‘Afrika Türkiye’yi bekliyor’
İki buçuk yıl Çad’da Büyükelçi olarak görev yapan Ahmet Kavas, Afrika konusunda uzman bir isim. Afrika ile ilgili çok yönlü bilgi sahibi. Kartel medyası ve paralel medyanın hakkında “İlahiyatçıdan monşer olur mu?” haberlerine bakmayın siz. Monşer olup olmadığını bilmiyorum, fakat Büyükelçilik görevini hakkıyla yerine getirdiğine inanıyorum. Çad’da, Libya’da, Darfur’da neler oluyor, Somali’de neden Türklere ateş açılıyor, hâlâ Abdülhamid’e hutbe okunuyor mu, Türkiye’deki Afrika kökenliler nereden geldiler gibi sorularımı içtenlikle cevapladı Kavas. Tabii ki “Siz monşer oldunuz mu?” diye de sordum. Türkiye’de okuyan Afrikalı öğrenci sayısı beni hayrete düşürdü. Diyanet ve IHH’nın faaliyetleri de süper! Dünya dönüyor, Türkiye gelişiyor işte.
Eski Çad Büyükelçisi Ahmet Kavas : ‘Afrika Müslümanlığı canlı, yaşayan bir Müslümanlık’
Paralel medyanın “monşer” diyerek itibarsızlaştırmaya çalıştığı, Afrika uzmanı Ahmet Kavas ile son görev yeri Çad’dan başlayarak tüm Afrika’yı ve Afrika’nın dinlerine sımsıkı sarılan müslümanlarını konuştuk.
Sevda Dursun: Çad Büyük Elçisi olarak göreve getirildiğinizde hakkınızda kartel medyasında “İlahiyatçıdan monşer olur mu?” haberleri çıktı. Büyükelçi monşer olmak zorunda mı? Siz monşer oldunuz mu?
BE Ahmet Kavas: "O konulara girmek istemiyorum, ama bence monşer, Osmanlı’da biraz anlam kaybına uğramış. Yoksa normalde Fransızca’da “şer” demek dostum demek. Monşer; dostum, azizim demek. Türkiye’de belki şahsına münhasır bazı kimselerin diplomasi tarzlarından dolayı “monşer” denilen bir kavram oluşmuş. Bunu genelleştirmek ve bütün diplomatlara yaymak doğru olmaz diye düşünüyorum. Türkiye’de anlatıldığı anlamda bu kelimeyi hak etmeyecek çok insan var. Ama diplomasinin tabii özelliği; nazik, kibar ve de uysal olması. Afrika gibi bir yerde bana ifade edilen cümlelerden çıkarttığım. İki türlü diplomat var, belki bunun birincisinin içine monşer kavramı giriyor. İkincisi de halk diplomatı. Halkla iç içe diplomatlık. Bir büyükelçi halkın içine karışıyor ve diplomatlığını o şekilde yapıyor. Çok nadir olan bir şey, ama var."
Sevda Dursun: Genel olarak Afrika’yı konuşacağımız için, ayağınızın tozuyla geldiğiniz Çad’dan başlayalım istiyorum. Çad’da neler oluyor?
BE Ahmet Kavas: "Çad, Afrika tarihinde kıtanın üçte ikisi veya dörtte üçünü kaplayan bir alanda, en köklü tarihi olan devletlerden belki de en başında gelenidir. Bugün bir Mısır’la, Cezayir’le, Libya’yla mukayese etmiyoruz. Çad, Afrika’da çok önemli bir noktada yer alıyor. Afrika’nın kalbi, merkezi diyebileceğimiz bir noktada. Haliyle de hiçbir görünür değeri olmasa bile, merkezde bulunması sebebiyle, tüm kavgalar bir şekilde Çad’ı ilgilendiriyor. Ayrıca Çad Gölü havzası olarak ifade edilen o gölün etrafındaki tüm topluluklar, aslında Çad’ın ana nüfusunun parçaları. Birbirleriyle aynı dili konuşuyorlar, aynı kültürü yaşıyorlar, aynı inanca sahipler. Bundan dolayı bir ülkenin başı ağrıdığında, Çad’ın da başı ağrıyor. Çad, bütün o yoksulluğuna ve imkansızlığına rağmen dünyada, sekizinci en çok muhacir barındıran ülke. Şu anda Türkiye, dünyada en çok muhacir barındıran ülke olarak bir numara oldu. Afrika kıtasında da Çad, en çok muhacir barındıran ülke olarak Kenya ve Etiyopya’dan sonra üçüncü sırada. Ama o ülkelere oranla farklı meselelerden dolayı".
Sevda Dursun: Nasıl farklı meseleler?
BE Ahmet Kavas: "Mesela Sudan’dan gelen Darfur muhacirleri var, Orta Afrika’dan, Nijerya’dan gelen yüz binlerce muhacir var. Yani ülkenin doğusundan, güneyinden, kuzeyinden, batısından muhacir akını var. Bunlar sınır boylarındaki kamplara yerleştiriliyor. Ancak Çad’ın imkanları yok denecek kadar sınırlı. Bir milyon muhaciri topraklarında barındırması asla mümkün değil. İnsanlar can güvenliği için Çad’a geliyorlar. İnsanların Afrika’da güvenliği açısından, o insanların en rahat geçiş yapabildikleri ve Çad’ın da kabul ettiği bir ülke olması, Çad’ı önemli hale getiriyor."
Sevda Dursun: Sudan’ın Darfur sorunu neden bitmek bilmiyor?
BE Ahmet Kavas: "Darfur meselesinin Çad’la doğrudan alakası var. Çünkü Darfurlularla Çad’ın doğusunda yaşayan topluluklar kardeş, akraba. Sömürgecilerin koyduğu bir sınırla yapay bir ayrılmışlık söz konusu. Çad havzasındaki dört ülkenin ortak kültürü nasılsa, Çad’ın doğusundaki Darfur’daki insanlarla Doğu Çadlılar aynı derecede akraba, aynı kültür, aynı inanç, aynı dil, aynı kader birliği yapan insanlar. Sınır geçişleri sınırlandırılmış değil. Libya’nın güneyindeki halkla, Çad’ın kuzeyindeki halk, aynı halktır. Bu sınır da Fransızlar tarafından çizilmiş. Libya karıştıktan sonra, Libya topraklarında yaşayan yaklaşık yüz elli bin Çad kökenli, son dört yılda Çad’a geri döndü. Aynı şekilde Çad’ın içerisinde yaklaşık yüz-yüz elli yıldır yaşayan Libya kökenli insanlar var. Çad, farklı etnik unsurları bünyesinde barındırıp, bu kadar merkezde olunca, 2008 yılına kadar, yani kırk sekiz yıl iç savaş yaşamış."
Sevda Dursun: Muhalifleri kim? Neye muhalefet ediyorlar?
BE Ahmet Kavas: "Çad’da en çok iktidara talip olan, iktidarı ele geçiren, iktidara karşı darbe girişiminde bulunanların tamamına yakını da, iktidarı elinde bulunduranların yakın akrabaları. Yani etnik ve farklı bir grubun başkaldırışı, ayrı bir dil, din savaşı değil. Çad’da meşhur bir atasözü vardır “Düşman aileden gelir” diye, aslında dünyanın her yerinde geçerli olan bir kavram.
Çad, yüz ölçümü olarak Afrika’nın beşinci büyük ülkesi. Maalesef nüfusu on iki milyon denmesine rağmen, bu on iki milyon nüfus henüz sayılamadığı için, net bir rakam verilemiyor. Sadece dört milyon civarında insanın kimlik kartı var. Eğer on iki milyonsa, sekiz milyonun isminin dahi yazıldığı herhangi bir evrak yok. Bugün Müslüman bir ülkedeki insanların nüfus kağıdının olamaması, sadece Çadlıların eksiği değil, imkanı olan tüm Müslüman ülkelerin ayıbıdır."
Sevda Dursun: Libya’yı da soracaktım size, ama az önce bahsettiğiniz çerçevede sorunlar bir bütün gibi görünüyor…
BE Ahmet Kavas: "Çad’dan başlayıp Afrika’yı konuşalım dediğinizde, öz olarak şunu söylemek istedim. Afrika, sömürgeciliğin başladığı on sekizinci yüz yıldan, bin dokuz yüz altmışlara kadar peyder pey sömürgeleştirildi. Yani Osmanlı devleti, sömürgecilik karşısında genelinin en büyük hamisi iken, Osmanlı devletinin bunu temsil etmede geçmişteki gücü kalmadığında sömürgeleştirme başladı. İnsan kaynağı da bu anlamda sömürgeleştirildi. Ki dünyanın her yerinde olduğu gibi, Afrika’nın da en önemli kaynağı insan kaynağıdır. Biraz da ben nüfusun sayılmamasının, daha doğrusu saydırılmamasının sebebini, Afrika’nın kimliğinin oluşmasını istemediklerine bağlıyorum. Bugün Afrika’nın bir milyar nüfusu var deniliyor ki, ben bunu asla kabul etmiyorum. Benim tahminlerime göre, okuduklarımdan hareketle, Afrika nüfusunun iki milyardan aşağı olması mümkün değil. Belki üç milyar nüfusu var Afrika’nın. Çünkü sadece dört ülkenin nüfusu beş yüz milyon. Geriye kalıyor elli ülke. Bu elli ülkede beş yüz milyon insan yaşamıyor…"
Sevda Dursun: İnsan ticareti mi yapıyorlar, nasıl sömürüyorlar Afrikalıları? Afrikalıların kimliği tespit edilirse ne değişir?
BE Ahmet Kavas: "İnsan kimliği tespit edildiğinde, kayıtlara geçtiğinde, bu sefer ülkenin, kıtanın gücü ortaya çıkacak. En önemli kaynak insan olduğuna göre, bu kaynağı her konuda, Afrika’dan istifade eden tüm devletler, çok rahatlıkla kullanıyor. Sporcusunu, daha iyi imkan vererek elinden alıyor. Bilim adamını daha yüksek maaş vererek elinden alıyor, teknik elemanlarını, iş gücünü dünya Afrika’nın elinden alıyor. Ve Afrika’yı kalkındıracak hangi unsur varsa o unsur kıtaya faydalı olmak yerine, kıtanın dışına aktarılıyor. Dört yüz yıldır Afrika’nın insan kaynağı tüketiliyor. Önce köle olarak, sonra sömürgecilik döneminde işgal ordularının Afrika’yı istilasında yardımcı askeri birlikler olarak, bağımsızlık ve sonrasında ise iş gücü olarak kullanıldı. Beyin gücü olarak kullanıldı. Afrika’nın bugünkü hantal yapısının arkasında, insan kaynağının kendisinin değil de, başkasının kullanması yatıyor. 19. Yüz yıl, hatta 20. Yüz yıl sömürgeciliğinden daha fazla bugün Afrika’nın sömürüldüğünü söyleyebilirim. Afrika şu anda korkunç bir sömürgecilik yaşıyor."
Sevda Dursun: Afrika’nın geneline baktığımızda çoğunluk olarak Müslümanlar diyebilir miyiz? Batı sömürgesinde olanlar, Müslümanlıklarını koruyabildiler mi?
BE Ahmet Kavas: "İslam dini gelmeden önce kıtada, kuzeyde ve doğuda Hristiyanlar, çok kısmi olarak da Yahudiler vardı. İslamiyetle birlikte kıta, Asya’ya ve Avrupa’ya göre çok hızlı bir şekilde Müslümanlaştı. Sömürgeciliğe kadar Afrika bir İslam kıtası, Müslümanların kıtası haline gelmişti. Tahmini olarak, 1900’lü yılların başlarına kadar, kıtanın yüzde seksen civarı Müslümandı. Bugün de Afrika’nın yüzde yetmişten fazlası Müslüman aslında. İslam Konferansı Teşkilatının (Şimdi İslam İş Birliği Teşkilatı olarak ifade edilen, artık pek işlerliği kalmayan, adı dahi son yıllarda neredeyse unutulmaya yüz tutmuş) elli yedi üye ülkesinin, yirmi yedi tanesinin Afrika ülkesi olması da, Afrika’da Müslümanlığın ülkeler seviyesinde bile ne kadar çok olduğunu gösteriyor."
Sevda Dursun: Nasıl bir Müslümanlık Afrika Müslümanlığı?
BE Ahmet Kavas: "Afrika Müslümanlığı canlı bir Müslümanlık, yaşayan bir Müslümanlık. Afrika Müslümanlığı, çok badireler atlatmış. Birçok topluluk o zorluklar karşısında belki dininden vaz geçebilirdi. Ama Afrikalılar dinlerini yaşamaya devam etmişler. Yeterli mi, kesinlikle yeterli değil. O zor şartlardaki imkanlarla, dünyadaki bu kadar İslam karşıtı, Müslümanlara karşı geliştirilen siyasetler, en çok yine Afrikalı Müslümanlara zarar veriyor. Çünkü çok hassas bir bünyeleri var. Dünyada her türlü oynanan oyunun farkına varmaları, ona karşı siyaset geliştirmeleri mümkün değil. Bugün özellikle Afrika kıtasında, Müslümanları Hristiyan etmek için, çok ciddi kampanyalar yürütülüyor. Çok özel papazlar yetiştiriliyor. Bu papazlar, Kuran-ı Kerim’i bir Müslümandan çok daha iyi öğrenip, İncil’le Kuran-ı Kerim arasında mukayesede, Müslümanın zafiyetini kullanarak ikna edebilmek için, köy köy, kasaba kasaba dolaşıyorlar. Afrika kıtasında Katolik kilisesine bağlı okullarda okuyan, on beş milyon öğrenci var. Bu öğrencilerin içerisinde Müslüman olanı çoğunlukta. Çad’a gittiğinizde, Mali’ye gittiğinizde en tercihli okullar, Katolik okullarıdır. Bizler İslam ülkeleri olarak, Afrika’daki eğitim faaliyetlerine yaptığımız sınırlı yardımları çok fazla abartarak, burada çok şey yapıyormuş gibi gösteriyoruz, ama bizim mevcut yaptıklarımız, misyonerlerin yaptıkları yanında devede kulak bile değil." (1)
‘Afrika Türkiye’yi bekliyor’
“Türkiye’nin Afrika’daki en etkin yüzü, sivil toplum kuruluşlarıdır. Sivil toplum kuruluşlarımızın, Afrika’da ayak basmadığı yer kalmadı. Savaş bölgelerine, kimsenin gidemediği yerlere “aman buraya gitmeyin” denilen yerlere sivil toplum kuruluşlarımız gidiyor. Türkiye’nin ismini, bunların yaptığı çalışmalar marka haline getirdi.”
Sevda Dursun: İslam ülkelerinden Afrika’ya sahip çıkan, yardım eden var mı?
BE Ahmet Kavas: "İslam ülkelerinden Afrika’ya yapılan yardımlar genelde iki türde değerlendirilebilir. Bir, nakdi yardımlar veriliyor, fakat takip edilmiyor. Haliyle bu çok iyi değerlendirilmediğinden kaynak israfı oluyor. İkincisi de bazı ülkelerin yaptığı eğitim faaliyetleri. Aslında artık Türkiye’den başka bu alanda faaliyet gösteren ülke pek yok. Geçmişte Libya, Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak, Mısır gibi ülkeler, Afrika ülkelerinde bir takım eğitim faaliyetleri yapıyordu. Türkiye’den yapılan eğitim faaliyetleri, genelde Afrikalılara Batı tarzı eğitim vermek şeklinde oluyor. Bu da Afrikalının kimliğine bir katkı sağlamıyor. Bizim Türkiye olarak varlığımızı oraya zaten götürmüyor."
Sevda Dursun: Paralı eğitim mi veriliyor?
BE Ahmet Kavas: "Eğitim parayla, Katolik okullarda da eğitim parayla. Fransız okulları var, çok pahalı. Veya bizim gibi başka ülkelerde gelip de idaresi o ülke tarafından yapılan okulların da ücretleri çok çok pahalı. Oralarda bir iş adamının veya bir üst düzey devlet bürokrasisinin çocukları okuyabiliyor. Bu da çok sınırlı, seçkin bir sınıf oluşturuyor. Ve bu sınıf, okuyup eğitimini tamamladıktan sonra, Afrika’ya elveda diyor. Afrika’nın eğittiği beyin gücünün ve o kültürü hazmeden nesillerin Afrika’da kalmaması, Afrika’nın en büyük çıkmazı. Türkiye’nin yapması gereken, Afrika’nın yerel dokusuyla uygun, bizim de ülke olarak kendi değerlerimizi daha fazla taşıyabildiğimiz bir eğitim sistemini oraya götürmemiz."
Sevda Dursun: Gülen grubunun okulları var mı?
BE Ahmet Kavas: "96 yılından itibaren cemaatin okulları açıldı. Hemen hemen otuz ila kırk ülke arasında okulları var. Onlar da aynı şekilde çok pahalı. En imkanı kısıtlı olan Mali gibi, Çad gibi ülkelerde bile eğitim maliyeti, iki bin doların altında değil. Haliyle bir çocuğun ilkokul eğitiminden, lise son sınıfa kadar, yaklaşık yirmi bin doların üzerinde para ödemesi gerekiyor."
Sevda Dursun: Türkiye’nin Afrika açılımı nasıl gidiyor? Bölgede hissediliyor mu?
BE Ahmet Kavas: "Şöyle söyleyeyim, Türkiye Afrika’da tarihteki varlığını henüz hissettirebilen bir konuma gelmedi. Kıtanın yüz ölçümü otuz milyon kilometre kare, Osmanlı Devleti nüfuz olarak en yaygın halini aldığında, bugünkü otuz milyon karenin neredeyse yarısına yakınına, on beş milyon karesine, vali, kaymakam, mutasarrıf, asker tayin ediyor, ya da oradaki yerel güçler, çoğu Müslüman hanedanlar, Osmanlı devletine bağlılıklarını ifade ediyordu. Bu durum 1913 yılına kadar devam etti. Bizim Sivas vilayetimiz, Adana, Konya ne ise, bir Trablusgarpımız, Tunusumuz, Cezayirimiz, Mısırımız oydu. Biz maalesef Afrika’da sömürgecilik ve sonrasında, 2006’ya kadar hiçbir şey yaptık diyemeyiz. On iki büyükelçiliğimiz vardı, bu on iki büyükelçiliğimizin de birçoğu temsil noktasında zarureten vardı. 2008 yılında Afrika’ya başlatılan diplomatik atakla birlikte -ki Afrika kıtasında yapılması gereken ilk atak, diplomasidir- on iki büyükelçiliğimizin sayısı altı yılda otuz dokuza çıkarıldı. Bu sene de açılması ön görülen ile sayısı kırk olacak. Şu anda dünyada Amerika ve Fransa’nın bile belki Afrika’da bu kadar büyükelçiliği yok. Birçok Avrupa ülkesi elçiliklerini kapatırken, biz açtık. Tabii açmak kolay değil, zor. Ama daha da zor olanı, devam ettirmek. Ve etkili bir şekilde devam ettirmek. Şimdi Türkiye’nin başarması gereken bu. Buna mukabil Afrika’dan da, 2006-2008 yılına kadar, Ankara’da bulunan büyük elçilik sayısı, sekiz ila on civarında iken, şu anda onlar da kırka yaklaştılar."
Sevda Dursun: TİKA ismi dünyanın her tarafında, eski Osmanlı mirasına sahip çıkmak için çalışıyor. Afrika’da da çalışmaları var mı?
BE Ahmet Kavas: "TİKA’nın Afrika’da yaptığı faaliyetler henüz çok gözle görülür değil. Ama her ülkede TİKA ismi, artık bütün yetkililerce, Türkiye’nin kalkınma kuruluşu olarak biliniyor."
Sevda Dursun: 1913’lere kadar Osmanlı’nın Afrika ülkesindeki hakimiyetinden söz ettiniz. Afrikalıların 1960’lara kadar Osmanlı’nın yıkıldığından haberleri olmadığı ve bunun için Abdülhamit’e Hutbede dua okudukları şehir efsanesi gerçek mi?
BE Ahmet Kavas: "Hutbelerin o dua kısımları standart olduğu için, babadan oğula aynı şekilde zikrediliyor. Şöyle de bir şey var; ben 1993’te Mali’ye gittiğimde, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nden geldim’ dediğimde, kimse bilmiyordu. Türkiye’nin durumunu anlatmak için bu çok önemli. Bana Yunan mısın, Fransız mısın, Rus musun, Iraklı mısın, Suriyeli misin, İranlı mısın diye sorarak tüm komşularımızı sayıyorlardı, fakat Türkiye’yi bilmiyorlardı. Osmanlı deyince anlıyorlardı. Oysa Osmanlı yok olalı 70 sene olmuş, Mali Cumhuriyeti’nde Türkiye Cumhuriyeti’nin adını sokaktaki hiçbir insan bilmiyordu. Ama bugün Afrika’nın neresine gidersek gidelim, Türkiye Cumhuriyeti’nin adını bilmek bir yana, bugün Türkiye’deki hükümet krizleri bile Afrikalıları kara kara düşündürüyor."
Sevda Dursun: Güncel olaylarımızı yakından takip ediyorlar mı?
BE Ahmet Kavas: "Kesinlikle takip ediyorlar. Tamam, bu köydeki radyosu olmayan insan için geçerli değil, ama şehir merkezlerinde, başkentlerde Türkiye ile ilgili uluslararası haber ajanslarının geçtiği haberleri takip ediyorlar. Gerçekten insanlarda ciddi bir Türkiye beklentisi var. Türkiye’ye karşı büyük bir umut var. Bu beklenti, bu umut boşa gidecek diye korkuyorum."
Sevda Dursun: Mali Cumhuriyeti’nin, Kankan Musa ile birlikte İslam Dininin yayılmasına, İslami ilimlerin gelişmesine çok katkıda bulunduğunu biliyoruz. Bu hassasiyet halen devam ediyor mu?
BE Ahmet Kavas: "Tabii, Afrika’daki İslam kültürü ve medeniyetinin, bilhassa bilim anlamında, İslami ilimler anlamında en güçlü olduğu ülkelerden biriydi. Mali’de yazılan ve bugün sömürgeciliğin bütün yok edici tahribatına rağmen korunan, takriben 400 bin civarında yazma eser, Mali’nin resmi kütüphanelerinde bulunmakta. Mali, Afrika’daki İslam kültürünün muhafaza edildiği belki en iyi ülke diyebilirim."
Sevda Dursun: Somali’de Türklere ateş açıldığını duyuyoruz. Nasıl okumalıyız bunu?
BE Ahmet Kavas: "Somali’ye en çok hatta tek yardım eden Türkiye’yi yıldırmaya yönelik çalışmalar bunlar. Maksatlı olduğunu düşünüyorum. Somali’de devletsizlik var. Ciddi bir iktidar boşluğu var. Bu iktidarsızlıktan istifade eden yerel güçler, iktidar güçlü olursa kendi kaynakları biteceği için, Türkiye’nin oradaki faaliyetini engellemek istiyorlar. Ki Somali, tüm güçlü devletlerin en çok iştahını kabartan bir ülke. Haliyle Türkiye’nin orayı yerel güçlerle, Somalililerle ayağa kaldırması demek, ora üzerindeki emelleri olan ülkelerin hayallerini sukûtu hayale uğratır."
Sevda Dursun: Türkiye’deki Afrika kökenliler nereden geldiler?
BE Ahmet Kavas: "Türkiye’deki Afrika kökenlilerin geliş sebepleri farklı. Bunların bir kısmı, Mısır, Osmanlıya bağlıyken, Mısır üzerinden değişik sektörlerde çalıştırılmak üzere getirilen iş gücü var. Köle ticareti zamanında, köle ticaretinin Avrupa’da yasaklanması (köleliğin değil) sürecinde Osmanlı, topraklarındaki köle tacirlerinin ellerindeki köleleri alıyor, onları Batı ve Güney Anadolu bölgesine yerleştiriyor. Bizdeki Afrika kökenli nüfusumuzun ana varlık sebebi 19. Yüzyılın ikinci yarısında köle tacirlerinin ellerinden alınan köleler. Bu insanlar bizde köleyken azad olmuş insanlar değildi. O anlamda kölelik, sadece saraya getirilen, saray hizmetinde çalıştırılan, Afrikalılar vardı. En yoğun olduklarında beş yüz kadar Afrikalı vardı."
Sevda Dursun: Türkiye’den giden sivil toplum kuruluşları Afrika’da ne kadar etkin?
BE Ahmet Kavas: "Türkiye’nin Afrika’daki en etkin yüzü sivil toplum kuruluşlarıdır. Sivil toplum kuruluşlarımızın, Afrika’da ayak basmadığı yer kalmadı. Savaş bölgelerine, kimsenin gidemediği yerlere “aman buraya gitmeyin” denilen yerlere sivil toplum kuruluşlarımız gidiyor. Türkiye’nin ismini, bunların yaptığı çalışmalar marka haline getirdi. Sağlık, eğitim, su kuyularıyla hizmet ediyorlar. Gıda yardımı dağıtıyorlar. Çad’daki mültecilere yardım götüren tek ülke Türkiye. Takdir edilen, tebrik edilen ülke oldu. Şimdi kurban geliyor. Kurban faaliyeti Afrika’da bambaşka bir Türkiye imajı çiziyor."
Sevda Dursun: İHH’nın Afrika’ya gidip kurban kestiğini ve buradaki insanların da bağışta bulunduğunu biliyoruz. Kurban olayı önemseniyor mu orada?
BE Ahmet Kavas: "İHH’dan daha çok kurbanı diyanet kesiyor şu anda. Diyanet geçen sene 400 büyük baş kesti Çad’da. İHH 100 kadar kesti. Başka yerlerde kesiyor tabii. Gönüllüler 200 kadar kesti. Geçen sene üç bin büyük baş kesildi. Yaklaşık yediyle çarptığımızda yirmi bin hisse yapar. Yirmi bin hisseden en az on kişi istifade etse, iki yüz bin insana ulaştılar sadece bir kurban bayramında. Gelecekte tahmin bile edemeyeceğimiz güzel sonuçları olacak. İşte bu yapılanlara “Salih Amel” deniliyor. Namaz, oruç gibi ibadetleri, kulluk vazifemiz olarak yaparız. Ama bir insana su kuyusu açmak, o insana okul yapmak, o insana sağlık ocağı açmak, orada on binlerce çocuğu sünnet ettirmek, bunlar o insanın günlük hayatında kelimelerle tarif edilecek bir şey değil. Bir de bir devlet kurumumuz olan Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı şu anda Türkiye’de 6 binin üzerinde Afrikalı burslu öğrenci okutuyor. Kendi imkanlarıyla gelen belki on bin Afrikalı öğrenci var. İleride Türkiye’yle Afrika arasında her konuda en büyük köprüyü bu öğrenciler oluşturacak. On sene önce bu anlamda on tane insan yoktu elimizde."
Sevda Dursun: Yeterli mi bu yapılanlar? Son soru olarak da şunu sorayım: Türkiye’nin başka neler yapması gerekir?
BE Ahmet Kavas: "Dünyada çok ciddi etkileşimler var. Suriye’de, Irak’ta DAEŞ olarak ifade edilen örgütün içerisinde Batı Avrupa’dan gelmiş, en az sekiz on bin kişiden bahsediliyor. Eli silahlı, anında istediği kişiyi öldürebilen insanlar bunlar. Biz burada adam yetiştirmek durumundayız. Sekiz on bin silahlı adamın karşısına bizim yetiştireceğimiz eli kalemli insanlar, elbette güçlerini kırar, ama yetmez. Şu anda bizim üniversitelerimizde seksen bin yabancı öğrenci var, kapasitemiz iki yüz elli bin. Ben isterim ki bu iki yüz elli binin kesinlikle elli bini Afrikalı olmalı. O zaman işte biz Afrika’ya günlerle değil, saatlerle hitap ederiz. Afrika’nın şu anda en büyük sıkıntısı kalkınamaması, daha doğrusu kalkındırılamaması. İşte bu genç yetişen nesiller, Afrika’nın o kalkınma tekerleğinin çarklarını çeviren nesiller olacak. Çünkü beyin göçü hep içeriden dışarıya oldu. Bundan sonra dışarıda yetişen Afrikalılar içeriye dönmeliler."(2)
Sevda Dursun, 12.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk yayınlandığı yer: Diriliş Postası
1- http://www.dirilispostasi.com/afrika-muslumanligi-canli-yasayan-bir-muslumanlik/
2- http://www.dirilispostasi.com/afrika-turkiyeyi-bekliyor/