Sonsuz Ark'ın Notu:
22 yaşında Azerî kökenli İran vatandaşı bir Üniversite öğrencisi olan Hüsameddin Ferzîzâde Şiâ'ya yönelik sistematik eleştirisi yüzünden İran İslam Cumhuriyeti adı ile anılan Faşist Velayet- Ruhbanlık Sistemi tarafından idama mahkum edilmiştir. Aşağıda bu tertemiz delikanlının aziz hâtırâsına ve eserine dair tercümeyi bulacaksınız. Ona destek olmak için bu çalışmayı yayınlıyoruz. (Güncel Not: Hüsameddin Ferzîzâde kardeşimiz, 14.09.2020 günü yayınladığımız aşağıdaki çalışmasını paylaştığım Twitter hesabıma şu mesajı bırakmıştır: "Selam, Hayatımın zor günlerinde beni desteklediğiniz için teşekkür ederim. Husamuddin farzizade" Çalışmasını yayınladığımız zamandan bu yana 5 yıl geçmiş, bu zaman içinde, 1993 doğumlu olan bu genç kardeşimiz İdam'dan kurtulmuş, ancak üniversiteden atılmış, hayatı cehenneme çevrilmiş bir durumda. Umuyorum dost ellerimiz ona uzanabilir Türkiye olarak. Seçkin Deniz)
Seçkin Deniz, 16.01.2016
Bismillahirrahmanirrahim
Humeynî ve İbn-i Arabi
Sadece Ayetullah Humeyni’nin iktidarında (1979-1989) kısa süreliğine de olsa vahdet ve birlik temel bir şiar olarak benimsenmiştir. Ancak Humeyni’yi de tam bir Şii olarak kabul edebilmek pek mümkün değildir. Çünkü onun kafir ve mürted olduğuna dair pek çok Şii alim ve taklit mercii fetva vermişlerdir.
Zira Humeyni de bir ölçüde Ayetullah Burkai ve Herkani gibi düşünmekteydi. Sünni olduğunda hiçbir şüphenin bulunmadığı İbn-i Arabi’yi Humeynî 14 masumdan sonra en seçkin kişi olarak görüyordu.
Humeynî, Gorbaçov’a yazdığı mektubunda “Sizi çok yormak istemiyorum. Arifler kitabından özellikle de İbn-i Arabi’den bahsetmek istiyorum. Bu büyük arif hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz, bu konuda yetenekli olan adamlarınızı Kum’a gönderebilirsiniz. Uzun yıllar araştırma yaparak bu büyük arifin dünya görüşününün inceliklerini öğrensinler. Bu çapta bir araştırma yapılmadan ibn Arabinin derin ilminden haberdar olabilmek mümkün değildir”(40) diye yazıyordu.
Humeyni’nin eserleri incelendiğinde onun Şia’dan daha çok bir sünni olduğu sezilecektir. Seyyid Ali Kazi Tabatabai ve Ayetullah Cevadi Amuli gibi Şia alimleri temelsiz ve asılsız bir şekilde İbn Arabi’nin Şii olduğunu göstermeye çalışmışlardır.
Ancak İbn-i Arabi’nin eserlerini okuyan sade bir okuyucu bile onun sadece sünni değil, hem de aşırı bir Şia karşıtı olduğunu açıkça görecektir. İbn Arabi, “Futuhatu’l Mekkiye” adlı meşhur eserinde; “Şiileri domuz şeklinde gören Müslüman irfanın zirvesine ulaşmış demektir”(41) diye yazmaktadır.
Ayrıca İbn Arabi bütün kitaplarında Şia’nın lanetlemelerine karşın Ebû Bekir, Ömer ve Âişe’yi İslâm ve irfanın uluları arasında saymaktadır. (42)
Lanetleme ve Mürtedin Hükmü Şia imamları da özellikle Hüseyin, Cafer-i Sadık ve İmam-ı Rıza çağımız Şiilerinin aksine düşmanlarına hiçbir zaman lanet etmemişlerdir. Aksine onlar için dua ederek hidayete ermelerini Allah’tan dilemişlerdir. Onlar düşmanlarına karşı da merhametli olmayı yeğlemişlerdir. Yalnızca onlara karşı silah çekildiğinde kendilerini savunmak için silah kullanmak zorunda kalmışlardır. Hatta Hüseyin kendisine karşı silah çeken Hürrü de bağışlayarak onu yanına almıştır. Ya da Cafer-i Sadık ve İmam Rıza düşman olarak nitelenen alimlerle de ilmi münazaradan yana olmuşlardır.
Bütün bunlardan nasıl bir sonuç çıkarılmalıdır? Şia imamlarının da davranışlarından anlaşıldığı gibi hiç kimse farklı düşündüğü için başkası hakkında mürtetlik hükmü çıkararak onu öldürme hakkına sahip değildir. Peki acaba Şiiler bu şekilde yani imamları gibi davranmakta mıdırlar?
Allah Resulu vefat etmiş ve onunla birlikte vahiy kapısı da kapanmıştır. Her zaman kafir olanın dahi imana dönme şansı ve ihtimali bulunmaktadır. Lakin bu şans onlara tanınmakta mıdır? Gaybı, geçmiş ve geleceği ancak Allah bilir. Ve Peygamberlerden tutun da bütün imamlara kadar her bir insan evladı hata etme yetkisi ve yeteneğiyle donatılmıştır.
Şia imamlarının hayatı incelendiğinde mürtedin öldürülmesi değil, hidayete ermesi için ona yardım edilmesi gerektiği düşüncesi ortaya çıkmaktadır. Lakin kendi imamlarının izinde gittiklerini iddia eden, özellikle de Safevî sonrası Şiilik, bunun tam tersine davranmaktadır. Eline fırsat geçer geçmez muhalif düşünceleri mürtetlik olarak adlandırıp öldürülmesi yönünde hüküm ve fetva vermektedir.
Günümüzde sadece farklı dini düşünceler değil, hatta tecrübi ilimlerde alim ve bilim adamı olanlar dahi Şianın mürtedlik damgasından kurtulamamaktadır. İster kadın ister erkek olsun farklı düşünen kişiler Şianın mürtedlik damgasını yeme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır.
Bu konuda o kadar ileri gitmektedirler ki hatta Şia toplumu içerisinde yaşamayanlara de elleri uzanmakta ve başka ülkelerde de terör eylemleri düzenleyip farklı düşünenleri yok edebilmektedirler. (43)
İslâm bunun tam tersini savunmaktadır. Hayatından geriye tek bir gün bile kalmış olan insanın hidayete erme ihtimali bulunmaktadır. Çünkü tevbe kapısı son nefese kadar açıktır. Mesela Peygamber döneminde bizzat ona karşı savaşmış hatta amcası Hamzayı öldürtmüş olan Hind gibi kadınlar dahi Müslüman olduklarında Peygamber hiçbir intikam hissi gütmeden onların müslüman olmalarını kabul etmiştir. Bunun gibi pek çok örnek zikretmek mümkündür.
İslâm fatihi olarak tarihe geçmiş olan Ömerin kendisi bile başlangıçta Peygamber’e düşman idi ve Hz. Peygamber’i öldürmeye giderken yolda müslüman olmuştu. Daha önce de söylediğimiz gibi, Safevi öncesi İslâm ülkelerinde Zekeriya Râzî ve Ömer Hayyam gibi mülhid olarak tanınan kişiler de öldürülmeden yaşıyor ve ilmi çalışmalarıyla ilgilenebiliyorlardı. Hüseyin de Kerbela’da özgürlük düşüncesini ortaya koyayrak “Dininiz yoksa hiç olmazsa özgür insanlar olunuz” demişti. Ancak daha sonra Şia Hüseyin'in çizgisinden çıkarak, öfke ve öldürme yolunu seçmiştir.
Örneğin bir Şia alim ve bilgesi olarak bilinen Şeyh Behai “Keşkül” adlı kitabında imamların ilmine güvenmediği için İbn-i Sina’yı cehennemlik olarak nitelemiştir. Oysa cennet ve cehenneme kimin gideceğine karar verecek olan yalnızca Allahtır.
İbn Sina ise “Şifa” adlı kitabında “Ali, Ömer’den daha cesur ve bilge olsa da devlet işlerinde Ömer, Ali’den daha akıllıydı”(44) diye yazmaktadır.
Tahkik ve Notlandıran: Bülent Şahin Erdeğer
Hüsameddin Ferzîzâde, 16.01.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Metin adresi:
Notlar:
40- Humeyni, “Gorbaçov’a mektup”, 1989. (F)
41- İbn Arabî, Fütuhat-ül Mekkiye, 73. Bab. (F)
“Ben onlardan birini gördüm, Rafizi’nin halini keşfetme özelliği onda baki kalmıştı. Her zaman Rafizileri domuz suretinde görürdü. Bazen olurdu ki, hali gizli olan ve mezhebini kimsenin bilmediği bir kimse ona uğrardı. Şayet bu adamda Rafızilik varsa onu domuz suretinde görürdü. O şahsa varıp “Tevbe et, Allah’tan yana dön, zira sen Rafızisin.” derdi. O şahıs bu sözlere şaşardı. Şayet samimi bir şekilde tevbe edecek olsa onu insan suretinde görür ve doğru söylüyorsun derdi. Eğer tevbesinde yalancı olursa, onu tekrar domuz suretinde müşahede eder ve “Yalan söyledin, tevbe etmedin” derdi. Bir gün Şafiilerden iki adil kişi ona geldi. Hiç kimse onların Rafızi olduklarını kesinlikle anlamamıştı.
Bunlar Şii cemaatinden de değillerdi. Kendi fikir ve nazarlarıyla bu mezhebi tutmuşlardı. Ebû Bekir ve Ömer hakkında kötü inanç besler, Hz. Ali (r) hakkında aşırı giderlerdi. Bu iki adil kişi o şeyhin yanına gelince, bunların dışarı çıkarılmalarını emretti. sebebini sorduklarında dedi ki: “Ben sizi hınzır suretinde gördüm. Hak Sübhanehu ve Teala ile benim aramda Rafızileri bu surette göstermek bir alamettir.” Bunun üzerine o iki kişi batınlarından hemen tevbe ettiler. Recebi onlara, “Şu anda tevbe ettiniz, zira sizi insan suretinde görmekteyim” dedi. Onlar ise bu hususta şaşkınlığa düşmüşlerdi o batıl mezhepte olduklarına pişman olarak döndüler. (İbn-i Arabi, “Futuhatul Mekkiyye”, 2/8)
42- “İsmet ve imamet makamından sonra insanlar içerisinde hiç kimse irfani ve nefsani hakikatler noktasında ibni Arabi’nin seviyesinde değil ve hiç kimse ona yetişemez.” [Hadi Haşimiyan, “Şerhi Hali Seyyid Ali Kazi Tabatabai”, sayfa 32]
Seyyid Haşim Haddad: “Merhum ağa (Seyyid Kazi Tabatabi) Muhyiddin b. Arabi’nin kendisine ve “Futuhati Mekkiye” adlı eserine çok ilgi gösteriyordu ve şöyle diyordu: Muhyidin Kamillerdendir.” [Seyyid Hüseyin Tahrani, “Ruhi Mücered”, sayfa 342]
Allame Tabatabai: “İslamda hiç kimse yoktur ki, ibni Arabi gibi bir satır getirebilsin.” [Şeyh Murtaza el-Mutahhari, “Şerhi Manzume”, sayfa 239]
Ayetullah Cevad Amuli: “Muhyiddin b. Arabi irfan öğreti ve marifetleri arasında benzersiz ve zamanın uzantısında (geçmişten günümüze kadar) benzersiz bir kimsedir. “Hikmeti Mutealiye”nin sahip olduğu birçok ilkelerinde de temelini ibni Arabi atmış olduğu irfana borçludur…. Molla Sadra ibni Arabi’ye karşı hadden fazla göstermiş olduğu saygı başka hiçbir arife ve hekime karşı göstermemiştir. İşte bu bizim iddiamızı doğrulamak için yeterlidir. Zaten Molla Sadra hikmeti mütaliyede yer alan birçok konuda ibni Arabi’ye borçludur.” [Şeyh Cevad Amuli, “Avayi Tevhit, Şerhi Nemeyi İmam Humeyn bı Gorbaçov”, sayfa 78]
İmam Humeyni, Gorboçov’a yazmış olduğu mektupta şöyle demektedir: “Değerli üstatlardan isteyiniz ki, Molla Sadra’nın (Allah’ın rıdvanı üzerine olsun ve Allah onu nebiler ve salihlerle haşır etsin) “Hikmeti Mutaalye” adlı mektebine müracaat etsinler. Ta malum olsun ki, ilmin hakikati maddeden mücerret olan vücut hakikatidir. Her çeşit düşünce maddeden arıdır ve maddenin hükümlerine mahkum değildir. Artık sizi yormak istemiyorum. Ariflerin kitaplarından özellikle ibni Arabi’nin kitaplarından yad etmeyeceğim. Eğer bu büyük insanın konularından haberdar olmak istesen birkaç zekalı muhabirlerini ki, bu konularda güçlüdürler Kum’a gelsinler. Ta kaç sene sonra Allah’a tevekkül ederek kıldan daha ince olan marifetin derin ve latif menzillerini öğrensinler. Bu yolculuk dışında bu marifetler hakkında bilgi edinmek imkansızdır. (İmam Humeyni’nin Gorboçov’a mektubu] (B
43- Acıdır ki bu satrların sahibi de okuduğunuz eser sebebiyle aynı suçlama ile idama mahkum edilmiştir. (B)
44- İbn Sina, Şifa ilahiyat birinci cilt, yedinci fesl, s. 451-452. (F)