"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."
“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya
BÖLÜM DÖRT
3
Sözcüklerim çalındı Hekimbaşı!3
Tam üç gün boyunca güldüler. Abartmıyorum. Şimdi diyeceksin ki, “Üç gün nasıl gülünür?”
Doğru ben de şaşırdım. Ama güldüler işte. Hem de ara vermeden güldüler, diyeceğim BEN de. Afallayacaksın! Yalan mı? oturmuş tavla oynuyorlardı bir haber geldi o an bastılar kahkahayı.
Durun!
Durun.. acele etmeyin sabredin! Bir ay bir hafta bir yıl.. sabredin işte!
Ne oldu?
Kimse çalışmıyor.
İşler yürümüyor!
Her taraf mezbeleye döndü.
Yumurtalar da çürük çıkıyor.
Bir uğursuzluk çöktü.. fıçılar su kaçırıyor..
Ne berbat bir hava..
Evet, hiçbir zaman bir yayım olmadı. Bir atım, bir devem olmadı. Bayram diye biri vardı. Onun atı vardı. Kendi boyu kadar. Obada kimse sevmezdi bayramı. Müfit hariç. Birlikte oynarlardı. Fırsatını bulduğumuzda döver atını alırdık. Ağlardı. Babası-annesi peşimize düşerdi. Niçin atına zarar vermezdik bilmiyorum. Okkalı küfürler savururdu Cahit bayrama yaltaklanan Müfit’e. Bir ata satılan adamın ne hayır olurdu obaya? Ucuza satmayın derdi bilge Daştan, suratının ortasına yerdi yumruğu Cahit’in kardeşi Necdet’ten. Kaşlarını çatardı Cahit. Gizliden gizliye bayrama yaltaklanan kardeşine torpil geçerdi. Yutkunurdum gördükçe. Giysilerimi çamura gömen it bu değil miydi? Öyleydi.
Gözyaşlarımı Necmi silerdi annemden önce. Annem bir sis arkasında.. içli ağıtlar mırıldanır “ Salak oğlum! Kime çektin bilmem ki!” der, saçlarımı okşardı sıcacık elleriyle.. çamura gömülen giysilerin bilgisini edinmeden.
Beni anlamadın Vildan!
Beni anlamadın Daştan!
Beni anlamadın Serma!
Günahtır, yazıktır efendim! İftira ediyorsun!
Ağlıyor, çırpınıyor, dövünüyor ve fakat anlama sıkıntısı çekiyorsun. Mevsimler dönüyor bunalıyorsun bu dönüşlerle. Durdun.
Tut ki kanatları kırık anlama yetinin tut ki avurtları çökmüş belleğinin tut ki dişleri dökülmüş hafızanın tut ki ıspanağa ne buyrulur dendi tut ki şaşkınlık konuk edildi ellerine tut ki erişim sorumlusuydu anılarının Medaha Yenge tut ki ne diyeceğine ilişkin eylemlerin vardı yine ağlar mıydın tut ki oklar tayy-i zaman yapmayı becerdi tut ki bakışların tutsak pencere pervazlarında çay düşlüyorsun tut ki gelişimini sordun çiçeklerin tut ki kırık bir yaydı dedenin sakladığı babana kalıt olsun için babandan sana ulaşsın tut ki gözlerin kararıyor başında bit pazarı çırpınıyorsun dilenciye çıkıyor adın tut ki sudan şeyler için ne dayaklar yemiştin tut ki mektep firarisisin tut ki esmer tenliler yok, demezler mi,“Hani kahramanların?”
Hadi demediler, denmedi.. tut ki ağlasın da ağlayan bir şair bilirdin senin içindi gözyaşları tut ki düşmeyelim yüz üstü anadın mı? bilmem aanaaa tabildim mi? Tut ki köpekçe bir yapın vardı özgürdün ve fakat oyuna geldin avcı bir köpek yaptılar avcıysan da avladıklarını sahibine götürmekle yükümlüsün. Köpek çiğ et sever. Çiğ et yemesin diye aç bırakırlar belli bir vakte kadar sonra bir dilim ıslatılmış ekmek verirler.. ekmeğe alışırsın. Pişirilmiş yemek artıklarına. Ava çıkılır vurulan keklikleri bıldırcınları görür yutkunursun yutkunmakla yetinirsin vurma eylemini görmezsin. Koşar getirirsin göğsü parçalanmış ne varsa. Sırtını okşarlar. Dikleşirsin.
Tut ki istediğin gibi belirmiyor yüzler anı dağarcığında vur kapısına paslı bir kilit. Ve unut.
Tut ki sırma işlemeli çadırda boğazına yağlı urgan geçirilecek şehzade Mustafa için ağıt yakmayasın diye alınan tedbirlerin bir sonucudur bu yaşadıkların.. onun boğazına yağlı urgan geçirilmeyecek olmasa sen onun tazısı olacaktın.. yağlı urgan önce senin boynuna geçmeli ki efendinin boynuna geçirilecek urganı görerek günlerce ulumayasın.. bak anla ki senin iyiliğin içindir bu olanlar.. sırtını okşuyorlar.
Dikleştir sırtını!
Cemal Çalık, 22.10.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman