Sonsuz Ark'ın Notu:
22 yaşında Azerî kökenli İran vatandaşı bir Üniversite öğrencisi olan Hüsameddin Ferzîzâde Şiâ'ya yönelik sistematik eleştirisi yüzünden İran İslam Cumhuriyeti adı ile anılan Faşist Velayet- Ruhbanlık Sistemi tarafından idama mahkum edilmiştir. Aşağıda bu tertemiz delikanlının aziz hâtırâsına ve eserine dair tercümeyi bulacaksınız. Ona destek olmak için bu çalışmayı yayınlıyoruz. (Güncel Not: Hüsameddin Ferzîzâde kardeşimiz, 14.09.2020 günü yayınladığımız aşağıdaki çalışmasını paylaştığım Twitter hesabıma şu mesajı bırakmıştır: "Selam, Hayatımın zor günlerinde beni desteklediğiniz için teşekkür ederim. Husamuddin farzizade" Çalışmasını yayınladığımız zamandan bu yana 5 yıl geçmiş, bu zaman içinde, 1993 doğumlu olan bu genç kardeşimiz İdam'dan kurtulmuş, ancak üniversiteden atılmış, hayatı cehenneme çevrilmiş bir durumda. Umuyorum dost ellerimiz ona uzanabilir Türkiye olarak. Seçkin Deniz)
Seçkin Deniz, 19.12.2015
Bismillahirrahmanirrahim
İmam’ın İlahlaştırılması
Şia’nın şekillenme döneminde “İmam” kavramına Farsça’da Arapça’da olduğundan farklı anlamlar yüklemişlerdir. Örneğin Ebû Hanife’ye de İmam-ı Azam denir. Ancak buradaki imam kavramı Şia’daki ile aynı anlamda değildir. Arap dilinde imam öncü ve önder anlamına gelirken Fars dilinde “İmam” Tanrı ile direk ilişkide olan ve “Tekvin-i Velayet”e sahip doğaüstü şahıs anlamına gelmektedir. Tekvin yani yaratma sadece Allah’a mahsus iken Şia’da imamlar da bu sıfata sahiptirler.
Şia dolaylı yoldan da olsa aslında Hz. Peygamber’i suçlamaktadır. Çünkü Şia’ya göre İslâm’a en büyük zararı veren kişi Hz. Âişe olmuştur. Buna göre Hz. Muhammed de Âişe gibi bir fitneci ile evlendiği için hatalı ve suçlu olarak görülmüş olmaktadır.
Şia’nın bazı gruplarının “Peygamber hata edebilir ama imam hata edemez” gibi görüşleri de bu tür sorulara cevap veremediği için ortaya çıkmıştır. Şia’nın bu konuda hiçbir tutarlı açıklaması bulunmamaktadır. Örneğin “Muhammed, Ebû Bekir’in mal varlığı yüzünden Âişe ile evlenmiştir” gibi saçma sapan açıklamalar da Hz. Muhammed’in Peygamberlik makamına saldırıdır.
Burada da Peygamber servet ve zenginlik düşkünü birisi olarak gösterilmektedir. Oysa Hz. Muhammed Hz. Âişe ile evlenmeden çok önceleri Ebû Bekir zaten Müslüman olmuştu. Başka bir yerde ise Şia, Ebû Bekir’in zengin birisi olduğunu ve malı ve canıyla İslâm’a hizmet ettiğini tamamen inkar eder!
Eğer Muhammed Ebû Bekirin parası için kızıyla evlenimşse nasıl oluyor da Peygamber olabiliyor? Burada Muhammed imanını ve dinini para ve kadın karşılığında satan birisi gibi resmedilmiş olmaktadır! Böyle Peygamberlik şerefi mi olur?
Bu arada Ali üzerine de ideolojik bir sermaye oluşturmaya başlarlar. Burada Ali, Muhammed gibi zenginlik için biriyle evlenmediği için makamı daha da yüceltilir! Şianın görüşüne göre Ali, Peygamber gibi aşağılayıcı evlilikle yapmamıştır.
Gulattan olan bazı Şiilerin Ali’nin makamını Muhammed’den daha üstün görmelerinin sebebi de budur. Zira bunlara göre Ali’nin eşleri arasında Âişe gibi fitne çıkaran birisi olmamıştır. Ali’nin dini ve siyasi hedeflerine ulaşabilmek için Muhammed gibi yanlış ve çıkarcı evlilikler yapmadığı üzerinde özellikle dururlar. Bu Şii tarikatlarının görüşüdür.
İlk dönem Şiileri daha az aşırı davranmış olsalar da bütün Şia grupları Hristiyan, Yahudi ve Mecusilerle irtibatta olduklarından Ali ve oğulları hakkında aşırı yüceltmeci bir tutum içerisine girmişlerdir.
Büyü iliminin kaynağını Midiya muğları ve Zerdüştilere bağlarlar. Şiilik de bu tarihi kültür ortamında olgunlaştığı için bu özelliklerin hepsini 12 imama yüklemiştir.
İranlı olan Şiiler ile Batı Şiileri arasında farklar bulunmaktaydı. Şah İsmail devlet kurup Şiiliği devletin resmi ideolojisine dönüştürdüğünde İran’da Şia alimleri bulunmuyordu. Bu yüzden Lübnan’ın güneyinden Şia alimlerini İran’a getirdiler.
Bu sırada bazı Türk-Şaman inançları da Şiilikle içiçe girdi. Göçebe Türkler, İslâm’ı Farslardan öğrenmişlerdi. Bu yüzden öğrendikleri içerisinde bulunan Zerdüşti ve Mecusi unsurları da İslâm sanıp kabul etmiş ve kendilerine ait olan Şamanlık hatıralarını da kısmen bu İslâm anlayışına yedirmişlerdir.
Mecusiliğin Türkleri etkilediğini bunlar arasında yaygın olarak kullanılan isimlerde de görmek mümkündür. Hele Orta Asya’da yaşayan Şii Türklerin adlarında tanrısallık çağrıştıran Hurşid ve Serbülend gibi adları görmek mümkündür.
Safevilerden önce Şialar sünnilere çok da ters ve karşı değillerdi. Farslar saygı duydukları kişiler hakkında guluv (aşırı medh) etmeye alışıktılar. Kerbela olayıyla ilgili İranlıların yazdıklarına bakılırsa, bu guluvva tanıklık etmek mümkündür.
Kerbela hakkında yazılan fantazi mektuplarına bakılırsa, şu soru ortaya çıkmaktadır: 72 kişiden oluşan Hz. Hüseyin’in taraftarları nasıl oluyor da bir gün içerisinde bu kadar çok düşman askeri öldürebilmiştir?
İranlılar eski çağlardan bu yana kendi dini ve siyasi büyüklerini masum ve hatasız olarak görmüşlerdir. Bu anlayışa göre bu tür kişilerin hiçbir şekilde hata yapabilmesi mümkün değildir! İranlılar kendi büyüklerini masum ve hatasız olarak görmeyenleri başından beri reddeder, cahil, alçak, necis ve aptal olarak görürlerdi.
Onların büyüklerini masum görmeyenleri eleştirmekte çok aşırıya giderlerdi. İranlılar ayrıca kutsal soy inancına sahipti. Sırf bu yüzden imamet meselesi İslâm tarafından değil, İranlılar tarafından ırsileştirilmiştir. Eski Sasani kültür ve inanç şekli, imamet adı altında yeniden şekillenip tarih sahnesine çıkmıştır.
Yani ırsi imamlık bir İslâm olgusu değil tam aksine eski Sasani kültürünün yeniden dirilişidir. Bu görüş İsnaaşeriye, Zeydilik, İsmaili, Fatimi ve Hezari gibi bütün Şii fırkalarda yerleşik olarak bulunmaktadır. Hepsinin oldukça komik sayılabilecek inançları bulunmaktadır ve hepsi yöneticinin ancak Hz. Fatıma soyundan gelen birisi olabileceğine inanırlar.
Fatıma soyundan olmayan birisi ne kadar takvalı olursa olsun, yönetici olma liyakatine sahip değildir! Bunlara göre Fatıma soyundan olmayan bütün yöneticiler gaspçıdır. Bu konuyla ilgili Sasanilerle yahudilerin gelenek ve inançları incelenebilir.
Sasaniler kendilerini kutsal döle, yahudiler de kendilerini Peygamber soyuna dayandırırlar. Hintlilerin dini görüşleri incelenirse, çağımız Şiası’nın İslâmla bir bağlantısının olmadığı, Hint Zerdüştliğinin bir altkümesi olduğu ortaya çıkacaktır.
Yani Şia, Yahudiliğin, Budizmin, Sasani geleneğinin ve Zerdüştiliğin ortak birleşimi olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü Şiilerde tıpkı Sasani geleneğinde olduğu gibi Allah’a kul olmak yerine, seçkin insanlara kul olmak esastır. Sasaniler zamanında kutsal zürriyet sayılan şahlara kul olma geleneği Şialıkta yine kutsal zürriyet olarak kabul edilen imamlara ve seyyidlere kul olma kültüne dönüşmüştür.
Şialıktaki Allah yerine imam ve seyyid adlı insanlara kul olma geleneği, şahlara kul olmaya alışan İranlılar tarafından uydurulmuştur. Sırf bu yüzden Allah, şeytanı cennetten sürdüğü ve uzaklaştırdığı gibi Şiaları da Arap yarımadasında iktidara gelmekten ebediyen uzaklaştırmıştır.
Neden? Çünkü Şialar bir ay bile olsa Arap yarımadasında iktidara gelebilseydiler Ka’be bu sefer de imam ve seyyid putlarıyla dolacak ve Kabe İbrahimî olmak yerine Persepolis’e benzeyecekti.
Bu arada Hariciler hakkındaki tarihsel gerçeği de bilmemizde yarar var. Hiçbir Harici fırkası yönetim işini soyla bağlantılı görmemiştir. Haricilere göre soyundan, ırkından ve cinsinden bağımsız olarak işi bilen ve işin uzmanı olan takvalı herkes yönetici olabilirdi. Yine ilk kez Haricilerden bazıları kadınlara da halife ve imam olma hakkı tanımıştır.(26)
İmamların kutsanması Fars-Türk geleneğinden gelmektedir. Farslar saltanat makamını bir aileye ya da soya verilen Allah’tan bir lütuf olarak görüyorlardı. Bu yüzden soya dayanan imamlık kurumunu derhal kabul edip kutsadılar. Çünkü bu onların tarihsel sosyal psikolojilerine çok uygun olduğundan kabullenmekte hiç zorlanmadılar.
Türkler de Arap dilini bilmedikleri ve Farslara komşu olduklarından bu İslâm anlayışını olduğu gibi Farslılardan almışlardır. Türkler de imamları kutsamakta ve masum görmekte Farslar gibi aşırılığa kaçmışlardır.
Her kültürde az çok kutsallaştırma olgusu ortaya çıkabilmektedir. Arapların kendisi de Hz. Muhammed’den sonra üstün soy olma derdine düştüler. Arap kabileleri içerisinde Kureyş, Kureyş’in alt boyları arasında Beni Haşim boyu ve Beni Haşim boyu arasında da Hz. Muhammede en yakın olanları kendileriyle övünme psikolojisi geliştirdiler.
Onlar da tıpkı diğerleri gibi kendi üstünlükleriyle ilgili sahte hadisler uydurdular. Bu sahte hadislere göre halife; Kureyş; Beni Umeyye, Beni Haşim ve Beni Ali (Ali oğulları) soyundan gelmeliydi!
Neden Hz. Ali’nin torunlarının kendilerini Yahudiler gibi baba tarafından değil de anne tarafından Hz. Muhammed’e bağlamaya çalıştıkları sorusu da diğer pek çok soru gibi cevapsız kalmaktadır. Hz. Muhammed’in bir oğlu olmadığı için Allah’a binlerce kez şükür etmek gerekir.
Çeviren: Mustafa İkbâl
Tahkik ve Notlandıran: Bülent Şahin Erdeğer
Hüsameddin Ferzîzâde, 19.12.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Metin adresi:
Notlar:
26- Bkz. 17. Dipnot (B)