ederek en azından bölgesel bir güç anlamında yeniden sahneye çıkmasıydı. Diğeri, şüphesiz, mali krizlerdi. Bu iki faktörün her ikisinin birleşimi, günümüzdeki durumu tanımlamaktadır.
Mali krizler, Çin'in de davranış tarzını dönüştürmüştür. Çin, ekonomik döneminin sonuna ulaşmakta olsa da ihracatına yönelik talepteki düşüş, Çin ekonomisinin dinamiklerini değiştirmiştir. İhracattaki bu düşüş sadece büyümeyi baskılamakla kalmamış, Pekin'in büyümeyi yerel tüketime kaydırma teşebbüsü, ihracatını daha az rekabet edebilir hale getirerek enflasyonu artırmıştır. Sonuç olarak politik bir kriz ortaya çıkmış ve Çin hükümeti, istikrara yönelik endişeye kapılarak durumu kontrol altına almak için giderek daha fazla baskıcı bir tutum sergilemiştir.
Avrasya'nın diğer tarafında ise, Avrupa'nın en büyük ihracat gücü olan Almanya ve Güney Avrupa'nın gelişmekte olan diğer ekonomileri arasındaki farklılıklar, Avrupa Birliği içindeki çatışmaların gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Almanya'nın ihracat yapması gerekiyordu, daha zayıf ülkelerin ise ekonomilerini geliştirmeleri gerekmekteydi. Bu iki güç, ilk önce ülke borçlarının neden olduğu krizler ve yine Güney Avrupa üzerinde uygulanan kemer sıkma politikaları ve bundan kaynaklar krizler üzerinden çatışmaya girdi. Sonuç olarak Avrupa hızla parçalanma sürecine girmişti.
Rollerin tersine döndüğü Rusya tarafında ise Avrupa'daki parçalanmanın avantajları yaşanıyor ve Rusya, Avrupa'ya doğalgaz sağlayıcısı olmanın sağladığı statüyü kendine yönelik Avrupa politikalarına yön vermek için kullanıyordu. Rusya artık Avrupa'nın kötürümü değildi; sadece Kıta'daki olayları değil aynı zamanda Orta Doğu'daki olayları da yönlendiren önemli bir bölgesel güç haline gelmişti.
Rusya'nın ABD ile karşı karşıya geldiği nokta işte burasıydı. ABD, dünyanın geri kalanıyla seçime bağlı bir ilişki yürütüyordu. Küresel bir hegemonyanın Avrupa'ya hükmetme teşebbüsü mevcut değilse, ABD küresel müdahaleyi sınırlı tutuyordu. Küresel ihracatı az ve neredeyse Kanada ve Meksia'ya giden ihracatın yarısı kadardı. Fakat Rusya'nın daha iddialı bir güç haline gelerek, özellikle de Ukrayna hükümetinin düşmesinin ardından kayıplarını yeniden tesis etmeye çalışması ve ardından Batı yanlısı bir hükümetin yönetime gelmesiyle birlikte ABD, dikkatini Ukrayna üzerinde ve Avrupa ile Rusya arasındaki sınır hattına yoğunlaştırdı.
Bu gelişmeler üzerine Wahington'un kendini Rusya'ya yanıt vermek zorunda hissetmesi sonucunda ABD, Orta Doğu'ya yönelik müdahalelerini en aza indirme yoluna gitti. Gücünün sınırlarının farkında olan ABD; 'Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve İsrail'i, bölgesel istikrarı sağlamaya yönelik esas sorumluluğu üslenecek ve birbirlerine karşı dengeleyici karşıt güçler oluşturacak bölgedeki dört yerel güç' olarak değerlendirdi.
Oyunda Şu Anki Durum
Bu hatırlatmalardan sonra günümüz dünyasına geliyoruz. Şu an küresel ölçekte ekonomik anlamda bir rahatsızlık durumu söz konusudur. Bu rahatsızlık, Çin'i sosyal güçleri baskı ile kontrol altına almaya zorlamış; Avrupa'da Yunanistan'a doğru uzanan varoluşsal bir krize neden olarak Yunanistan-Almanya ilişkisinde patlak vermiştir. Rusya bölgesel bir güç haline gelse de şu an yetersiz görünmektedir. Orta Doğu'nun ulus devletleri yıpranmış ve bahsedilen dört büyük güç, durumu kontrol altına almak için çeşitli önlemlere baş vurmaktadır.
ABD halen dünyanın lider gücü olsa da aynı zamanda Soğuk Savaş sırasında kullanmış olduğu kurumlar etkinliğini kaybetmiştir. NATO, Doğu Avrupa'da konuşlanma ve eğitim faaliyetlerini artırmış olsa bile gerçek bir askeri güçten yoksun, askeri bir ittifak niteliğine sahiptir. IMF bir çok durumda ekonomik sorunlara yönelik çözüm değil ama sorun teşkil etmiştir.
ABD, Avrupa ve Çin'de görülen ekonomik problemlere müdahil olmaktan kaçınarak Orta Doğu'daki müdahalelerini sınırlandırmıştır. Bununla birlikte Avrupa hakimiyetine yönelik ilkel bir korku nedeniyle ABD, giderek Rusya'ya daha fazla müdahil olmakta ve bu şekilde zoraki bir beklenti içine girmiş görünmektedir.
Her sistemik (çev: yaygın) savaşın ardından, zafer kazanmış koalisyonun, birbirine bağlı kalarak savaş sırasındaki aynı etkinlikle hükmedeceğine yönelik bir illüzyon ortaya çıkar. Viyana Kongresi, Napolyon Savaşları'nın ardından Fransa karşıtı ittifaktan barışı tesis edecek bir oluşum gerçekleştirme arayışına girmiştir. I.Dünya Savaşı sonrasında Müttefikler (ABD haricinde) Milletler Cemiyeti'ni oluşturmuş, II.Dünya Savaşı'nın sonrasında ise Birleşmiş Milletler ortaya çıkmıştır.
Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından Birleşmiş Milletler, NATO, IMF, Dünya Bankası ve diğer Uluslararası kurumların, küresel sistemi kontrol edebileceği farz edildi. Her vak'ada, savaş-sonrası dünyayı yönetme hedefi taşıyan muzaffer güçler, savaş zamanı ittifak yapılarını kullanma yolunu seçti. Bu vak'aların her birinde başarısızlığa uğradılar, çünkü onları bir arada tutan şey-düşman-artık mevcut değildi. Bu nedenle kurumlar güçlerini kaybetti ve birlik illüzyonu dağılmış oldu.
Olan şey budur. Sovyetler Birliği'nin çöküşü Soğuk Savaş kurumlarının baş edemeyeceği süreçlerin harekete geçmesine neden olmuştur. Bu nedenle, net değerlendirme şudur ki; Soğuk Savaş, kendi kütlesi altında gömülü bulunan gerçekliklerin ortaya çıkmasını geciktirmiş ve 1990'larda var olan refah, Avrasya'nın sahip olduğu gücün sınırlarını tamamen gizlemiştir. Şu an görmekte olduğumuz şey, zaten orada mevcut bulunan temeldeki gerçekliklerin yeniden gün yüzüne çıkmasıdır.
Avrupa, oldukça parçalanmış halde bulunan ulus devletlerin birleşiminden oluşmaktadır. Çin, Pekin'de bulunan güçlü ve baskıcı hükümet aracılığıyla, merkezkaç güçlerini kontrol altında tutmaktadır. Ve Osmanlılar ile Avrupalılar tarafından oluşturulmuş olan Orta Doğu haritası başlarını uzatmaya çalışan altta yatan güçleri gizlemiştir.
ABD, diğer güçlere nazaran açık ara ile dünyanın en güçlü ulusudur. Bu, ABD'nin dünyadaki problemleri çözebileceği -veya bunda bir menfaati olduğu-sahnedeki güçleri kontrol altına alacağı veya bu güçlerin önünde durarak onları durmaya mecbur edeceği anlamına gelmemektedir. Bardaki en sert adam bile, bardakilerin tümüyle kavga ederek kazanamaz.
George Friedman, 19 Mayıs 2015
Tamer Güner, 29.07.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri,
Makalenin orijnali:
https://www.stratfor.com/weekly/net-assessment-world