"MİT tırlarının durdurulması yakın tarihimizin en büyük skandalı. Uluslararası ve devlet içi uzantılarının bulunması, hesap sorulması hepimizin güvenliği için hayati. Ama bu ciddi soruşturmayı ciddiyetle ve hukukun içinde kalarak yapmak zorundayız. Özellikle de İzmir ve İstanbul’daki casusluk davalarının çöktüğü günlerden geçerken…"
Zamanlama sahiden manidardı, çünkü tırların durdurulmasından 3 gün sonra Montrö’de Suriye’nin geleceğinin masaya yatırılacağı 2. Cenevre Zirvesi toplanacaktı.
ABD’nin Suriye meselesinde Türkiye-Katar-Suudi Arabistan’dan Rusya’ya doğru dümen kırdığı bir anda, MİT tırlarının durdurulması, yükünün teşhir edilmesi, Türkiye-El Kaide haberler masada Türkiye’nin sözünün gücünü azaltmak için bulunmaz bir fırsattı.
Gerisini iddianameden okuyalım yine:
“Tüm Dünya Ülkeleri Büyükelçilerinin toplantı yaptığı bir ilde "El Kaideye yardım götüren ya da El Kaide Terör Örgütü'ne ait tır olduğu sanılan" MİT Tırları'nın Ankara'dan Adana'ya kadar gelişine göz yumularak Adana İli'ni de geçip 60 km ilerledikten sonra Ceyhan Sirkeli Gişeleri'nde durdurulması ve bundan da birçok basın mensubunun aynı anda haberdar olması ve tırlar durdurulduktan bir-iki dakika sonra ajanslardan haber geçilmeye başlanması, eyleme katılan şüphelilerin casusluk amacıyla söz konusu eylemi gerçekleştirdiklerinin başka bir delili olduğu”
Bu yazı dizisinde buraya kadar okuduklarımıza, “ancak bir casusluk filminde olabilir bunlar” demek için çok fazla John Le Carre romanı okumuş olmak gerekmiyor.
Ama casusluk eyleminin tamamlanabilmesi için bir devlet sırrının bir yabancı ya da düşman güce servis edilmiş olması gerekiyor. İddianameye gore önce Kırıkhan ve ardından Adana’da tırların durdurulup, yüklerinin açılıp fotoğraflarının çekilmesi için savcı, polis ve jandarmanın ısrarı, birinci deneme başarısız olunca hemen iki hafta sonra Adana’daki ikinci deneme, tırları durdurmak için bir otoyol çıkışında neredeyse sahne kurulması, öncesinden olay yerine ısrarla çağrılan ve olan biteni görebilecekleri bir yere yerleştirilen gazeteciler, aramayı izleyen dört kamera ve anında ajanslara yapılan haber servisleri olayın casusluk boyutunu tamamlıyordu.
O yüzden tırların durdurulması kadar durdurulam tırların teşhir edilmesi için de en başından beri yoğun gayretler sarfedildi.
1 Ocak 2014 günkü ilk tırın durdurulmasıyla ilgili haber Radikal gazetesinin internet sitesinde çıktı. Avrupa Birliği fonlarıyla desteklenen bir gazetecilik ödülü de almış o her tarafı dökülen haberin bir değerlendirmesi daha önce bu köşede çıkmıştı.
19 Ocak’ta ikinci tırın durdurulmasıyla ilgili ilk haberse iki gün sonra yani 21 Ocak 2014 günü Aydınlık Gazetesi’nin sürmanşetinde yer aldı. Tırlardaki yükü gösteren bir fotoğraf karesi ve epey resmiyet kokan şu ayrıntılarla:
“Aydınlık’ın ulaştığı bilgilere göre, TIR’ların yakalanma süreci şu şekilde gelişti: Adana TMK Savcısı 19 Ocak Pazar günü sabah 07.00-07.15 sıralarında Adana İl Jandarma Komutanlığı’na Suriye’ye götürülmek üzere patlayıcı madde, silah ve mühimmat yüklü olduğu ihbar edilen 3 TIR’ın durdurulup aranması için talimatı verdi. Bunun üzerine Jandarma yaklaşık 200 personeli ile saat 12.00 sularında 06 DY 0393, 06 EU 2115, 06 FC 9193 plakalı 3 TIR’ı Adana-Ceyhan Sirkeli gişelerinde durdurdu. Bu sırada 34 VU 6131 plakalı olduğu basına da yansıyan AUDİ A3 marka araç da durduruldu. Araçta 2 MİT personelinin olduğu ve MİT personelinin TIR’lara eskortluk yaptığı ortaya çıktı”
Haberin, Suriye’de açıktan Esed rejimini destekleyen Aydınlık’a servis edilmesi akıllıca bulunabilir.
Çünkü tırların durdurulması beklenen tepkilerin tam tersi bir tepkiyle karşılanmıştı.
MİT tırlarının durdurulması 17/25 Aralık sonrası ‘paralel devlet’e daha geniş bir kesimi ikna etmiş, tartışmayı içinde ihanet, casusluk, dış güçlerle iş tutmanın geçtiği ve cemaati kendi kitlesi karşısında bile zor durumda bırakacak bir zemine taşımıştı.
(Aydınlık’a bu servisten beklenen herhalde “TIR’ları MİT’in Aydınlıkçı ekibi mi yakalatıyor?” başlıklı bastığı yerde oy bitmeyen dedikoducu istihbaratçının yazısındaki beceriksizce hamleydi)
MİT tırlarının taşıdığı malzemeyi açıklayan ikinci haber 29 Eylül 2014 günü Grihat sitesinde yer aldı.
Haberin kaynağının “TIR’larla ilgili soruşturmayı yürüten savcılar hakkında inceleme yapan HSYK Müfettişince hazırlanan rapor” olduğu iddia edildi. Tırların aranması sırasında yapıldığı iddia edilen diyaloglarda tırların “füze taşıdığı” ifadesi geçiyordu.
Şu tuhaf paragraf da aynı rapordan:
“Jandarma Personeli ile görüşmeler yapan sivil şahıs bu malzemelerin IŞİD’a (Irak Şam İslam Devleti) götürmeyecekleri yönünde talimat aldığını belirtiyor. Jandarma Yarbay … gelen emirde bu malzemelerin IŞİD’a götürüleceği yönünde bilgi ve talimatın olduğu, bu talimata istinaden araçları durduklarını belirtiyor ve bölge başkanı ile iletişime geçtiklerini belirtiyor.”
“IŞİD’a götürmeme” talimatı sahiden ilginç.
Ve haber son olarak 7 Haziran seçimlerinden 9 gün önce, 29 Mayıs 2015 günü Can Dündar imzalı olarak Cumhuriyet gazetesinde yer aldı. Manşet: “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar.”
Dündar, manşet haberini Twitter'dansa şöyle duyurmuştu: "İçişleri Bakanı, 'Herkes işini bilecek' demişti. Gazetecinin işi, gerçeği deşifre etmek. İşte IŞİD'e yollanan silahlar..."
Halbuki kendi paylaştığı haber metninde bile tek kelime IŞİD kelimesi geçmiyordu. Soruşturmanın hiçbir yerinde de IŞİD’den bahseden olmamıştı.
Hatta bu haberden iki ay önce yine Cumhuriyet’ten Ahmet Şık’a konuşan tırları durduran savcı Aziz Takçı bile şöyle demişti:
“Bu durumda malzemelerin Suriye’ye gittiği kesinlik kazanıyor. Ancak Suriye’de kime veya hangi gruba gittiğini ben bilemiyorum, bilen biliyor”
Can Dündar, tırların IŞİD’e gittiği iddiasını Suruç katliamından sonra da sürdürdü. Hemen katliamdan sonra attığı tweette örneğin:
“MİT’in IŞİD’e bomba ve eleman taşıdığını belgeledik, suçlu ilan edildik. Suruç AKP’nin ve MİT’in Suriye ve IŞİD siyasetinin kanlı meyveleridir”
(Cumhuriyet, o dönemde özellikle Kobani meselesiyle birlikte Kürtler’in hassas olduğu IŞİD’e destek iddialarıyla ilgili ısrarlı haberler yaptı. Bu haberler üzerine eski bir yazı )
Fakat bu kadar emin konuşan Dündar, ne tuhaftır ki savcılığa verdiği ifadede tırlar IŞİD’e gidiyordu demedi.
Yine iddianameden:
''Yardım tırlarının herhangi bir örgüte gittiğine ilişkin elinde bilgi veya belgenin olup olmadığı'' sözlü olarak sorulduğunda, ''kendisinde böyle bir bilgi olmadığını ancak öyle duyduğunu'' beyan ettiği”
En ilginci ise Dündar’ın tahliye olduktan sonra söyledikleri. Şöyle dedi: “Cumhurbaşkanının El Nusra ile söyledikleri haberimizin kanıtlarını gösterdi”
Cumhurbaşkanı’nın içinde Nusra geçen cümlesini çarpıtmış olmak bir tarafa, IŞİD’den tekfir ettiği, savaştığı Nusra’ya zıplayabilen bir gazetecilik var karşımızda...
Erdem Gül’ün tutuklanmasına neden olan haberi ise 12 Haziran 2015 tarihli “Jandarma var dedi” başlıklı tırlarda askeri mühimmat olduğunu söyleyen bir jandarma raporuyla ilgili yaptığı haber.
Şimdi tam burada artık Dündar/Gül İddianmesine bakmaya başlayabiliriz.
Iddianamedeki suç iddiası uzun ve epey ağır:
“Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk Amacıyla Temin Etme, Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Kalması Gereken Bilgileri Casusluk Maksadıyla Açıklama, Cebir Ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni Ortadan Kaldırmaya Veya Görevlerini Yapmasını Kısmen Yada Tamamen Engellemeye Teşebbüs Etmek, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksızın Bilerek İsteyerek Yardım Etme”
Bu suçların işlendiğini ispatlamak üzere yazılmış 473 sayfalık bir iddianame var karşımızda. Ama Can Dündar’ın adının geçtiği sayfa sayısı 18, Erdem Gül’ün ise sadece 17.
İddianamedeki sayfaları çoğaltan ise Selam Tevhid, MİT tırları, Reyhanlı Katliamı iddianamelerinin neredeyse tamamının bu iddianamede copy paste olarak yer alması. Bu yüzden de Dündar/Gül iddianamesinde Erdoğan’ın adı 83, Davutoğlu’nun adı ise 51 sayfada geçiyor.
İddianame Dündar ve Gül’le ilgili iddialarını üç maddede toparlamış:
- “17-25 Aralık Tarihli Darbe Girişimi ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından Bu Süreçte Verilen Görev”
- “Milli İstihbarat Teşkilatına Ait Yardım Tırlarının Durdurulması ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından Bu Süreçte Verilen Görev”
- “Reyhanlı Ve Cilvegözü Terör Saldırıları ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından Bu Saldırılarla İlgili Verilen Görev”
Savcılık Dündar ve Gül’e bu üç maddede Paralel Yapı’nın görev verdiğini iddia ediyor. Büyük bir iddia.
İlk iddiayla ilgili ortaya konan delil 473 sayfalık iddianamede diğer iddianamelerden ve Can Dündar’ın yazılarından uzunca alıntılardan sonra sadece bir paragraf;
Okuyalım:
“Yapılan tesbitlerden de anlaşılacağı üzere; Şüpheli Can Dündar, 17 Aralık girişiminden 2 (iki) hafta kadar önce ve 25 Aralık girişiminden 1 (bir) gün önce Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetine yönelik gerçekleştirilecek eylem ve girişimlerden haberdardır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Bakanları, Milletvekilleri, bürokratları, öğretim üyeleri ve iş adamlarının telefonlarının dinlendiği, bu kişilerin aile fertleriyle birlikte takip edildiği sözde soruşturmalarla ilgili olarak kendisine FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün verdiği görevi yerine getirmektedir. 17 Aralık girişiminden 2 (iki) hafta önce yazdığı 3 Aralık tarihli “Siyasette Nasıl Geldiysen Öyle Gidersin” başlıklı, 25 Aralık girişiminden 1(bir) gün önce yazdığı 24 Aralık 2013 tarihli "Piyonlar Devrildi Sıra Şahlarda" başlıklı yazıları ile kamuoyunu FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün amaçları doğrultusunda ve örgütle işbirliği içerisinde yönlendirmeye, 17 ve 25 Aralık girişimlerini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu süreçte çektiği ve galası Brüksel'de yapılan ''17 Aralık Belgeseli'' ile ilgili finansmanın nereden sağlandığı konusundaki MASAK incelemesi ayrıca devam etmektedir”
Yapılan tespitlerin ne olduğu yazılmadığı için bilemiyoruz. 17 Aralık’tan iki hafta önce yazılan yazı sahiden dikkat çekici. Ama sadece o yazıyı yazmak bir kişiyi Paralel yapıdan talimat yapmakla suçlamaya yeterli mi? O yazının nasıl, hangi bilgilerle yazıldığıyla ilgili tek soru bile sormamışken üstelik.
İkinci iddia; “Milli İstihbarat Teşkilatına Ait Yardım Tırlarının Durdurulması ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından Bu Süreçte Verilen Görev”
Bu haberin bir görev olarak yapıldığı da önemli bir iddia. Ama bu iddiayla ilgili iddanamede yine uzun Can Dündar yazıları alıntılarından sonraki şu iki paragraftan başka bir bilgi yok (İddianamede yazıldığı gibi)
“BU AMACA GİDEN YOLDA ŞÜPHELİLERİN SORUŞTURMADAKİ KONUMU FETÖ/PDY TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN İŞBİRLİKÇİLİĞİDİR. Bunun Türk Ceza Kanunu'ndaki karşılığı da, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'ne Üye Olmadan Bilerek ve İsteyerek Yardım Etmektir.”
“Tüm bu süreçlerde de örgütün ve örgütü destekleyen çeşitli uluslararası güç odaklarının, sözde soruşturmaların ve MİT'e yönelik eylemlerin halk nezdinde kabul görmesi ve bu şekilde hukuksuz eylemlerinin meşrulaştırılması amacıyla kamuoyu oluşturma çalışmaları yürüttükleri, bu maksatla örgüte müzahir ve örgüte müzahir olmasa bile örgütü destekleyen çeşitli uluslararası güç odaklarına müzahir basın yayın kuruluşları ve köşe yazarları aracılığıyla yayın yaptıkları anlaşılmıştır”
Bu arada en tuhafı, Can Dündar’ın yazılarından alıntılarla delillendirilen aynı suçların Erdem Gül’e de yapılmış olması. Yani Erdem Gül yazmadığı yazılarla ilgili suçlanmış.
Ayrıca iddianamede Erdem Gül’e yazılan suçlardan biri olan 15 Ekim 2015 tarihli "Besle kargayı..." başlıklı haber de Erdem Gül’e ait görünüyor ki haber aslında başka bir muhabirin imzasıyla çıkmış.
Üçüncü iddia; “Reyhanlı Ve Cilvegözü Terör Saldırıları ve Şüphelilere FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından Bu Saldırılarla İlgili Verilen Görev”
Bu iddia öncesinde Reyhanlı Katliamı’yla ilgili iddianameden geniş bir özet var. Bu iddianın ortaya konan tek delili katliamı yapacak isimleri istihbarattan gelen ısrarlarla rağmen tutuklamayan Özcan Şişman’la Cumhuriyet’ten yine Ahmet Şık’ın yaptığı röportaj.
Aslında röportaj örtbastan çok itiraf işlevi görmüş olabilir. Özellikle de savcının şu söylediği şu kan dondurucu cümleler yüzünden:
“Soruşturma sürerken Reyhanlı saldırısından üç gün önce, 8 Mayıs Çarşamba günü MİT’ten bir yetkili geldi. Tedirgin ve panik bir halde operasyon yapılmasında ısrar etti. Somut bir gelişme olmadığını söyleyince işimize karışmamaları uyarısında bulundum. Bize hiçbir soruşturmada katkısı olmayan, birçok terör olayında perde gerisinde ya da içinde gördüğümüz MİT’in, bu saldırıyı ihbar etmesine şaşırmıştım.”
İddianamede bu röportajdan şu sonuçlar çıkarılmış:
“Şüpheliler Can Dündar ve Erdem Gül'ün, 29/05/2015 ve 12/06/2015 tarihlerinde Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait tırların içerisinde bulunan devlet sırrı kapsamındaki malzemelerin görüntülerini yayınlamalarının ardından, yine Milli İstihbarat Teşkilatı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni terörle ilişkilendirme kasıtlarında ısrar ederek, şüpheli Can Dündar'ın Genel Yayın Yönetmenliği'ni yürüttüğü Cumhuriyet Gazetesi'nin 08/08/2015 tarihli nüshasında "Bizimki Gazetecilik Sizinki İhanet” başlıklı haberi yayınladıkları,
Haber içeriğinde, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın, Reyhanlı'da meydana gelen patlamayı önlemek için şüphelilere operasyon yapılması yönünde C.Savcısı Özcan Şişman'a ısrarla talepte bulunmasına rağmen, Özcan Şişman tarafından operasyona izin vermediği gerçeğini bilinçli olarak gözardı edilerek, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın terör örgütleriyle işbirliği yaparak patlamaya sebebiyet verdiği yönünde kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları, bu amaç doğrultusunda FETÖ/PDY Terör Örgütüyle işbirliği yaptıkları anlaşılmıştır”
İşte iddianamede Dündar ve Gül’ün paralel yapıdan emir alarak, onun bir parçası olarak bu haberleri yaptığına ilişkin deliller bunlar.
473 sayfalık iddianamede örneğin Cumhuriyet gazetesi vakfındaki yönetim değişikliği,
Cumhuriyet’in eski yazarlarının “Cemaat gazeteyi ele geçirdi” iddiaları üzerine herhangi bir bilgi ya da soruşturmanın izi yok. En somut iddianın sonu da “MASAK incelemesi devam etmektedir” diye bitiyor. O evini fahiş fiyata alarak rüşvet vermek iddiası tuhaf. Yapılsa bile niye MİT tırları soruşturmasındaki en önemli sanıklardan birinin avukatı üzerinden yapılsın ki bu sorusu akla geliyor.
Yine iddianamede haberin daha önce yer aldığı Aydınlık ve Grihat sitelerinden hiç bahsedilmemesi de oldukça tuhaf.
MİT tırlarının durdurulması yakın tarihimizin en büyük skandalı. Uluslararası ve devlet içi uzantılarının bulunması, hesap sorulması hepimizin güvenliği için hayati. Ama bu ciddi soruşturmayı ciddiyetle ve hukukun içinde kalarak yapmak zorundayız. Özellikle de İzmir ve İstanbul’daki casusluk davalarının çöktüğü günlerden geçerken…
Biliyorsunuz, Soğuk Savaş sırasında ABD ve SSCB’nin karşılıklı yakaladığı casus sayısının iki basamaklı rakamları geçmemişti. Ama Türkiye’de polis 2011 yılında İzmir ve İstanbul’da çoğu asker, 52’si hayat kadını 357 casusu aynı anda yakalayıverdi. Yıllarca içeride yatanlar, işlerini kaybedenler oldu.
O günlerde çok az insan bu operasyonlardan şüphelenip eleştirmişti. Genelde “Kötü adamlar kötü şeyler yapmıştır, o yüzden hapse girmeleri iyidir” adalet anlayışı devreye girmişti.
Bu bakış yüzünden oradaki o kötü akıl büyüdü ve 17/25 Aralık’ı ardından MİT tırları kumpasını yaptı.
O yüzden çok da uzakta olmayan bu çarpık davalardan ve adalet anlayışından dersler çıkarmak hepimizin boynumuzun borcu.
Tabii ki şimdi ortada buz gibi bir devlet içi çete ve casusluk soruşturması var. Buzdolabı arkasına hardidsk yerleştiren şeytani bir kötü akıl yok.
Ama iddia bununla ilgili haberi yapan gazetecilerinden de bu şebekenin bir parçası ve casus olduğuysa bunun iddianamede somut delilleriyle ortaya konulması gerekir.
MİT tırları meselesinde aleni olarak yalan söyleyen bir gazeteci için bile olsa bunu söylemek zorundayız. Her ne kadar onlar baştan aşağıya büyük bir kumpas olan o tırların durdurulmasıyla ilgili iddianamelerdeki dört gündür okuduğunuz olaylardan hiçbiriyle bir cümle dahi olsa ilgilenmemiş olsalar bile…
Çünkü bu soruşturma sadece devlet içine sızmış kirli bir aklın deşifre edilmesi anlamına gelmeyecek, onun yurtdışı bağlantıları da deşifre edilebilecek.
Hiçbiri değilse bile tırların durdurulduğu günlerde rejim, IŞİD, şimdilerde Rusya ve İran saldırıları altında varoluş mücadelesi veren bir halkın ümitlerinin çalınması olarak omuzlarımızdaki vicdani bir sorumluluk bu...
Yıldıray Oğur Yazıları
Takip et: @yildarado
Sonsuz Ark'ın Notu: Yıldıray Oğur Beyefendi'den yazılarının yayını için onay alınmıştır. Seçkin Deniz, 05.07.2015
Yazının ilk yayınladığı yer: Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/590409.aspx