12 Aralık 2015 Cumartesi

SA2182/KY40-HF7: İdamlık Bir Şia Eleştirisi-Hüsameddin Ferzîzâde: İslâm’dan İslâm’a-Uydurulan İslâm’dan İndirilen İslâm’a Yolculuk 7

Sonsuz Ark'ın Notu:
22 yaşında Azerî kökenli İran vatandaşı bir Üniversite öğrencisi olan Hüsameddin Ferzîzâde Şiâ'ya yönelik sistematik eleştirisi yüzünden İran İslam Cumhuriyeti adı ile anılan Faşist Velayet- Ruhbanlık Sistemi tarafından idama mahkum edilmiştir. Aşağıda bu tertemiz delikanlının aziz hâtırâsına ve eserine dair tercümeyi bulacaksınız. Ona destek olmak için bu çalışmayı yayınlıyoruz. (Güncel Not: Hüsameddin Ferzîzâde kardeşimiz, 14.09.2020 günü yayınladığımız aşağıdaki çalışmasını paylaştığım Twitter hesabıma şu mesajı bırakmıştır: "Selam, Hayatımın zor günlerinde beni desteklediğiniz için teşekkür ederim. Husamuddin farzizade" Çalışmasını yayınladığımız zamandan bu yana 5 yıl geçmiş, bu zaman içinde, 1993 doğumlu olan bu genç kardeşimiz İdam'dan kurtulmuş, ancak üniversiteden atılmış, hayatı cehenneme çevrilmiş bir durumda. Umuyorum dost ellerimiz ona uzanabilir  Türkiye olarak. Seçkin Deniz)
Seçkin Deniz, 12.12.2015

Bismillahirrahmanirrahim

12 İmam’ın Masumiyeti ve İlm-i Ledün

Dikkat edilirse Şii olsun Sünni olsun bu tür hadisler Kur’ân’a değil, muharref Tevrat’a dayanmaktadır. Tevrat’ta bulunan 12 prens, Şiiliğe 12 imam olarak geçer.


İmamlık ve imamet anlayışının kökeni diğer taraftan da İslâm öncesi Sasani kültürüne dayanmaktadır. Peygamber soyunun kutsallığı ile Sasani soyunun kutsallığı özdeşleştirilmektedir. Hem Sasani şahlarının çocukları hem de Ali’nin çocukları masum ve ilmi ledunniye sahiptirler. Zerdüştlükte seçkin sınıflar kutsal kan ve soydan gelmektedirler. 


Bu tarz bir üreme şekli Şialıkta kendi yansımasını bulmuştur. İran zerdüştileri kendi şahlarını aşırı bir şekilde yüceltirlerdi. Bu aşırılık 12 imam anlayışına geçmiştir. Sasani şahları hata etmedikleri ve hiçbir şekilde yanlış davranmadıkları gibi 12 İmam da hata ve yanlıştan beri yani masumdurlar! (Bakınız: Okuma Parçası, Seçkin Deniz)

Zerdüştlükte yaygın olan bu anlayış Şia ideolojisinin doğuşunda oldukça etkili olmuştur. Sırf Zerdüştilikten kaynaklanan sebeplerden dolayı Şiiler de seyyidlerin üstün ırktan olduğuna inanırlar. Bu yüzden Mecusi ülkeleri Şialar için uygun ve güvenli yerler olmuştur.


Şiilik bu ülkelerde kendi ideolojik yapılanma sürecini tamamlamıştır. İran’ın Ehl-i Sünneti bile fasık ve ahlaksız olsalar da seyyidlere saygı duyarlar. Oysa Medine’de hiçbir şekilde böyle bir durum söz konusu olmamış ve Haşimiler ile diğer soylar arasında hiçbir fark gözetilmemiştir.


En muhafazakar olan Haricilerde (Muhakkime’de) insanlar soylarına göre değil, takvasına göre değerlendirilir ve Arap ile Arap olmayan arasında hiçbir fark gözetilmezdi.


İlk Ekol İbâdiye


Şia ve Sünnilikten çok daha önce İbâdiye mezhebi ortaya çıkmıştır.(25) Bu yüzden İbâdiye Kur’ân ve akılla çelişmez ya da çok istisnai durumlarda çelişir. Ancak Şia Kur’ân ve akılla açıkça çelişerek Kur’ân’ın dışına çıkmıştır. Şiilik kadar olmasa da Sünnilik de kısmen Kur’ânla çelişmekte ve karşı karşıya gelmektedir. Ancak bunların hiçbirisi İbadiye kadar Kur’ân’a yakın değildir.


İlginç olan diğer bir nokta da Şia’nın dört hadis kitabını yazanların hepsinin İranlı üstelik de Kum şehrinden olmasıdır. Şia’nın iddialarının aksine İslâm dünyasında ilk ortaya çıkan mezhep İbadiliktir. Şia ancak bundan 600 yıl sonra kendi fıkıh kitaplarını tamamlayabilmiştir. 


İranlılar, maddi-siyasi çıkarları gereği bazı sahabilere lanet okumaktadır. Yoksa bunun dini hakikatlerle hiçbir alakası yoktur. İslâm’da hiçbir şekilde yeri olmayan “Takiyye” de bir Şia uydurmasıdır. 


Hedefleri Şii görünmekten kaçınıp belli yerlere sızmak ve gerektiğinde de İslâm’a darbe vurmaktır. Tevrat eksenli düşünen Taberi’nin kitaplarını okuyan birisi Ebû Bekir, Ömer, Osman, Fatıma, Âişe ve hatta bizzat Peygamberden şüphelenmeye başlar. 


Çünkü bu kitap bir yerde Peygamberin bilgeliğinden bahsederken başka bir yerde ise Peygamberin süt kardeşiyle evlenmek istediğinden bahsetmektedir. Ancak başkaları süt kardeş ile evlenmenin doğru olmadığını anlatınca Muhammed bu evlilikten vazgeçmiş! 


En tuhafı da Taberi’nin Tefsir üzerine yazdığı kitap ile tarih üzerine yazdığı kitabının tamamen çelişiyor olmasıdır. Bu yüzden Taberi’nin yazdıklarını doğru kabul eden birisinin İslâm’a saygı duyabilmesi mümkün değildir.


Neredeyse bütün hadis ve tarih kitaplarında bu tür zıtlıklar ve çelişkiler bulunmaktadır. Neden yazarlar bu zıt durumları yazıp sonra da sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça üzerinden geçebilmişlerdir? 


Bir yerde bir konunun doğru olduğunu yazarken başka bir yerde buna karşıt olan durumun doğru olduğunu yazabilmişlerdir. Sanki daha önceki konudan hiç bahsetmemişcesine ikinci mevzuya geçebilmişlerdir. 


Bu durumda karşımıza çıkan temel soru şudur: Bunlar Peygamber ve arkadaşlarını bu kadar kusurlu ve hatalı gördükleri halde neden kendileri Müslüman olmuş ve Müslüman olarak kalabilmişlerdir? 


Bunlar gibi tarihçi ve hadis rivayetçileri bütün İslâmî fırkalarda bulunmaktadır. Mahirane bir şekilde fırkalar oluşturuyor ve sonra da bunları karşı karşıya getiriyorlardı. 


Aleviler Abbasilere, Mısır’daki el-Ezher ve Nizamiye medreselerine karşı ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed ve Sahabileri dirilse bile bu fırkalar arasında bulunan ihtilafları çözemezler. 


Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ı gaspçı olarak görüp lanetleyen ve Hz. Âişe’yi zinakar olmakla suçlayan Şia, Ebû Bekir’i Sıddık, Ömer’i Faruk, Osman’ı Zinnureyn ve Âişe’yi Müminlerin Annesi olarak gören Sünnilerle nasıl anlaşıp bir araya gelebilir?!


Burada şu soruyu sormak gerekir: Eğer durum Şia’nın anlattığı gibiyse ve sahabiler birbirlerine karşı bu kadar nefret ve kin beslemişlerse o zaman neden birbirlerinin kızlarıyla evlenmişlerdir? 


Ya da neden birbirlerinin oğullarını evlatlık olarak görmüş ve onlara bugün lanetlenen sahabilerin adlarını koymuşlardır?


İslâm’ın ilk çağlarından uzaklaştıkça bu tür ihtilafların derinleşmesine ve Müslümanlar arasında nefret tohumları eken hadis sayısının daha da artmasına şahit oluruz. 


Büveyhiler, Abbasiler ve Aleviler daha sonra ortaya çıkan İsmaililer, Fatimiler ve Safevilere kıyasla daha ılımlı kalmışlardır. 


İlk Şia grupları halifelere ve Sünnilere karşı ılımlı davranırken, son şekillenme sürecinde Şiilik ilk üç halifeye karşı nefret ve kin kusmaya başlamıştır. 


Şia’nın ilk dönem tarihi incelenirse bu mesele açıklığa kavuşur. Yakubi ve benzeri Şii tarihçiler Ebû Bekir ve Ömer’i saygıyla anmakla birlikte Ali ve evlatlarının imamlığını da kabul ediyorlardı!




Çeviren: Mustafa İkbâl

Tahkik ve Notlandıran: Bülent Şahin Erdeğer

Hüsameddin Ferzîzâde, 12.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar




Metin adresi:

Notlar:


Büyük Şia alimlerinden Tabersi Faslul Hitab 'ında İmamlara atfedilen Kur’ânın tahrifine dair birçok

hadisi bir araya getirmiştir. (B)

25- Bkz. 17. Dipnot (B)




Okuma Parçası:

( Lütfen arada kurulan sahte bağın itiraf edilişine dikkat ediniz ve  'sorgulayarak' okuyunuz.)

İran Kültür Evi'nden 

Tevrat'ta Geçen 12 İmam

 İbn Kesir, meşhur Tarih'inde şöyle yazar:

"Yahudilerin elinde bulunan Tevrat'ta şöyle bir mazmun geçer: Allah Tealâ İbrahim'i İsmail'in doğumuyla müjdeledi ve İsmail'le onun evlâtları vasıtasıyla soyunun üreyip çoğalacağını ve bunların arasından çok değerli 12 büyüğün zuhur edeceğini bildirdi."

İbn Kesir bunu aktardıktan sonra şöyle yazar:

"İbn Teymiye, bu çok değerli büyük insanların; Cabir b. Semure'nin rivayet ettiği hadiste zuhur edip bu -İslâm- üm-met içinde ard arda gelecekleri müjdelenen 12 kişi olduğunu söylemiş ve dünya, ancak onların zuhurundan sonra son bulacaktır demiştir."

Daha sonra İbn Kesir kendi görüşünü şöyle açıklamaktadır:

"Müslüman olan Yahudilerin çoğu, Rafizîlerin imamlarının, Tevrat'ta müjdelenen bu 12 kişi olduğunu zannederek bir hataya kapılmış ve Şiî olmuşlardır."

İbn Kesir'in bahsettiği müjdeleme olayı bugün Yahudilerin elindeki Tevrat'ın 18-20 no'lu, 17. ashah, Sıfr-i Tekvin'de geçmektedir. Bu müjdenin İbranice aslı, Sıfr-i Tekvin'de Hz. İbrahim'e "Rab"bin sözü olarak verilmekte ve şöyle denilmektedir:

 " ...İsmail'e bereketlendiririm, yetiştirip büyütür, evlâtlarını çoğaltırım; onun soyundan 12 imam türetir, büyük bir ümmet meydana getiririm."

Tevrat'taki bu bölüm, Hz. İsmail'in (a.s) soyunun çokluğuna, her yeri kaplamasına ve bereketine değinmektedir. İbranice'de "şenîm oşâr" erkek sıfatı, sonundaki ek "yem" de çoğul ekidir; "ne-siyem" imamlar, önderler, halifeler, liderler gibi anlamlara gelir ki tekili "imam, lider" anlamındaki "nâsiy"dir.

Bu müjdede "Rabb"in İbrahim'e (a.s) müjdesi ise şöyle geçmektedir: "Fi tentiyf guy-ı gedul"un ilk kısmı iki bileşikten oluşmuştur; yani "fi" belirteciyle "nâten" fiilinden oluşmuştur (oluşturur, veya: giderim anlamında). "Netetif"in sonunda "Yef" zamiri İsmail'e eklendiğinden şu anlama gelir: "Onu tayin ettim." Ümmet anlamına gelen "guy"la, büyük anlamına gelen "gedul" birlikte şu anlama gelir: "Onu büyük bir ümmet ederim." Bundan da şu netice alınmıştır: Bereket ve üreme çokluğu sadece Hz. İsmail'in (a.s) sulbünde belirlenmiş ve apaçık bir şekilde Hz. Resul-i Ekrem'le (s.a.a) onun temiz Ehlibeyt'inin imamları kastedilmiştir. Çünkü Hz. Resulul-lah'la (s.a.a) onun Ehlibeyt'i Hz. İsmail'in (a.s) neslinin devamıdırlar. Bilindiği gibi Allah Tealâ Hz. İbrahim'e, Nemrud'un ülkesinden Şam'a hicret etmesini emretmişti. O da bu emri yerine getirerek karısı "Sara" ve Hz. Lut'la (a.s) birlikte Allah Tealâ'nın emrettiği şekilde hicret ederek Filistin'e geldi. Filistin'de Allah Tealâ, Hz. İbrahim'e (a.s) çok miktarda mal mülk verdi, o kadar ki, o ellerini semaya açıp "Ya Rabbim!" dedi, "Benim çocuğum olmadıktan sonra bu kadar malı mülkü ne edeyim ben?" Bunun üzerine Allah Azze ve Celle "Gökteki yıldızlar kadar evlât vereceğim sana!" şeklinde vahyetti Hz. İbrahim'e (a.s).

O günlerde Hacer, Hz. İbrahim'in (a.s) eşi Hz. Sara'nın (a.s) hizmetçisiydi. Sara, Hacer'i Hz. İbrahim'e (a.s) bağışladı; Hacer, çok geçmeden hamile kalarak Hz. İsmail'i (a.s) dünyaya getirdi. Hz. İsmail (a.s) dünyaya geldiğinde Hz. İbrahim (a.s) 86 yaşındaydı.

 Kur'ân-ı Kerim Hz. İbrahim'in (a.s) Allah Tealâ'dan bu istekte bulunuşunu şöyle aktarır:

"Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında, ekin ekilmez, ot yeşermez çorak bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namaz kılsınlar diye! Böylelikle sen, insanların kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları çeşitli ürünlerle rızıklandır. Umulur ki şükrederler!"

 Bu ayet-i şerife de göstermektedir ki Hz. İbrahim (a.s) çocuklarından bir kısmını -ki bunlar Hz. İsmail ve onun soyundan üreyecek olanlardır- Mekke'ye yerleştirmiş ve Allah Tealâ'dan onlara özel bir rahmette bulunmasını ve onları kıyamete değin insanların imamı kılmasını istemiştir. Allah Tealâ da onun bu duasını kabul buyurmuş ve Hz. Muhammed'le (s.a.a) onun soyundan gelen 12 imamı, onun zürriyetinde yerleştirmiştir. 

Nitekim İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

 Biz, Hz. İbrahim'in (a.s) Allah'tan istemiş olduğu o soy ve zürriyetin yâdigârlarıyız!

http://www.irankulturevi.com/lang-tr-TevrattaGeen12mam.cgi

Seçkin Deniz Twitter Akışı