13 Mart 2016 Pazar

SA2614/ÇY4-DB61: Esad'ın Batılı Propagandacıları; Stephen Kinzer-Jeffrey Sachs

Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki çeviri analiz Türkiye'nin yıllardır dillendirdiği Suriye hakkındaki her şeyin ne kadar doğru ve net olduğunu kanıtladığı için değerli ve önemlidir. Ve aslında Suriye'de planlanan şey, muhtemel bir 'Türkiye Partneri Suriye'yi doğmak üzereyken öldürmek; Mısır-Mursi örneği canlı bir şekilde ortada iken, Suriye'de olanları anlamamak artık -bağlaçlarına kadar- çok aptalca...
Seçkin Deniz, 13.03.2016


How Western academics help spread Assad's propaganda 

Batılı Akademisyenler Esad’ın Propagandasına Nasıl Yardım Ediyor?

Suriye'nin Esad’ına, sadece rejim sözcüleri değil bağımsız analistler, gazeteciler, akademisyenler ve politikacılar tarafından yapılan propagandada yardımcı oluyor.

Suriye'deki savaşın başından itibaren  İran ve Rusya tarafından desteklenen Beşar Esad rejimi, kendisine meydan okuyan bir "direniş" hareketini yıkmak ve kendini tek muhalifi El Kaide’den gelen veya yabancı ülkeler tarafından kullanılan teröristlermiş gibi gösteren –ki bu ülkeler Körfez ülkeleri, Türkiye, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri- , uluslararası bir komplonun kurbanı olarak göstermek için dikkatle hazırlanmış bir medya savaşı yürüttü. 

Bu stratejik mesajlaşmanın diğer kısmıyla da  Esad’ın kendisine karşı cihatçı-Selefi terörizmi desteklemekle suçladığı Batı hedefleniyor: Mesaj şu, Esad teröristlere karşı tek alternatif, o yüzden Batının onu desteklemesi gerek. Savaş suçlusu olabilir ama azınlıkları korur- Sünni çoğunluğa karşı bir mezhep savaşı başlatarak ve isyancıların içindeki tekfircileri yasal ve meşru silahlı grupları yok etmeleri için desteklemesine rağmen- ve Batı'nın gökdelenlerine saldıracak uçaklar gönderme gibi acil planları yok. (Esad’ın öncü kara kuvvetleri radikal mezhepçilerden, İran'ın kontrolü altındaki Şii cihatçılardan oluşuyor, bazıları Mezopotamya'da düşen 4.000 Amerikan askerinin dörtte birini öldürmekten sorumlu Iraklılar ve bunlar dünyada Batı ve Yahudi hedeflerini vuran devlet destekli bir terör ağına dönüşmüş durumda ve göz ardı ediliyor.)

Bu propaganda, Esad ve onun müttefikleri için sadece rejim sözcüsü değil, bağımsız analistler, gazeteciler, akademisyenler ve politikacılar tarafından da yapılıyor. 

Son 10 gün içinde iki belirgin örnek ortaya çıktı: New York Times ve Boston Globe’da yazan emektar gazeteci Stephen Kinzer (1), Huffington Post’a yazan Columbia Üniversitesi çalışanı ekonomi akademisyeni Jeffrey Sachs (2). Komplo teorilerini, yarı-gerçekleri, düpedüz yalanları ve dezenformasyonu karıştırarak -Kinzer ve Sachs-,bir çeşit rejim masalı anlattılar. Bunu yapmalarının nedeni bu konuda meşhur olmaları.
Stephen Kinzer ile ilgili görsel sonucu
Uydurma meselesi

Hem Sachs’ın hem de Kinzer’in  makalelerindeki yalanın merkez noktası, ABD’nin Esad’ı devirmeye istekli olduğu. Sachs Suriye'de ayaklanma patlak verdiğinde, "CIA ve İran karşıtı İsrail cephesi, Suudi Arabistan ve Türkiye, Esad'ı devirmek ve dolayısıyla jeopolitik bir zafer kazanmak için bir fırsat buldular” diye yazıyor. 


Jeffrey Sachs ile ilgili görsel sonucu

Esad’a karşı sıraya dizildiklerini söylediği devletlerin listesine dikkat edin. Birçok yönden, Sachs bu düşüncesi için affedilebilir. 2011 yılında beri, İran’ı frenleme peşinde olanlar Esad rejiminin devrilmesini savunuyorlardı: İran’ın Arap dünyasına çıkış kapısı, Lübnan Hizbullah’ıyla olan kan bağı ve NATO kapısındaki giderek artan bir İran kölelik rejimi. Ama gerçekte, ABD politikası esasen tam tersi olmuştu.

Başkan Obama, Ağustos 2011'de Esad’ın “geri çekilmesi” gerektiğini söylerken, Ağustos ve Aralık 2012’de kimyasal ve kitle imha silahları etrafına bir "kırmızı çizgi" çekerken asla müdahale etme gibi bir niyeti olmadığı gibi, asıl hedef Suriye’nin dışında kalmaktı.

Aralık 2011’de, Obama Irak'ın o zamanki başbakanı olan ve yıllardır İran istihbaratıyla ilişkisi olan Nuri El-Maliki’ye Suriye’de "Bizim askeri müdahale gibi bir niyetimiz yok" demişti. Rejimin propaganda kampanyası temelde işe yaramıştı. 

ABD 2012 yılının başlarına kadar, rejimin bahsettiği açılardan Suriye isyanı hakkında şüpheleri dile getiriyordu ve kısa bir süre sonra Esad’ın kalışı ABD politikasının esas kısmı haline geldi.

Barack Obama, Eski ulusal güvenlik danışmanı Thomas Donilon’un "aşırı yatırım" dediği Ortadoğu'da, ABD'nin ayak izlerini azaltmakta kararlı olarak göreve gelmişti ve Başkan bunu başarmayı İran’la barış üzerine kurdu. İran’ın bölgedeki aktörlerine ayrıcalık göstererek ve bölgede ortak çıkarlar bularak – IŞİD’le mücadele gibi ( bu ortak çıkarlar hayali olsa bile)- Obama, ABD'nin asgari katılımı ile kendi güvenliğini sağlayabilecek bir "denge" oluşturmayı umuyordu. 

Nükleer anlaşma ABD-İran ilişkilerinden dikenli bir konuyu kaldırarak ve örtüşen çıkarlarımızı sürdürmek için Tahran'a kaynak sağlayarak uzlaşmayı kolaylaştıracaktı. 

Bu elbette bir fanteziydi. Ama pratik etkilere sahipti. İran, kendisi ve destekleyen komşuları arasındaki "denge" unsurunu sağlayacak Kudüs Güçleri’ne ve diğer asimetrik araçlara da sahip. İran kendi hegemonyasını kurmak için bir şans olarak ABD’nin bölgede azalmış yatırımını gördü ve bu yolunda Rusya'nın yardımı da oldu. 

ABD’nin istediği şey İran’ın denetimli silahsızlandırılmasından çok -kağıt üzerinde bir anlaşmaydı- bu nükleer müzakerelerde İran’a baskı anlamına geliyordu. Ayrıca İran’a bölgede, elde edemezse masadan kalkmakla üstü kapalı tehdit edebileceği tavizler sağlayacağı anlamındaydı.

Nükleer anlaşmayı ve Obama’nın yeni bölgesel düzen konseptini korumak için, Suriye bir güç alanı olarak İran’a verildi.

Örneğin, ABD’nin IŞİD karşıtı saldırıları ve Esad’a fiili ABD güvenlik garantisi verilerek, Esad’ın hedef alınmayacağı İran’a vaktinden önce bildirildi. Suriye'de Tahran'ı tedirgin etmemek için Irak'taki ABD askerlerini rehinelere yönlendirerek ve idareye bir rasyonalizasyon vererek İran temin edildi.

Yani makalelerin tüm çerçevesi yanlış. Ama bu kötü bir analiz olarak; ya da eylemlere odaklanmak yerine kamuoyu açıklamalarına, Obama hükümetinin verdiği mesajlara aşırı güven olarak adlandırılabilir. 

Makalelerin diğer bölümleri bu masum açıklamaya müsait değiller.

Kurtarıcı olarak Esad

Rusya'nın müdahale ettiği bir ay içinde, sadece Halep’in iki köyünden 35.000 kişi, 120.000 den fazlası da, doğrudan Rusya'nın hava saldırıları veya Rus hava gücü destekli rejim yanlısı güçlerin -genellikle İranlıların liderliğindeki yabancı askerler- saldırısıyla yerinden edildi. 3 Şubat'ta doğu Halep şehrindeki isyancılara Türkiye'den son tedarik hattını kesmek için rejim yanlısı güçlere Rusya destek verdiğinde 70.000’den fazla sivil, rejimin diğer 49 bölgede uyguladığı açlık kuşatmasından korkarak kaçtı. 

Halep’te kalan sivillerin çoğu şu veya bu nedenle yerlerinden edilmiş ve artık hareket imkanı olmayanlar veya yaşlılar kapana kısıldı. Bu kendi ayaklarıyla oy vermeye giden insanlar için son derece kesin bir sorun. 

Uluslararası Af Örgütü'ne göre, Rusya doğrudan kasten sivilleri hedef aldığı ve nüfusu terörize etmeyi amaçlayan daha sonraki saldırılarıyla “berbat bir savaş suçu” işlemiştir.

On binlerce insanın yaşamını kurtaran 'Suriyeli Sivil Savunma Örgütü’ne (Beyaz Kasklar) karşı bu “çift başlı vahşet” defalarca belgelenmiştir. Rusya ayrıca sistematik olarak hastaneler ve okullar gibi sivil altyapıyı hedef almıştır. Moskova’nın önde gelen becerilerinden biri olarak bombalanan sadece bir hastane değil, Rusya’nın geçen Pazartesi yerle bir ettiği, yaralılar ve çocuklar için bir hastaneydi. 

Bu arada, İran ve Rusya tarafından her aşamada desteklenen Esad rejimi, barışçıl protestolar için bir araya gelenleri yaylım ateşi ile karşılamasından itibaren sadece bu savaştaki her bir ölümün sorumluluğunu taşımıyor aynı zamanda –IŞİD’in de ötesinde- zalimliği ve cinayetleriyle bunu büyük bir din savaşına çevirdi. Altı yüz tanık ve Suriye‘den gelen bir yığın belge ile BM, rejimin savaş suçlarının yanı sıra insanlık karşıtı yok etme, tecavüz ve beş diğer suçu işlediği sonucuna vardı. 

Rejim tarafından tutulan en az 11.000 mahkumun işkence açlığa maruz bırakıldığı, sığınmacı Sezar tarafından ortaya konmuştur. 200.000 civarında daha fazlası insanlık dışı koşullarda hapishanelerde tutuluyor. 2011 yılı Kasım ayında, organize silahlı direnişin patlak vermesinden hemen hemen bir ay sonra BM rejimin kalkışmayı bastırma taktikleri arasında erkek çocuklarına ailelerinin gözleri önünde tecavüz edildiğini raporladı. Daha sonra rejim kadın tutsakların vajinalarına canlı fare yerleştirmek suretiyle kanamadan ölmelerine sebep oldu. 

IŞİD bir pilotu bir kafesin içinde diri diri yaktı; İranlı mezhepçi milisler, Ulusal Savunma Gücü aileleri evleriyle birlikte yaktı. Ve bu rejimin savaş yöntemlerinden önceydi; gelişigüzel topçu ateşleri, varil bombaları, antik şehirleri yok eden hava saldırıları, kitle öldürme amaçlı kimyasal silahlar, sağ kalanları göç etmeye zorlayan yok edici klorin saldırıları.

Bu gizli bir bilgi değil ve Kinzer’in Esad Halep’i yeniden fethediyor şeklinde yazmasına da bir mazeret değil: "Bu ay, Halep'te insanlar nihayet umut pırıltıları gördü." 

Sachs’ın –Rusya uluslararası toplumun onayını almak için saldırganlıktan medet umarak Halep’te öncü kuvvetlerinin ilerlemesini örtbas etmek için ateşkes söylentilerini kullanırken- Clinton yönetimindeki ABD Dışişleri (2003ten 2009‘a kadar Hillary Clinton) politikasının “Önce rejim değişikliği, sonra ateşkes” olduğunu yazması için de bir bahane değil.

Sorumluluğu Başından atmak

Sachs ve Kinzer,  Esad’ın Suriye felaketinin faili değil kurbanı olduğu bir evren sunuyor, yanı sıra da sonuç, suçu başkasına atmak. Rejim propagandası doğrultusunda, bunun sorumluluğu  ezici bir şekilde ABD'ye düşüyor.  

Mağdur taraf olarak Esad'ın bu argümanını ileri sürerek Sachs Nisan 2012’de ateşkesin bozulması için ABD'yi suçluyor. "[Kofi] Annan'ın barış çabaları, ABD tarafından rejim değişikliğinin ABD liderliğinde yapılması gerektiği ya da en azından ateşkese eşlik etmesi gerektiği konusundaki inatçı ısrarı ile çökertildi.” diye yazıyor Sachs. Kinzer de aynı şeyi söylüyor: “2012 yılında Dışişleri Bakanı Clinton, Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail Kofi Annan'ın BM barış planını öldürmek için başarılı bir çaba içine girdi çünkü en azından geçici olarak İran’ı memnun edecek ve Esad’a dokunmayacaktı.” Ama bu doğru değil.

ABD Suriye muhalefetini kendilerini savunmak zorunda olmalarına rağmen ve aileleri ile birlikte ölüm ve kötü acılar tattıktan çok sonra bile şiddet kullanmamaları konusunda zorladı. Ocak 2012'de teşebbüs edilen ateşkes, Esad Zabadani’yi yerle bir ettiğinde, 4 Nisan ateşkesi de – ki aslında hiç gerçekleşmedi- 25 Mayıs'ta Hula’da 100 sivili öldürerek kasten bir mezhep katliamı yaptığı zaman zaman kesin olarak bozulmuştu. 

Sachs ve Kinzer’in isyancılara iftira atması da gerekli. “İsyan bir "CIA liderliğindeki direniş"ti diyor Sachs, “Esad’ı devirmek için gönderilen paralı radikal cihatçılar.” Sachs en küçük bir delili sunmadan “Eğer gerçekler tam olarak bilinmiş olsaydı ABD’nin kuruluş temellerini sarsan Watergate dahil pek çok skandala rakip olurdu” diye yazıyor. Kinzer’se Halep’i "baskı dalgası” ile devralan isyancıları “zalim militanlar” olarak tanımlıyor. 

Hem Sachs hem de Kinzer batı medyasını Suriye’de gerçekte ne yaşandığının üstünü örtmekle suçluyor. Sachs retorik olarak “Bu fiyaskoda medya kuruluşları nerede?” diye soruyor. Kinzer de “ Amerikan basının çoğu aslında olanların tam tersini bildiriyor.” diye yazıyor. Kinzer, “Savaş bölgesindeki şaşırtıcı derecede cesur muhabirleri” överken “Sesleri kakofoni içinde kayboluyor ...  [,]gücünü elit ve doğuştan yalancılık "dan alan Washington konsensüsü tarafından boğuluyor" diyor. 

Kinzer Suriye’den sadece kendi iddialarına zarar vermeyecek şeyleri bildirmekle kalmıyor aynı zamanda kendi argümanlarına tamamen karşı olanlara da karnından konuşuyor. Marie Colvin, Austin Tice, James Foley, Sam Dagher Mike Giglio, Rania Abouzeid, David Enders- Suriye’de olup da Sachs ve Kinzer’in pazarladığı rejim propagandasını destekleyen birinin olduğunu düşünmek oldukça zor.  

Yalanlar ve yanılgı

Makaleler kendi aralarında somut içerik yönünden Kinzer’in iddialarının bir ajansın haber kipi gibi bir sonucu olmamasından ve Sachs’ın oldukça kafa bulandırıcı eski tip komplo teorilerinden oluşması sebebiyle ayrılıyor. 

Kinzer “Biz savaşanlar hakkında neredeyse hiçbir gerçek bilgiye sahip değiliz” diyor. Yine doğru değil.  

ABD'nin eski Suriye büyükelçisi 2014 yılı ortalarında ABD2nin isyancıların kimler olduğunu dört yıldır bildiğini açıkladı. Diğerleri - ben dahil– isyanın sadece tek tek sayıların kompozisyonundan oluşmadığı, ideolojik ayrımlar ve çeşitli gruplar arasındaki bağlantılar konusunda detaylı bilgi verdik. 

Kinzer sözde bir Halep’liden alıntı yapıyor: “Şu anda IŞİD’le savaşan sadece Esad ve Müttefikleridir.” Bu düpedüz bir yalan.Yukarıda ima edilen şey rejimin (ve Rusya’nın) IŞİD’i rahat bıraktığı ve gerçekte IŞİD’le savaşan milliyetçi isyancıları bertaraf etmeye çalıştığı. Kinzer ayrıca bu “müttefiklerin” terör örgütü listesinde olan üçü dahil- Kudüs Gücü, Lübnan Hizbullahı ve Kataib Hizbullahı- İran güdümündeki mezhepçi cihatçılar olduğu gerçeğini görmezden geliyor.

(Her açıdan) Aptalca paragrafında Kinzer şöyle diyor:

“Washington merkezli gazeteciler bize Suriye’deki tek etkili güç olan El Nusra’nın “isyancılar” ve “ılımlılar”dan oluştuğunu ve bunların El Kaide’nin bir şubesi olmadığını söylüyorlar. Aslında IŞİD’in en büyük sponsoru olan Suudi Arabistan, özgürlük savaşçılarına yardım ediyor gibi bir portre çiziyor. Türkiye yıllardır Suriye'de terör gruplarına katılmak isteyen yabancı savaşçılar için bir "sıçan hattı" yürütüyor, ama Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'nin tarafında kalmak istiyor, bu konuda çok az şey duyuyoruz. Laik ve savaşın sertleştirdiği Kürtleri desteklemek istememize rağmen Türkiye onları öldürüyor. Rusya ve İran’ın Suriye’de yaptığı her şey negatif ve istikrarsızlaştırıcı olarak tarif ediliyor- yaptıkları şey bu- ve Washington’un resmi çizgisi bu şekilde.”

Mary McCarthy'nin Lillian Hellman hakkındaki meşhur tespitini kullanmak oldukça cazip geliyor ki, Kinzer’in burada yazdığı her şeyin – ve bağlaçları dahil- yalan olduğu. 

Kimse Jabhat el-Nusra’nın el Kaide'nin Suriye kolu olduğunu yalanlamadı. Bu savaşta cihadçı-Selefiler için açık bir kapı olarak Türkiye'nin rolü yaygın olarak haber yapılmış ve Kürt PKK’sı ile yaşadığı çatışmalar haftalarca manşet haber olmuştur, Türkiye çoğu haber manşetinde olumlu bir portre çizmedi. 

Görünüşe göre Suudi Arabistan’ın IŞİD’in finansörü olduğu efsanesi hiç ölmeyecek, ama bu doğru değil. IŞİD 2005 yılından bu yana dış donörlere dayanan El Kaide modelinden kaçınmayı seçti. IŞİD fonunun şimdiye kadar en fazla yüzde beşi yabancı kişilerden geldi ve hiçbiri bugüne kadar Suudi hükümetinden değildi. Kinzer finansman kaynaklarına bakmak istiyorsa, Esad rejimi ile paylaşılan hidrokarbon sanayi -Kremlin onaylı oligarklar ve teknisyenler tarafından da destekli- başlamak için iyi bir yer olabilir. 

Sachs ise oldukça farklı bir sonuç çıkarıyor:

CIA’in beceriksizliklerine dayanmak için iyi bir lider olmak gerek. Birçok tarihçi JFK’nin Sovyetler Birliği’yle yürüttüğü barış görüşmelerinin bir sonucu olarak ve CIA ve ABD hükümetinin diğer ksımlarındaki radikal sağcı muhalefete yaptığı itirazlar sonucu öldürüldüğüne inanıyor. 

“Birçok" tarihçi JFK’nin ABD hükümetinin "sertlik yanlısı" elemanları tarafından öldürüldüğüne inanmıyor. Sachs besbelli inanıyor ki bu konuda bir kitap yazmış. Oliver Stone da buna inanıyor. Ama "birçok" ciddi insan, bir saniye kadar bile incelendiğinde, Kennedy’nin bir Soğuk Savaşçı olarak sicili kristal berraklığında olduğundan buna inanmıyor. 

Sonuç

Suriye raporlamadaki eksikliklerin çok zararını gördü. Esad ve IŞİD’in Suriye’ye seçim olarak sunduğu bu çift başlı ortak çaba onlara itiraz edebilecek bağımsız medyaya karşı korkunç bir kampanyaya yol açmıştır. 

Esad, 2012 yazında Kuzey Suriye'den geri çekildiğinde ve ardından gizli IŞİD ajanlarının oluşan boşluğun bir kısmını doldurmaya başladığında, yaptıkları ilk şeylerden biri gazetecileri kaçırmak, Suriye’yi haberleşme konusunda rejim (ve İran ve Rusya) ve IŞİD’in tekeline bırakacak kadar tehlikeli bir yer haline getirmek oldu. (İsyancılar, rejim, IŞİD, PKK ile üç taraflı savaşla çok meşgul olduğundan bir medya altyapısını ortaya koyamadı.

Ama Sachs ve Kinzer bu problemlerin düzeltilmesi için bir girişimde bulunmadı. Onlarınki Kinzer’in aklamaya çalıştığı bir kitle katilinin ve destekçilerinin olduğu Suriye'den şu anda haberler veren cesur gazetecilerden çok Walter Duranty tarzı savunulamaz bir kalkışma.


Kyle Orton(*),  24 Şubat 2016



Derya Beyaz, 13.03.2016, Sonsuz Ark, Çırak-Çevirmen Yazar, Çeviri




*Kyle Orton, bir Ortadoğu analisti ve Henry Jackson Derneği ortak üyesidir. Bu makale ilk kez Kyle'ın blogunda yayınlanmıştır.


Sonsuz Ark'ın Dipnotları:

1- Stephen Kinzer, Amerikalı yazar ve gazeteci. New York Times gazetesi için 5 kıtaya yayılmış 50'den fazla ülkeden habercilik yapmış kıdemli muhabirlerdendir. 1980'lerde Orta Amerika'daki devrimleri ve sosyal ayaklanmaları yakından takip etmiştir. 1990'larda gazetenin Berlin bürosu şefliğine terfi etmiş ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Doğu ve Merkez Avrupa'nın doğuşunu gözlemlemiştir.

1996 ile 2000 yılları arasında gazetenin İstanbul bürosunu kurmuş ve yöneticiliğini yapmıştır. Şu anda Northwestern Üniversitesi'nde Gazetecilik ve ABD dış polikitası bölümlerinde öğretim görevlisi görevini sürdürmektedir.

Kinzer'in Türkiye, Orta Amerika, İran ve 19. yüzyılın sonlarından itibaren dünya üzerindeki ABD destekli darbeler ve son olarak Ruanda'nın katliamdan kurtarılışı hakkında kurgusal olmayan kitapları mevcuttur. ABD'nin İran'a olası bir askeri müdahalesine muhalefet etmiştir. Bunun baskıcı İslami rejim altında yaşayan halka yayılmış olan ABD yanlısı duyguları yok edeceğini sık sık dile getirmiştir. Ayrıca, ABD'nin Latin Amerika politikasının da sert muhaliflerindendir. Imagineer dergisinin 2010 röportajında şunları söylemiştir:

Latin Amerika'daki ABD müdahalesinin karşı konulamaz olumsuz etkileri olmaktadır. Bizim "Amerikan Değerleri" dediğimiz şey uğruna savaşan insanların, takviye edilen ölümcül ve adil olmayan sosyal sistemler ile ezilmesine yol açmıştır. Birçok durumda, Şili, Guatemala ya da Honduras örneklerinde olduğu gibi, aslında bizimkilerle aynı prensiplere sahip hükümetleri devirip yerine ABD'nin savunduğu her şeyden nefret eden demokratik, yarı demokratik ya da nasyonalist liderler getirmiş durumdayız.

2- Jeffrey David Sachs (d. 5 Kasım 1954, Detroit, Michigan), ABD'li ekonomisttir.

Latin Amerika, Doğu Avrupa, Eski Yugoslavya, Eski SSCB ve Afrika hükümetlerine verdiği ekonomik danışmanlıklarla tanınır. Sachs, halen Columbia Üniversitesi'nde Earth Institute (Dünya Enstitüsü) başkanı ve profesördür. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon'un ve ondan önce de Kofi Annan'ın özel danışmanlığını yapmıştır. BM Milenyum Projesi'nin direktörüdür. Yoksulluğun azaltılması, borçların silinmesi, hastalıkların kontrol altına alınması gibi konularda uluslararası çalışmalarıyla tanınır.

TIME tarafından açıklanan Dünyanın En Etkili Kişileri listesine birden çok dafa giren tek akademisyendir.


Metnin Orijinali:

Seçkin Deniz Twitter Akışı