"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"
“Duygu darlığı yaşayan sanatçılar, kahramanlarını en çok nefes nefese bırakanlardır.. rahat nefes almayı bilmezler.”
F.Nietzsche
Bölüm İki
-I-
-I-
Yıl sanırım 1965 idi. Sık sık depremler oluyordu. Bahçelerde çadırlar kurulmuştu. Sanki bütün mahalle “Nene'nin –Nine değil Nene, biz hep Nene, derdik- Bahçesi” dediğimiz yerde çadır kurmuştu. Biz çocuklar için her şey kolaydı. Neşeliydi. Büyüklerin yaşadığı zorluklar yüzlerinden anlaşılıyordu. Sonra birden bire evlerimize taşınmıştık. Ne olmuştu? Kimden direktif alınmıştı? Bilmiyorum. Bir sabah gözlerimi çadırda açmıştım. Şimdi yine evimizdeydik.
Babam “Otel Palas” denen birinci sınıf otelin gündüz kâtibiydi. Yani bugünkü deyişle söyleyecek olursak, resepsiyon sorumlusu gibi bir şey. Sonra da otelin müdürü oldu. Dedem de otel sahiplerinin yanında çalışırmış. Kasabada hanları mı varmış, ne; o hana bakarmış, Dedem. Han sahipleri, Dedem'i ve ailesini de alarak merkeze göçmüşler.
Babam ailenin tek erkek çocuğuymuş. Üç halam vardı. Sadece adlarını duyduğum. Belki bir iki kere de görmüşümdür. Çocukken uzaklardaydılar. Büyüdüm, şehir şehir dolaştım; onlar hep uzaktaydı. Biz iki kardeştik. Başka da olmamış. Ölenler hariç. Üç dört kardeşimiz, abim doğmadan önce ölmüşler. Kimi kızamıktan, kimi çiçekten, kimi de nazardan.. derdi rahmetli anam. En çok da altı aylıkken ölen kızına yanardı. Daha doğar doğmaz gülücükler yağdırıyormuş etrafına. O yüzden adını Gülen koymuşlar.
“Nazardan gitti benim Gülen kızım!” der dalar giderdi annem. Abim benden altı yaş büyüktü. Üç yıl önce kalp krizinden öldü. Öğretmen'di. Matematik Öğretmeni. Bana matematiği öğretemediği için gözleri açık gitti. Öyle demişti. Ölmeden birkaç ay önce Erzurum’a gittiğimde. Evlerinin balkonunda oturmuş, çay içiyorduk. Öteden, beriden konuşmuş; ortaokulda matematikçiden yediğim dayaklara gelmiştik. Gülerek..
“Biliyor musun Rıfat, ölürsem gözlerim açık gideceğim..” demişti. Ben de merakla, “Hayırdır Abi?”, diye sormuştum. Yüzüme bakmış, çocukluk zamanlardaki gibi, ensemden tutup kendine çekmişti. Bir hoş olmuştum.
“La kerata, matematiği herkese öğrettim, bir sana öğretemedim!”
Doğruydu. Bir bana öğretememişti. Mahallede, okulda kim var kim yok matematiği zayıf olanlar, onun kapısını çalardı. Bazen ilanlara rastlıyorum “Feşmekân üniversitesi matematik bölümü mezunundan özel kurs..” ne abimin ne de aileden başkasının aklından bile geçmemişti öğrettiğine karşılık bir şeyler istemek. Ama yalandan ne çıkar, ben aldım.
Edebiyat ödevlerini yaptığım kişilerden birer paket samsun cigarası isterdim. Lise’de. Hoş sigaraya daha küçük yaşta başladım. İlkokul'dan önce mahalle mektebinde, mahallenin bütün çocukları gibi, ben de mahallemizin camisinde Kur’an’ı okumayı öğrenmeye gidiyordum.
Bu günkü gibi Yaz’a özgü bir eylem değildi, Kur’an kursu. İlk mektepten önce, yaz kış medreseye, yani mahallenin camisine gider; ilkokul başlayınca da yaz tatilinde devam ederdik. Ben ilkokul'a yazıldığımda yarım içici de olsa sigaraya başlamıştım. Üç dört arkadaş birleşir, bir paket üçüncü sigarası alır, sonra da kimsenin göremeyeceği – Kimse kim mi? Tanıdık, tanımadık her büyük müdahale ederdi; biz yaştakilerin sigara içmesine. Orta mektebi bitirinceye kadar da devam etti; bu tanıdık, tanımadık herkesin müdahalesi.- bir yere gitmek için tren istasyonunu geçer, boklu dereyi aşardık. Burada bir şehitlik vardı. Şehitliğin hemen ilerisinde, iki tepenin arasında oturur, o bir paket üçüncü sigarayı peşi peşine ekleyerek, içerdik. Hiç üşenmezdik.
Az dayak yemedim bu sigara konusunda. Hem evden, hem mahalleden, hem okuduğum okullardan.. Abim hiç içmedi. Kalp krizi geçirmesi gereken bendim, benim.. ama işte. O sigara içmedi.. ben içtim. Benim bir ailem olmadı. Onun oldu.
O ailenin en munisiydi. Çalışkanıydı. Hiçbir işten kaytarmazdı. Abim'in tersi bendim. Abim hayatı boyunca hiçbir kuraldışı şey yapmadı. Bense, daha ilkokul ikinci sınıfta çantasından sigara çıkan kişiydim. Öğretmenimiz adeta şok geçiriyordu. İnanamadı. Abim'den ötürü inanamadı. Abim'in de ilkokul öğretmeniydi. Bir sigara paketine bir bana bakıp bakıp durdu.
O Alp denen itin –ilkokuldaki arkadaşlarımdan biri- boya kalemleri mi ne, kaybolmuştu. Bütün sınıfı aradı öğretmenimiz. Aradığı kimseden çıkmadı; ama benim çantamdan yarım paket üçüncü sigarası çıkmıştı. Öldüyse Allah rahmet etsin, yaşıyorsa selametlik versin diyelim, şaşırmış kalmıştı öğretmenimiz. Diğer çocukların görmemesi için ne yapacağını bilmez haldeydi. Bütün çabasına karşın sınıfın birçoğu görmüş olsa da, paketi tekrar yerine koymuş, şaşkınlıktan tiz bir sesle haykırmıştı.
“Nasıl? Nasıl!”
Hem haykırıyor hem de şakaklarımdaki tüylere yapışmış çektikçe çekiyordu. "Benim değil", demiştim. "Oteldeki Nusret Abi’nin, içmesin diye aldım.." türlü şeyler söylesem de, inanmadılar. Ağzımı kokladılar. Kokmazdı. Kokmazdı, çünkü; cumartesi günü Nazmi ile içmiştik. Aradan iki gün geçmişti.
Paketi bitirememiştik. Yine şehitliğe gitmiştik içmek için. Uzaktan, çok uzaktan seçilir-seçilmez birilerini görüp var gücümüzle kaçmıştık. Sigarayı nereye saklayacağımı bilememiştim. En güvenilir yer olarak okul çantamın –deri üç gözlü, bazen eski filmlerde doktorların elinde olur- küçük iç gözünü görmüş, oraya koymuştum. Boya kalemlerinin konulduğu yerdi, orası. O sersem, boya kalemlerini evde unutmamış olsaydı – evet, sonradan sınıftan özür diledi, meğer evde unutmuş- genel bir arama yapılmaz, benim de sigara foyam ortaya çıkmazdı. Evde gözetlenir olmuştum artık. Abim her an peşimdeydi. Ulan sigara, neler çektim senin yüzünden!
***
Bir günlük tutmuş olmayı ne çok isterdim. Taa ilk mektepte niyetlenmiş, kâh çizgili, kâh çizgisiz kaç defteri bu niyeti gerçekleştirmek için zayi etmiştim. Buna bitirdiğim yüksek okul da dahil. Belleğime olan güvenim boşunaymış. Nasıl da her şey bölük pörçük. Belli bir düzen içinde gitmeye çalışıyorum, olmuyor.
Oysa kâğıt üzerinde planım ne kadar da basit. Önce çocukluğumdan aklımda kalanlar. İlk mektebe kadar olanları anlatacağım. Sonra ilk mektep. Sonra orta, sonra lise, sonra yüksekokul, sonra memuriyet, sonra da emeklilik günlerim. Böylece kendime vermiş olduğum sözü, yerine getirmiş olacaktım güya. Ama ne bugünüm rahat bırakıyor, ne dünüm.
Cemal Çalık, 17.12.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman