7 Mart 2016 Pazartesi

SA2586/YB38: Ahlâk Ne İşe Yarar? / Sınanmış Renkler 37

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Geçici zevkleri, hazları, zenginliği, gücü huzur sanmayın dostlarım... Bir insanın sonsuz bir hayat için ahmak olma hakkı yoktur bana göre..."

Bitmez tükenmez gibi görünen şu su kütlesini izlerken her şeyin sudan oluştuğunu görüyorum. Güvertemde hep rüzgarlı, fırtınalı zamanlarda gördüğüm su dağları, ovalar, vadiler ve belki de çöl ıssızlığında yakaladığım sonsuz duruluk, sudan oluşmuş olanları izlememi sağlıyor. Yüzlerce çeşit balığa hayat veren de su, onlara et-kan olan da. Her şey kendi doğasına o kadar kusursuz uyum sağlıyor ki, kendi türünün sürmesi için genlerindeki her emri hiç sorgulamadan yerine getiriyor.

Güverteden her çekildiğimde, kamarama yürürken aklıma gelen yine insan. Doğayı seyrederken kendiliğinden akıp gidiyor düşüncelerim, ama doğadan dikkatimi çekip aldığımda insana bakmaktan kendimi alamıyorum dostlar. İnsan kendi türünü korumak için bir balık kadar özgül direnişe sahip değil; bugün bunu konuşalım istedim.

İnsanlık tarihin her döneminde kendi türüne kast etmiştir, bunu hiç şüphesiz söyleyebiliyoruz elimizdeki keskin tarihî verilere bakarak. Savaşları kastetmiyorum, savaşa ve devlet gücüne ya da her türlü zorbalığa kurban verilen insanlara bakmıyorum bu bahiste. İnsanın, kendisini insan yapan değerlerini yaratılışındaki öze göre koruyan, neslini bu değerlere göre dünyaya getiren ve yetiştiren bir alışkanlığa sahip olmadığını söylüyorum. Çok mu katıyım bu konuda bilmiyorum, ama beraberce düşünelim isterseniz.

Bir insan, bir anneden ve bir babadan meydana gelir. Bu anne ve babanın koruyuculuğunda doğar ve bir ergin olana kadar da beslenir, yetiştirilir; sonra kendi başına buyruk bir fert olarak hayatına devam etme hakkı kazanır. Bu gelişmiş ya da gelişmemiş her toplumda böyledir. İnsan fıtratına uygun olan da budur. Daha doğrusu insan en az balıklar kadar neslinin devam etmesi için uygun sistemlerle donatılmıştır. Ama bugün artık durum hiç de öyle değil.

Neslin devamı, bir tür ahlâk bilincini gerektiriyor. Maalesef bu ahlâk bilinci, dinler yok edildiği için artık yirmibirinci asrın güçlü-kudretli insanı için bir önem taşımıyor. Evlilik kurumu dünyanın zengin ve yarı zengin ülkelerinde itibarını yitirmiş durumda. Pespaye bir şekilde süren yerlerde ise kadın ve erkek için cinsel bir değerler alanı olarak görülmüyor.

Kadınlar, evli olsunlar ya da olmasınlar farklı babalardan peydahladıkları çocuklarla aynı evde yaşarken, çocuklarının gerçek bir kardeş algısı ile büyümelerine engel oluyorlar mesela. Daha başka bir şekilde evlilik kurumu olmadan birlikte yaşayan bir kadın ve bir erkek, başka başka erkeklerle ve kadınlarla birlikte olarak çocuklar dünyaya getirebiliyor ve bu çocuklar anne-baba kavramının normal anlamından uzakta yetişiyor; evde bulunan erkek babası değil, evde bulunması gereken baba başka evde.

Kim zaman evlat edinilmiş bir çocuk, evde iki erkekle birlikte cinsiyet algısı sıfırlanan bir ortamda yetişiyor ya da aynı evde yaşadığı iki kadından birine anne derken, diğerinin ne olduğunu anlayamadan büyüyor.

Daha başka yerlerde ise, bir kadın kimden peydahladığını bildiği ya da bilmediği bir çocukla tek başına. Ortada bir kedi, bir köpek gibi edinilme ihtiyacı duyan bir çocuk var ve bu çocuk kendi doğal büyüme alanına sahip değil.

Her türlü din bilgisinden yoksun eski zaman topluluklarında kişilerin anneleri bilinir, babalarının kim olduğu, anneleri herkesle cinsel ilişki yaşadığı için bilinmezdi. Daha sonra dinler, ne kadar tahrif edilmiş olurlarsa olsunlar, bir aile kurumu inşa ederek insan neslinin beklediği en doğal aile ortamını sağladılar. Birkaç asırdır insanı hayvandan daha aşağı bir yere indirerek her türlü ahlaki değeri yok eden bir güç var ve bu güç açıkça insan neslinin bozulması için çalışıyor.

Bir kadın-bir erkek herhangi bir yerde birbirlerini tanıma gereği bile duymadan, zevkleri neyi nasıl belirlemişse, bir hayvanın bile ilkelerine uymayacak bir şekilde çiftleşebiliyorlar ve bunu özgürlük olarak nitelendiriyorlar. Bunu bu kadar gelişmemişken de yapıyorlardı, yani yirmibirinci asra gelmelerine gerek yoktu, bu kadar asır bunun için çabalamalarına da gerek yoktu.

Gelişmiş insan ahlâkî değerleri olan insandır bana göre. Namus duygusu olan insandır mesela. Çocuk da o meşru duyguyla dünyaya gelme ve yetişme hakkı olan bir insan. Doğmamış bir insanı dünyaya getiren insanların sorumlulukları vardır; kendi zevklerini, o çocuğun hayat alanını, özgürlük alanını değiştirerek, öne alma hakkına sahip değiller. 

Bir ahlâkî değere göre dünyaya gelme hakkı olmalı insanın, aksi halde kavram kargaşası içerisinde çorba gibi bir hayata gözlerini açacak ve bir kişi olma hakkını elde edemeyecek.

İnsan insana, sonraki nesle miras olarak ahlâkî değerleri bırakabildiği sürece insan olarak kalır, hayvani zevkleri değer olarak, özgürlük olarak bıraktığı zaman kendisinden kalan insan değildir çünkü. Bugün bir diğer insanı kolaylıkla öldüren insanların sayısının artması da işte bu ahlâkî değer yoksunu bir kültürün, medeniyetin eseridir.

İnsan cinsel özgürlüğünü sınırsız bir şekilde yaşayabilmek için her türlü değeri yok ederken, en büyük kötülüğü kendisine yaptığının da farkında değil. Çünkü bütün mutsuzluklarının kaynağı bizatihi bu ahlaksızlığı. Uyuşturucu ilaçlara sığınarak bu huzursuz duygulardan kurtulabildiğini sanıyor zavallıca.

Bazen duyuyorum. Her türlü ahlâkî değeri reddeden ve bir hayvanın bile dikkatine, özenine sahip olmayan insanların dünyaya bakışını görüyorum. Her türlü ahlâksızlığı yaşayarak hayatın bütün tatlarını sınırsızca tadan insanların mutlu görünmesi onları aldatıyor. Haram, günah olarak adlandırılan her türlü şeyi yapanların zengin, varlıklı, güçlü olmaları onları mutlu yapıyor sanıyorlar. Tabi, ahlaki değerleri önemseyenlerin hep fakir, zavallı ve ezik olmalarına bakarak böyle sandıkları açık. "O halde!" diyorlar: ‘Tanrı zenginleri seviyor ki bu yüzden onlar mutlu!”

Ne kadar hazin bir durum değil mi dostlarım. Allah’ın yasakladıklarını yaparken, zengin ve güçlü olmalarını Allah’ın onları sevdiğine yoruyor olmaları ne kadar da ahmakça. Oysa Allah’ın ölçüleri belli; o ölçülere uymayanları anında cezalandıracağına dair bir vaadi de yok; bir gün kesinlikle ölecek olan insan bunun sonuçlarının olacağını düşünemiyorsa, gerçekten aklı yitirdiğini de göstermiş olmuyor mu sizce de?

Müslümanlar, mesela yedinci asırdan yirminci asra kadar, on üç asır dünyada kıskanılan bir güce sahip olarak yaşamışlar, Allah’ın ölçülerine uymadıkları için de bütün değerlerini yitirerek bugünkü sefil hallere düşmüşler. Bugünkü dinsiz ve ahlâksız Batı elbette bugün kan ve savaşla yoğrulu, aşağılanmış olmayı hak eden Müslümanları göstererek ahlâkı aşağılarlar. Çünkü, gözlerine görünen bu. Ama herkes de biliyor ki suçlu ahlâk değil, bizzat onu bir kenara iten insan. Allah sefil olanı neden sevsin ki?

Bugün Batı anlık düşünerek sefil olmadığını sanarken de yanılıyor, kendisinden önceki ahlâksız medeniyetler gibi çökmeye mahkûm bir ahlâksızlık medeniyeti çünkü. Öncekiler de ahlâksız cinselliği, hırsızlığı, öldürmeyi hak ve özgürlük olarak anlıyorlardı. Roma, Mısır, Pers, Yunan medeniyetleri nerede hani? Allah onları çok sevdiği için mi antik harabelerde örnek olarak duruyorlar?

Bu elbette böyle gitmeyecek, nasıl ahlâksız tüm medeniyetler yıkılarak yerlerine yenileri gelmişlerse, şu an ki ahlâksız medeniyetlerde çöküp gidecek. İnsanlar gibi milletler ve medeniyetler de sınanır, ecelleri geldiğinde ölürler. İşte Batı medeniyeti tek başına yaşadıkları evlerinde hayvanlar gibi ölüp giden yaşlılarıyla çöküyor. Hayatları sona ererken onları koruyup kollayacak ahlakî değerleri miras bırakmamışlar çünkü. Her türlü ahlak dışılığı özgürce yaşarken ‘Tanrı’nın kendilerini sevdiğini düşünerek’ yaşamışlar. İnsan işte böylesine ahmak bir varlık.

Evet dostlarım, neslinizi korumak için, en azından balıklar kadar sürsün istiyorsanız nesliniz, önce siz ahlâklı olmalısınız. Ahlâk derken nefsinize dur diyen ve her türlü inceliği içeren İslam Ahlâkı'ndan bahsediyorum. Diğer dinlerin ahlâk anlayışı yeterli olsaydı zaten Allah’ın son Elçisi Muhammed ve Kur’an gönderilmezdi.

Unutmayın, Allah’ın ölçüleri ancak ve yalnız biz insanlar huzur içinde doğalım, yaşayalım ve ölelim diyedir. Bunu reddederseniz kaybeden siz olursunuz. Ahlâk insanın dünya ve dünya sonrası için huzurlu olması için var; ahlâksızlık da huzursuz olması için...

Geçici zevkleri, hazları, zenginliği, gücü huzur sanmayın dostlarım... Bir insanın sonsuz bir hayat için ahmak olma hakkı yoktur bana göre...

Hoş ve hoşnut kalınız.

Selam ve sevgiyle.


<<Önceki                        Sonraki>>


Yaşlı Bilge, 07.03.2016, 23:53Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 37



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.


Seçkin Deniz Twitter Akışı