Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki analizin ikinci bölümü (ilk bölümünü geçen hafta yayınlamıştık) gerçeği tam olarak yansıtmasa da, görünüşte Suriye ve Irak'taki mevcut durumunun sürdürelemezliğini esas alan olumlu bir yaklaşımla kaleme alınmıştır. Ancak Suriye'de terörist PYD-YPG güçlerinin armalarını taşıyan ABD özel birliklerinin Rakka'daki IŞİD'e karşı operasyon (!) yaptığı ve IŞİD-YPG güçlerinin Azez'de ÖSO bileşenlerine birlikte saldırdığı gerçeği ile birlikte dikkatle okunmasında fayda vardır. Türkiye'nin sert tepkisi üzerine ABD Centcom komutanı Joseph Votel, YPG armalarının takılmasının yanlış olduğunu beyan ederek gerekli olan adımların atılacağını ifade etmiştir. ABD önderliğindeki koalisyon dün, Mare'de ilk kez YPG/PKK dışındaki muhaliflere, yani ÖSO bileşenlerine havadan silah ve mühimmat indirmiştir."
Seçkin Deniz, 03.06.2016
War in Syria: Next steps to mitigate the crisis 2
Jeopolitik Bağlamın Anlaşılması
Şu an çatışmanın bitirilmesi ve nihai politik çözümler üzerine gerçekleştirilmekte olan diplomasi bağlamında, Viyana görüşmelerine katılan taraflar arasında keskin anlaşmazlıkların bulunduğu ve ABD’nin açık fikirler geliştirmesini gerektiren iki mesele vardır.
Bunlardan birincisi, şu an Esad tarafından yönetilmekte olan merkezi Suriye hükümetinin korunmasının önceliği ile alakalı anlaşmazlıktır. Bazı bölgesel aktörlerin (hatta bazıları Esad muhalifi olanların) yanısıra Rusya, politik bir çözüm inşasına yönelik en önemli etmenin, Esad’ın görev başında kalması anlamına gelse bile Suriye merkezi hükümetinin korunması olduğuna inanmaktadır.
Bu kesim, Esad eğer üzerinde hemfikir olunan, kendi yerine geçebilecek bir kişi olmaksızın devrilecek olursa, Suriye’nin Libya gibi mahvolmuş bir ülke haline geleceğini; IŞİD’in bu durumda daha fazla konsolide olarak faaliyet gösterebileceği daha geniş bir alana sahip olacağını ve bunun bölgesel ve uluslararası güvenlik anlamında korkunç sonuçlar doğuracağını savunuyor. Ülkenin çökmesinden duyulan bu endişe ve güçlü bir merkezi otorite isteği, Rusya’yı İran’la beraber Esad’ın arkasında durmaya sevketmektedir.
Anarşiye karşı bir siper anlamında Suriye hükümetinin devamını arzu etmek ve terörizmle mücadele ve savaş sonrası yeniden inşa süreci için merkezi bir hükümet istemek anlaşılabilir bir şeydir. Bu meselenin müzakerelerde öncelikli bir hedef haline gelmesinin sebebi, muhalifler ve hükümet güçleri arasındaki savaşın sonlanmasının ardından, Şam merkezli bir Suriye hükümetinin Suriye topraklarının büyük bölümünde daha etkin bir kontrol sağlayabileceği düşüncesidir. Birkaç sebepten dolayı bu hatalı bir değerlendirmedir.
Birincisi, çatışmakta olan grupların birleşik bir Suriye ordusu kurulması için hızlı ve etkin bir şekilde kendilerini feshederek silahlarını bırakma olasılığı oldukça düşüktür. Eğer oluşacak merkezi hükümet Esad hükümeti form ve yapısında kalır ve hatta Esad iktidarda kalmaya devam edecek olursa, muhalif grupların silahlarını bırakmasını ve bu merkezi hükümet tarafından sağlanacak güvenliğe itimat etmelerini beklemek imkânsızdır.
Bu nedenle yerel askeri güçler, bölgesel düzenin sağlanmasında önemli bir faktör olmaya devam edecek ve ayrıca bu yerel güçler, IŞİD ve el-Kaide gibi aşırılıkçı grupların ortadan kaldırılması veya varlıklarını sürdürmesi anlamında önemli bir rol oynamayı sürdüreceklerdir.
İkincisi, ülkenin Şam’dan yönetilebileceğini değil düşünmek hayal etmek bile son derece zordur. Yerlerinden edilmiş insan sayısının ve fiziksel yıkımın boyutu, beş yıllık savaş (ve bunun öncesinde on yıllarca sürmüş baskıcı yönetim) süresince iyice kuvvetlenmiş mezhepsel ve etnik bölünmeler, merkezi bir yönetimi imkânsız hale getirmiştir. Yerel toplumlar sahip oldukları kaynaklar ve kapasiteleri sayesinde merkezi bir hükümete nazaran yerel seviyede en önemli güvenlik ve düzen sağlayıcıları haline gelerek yerel toplumların IŞİD nüfuzuna karşı direnmesini sağlayacaktır.
Bu nedenle, aşırılıkçı hareketlere karşı Suriye’de etkin bir yönetim endişesi taşıyan ülkelerin, savaş sonrası senaryolarında yerel yönetimlerin değer ve önemini dikkate alması gerekmektedir.
Sonuncu sebep ise, Beşar Esad ve müttefiklerinin 400.000 kadar Suriye vatandaşını katlettiği; sivillere karşı kimyasal silahlar kullanmış olduğu; binlerce insanı hapse atarak işkenceden geçirdiği ve milyonlarca insanı yerinden ettiği gerçeğinin sabit olması ve Esad tarafından alınmış olan korkunç kararların, Suriye yönetimini, ülkeyi ve Suriye ulusunu mahvetmiş olmasıdır.
Esad’ın devrilmesini savaşın bitmesi için bir ön koşul olarak sürmekte olanlar, Esad’a Suriyelilerin çoğu tarafından ülke yönetimi için meşruiyet verilmediğini ve bundan sonra da verilmeyeceğini; ülkeyi yönetmeye devam etmesinin Suriye’nin bütünlüğü ve güvenliği için yıkıcı sonuçlar doğuracağını belirterek, Esad’ın insanlığa karşı işlemiş olduğu suçlardan dolayı adaletle yüzleşmesi gerektiğini savunuyorlar.
Pratik anlamda ve saydığımız tüm bu nedenlerden dolayı sahada savaşmakta olan birçok Suriyeli grup ve taraftarı Esad’ın devrilmesini istemektedir. ABD ve Rusya’nın bunu görmezden gelme noktasında hemfikir olması bu grupların savaşmaya son verecekleri anlamına gelmez.
Muhalif grupların savaşmayı bırakması için tek yol, Esad’ın devrilmesini isteyen Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın bu taleplerinden vazgeçerek muhalif gruplara verdikleri desteği kesmeleridir. Şu anki şartlarda böyle bir şeyin gerçekleşmesi oldukça zor görünmektedir.
Diğer bir deyişle; Suriye devletinin varlığını korumak övgüyü hak eden bir hedef olsa da, Suriye’nin geleceği ile alakalı müzakerelerde bu hedefi öncelikli ön koşul olarak ileri sürenlerin amaçlarına ulaşması için tek başına yeterli değildir.
Ben şunu öneriyorum: ABD, Amerikan menfaatleri açısından Beşar Esad’ın kaderi muhtemelen önemli bir endişe kaynağı değilken, Rusya ve müzakerelere katılan diğer devletler üzerinde, Suriye (ve başkanı) konusundaki tutumlarından terörle mücadele kapsamında taviz vermeleri ve Suriye’de barışın sağlanması, yeniden inşa süreci ve IŞİD’in yok edilmesi için önemli ölçüde özerkleştirmenin ve yerel unsurlar kullanılarak uluslararası müdahalenin gerekli olduğunu kabul etmeleri noktasında baskı kurmalıdır.
Benzer şekilde; Suriyeli muhaliflerin ve barış için Esad’ın gidişini önkoşul olarak ileri sürmekte olan devletlerin, özerkleşme ve yerel otonominin kendilerine Esad’ın devrilmesinden çok daha fazla şey kazandıracağını idarak etmesi gereklidir. Hatta Esad’ın gitme taleplerinden vazgeçmeleri karşılığında, yerel yönetimin güçlendirilmesi, tutukluların salıverilmesi ve uluslarası geçiş hukuku anlamında kendilerine sağlam taahhütler verilebilir.
Müzakereler sonucunda Suriye savaşının sonlandırılması aşamasında ikinci büyük mesele, savaş sonrası Suriyesinde İran’ın oynayacağı rol ile alakalıdır. İran’ın Suriye ve bölgenin tamamında nüfuzunu genişletme çabaları, bölgede yer alan tüm ABD müttefikleri için endişe konusudur ve Washington için de öyle olmalıdır.
Geçtiğimiz sekiz ay süresince Esad rejiminin Rusya ve İran yardımıyla elde etmiş olduğu kazanımlar, İran’ın maddi yardımlarına, askeri desteğine ve İran destekli milislere bağımlı Şam merkezli bir Suriye yönetiminin devamına olumsuz bakışı güçlendirdi. Ruslar, Suriye devletini daha çok aşırıkçılığa karşı bir set olarak görürken; İran, ülkedeki Alevi nüfusun ayakta kalmasına ve Suriye’nin Hizbullah’a giden İran desteği için bir kanal işlevi görmeye devam etmesine odaklanmış bulunuyor.
Bazı Sünni Arap ülkeleri Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve merkezi bir hükümet tarafından yönetilmesi düşüncesini sahiplenirken tamamı ülkenin İran’ın nüfuzu altında bulunmasına karşı çıkıyor. Benzer şekilde, İran’ın Suriye’deki baskın rolünü kurumsallaştıracak olan herhangi bir politik çözüm, İran’ın İsrail’in kuzeyini tehdit etme potansiyelini, Lübnan’ı belki de yanında Ürdün’ü istikrarsızlaştırma kapasitesini ve Iraklı Sünnilerin sıkıntılarını azaltarak onların yeniden Bağdat hükümeti ile ittifak kurmalarını sağlama çabalarını artıracaktır.
Savaş sonrasında İran tarafından domine edilecek bir Suriye ihtimalinin güçlenmesi Amerika’nın en yakın partneri İsrail’in meseleye bakışını değiştirmiştir. Suriye ve İran arasındaki ittifaktan çekinmelerine rağmen İsraillli yetkililer, geçen seneler zarfında iç savaşa karşı oldukça değişken bir tutum sergilemiştir. Ancak bugün İsrail, Esad’ın başta kalmasının ancak etkin bir İran hâkimiyeti olması halinde mümkün olduğunu değerlendirerek en güçlü düşmanı olan İran’ı kendi sınırında komşu haline getirmektedir.
Savaş sonrası Suriyesinde İran hâkimiyeti, Hizbullah’a aktarılan İran silahlarında da artışa sebep olacak ve gittikçe gelişen roket ve Füze teknolojisinin Hizbullah tarafından tedarik edilmesine İsrail’in %100 engel olması mümkün olmayacaktır. İran’ın Şam üstünden bu ve bunun gibi destekleri Hizbullah’ın İsrail’e karşı asimetrik savaş kapasitesini artırararak İsrail’deki sivillerin büyük bölümünü tehdit edebilir. İsrailli gözlemciler bu senaryodan dolayı gittikçe daha fazla endişe duymakta ve herhangi bir seçim yapmak zorunda kaldıklarında İsrail-Suriye cephesinde İran’la değil IŞİD’le karşı karşıya kalmayı tercih edeceklerini açıkça ifade etmektedirler.
Viyana’daki görüşmelere katılan Amerikan diplomasisi, İran hâkimiyetindeki bir Suriye hükümetinin ve hatta Suriye topraklarının tamamını kontrol etmeyecek bölgesel bir hükümetin istikrarsızlaştırıcı sonuçlarını daha fazla dikkate almalıdır. Savaş sonrası Suriyesinde İran’ın hâkimiyetini kısıtlayacak bir politik çözüm üzerine odaklanılması, Esad’ın kaderi hakkında kendi aralarında fikir ayrılığı bulunan Amerikan partnerleri arasındaki uyumu artıracak ve Amerika’yı, IŞİD’in Suriye’de sergilemiş olduğu tehdit ile Suriye’deki İran destekli terörizm ve yıkım arasında bir tercih yapma pozisyonuna düşmekten kurtaracaktır.
Tamara Cofman Wittes/17 Mayıs 2016
Tamer Güner, 03.06.2016, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri
Takip et: @Trrguni
Metnin Orijinali: