Sonsuz Ark'ın Notu:
22 yaşında Azerî kökenli İran vatandaşı bir Üniversite öğrencisi olan Hüsameddin Ferzîzâde Şiâ'ya yönelik sistematik eleştirisi yüzünden İran İslam Cumhuriyeti adı ile anılan Faşist Velayet- Ruhbanlık Sistemi tarafından idama mahkum edilmiştir. Aşağıda bu tertemiz delikanlının aziz hâtırâsına ve eserine dair tercümeyi bulacaksınız. Ona destek olmak için bu çalışmayı yayınlıyoruz. (Güncel Not: Hüsameddin Ferzîzâde kardeşimiz, 14.09.2020 günü yayınladığımız aşağıdaki çalışmasını paylaştığım Twitter hesabıma şu mesajı bırakmıştır: "Selam, Hayatımın zor günlerinde beni desteklediğiniz için teşekkür ederim. Husamuddin farzizade" Çalışmasını yayınladığımız zamandan bu yana 5 yıl geçmiş, bu zaman içinde, 1993 doğumlu olan bu genç kardeşimiz İdam'dan kurtulmuş, ancak üniversiteden atılmış, hayatı cehenneme çevrilmiş bir durumda. Umuyorum dost ellerimiz ona uzanabilir Türkiye olarak. Seçkin Deniz)
Seçkin Deniz, 28.11.2015
Bismillahirrahmanirrahim
“Şeyhi olmayanın Şeyhi Şeytandır” Sözü
“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözü de muhtelif fırkaların meydana çıkması için çıkarcılar tarafından uydurulmuştur. Bu hadis bütün mezhep ve fırkalar arasında düşmanlık yaratmaktadır. Böylece her şeyhin görüşü dini kaynak olarak kabul edilerek, diğerleri tekfir edilmektedir. Hem Şia hem de sünnilikte pek çok fırkanın ortaya çıkmasına sebep olan bu söz onları kendi aralarında da birbirine düşürmüştür. Bu tür belaların hepsi bu tür sahte hadislerden kaynaklanmaktadır. (22)
Sahabe arasındaki ihtilaflar
İslâm tarihine baktığımızda Hz. Ömer dönemine kadar bir sorun ve ayaklanmanın olmadığına tanıklık ederiz. Çünkü Hz. Ömer döneminde hadis nakletmek yasaktı. Ancak Hz. Ömer döneminden sonra hadis toplama konusunda eskiden gösterilen ciddiyet zayıfladığından sahte hadisler etrafında şekillenen ihtilaflar da büyümeye başladı ve İslâmî vahdet parçalanma sürecine girdi. Sahte hadisler Müslümanları birbirine düşürdü.
Bu sahte hadisler ortaya çıkmadan önce Müslümanlar Kur’ân’ı esas aldıklarından birlik ve uyum içerisindeydiler. Sahte hadisler sahebeleri bile karşı karşıya getirdi. Çünkü bu sahte hadisler dört halifeyi ve sahabelerden bazılarını kafir olarak niteliyordu.
Sahte hadislere dayanarak Ebû Bekir ve Ömer’i gaspçı, Osman ve Ali'yi de hatalı olarak gösteriyorlardı. Sahte hadislere dayanarak belli bir fırkaya katılanlar yine başka sahte hadislere dayanarak aynı fırkayı İslâm düşmanı olarak görebiliyorlardı.
Sahte hadislerle fırkalar şekillendiği zaman özgürlük hala mevcuttu. Can korkusu olmadan herkes istediği fırkaya katılabiliyor veya fırkasını değiştirebiliyordu. Bu sahte hadisler Hz. Ömer’i Hz. Fatıma’nın katili yapacak kadar ileri gitmiştir. Hz. Ali'yi de ömrünün sonuna kadar Hz. Ömer’i lanetleyen kişi olarak tasvir etmişlerdir.
Yalnız ortada şu önemli soru cevapsız kalmaktadır: Neden Hz. Ali öz kızını, karısının katiliyle evlendirdi? Ya da neden Hz. Ali öz oğullarını Ebû Bekir ve Ömer adlarıyla şereflendirdi? Acaba Allah’ın aslanı lakabını alan Ali, Ömer’den korkuyor muydu?
Diyelim ki Ali, Ömer’den korktuğu için kızının onunla evlenmesine izin vermiş olsun. O zaman neden Ömer’in vefatından sonra dünyaya gelen oğullarına Ömer ve Ebû Bekir adlarını koymuştur?
Şiiler bu tür sorulara cevap vermekten aciz kaldıklarından çaresizlik içerisinde Ömer’in, Ali’nin kızı Gülsümle evlenmesini “Gülsüm gasp edilen ehli beyt haklarındandır” gibi komik ifadelerle açıklamaya çalışacaklardır.
Ama bu tür ifadelerle Hz. Ali’yi korkak biri olarak lanse ettiklerinin farkında bile değillerdir. Korkusundan kızını, karısının katiliyle evlendiren Ali profili! “Bütün dünya üzerime kılıçla yürüse yine de zalimden yana olmam” diyen Ali gibi bir yiğidi Şia’nın kendi karısını bile korumaktan aciz ve korkak birisi olarak göstermesi ne kadar doğru olabilir ki?
Osman’ın halifeliği döneminde defalarca yüksek sesle Osman’a karşı çıkabilen Ali doğal olarak oğlunun adını korkudan Osman koymazdı. Ebû Bekir ve Ömer de Alinin görüşlerini alarak onun görüşünü diğer sahabelerin görüşlerine tercih etmişlerdir.
Bu olayları nakletmemizin amacı sahabelerin birbirine karşı oldukça anlayışlı ve saygılı olduğunu göstermektir. Sahabeler de düşünen insanlardı. Düşündüklerinden bazı konularda ihtilaf etmelerinden daha doğal bir şey olamazdı. Lakin bu fikir ayrılıkları seçkin sahabelerin birbirlerine karşı şert çıkışlarda bulunduğu anlamına gelmemektedir. Ama daha sonra Müslüman olanlar sahabeler arasında bulunan bu tür doğal ihtilafları düşmanlık düzeyine yükselttiler.
Onlar Ebû Bekir ve Ömer zamanında Mekke ve Medine’de sahte hadis uyduramayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Ancak Osman zamanında ortaya çıkan belirsizlik ortamından Medine ve Mekke gibi merkezi şehirlerden uzaklaştılar.
İslâm dünyasının doğu ve batısına yayılarak sahte hadis uydurup bunları yaymaya başladılar. Bilindiği gibi Osman zamanında ortaya çıkan fitneler merkezde değil, doğu ve batıda meydana gelmişti.
Din sahabelerin kalabalık olarak yaşadığı merkezlerden uzaklaştıkça farklı içerikler kazanarak her bölgenin gelenek-görenek ve kültüründen etkilenmeye başladı. Öyle ki Medine müslümanları ile Sasani bölgesinde yaşayan müslümanlar birbirlerinden farklılaşmaya başladılar.
Sasani bölgelerinde mecusi ve yahudi inanç ve fikirler İslâm ilke ve inançlarını tahrif etmeye başlamıştı. Batıda da Hıristiyanlık, Yahudilik ve Nesturilik inançları İslâm’ı kendilerine benzetmeye başlamıştı.
Bu yeni Müslüman olanlar, bir taraftan Arapça’yı bilmediklerinden diğer taraftan da Kur’ân’ın tercüme edilmesi geleneği hala başlamadığından hadis nakledenlerin şifahi olarak söylediklerini İslâm olarak kabul ediyorlardı.
Bu hadis uyduranlar özellikle yeni fırkalar yaratabilmek için hadis naklediyorlardı. Bu yüzden hadis kitaplarında bulunan hadislerin çoğu birbirine zıttır. Öyle ki sahte hadislerden hareketle birbirini nakz eden görüşlere ulaşmak mümkündür. Mesela belli bir sahabenin hem kafir hem de mümin olduğu sonucuna ulaşmak bu hadisler açısından mümkündür.
Çeviren: Mustafa İkbâl
Tahkik ve Notlandıran: Bülent Şahin Erdeğer
Hüsameddin Ferzîzâde, 28.11.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Metin adresi:
Notlar:
22- Söz konusu sözün Sünni kaynaklarda bir kaynağı yoktur. Özellikle Sufi çevrelerde Cüneyd-i Bağdadi’ye atfedilen bu söz İmam Gazali’ye de dayandırılmaktadır: “Abdest alıp namaza musaid olan kimse uyacağı bir imama muhtaç olduğu gibi. Müridde Kendisini doğru yola kavuşturması için tabi olacağı bir şeyh Üstada Muhtaçtır. Zira din yolu gizli Şeytanın yollarıda çok ve açıktır. her kimin kendisine yol gösterecek bir şeyhi yoksa çare yok. Şeytan onu kendi yollarına çekecektir. '' (Gazali, İhyaul Ulumu’d Din 3/70 ) (B)