12 Kasım 2015 Perşembe

SA2027/KY1-CÇ161: Hasırlı/ Roman- Bölüm 5-2

"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."


N’olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm
Yazuklar ana reva görmedi bu ray’ı gözüm
Taşlıcalı Yahya

BÖLÜM BEŞ
2
Düşlere tutunacak kadar şaşkınım. Evcilleşmemiş bir yabani olduğum yargısıyla çullandılar hep birlikte. Hiç acımadılar.. hiç düşünmediler.. hem ben biliyor muyum “evcil” ne demek? Bilmediğim bir şeyi benden istediler.. hoş kolayı vardı.. av köpeklerinizin yanında tutsaydınız bir süre.. onlarla birlikte ava götürseydiniz.. ama o zaman da suçlamak için bir bahaneniz kalmazdı değil mi?

EVCİL KAVRAMI

TANIM BİR

***EVCİL: Bir köpek cinsi.
***KÖPEK 1: Bir canlı türü. Gerektiğinde “Hav.. hav.. hauvv!” sesleri çıkarır, gerektiğinde her hangi bir ses çıkarmadan istenileni yerine getirir.. içinden havlamayı ihmal etmeden.
***KÖPEK 2: Salgın UYUZ  hastalığının yapım ve dağıtımcısı.
***UYUZ:  Okşama veya vurmayla sağaltılan ruhi bir hastalık. Ot, enfiye bağımlılarının sıkça duçar oldukları rahatsızlık.

Mazeret hahem eli-yüzü düzgün kardeş.. mazeret hahem yağmurlu gün..

Hoş geldin!

Kedi evcilliğin tadını çıkarıyor tünediği pencere kenarında, geriniyor kabartıyor sırtını, bakınıyor tembel tembel.. ön ayaklarını ileri uzatıp ileri kabartıyor sırtını yeniden… yanından geçip giden kuşlara burun kıvırıyor, hatta pencere pervazına konanlara burun kıvırıyor pençesini uzatıp alacakken ve pencerenin camı açık çünkü.. devinmiyor, hamle etmiyor kuşlara yönelik.. birazdan Ömer Ağasının sunacağı ciğer ziyafetine hazırlık yapıyor.. biliyor ciğer saatini.. şölenlere alışmamış, şölen zamanlarını bilememiş bir kedinin evcilliğinden söz edilemez. Evcilleşmemiş bir kedinin yaşama hakkı var mıdır? Olmadığını bilir.. bir sen bilemedin Suat Ulu! Bir sen bilmemeye inat ettin! Öyle ise.. çek şimdi cezanı.. bir türlü evcilleşemedin.. kimlerle nasıl oturup kalkılacağını kazıyamadın beynine.. hafızana.. düştün kıytırık iki yıldız peşine.. düştün ağaç altlarına.. düştün çakır gözlünün ardına çim saymaya kalktın. Kimlerin çim saymaya yetkili olduğunu düşünmeden. Bir kedinin aklı zekası senden daha gelişkindir. Gör bak.. şölen zamanı gelmiştir ve işte yanına kadar gelip, burnunun dibine tüneye kuşlara nasıl da kayıtsız kalmıştır. Ve hep kayıtsız kalacaktır. “Kuş beyinli” sözleri seni yanıltmasın.. kuşlar kadar bile beyin yok sende.. bak onlar bile biliyor kedinin yanına ne zaman yaklaşılabileceğini.. ya sen! Sen evcilleşmedin.. hep vahşi kaldın.. vahşi bir ittin.. hala da vahşi bir itsin.. onlara benzeyecek sonunda.. evet onlara benzeyecek işte.

Yok.. sus artık.. sen sus bari.. bir düş sanmıştım olan biteni..

Ve bir düştü gördüğüm ikindi vaktinde bir yağmurlu günün ve yağmurluydu gün ve çadırdaydım yağmur yağdığı için çadırdaydım ve düşümde çıldırmış gibiydi güvercinler kafeslerde ve kafeslerin demir tellerine vuruyorlardı hızla kendilerini ve düş bu ya güvercinlerim varmış bir çadır dolusu koca bir çadır büyüklüğünde kafes içinde yüzlerce güvercin ve çıldırmıştılar nedensiz.. etrafta kediler vardı desem iftira olur.. etrafta tilkiler vardı desem iftira olur nefret etsem de kedilerden.. tilkilerden.. ve açtım çadırın demirden kapısını.. açarken söyleniyordum “Hangi aklı evvel bezden binaya demirden kapı yapmış!” diye.. dört-beş kapısı vardı çadırın ve dışarı da tufan.. kimsecikler yoktu benden başka.. ve çadır büyüklüğünde kafes içindeki çıldırmış güvercinlerden başka. Açtım çadırın demir kapılarını, açtım kafesin kapılarını kaçsınlar istedim ve hatta ürküttüm ve istedim demir tellere vurup parçalamasınlar kendilerini ve fakat kaçmadılar. Sindiler köşelerine kafeslerin tıklım tıkışık oldular ve hala titriyorlardı ve yalvarmaklıydılar ve dedim ben mi ürküttüm alel acele daldığımda çadıra.. yağmurdan kaçan ben dolu’su mu olmuştum güvercinlerin? Küçüldüğümü sezinliyordum. Onlar titredikçe ben küçülüyordum ve değişiyordu vücudum aynaya ilişince gözlerim gördüm küçüldüğümü ve değiştiğini bedenimin.. küçülüyor olmasam düşerdim şaşkınlıktan, küçüldüğüm için düşmekten kurtulmuştum. Ve fakat ben küçüldükçe bedenim değiştikçe şaşkınlığım devleşiyordu aksine.. ben kuyucu murata mı dönüşüyordum? Bu gerçek miydi? 

Ben küçüldükçe Kuyucu Murat iyice belirginleşti bende.. ben oldum Kuyucu Murat. Artık ben ben değildim. Basbayağı Kuyucu Murat'tım. Kuyucu kafesin içindeydi. Güvercinlerin titremesi katmerleşmiş ve bu yüzden uçup gitmeyi akletmemişlerdi. Akledemiyorlardı. Titremekten başka bir şey yapmaya güçleri yoktu. Kuyucu Murat hiç acele etmeden eğiliyor.. hatta elini uzatıyor.. işaret ettiği titreyerek eline konuyordu ve ele konan güvercinin boynunu bir çekişte koparıyordu bedenlerinden Murat. 

Ve ben Murat’ın içinde bir köşede ağlıyordum ve kan diz boyu yükselmişti ve haykırarak uyanmıştım. Ve terden sırılsıklamdım işte. Kuşların hepsi ölmüştü. Ve yalnız tahta kurtlarının kemirme sesleri geliyordu kulağıma ve öylece yeniden uykuya dalmıştım. Ve gördüğüm düşle uyandım. Bir başka düşe uyandım. Bir başka düşe vardım yeniden. Terasa çıktım. Yıldızlara baktım. Medaha Yengeden aldığım enfiyeden çektim, hekim başından aşırdığım ottan birkaç nefes aldım ve gecenin karanlığına üfledim dumanları gözyaşlarımın arasından ve işte korkuyordum odama dönmeye ve görüyordum insanlar tutkularının sağnağında gövdelerinin sabrını yiyorlardı.

Bir düş gördüm yağmurlu bir günün gecesinden ve bir torbaydı gördüğüm ve torbada bir sürü iğne vardı ve iğneler nakış iğnesiydi ve torbanın etrafında yüzlerini tanımadığım ve seslerine çok yakında aşina olduğum insanlardı bunlar.. kadınlı erkekli bir kalabalıktı ve hararetli hararetli bir şeyler konuşuyorlardı ve ateşliydi konuşmaları ve kah öfkeler yükseliyordu kah kahkahalar ve bir birlerine bir yeri gösteriyorlardı ve ben onları gözetliyordum ve fenerler aydınlatıyordu her bir yanı ve elimi çaktırmadan kimseye torbaya daldırdım ve aşırdım bir avuç iğneyi ve fakat iğneye gereksinimim yoktu Necmi Ablam için diye geçirmiştim içimden. Ve bir bez parçasına sardım onları kimseye belli etmeden ve şalvarımın içine soktum ve işte canlıydı sanki iğneler ve bir şeyler geziniyordu bacağımda ve kaşıdım gezinen yeri ve elime baktım elim kan kesilmişti ve torbanın etrafındaki insanlar uzakta bir yeri işaret ediyorlardı ve baktım benim kanayan bacağımdı gösterdikleri ve bacağım bir ark gibiydi. Kan arkı. Kan geliyordu, insanlar dehşet içindeydiler ve hayvanlar dehşet içindeydiler ve ben dehşet içindeydim ve işte beni işaret ediyordu her bir şey ve üzerime yürüyordular ve ten tak ayakla koşuyordum, “Benim bir suçum yok!” diye bağırıyordum avaz, avaz.. ve koşuyordum, koştum ve bir kuyuya düştüm ve dilleri yabancı bir takım insanlar kuyudan çıkardılar beni be bir pazarda sattılar, satıcılar çok para edeceğime dair bahislere tutuşmuşlardı ve Kara Ömer Ağa aldı beni ve fakat kopan bacak fiyatımı oldukça düşürmüştü nerdeyse üste para bile almıştı Ömer Ağa. İyi pazarlık yapmıştı ve işte ucuza kapmıştı beni ve numaralandırmıştı beni ve kopan bacağımın yerinden damla damla kan geliyordu ve aşırdığım iğneler kaybolmuştu. 

Sakallarım ve bıyıklarım varmış ve bana bakıyorlarmış onlar da tıpkı etrafımı çeviren tanımadığım bu insanlar gibi uyandım. Terlemiştim. Bacağımı kontrol etmeye korkuyordum. Ve fakat yerinde olduğunu biliyordum kan yoktu yatakta ve böcekler ölmüştü ve ben onları süpürüp atmıştım ve ağaç kurtları tahtaları kemirmiyorlardı karınlarını doyurmuştular da ondan kemirmiyorlardı ve acıktıklarında yeniden kemireceklerdi ve işte yağmurluydu hava yeniden yatabilirdim ve belki uyurdum.. karabasanlar görmeden uyuyabilirdim belki. Ve fakat çıktım yataktan işte acıkmıştım her şey dün gibiydi ve fakat eksik olan yağmurdu ve fakat gök kapalıydı kara bulutlarla örtülüydü ve her an yağabilirdi yağmur. 

Ve başladı işte.

Ve bir düşe uyandım. Düş’te uyandım. Ve düşümde büyük bir sarayın dev bahçesindeydim ve bahçe kalabalıktı. Ve bahçenin bir köşesinde kuyucu Murat genç kız ve erkeklere ders veriyordu ve verdiği dersin izleyicisi kalabalıktı ve hepsi hayretler içerisindeydi ve sahnenin bir köşesinde Medaha Yenge ve yarenleri ikindi çayı içiyorlardı ben küçüktüm ve Vildan'ın kucağındaydım ve gözyaşlarımı siliyordu Vildan ve neye veya neden ağladığımı bilmiyordum ve Vildan emziriyordu beni ve Cahit Bayram’a yaltaklanıyordu atı için ve birden atlılar belirdi Mahmut bir ırmaktan su içiyordu ve Necmi başını eğmiş ağlıyordu ve belagat dersi öğrencileri gülüyordu ve ders-i azam kendisini tutmaya çalışıp sınıfı susturmayı deniyordu ve sınıf yalpalıyordu dümeni kırık her hangi bir deniz taşıtı gibi ve sarkmıştı Vildanın göğüsleri an be an yaşlanıyordu Vildan ve burnuma leş gibi kokular geliyordu Vildan çürüyordu zira ve bu çürümeyi umursamayıp el ediyordu Serma el ediyordu Sevgi el ediyordu ve fakat çürüdüklerini bilmiyorlardı el ediyordu Kara Ömer Ağa ve ben kucağından kaçıyordum Necmi’nin. Vildan el ediyordu çürümüştü işte ve ellerime bulaşmıştı bu çürüklük ve dudaklarıma bulaşmıştı ve Kuyucu Murat gülüyordu belini incitene ve beli incinen Sevgiydi. 

Ve öfkeyle dolup taşmıştı sevgi tüm bahçe öfkeye boğulmaktaydı ve kaçtım ve atlılar peşim sıra koşuyordu ve bana yetişemiyorlardı ve kaynayan buhurdanların her bir tarafını ten böcekleri sarmıştı ve yalnızdım işte bir çölde tek başımaydım ve durup dinlenmek istedim bir kuyu başında kandı kuyunun suyu oysa susamıştım ve su bulamıyordum ve kelleci Murat dedesiymiş Kuyucu Murat’ın bütün kuyuları kimse su içmesin için insan kellesiyle doldurmuşmuş ve yalnızmışız bütün insanlar çölde yorgunmuşuz hepimiz de ve her birimizin kuyusunda kan varmış her birimize bir kuyu düşse de ve işte kuyucu murat sırıtarak içiyormuş kan kuyularından kana kana ve gözler yüzüyormuş kanlı kuyuların içinde ve ben ağlıyormuşum bir köşede ve kelleci Murat’ın kuyucu Muratın dedesi olduğu yalanmış ve ben haykırıyormuşum yalan olduğunu kimse kulak asmıyormuş benim sözlerime ve hep birlikte saldırıyorlarmış bana insanlar kadınlı-erkekli ve ellerine ne geçirmişlerse ve işte Murat seslenmiyormuş peşime düşenlere ve ağlamıyormuş ve hatta gülüyormuş bir de Serma’yı linç edenler bana diş biliyorlarmış ve işte bana yönelmişler ve ben kaçmaya başlamışım güya ve işte ben kaçtıkça yerimdeymişim hiç ilerleyemiyormuşum yığın yaklaşıyormuş ve yaklaşmış ve işte ellerinde sopalar ve satırlar ve oraklar ve kürekler ve ben bağırmışım ve bağırışıma uyanmışım ve terlemişim ve üzerimdekileri üşütmeyeyim diye çıkarmışım ve çakır gözlü görmüş beni ve haykırmış:

“Vay edepsiz.. anadan üryan olmuş kendini bize teşhir ediyor.. yetişin!”

Ben gülmüşüm bu sözlere.. kim inanır ki çakır gözlüye.. kim güvenir ki ona demişim.. Kara Ömer Ağa beni bilir diye geçirmişim içimden, onca para saydı demişim böbürlenerek ve dil çıkarmışım çakır gözlüye.. el sallamışım Medaha Yenge gülmüş bütün bunlara.. Sedye Hala gülmüş katıla katıla.. Kuyucu Murat seğirtmiş sofaya.. o gür sesi ile “La havle!” demiş.. Hekim Efendi cırtlak sesiyle “Selamün kavlen!” demiş başını sallayıp göbeğini hoplatarak.. iç çamaşırlarımın kadın iç çamaşırlarına benzediğin fark ettiklerin gözleri faltaşı gibi açılmış bir araya gelip yargıda bulunmuşlar.. çamaşırın cinsiyeti olunca yargıları tartışılmaz oluyormuş ve işte verilmiş yargı asılacakmışım ve darağacına hacet yokmuş incecik boynum olduğundan ve satıra da gerek olmadığını belirtmiş cellatbaşı.. 

“Yağlı bir ilmek bile fazla bu ite!” diye belirtmiş rey’ini. Ve işte saymışlar bir bir giysilerimi.. günahları boynuna ipekmiş külotum.. ve işte çırılçıplağım yığınlar karşısında ve ters cinsiyetli çamaşırlarımın benden önce bakmışlar icabına çoluk-çocuk bilsin istememişler.. kuyucu Murat’ın kahkahalarına uyanıyorum ter kan içinde. Ve işte yeniden uyumak istiyorum.. karabasanlar kesmese yolunu uykumun diye iç geçirerek.. ve fakat işte bir başka karabasan düştü peşime.. uyanmak istiyorum.. yalvarıyorum.. ağlıyorum. 

Uyanamıyorum. Rahat bırak beni diyorum, gülüyor tıpkı Kuyucu Murat gibi.. tıpkı Kara Ömer Ağa gibi.. bırakmıyor uyanayım bu kere.. uyumak istemiyorum işte.. bunda şaşılacak ne var? Uyumak isterken isteniyor.. uyumak istemezken niye olmasın? Zorla niye uyutuyorsunuz.. niye uyutacaksınız.. hayır güneşi görmek istiyorum.. yıldızlara bakmayı.. yağmurda ıslanmayı.. velhasılı uyumak istemiyorum.. günlere uyanık varmak istiyorum.. bırakmıyor.. oysa uyanmalıyım. Bak işim gücüm var.. 



<<Önceki Hasırlı    Sonraki Hasırlı>>


Cemal Çalık, 12.11.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman 


Seçkin Deniz Twitter Akışı