"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Bir
-7-
Tatil günümdeydim. Tatil günleri oldukça uzun yürüyüşler
yapardım. Yine böyle uzun bir yürüyüşün ardından her zamanki kır kahvesine
girmiş, âdetim üzere olan dört bardak çayı içip ücretini ödemiş, çıkmıştım.
Hava kararmıştı. Yarı aydınlık yarı karanlık. “Bugün biraz fazla yürümüşüm
demek ki.” dedim kendi kendime.
Peşim sıra biri daha çıkmış gibi gelmişti kafeden.
Umursamamıştım. Hem niye umursayacaktım ki. “Sanırım havanın durumundan böyle.” diye kendimi rahatlatmaya çalıştım. Umursamadığıma inandırma gereksinimi
duyuyordum kendimi. Zihninin derinliklerinde yalnız ve ürkmüş biri olarak gece
vakti bir mezarlıktan geçen birinin kendine kendi sesini yoldaş kılmasına benzer
bir biçimde ıslık çalmak gibi bir şeydi bu adeta. Adımlarımı hızlandırdım.
Tuhaf, hava serin olmasına karşın terliyordum da. Korkudandı
elbet. Bunun farkındaydım. Bir ürperti, nedenini bilmediğim bir ürkünçlük gelip
yer etmişti içime. Her zamanki yoldan eve dönüyordum işte. Bu yolu seçmemin
nedeni yolun tenha oluşuydu. Şimdi ise sanki bu tenhalık içimi ürpertiyordu.
Başımı sağa sola salladım. “Ne ödleksin lan Servet!” diye
geçirdim içimden. Kendime güldüm. Yürüyüş tempom bozulmuştu. Arkamdan ayak
sesleri geldiğini duyar gibi olup başımı çevirdim. Kimse yoktu. Bir kedi çöp
tenekesinden fırlamıştı. Boynunda ışıldayan bir tasma vardı. Siyah beyaz bir
kedi ve boynunda ışıldayan bir tasma, bir ev kedisi olduğu aşikârdı. Evden mi
kaçmıştı, izin mi verilmişti bilemezdim. Bilemezdim çünkü evcil herhangi bir
hayvanım yoktu, hem evcil hayvanların kendilerinin hem de sahiplerinin
alışkanlıkları hakkında en ufacık bir bilgim yoktu elbet. Benim ayak sesimden
ürküp fırlamış olmalı! Hızlı yürüyüşüm kendime bile komik geliyordu şimdi.
Utandım. Yavaşladım. İlk dönüş sapağından saptım.
Servet birkaç adım yürümüştü ki sırtında metalik sivri bir
cismin varlığını duyumsadı tehdit yüklü kısık bir sesle birlikte. Sesi mi önce
duydu, cismi mi önce sezdi karar verememişti.
“Sakın o tarafa bakma!”
Hangi tarafa? Tehditkâr ses kurbanın hangi tarafa bakacağını biliyor
olmalıydı. Bu sapağı ne zaman dönse daha döner dönmez çıkmaz bir sokağa dönen
ve sonunda devasa duvarı olan sokağa gayr-i ihtiyari bakar, öyle yoluna devam
ederdi Servet. Tam başını çevirip sokağa bakacağı zaman tehditkâr sesi ve
sırtına dayanan metalik cismi o anda duyumsamıştı.
“Sırtımda beliren kişi davranışlarımı biliyor!” demek, diye
geçirdim içinden. “Acaba beni izliyor muydu? Nereden biliyordu ne tarafa
bakacağımı?”
Kendimi zor tutuyordum. Dizlerim titriyordu. Korktuğumun
bilinmesini istemesem de öylesine belirgindi ki, yürümeye güç yetiremez olmuştum.
“Ahmak! Düpedüz ahmak bu!” diyordum kendi kendime.
“Sakın o tarafa bakma!” diyen ses denilenin tersini yapmayı
emreden merak kökenli itkiden habersiz olmalıydı. Şimdi o tarafa bakma
alışkanlığı olmasa da müthiş bir istek duyacağını biliyordu Servet. İnsan
meraklarına her zaman yenilirdi. Merak insanın kapısını çaldığında sezgileri
yapmamasını söylese de insan tersini yapar, tersini yapmaya can atar,
istemediği halde tehlikenin, tehlikelerin kucağına atılırdı.
Kendi kendisiyle mücadele ediyordu söylenen tarafa bakmamak
için. Fakat başına hâkim olamıyordu. Ne kadar zorlasa da..
“Sakın!” daha güçlüydü buyruk. Daha öfkeli. Daha tehditkâr.
“Bu ses.. ben bu sesi tanıyorum.. bu ses..” sırtında derin
bir acı hissetti. Metal artık cildinin içinde gibiydi. Yutkundu. Sırtına
dayanan bir bıçak olmalıydı. Sivri uçlu bir bıçak ya da şiş. Bu kesindi.
Sıradan biri olmuş olmasına içerliyordu Servet. “Sıradan bir
gazeteciyim işte. Ne dövüş sanatlarından haberim var, ne fiziksel aldatma
yöntemlerine dair bir bilgim. Herhangi bir film ya da kitap kahramanı ne kadar
kolay kurtulurdu bu durumdan kimbilir. Ya bayılıyormuş gibi numara yapıp usulca aşağı kayar ve
saldırganın bir anlık gafletinden yararlanarak silahı elinden alır etkisiz hale
getirirdi yahut çok hızlı bir biçimde saldırgana dönerken bir eliyle de
saldırganın elinde tuttuğu silah her ne ise onu kişinin elinden alırdı falan.
Oysa ben sıradandan bile öteydim. Hiçbir beden dersine katılmadan beden
derslerini geçmiş biri. Ne halt edecektim?”
Semra dayanamamıştı;
“Dede yine aynını yapıyorsun?” dedi.
“Neyin aynını yapıyorum?” diye yanıtladı Dede.
“Anlatı! Şimdi burada Servet başından geçenleri anlatırken
birden bir başkası yani sen işin içine giriyorsun. Hem de tümce tümce. Hani
paragraf olsa bu kadar tuhaf olmayacak. Hayır valla kendimi veremiyorum.”
Sustu
Semra. Diğer dinleyicileri süzdü. “Dede inan senden korktukları için bir şey
söylemiyor diğerleri.”
“Belki de haklısın” dedi Ay Dede gülerek. “Senin kadar
cesurunu yeryüzü görmedi daha!”
“Ah ha..” diye güldü Semra.“Bak sen.. canın kavga istiyor
sanırım ihtiyar!” Dedesinin dizine hafif bir yumruk vurdu. Baba Ferhat, anne
Seher tam olaya müdahale edecekleri sırada Ay Dede işaretle durdurdu onları. Ve
torununu çekip sarıldı.
“Dedesini döver mi yoksa? Bu ay parçası?” dedi ve yanağından
öptü. Torununun. Erkek torun on altı yaşına karşın kıskanır gibi olmuştu. Hayır
düpedüz kıskanmıştı ve kız kardeşini dedesinin dizinden çekmeye çalıştı:
“Mızıkçılık yapıyor bu.. şımartmayın ya!” diye çıkıştı. Dede, “Tamam arkadaşlar.. durun da bitirelim şu hekatı” deyip ortalığı yumuşattı ve
sürdürdü anlatmasını:
“Arkamdan ulumaya benzer kahkahalar yükselmişti. Sırtıma
dayanan sivri şey de çoktan kaybolmuştu. Bu kez öfkeden ne yapacağımı bilemez
haldeydim. Geri dönmeliydim. Ama yapamıyordum işte. Lanet olasıca. Kenan’dı bu.
Dizlerim üstüne çökmeye ramak kalmıştı. Kısa dönem askerlik yaparken
tanışmıştım Kenan’la. Şakacı, kalender, dürüst bir çocuktu. O olmasa o kısa
dönem askerlik bile bana yıllar gibi gelirdi. Kenan başka biriydi. Her
defasında bizleri güldürecek, yorgunluğumuzu, üzüntülerimizi, özlemlerimizi
giderecek bir şeyler bulurdu. “Sen benim için tarihi bir fırsatsın!” demiştim
kışlada bunaldığım zamanlarda. Bu söz çok hoşuna gitmişti. Ama bazen öyle eşek
şakaları yapardı ki.. şimdi de o eşek şakalarından birini yıllar sonra
karşılaştığımızda yapıyordu. Benim dönemediğimi görünce kendisi karşıma geçti."
“Tertip ya.. kalp krizi geçirmiyorsun ya?” dedi yapmacık bir
merakla. Sonra yeniden o meşhur kahkahasını savurdu. Sarıldık. Ben hala
titriyordum.
“La Servet hiç değişmemişsin.. ne bön bön bakıyorsun.. açım la..
hadi karnımı doyuracak bir yere götür beni!” demiş, kolumdan tutup sürükleye
sürükleye götürmüştü beni.
Cemal Çalık, 30.05.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman