14 Nisan 2016 Perşembe

SA2752/KY1-CÇ229: Düşlerin İsyanı/Roman-Bölüm 5-III

"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"

İnsan ancak tüm nesneler konusunda  bilgi sahibi olduktan sonra kendini tanımış olacaktır. 
 Çünkü nesneler insanın sadece sınırlarıdır.
Nietzsche

Bölüm Beş
-III-

Kaldığı apartmanın çatı Katında Cendel, 19.. yılının 22 Haziran tarihli gazetelerine göz atıyordu.. mumya kılığına giren kadınla ilgili bir habere rastlamadığından olacak, Şehrinaz’ın gerçekle böyle oynamasında kimlerin etkili olduğunu, onu yönlendirenlerin mutlaka bir yerde açık vereceklermiş gibi didik ettiği günlüklerde, beş aşağı beş yukarı aynı şeylerle karşılaşmak neredeyse sabrını taşıracak noktaya gelmişti. 

Daha sonra terzihanenin sırrı dökülmüş aynasında yüzüne bakınırken o fikre kapılabileceği en akla yatkın olanıydı.. aynanın puslu köşelerinde belli belirsiz lekelerin ortaya çıktığı , gördüklerinin bir bellek ayartması olduğunu söyleyen kadın –Yüzü Pudrayla Peçeli Kadın yazılmıştı nedense- fincanın geniş ağzındaki lekelere, evet sakallı papağanlara nasıl benziyorlar demişti de, o da, sanki hiç umudu kalmamış gibi terzihaneden çıktığı anı düşündü.. 

Eski gazete sayfalarında "Antalya'daki konuk insanı", sonra ‘Kendine kıymış aynı konuğun intihar haberini bulacağını’ bu kaçıncı düşünüşüydü Şehrazat’ın, bilmiyordu. Ne var ki sayacak ne bir zamanı ne da bir fırsatı olmuştu. Senaryonun sessizliği yine tutmuş olmalı ki, Şehrazat o lekelerden ve kabuslardan kurtulabileceğini yine geçen yıl -yine bu ayın üçüncü haftasına rastlayan Pazartesi günü- düşünmüştü. 

Ernüvaz konuşmadan, ama hiç konuşmadan Korku Senaryosu’nun serüvencisi Cendel -Ne tuhaf ismini değiştirmeyi, ya da gizlemeyi Şehrazat uygun görmemişti demek ki- in yolculuklarını iç serüvenine eklemede bir takım güçlükleri yeneceğinden, o insandan da bir an uzaklaşabileceğini yine aynı sabah düşünmüş.  Aynı gün gri sevinci yüzünde sönüp gitmemiş gencin senaryonun yazılmasında oynadığı rol küçümsenmeyecek kadar büyüktü. 

Her gün aynı koşturmacanın bildik ya da her zamanki aynı yüzleriyle Şehrazat’ın kara kalemle çizdiği akrep resimlerinin aynı sayfalarda yer alması, kitaptaki ‘Yarasalar’ bölümündeki  Silik Rüya Arşivcisi Çocuğun biriktirdiği rüyalarla birlikte düşünülürse Cendel, uzun bir zaman işin içinden çıkamayacaktı. Vapurun ardından koşan bir martının eşliğinde 22 Haziran'ı hiçbir şey unutturamıyordu.. ne ona, ne de Şehrazat’a. 

Çok şükür vapur kalkıyordu ve biraz olsun rahatlamıştı. Turnikeye koşan insanların hepsinde aynı tempo, aynı telaş vardı.. nasıl ki o sabah Şehrazat'ın yüz hatlarını güzelleştirmek için yaptığı makyajı yarıda bırakıp evden çıktığı ve nereye gideceğini kestiremeyen uyur gezer halasının rüyalarında sürekli gördüğü şeyi sayfalara aktarırken küçük ayrıntıları bile not etmişti. 

Bunları günü gününe yazan Şehrazat hayatına yön veren senaryonun akışında hiç umulmadık terslikler yaratarak acaba okuyucudan çok, bir gün bunların sevgilisi Cemşid'in eline geçebileceğini düşündüğünden mi yapmıştı? Bir karar veremiyordu, kestirilmesi oldukça güç bir durumdu, şıkların ikisi de mantıklı görünüyordu. 

Eminönü İskelesi’nde pineklerken, yeni kalkan bir vapur sesine, mavi sular üzerinde kırpışan, sanki yarınları için huzursuz o küçük köpüklü, giderek büyüyen dalgacıklardan belleğine üşüşen diğer hayal parçacıklarına, çağrışımlardan kurulmuş bir dünyaya nasıl elveda diyeceğini de bilmiyordu. Kolalı yakası, ütülü redingotuyla bastonlu, eski zabiti düşleyerek, belki konağa bir daha dönmeyeceğini düşünüp de üzülen, dahası kahrolan Büyük Hala’yı, Şehrazat’ı, Ernüvaz’ı günün akışına kaptırmış Cemşid huzurunu kaçıran görüntülerin ortasında bırakıp, çekip gelmiş sayıyordu kendini.. 

Sonra hem bütün bunlarla meşgul olan havsalası zorlandıkça, senaryo, böyle bir sabah vakti başlamalıydı, diye düşünmüştü. Eksikli senaryonun küçük bir bulgusunu daha ele geçirmenin keyfini iliklerine dek tattırması kadar olağan daha ne olabilirdi ki?

***
Mağaraya geldiğinde hava neredeyse karardı, kararacaktı.. Eski eve ulaşmadan önce yapacağı şeyleri unutmuş gibi görünüyordu. Havadaki tuhaf  gerginlik, adını koyamadığı bir renkle örtüşmüş, bunaltıcı nemle birlikte kıyı köşeye sinmişti sanki. Cendel,  tuhaftır, sanki buraya daha önce gelmiş gibi adımını attığı her yerde, elini attığı her şeyde tanıdık bir ize rastlıyordu. Mağaranın kapısında camları silinmemiş vitrinin solunda ona bakan kadını görebilmiş, ama onunla konuşmaktan çekindiğinden midir nedir -evet o an kadından çekiniyordu-, bunu gözlerinden okuması için kadına ters ters bakan Cendel, başka bir zamanın düşüyle elinden geldiği kadar oyalanmamaya, hatta ilgilenmemeye çalışmıştı. 

Ne var ki, orada tanımadığı bir yüz, kapının karşısında onu karşılamak için akşam akşam üşenmemiş, uykusunu bölerek koşup alt kata kadar inmiş, sonra sofada bir şeylerin ters gitmesinden olacak bütün gövdesini kaplayan heyecanını gizleyemeden kapıya kadar gelmiş, ona bakıyordu buzlu camların ardından. Geniş vitrinleri olan dükkanın birinde demir yolu işçilerinin çekilmiş fotoğraflarını gördüğünde de, rüyanın küçük ayrıntılarıyla burun buruna geldiğini anlayan o insandan giderek nasıl ayrıldığını anlatabilirdi ona. 

Parfümeri bölümünden de, Şeker Paketleme Atölyesi’nden de oldukça karanlıktı içerisi.. Kuşkuyu ve ürküntüyü beraberinde getiren, her türlü hastalığı, acıyı, kederi, resmi, yazıyı, resimli ve yazılı kitapları raflarda sıralanmış, hem de kir-pasın içinde, tozlu raflarda bekletilen geleceği okumadan önce, aklından bile geçirmediği o kadını da gördü.. Evet, yanılmasına olanak yoktu, ona dokunmak istese dokunabilirdi, bu yüze, eski bir dostun yüzüne bakar gibi bakıyordu Cendel. Demek ki hepsi buradaydılar ve onu bekliyorlardı.

"İşte geldim, bakın!"





<<Önceki      Sonraki>>



Cemal Çalık, 14.04.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı