27 Haziran 2016 Pazartesi

SA3094/KY1-CÇ279: Kumpas/ Roman - Bölüm III-1

"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."


Bölüm Üç
-1-

Servet bir çırpıda olan biteni anlatmıştı Ramiz’e. Gülerek. Her zamanki gibi alaycılığıyla, “Beni böyle tuhaf şeylerle niye uğraştırıyorsun anlamıyorum?” deyip bitirmişti konuşmasını. Bir süre sessizlik oldu. 

Ramiz anlatılanların hiçbirisini duymamış gibi ve fakat çekingen bir şekilde, “Seni sahil temsilcimiz olarak Şendilya’ya göndermek istiyorum, ne dersin?” diye sormuştu. 

Karşılıklı koltuklarda oturuyorlardı Ramiz’in odasında. Servet kaşlarını çatarak karşılık vermişti. 

“Pardon sen beni nerenle dinliyorsun? Anlattıklarımı duydun mu? Ben, kaçığın biri bizim gazeteden üst düzey..” Burada susmuş sonra, “Bak dikkatini çekerim üst düzey” diye kahkaha atmış ve fakat arkadaşının üzerinde hiçbir etkisi olmamıştı. 

Servet bu tavra anlam veremiyordu. “Alo.. burada mısın?” diye bağırdı. Ramiz dik dik baktı. Eliyle Servete susmasını işaret etti. “Her bir sözcüğünü duydum. Ve fakat bağırmadan konuşmalısın.” 

“Nedir bu esrarengiz tavırlar birader?”

“Adamın kaçık olmadığını biliyorum. Eğer bizim gazeteden iki kişi tarikat lideriyle buluştu diyorsa buluşmuştur.”

“Yani haberin var? Öyle mi?” 

Kuşkuyla bakıyordu Ramiz’e Servet. Ramiz başını sallamakla yetindi. Yutkundu:

“Ben göndermiştim. Röportaj için. Ve özellikle şeyhe Nizari’nin torunu olup olmadığına kendisinin bu iddialara inanıp inanmadığını sormalarını tembih etmiştim. Bu soruyu özellikle sormalarını istemiştim”

Doğrusu böyle bir cevap beklemiyordu Servet:

“Benim niye haberim yok? Hem bu Nizari de kim?” diye sordu. 

Ramiz öfkesini bastırdı:

“Demek eğleneceğiz, demek ki arkadaşımızın canı oyun oynamak istiyor. Tabi şimdi sen Balıklı Göl’ü de hatırlamıyorsundur! Tabi orada tanıştığımız ve birkaç ay önce öldürülen Umur Tılsım adını da hiç duymamışsındır. Öyle mi? Tamam öyle olsun! O zaman şöyle diyelim, sen gerçekten Nizarileri bilmiyor musun, gerçekten hiç bu sözcüğü duymadın mı? Tamam neden olmasın! Belki başını bir yere çarptın ve geçici bir hafıza kaybı yaşıyorsun. Kabul. Nizariler kim öyle mi? Efendim eski Servet Toksöz’ün de çok iyi bildiği gibi Nizarilere İsmailiye'nin bir kolu diyebiliriz. Aldığım bilgiye göre senin şuan adını bile duymadığını söyleyeceğin –ki geçici bir hafıza kaybı yaşıyorsun o yüzden - Salih’ül Emre en üst seviyedeki tilmizlerine kendisinin Nizari’nin soyundan gelen son imam olduğunu söylüyormuş. Yani son Seçilmiş İmam.”

Servet Toksöz bu alayın daha fazla sürdürülmesine seyirci kalmamak için Ramiz’in sözünü öfkeyle kesti:

“Nizarileri de, örgütün liderinin kim olduğunu da biliyorum. Ancak şaşırmış değilim, ne zaman mı şaşırırım; o şizofren kendisini tanrı ilan ederse belki o vakit şaşırırım. Niye böyle saçma sapan şeylerle uğraşıyorsun? Ne zevk alıyorsun? Bunca sorun varken senin ulaşmaya çalıştığın şeye bak!” dedi. 

Ramiz başını salladı:

“Sen de işte hep böylesin.. lan madem öyle aylardır biz ne yapıyoruz ha? Umur Tılsım bize kendisiyle çalışma teklifinde bulunduğunda niye benden önce atılıp evet dedin? Şu ana kadar neyin mücadelesini verdik? Umur Tılsım niçin öldürüldü? Bunca sorun dediğin şeyi tezgâhlayan işte bu tarikat. Bu tarikat ve güdümündeki devlet veya devletler.”

“Laf!”

“Sen öyle san.. kaçık dediğin adamın sana verdiği dosyaya sahip çıksaydın..”

“Bir dakika.. bir dakika.. dosyaya baktım.. yav bomboş bir sürü a4 kâğıdı.. yok, mum ışığında beliriyormuş ta..” 

Ramiz arkadaşına doğru eğildi:

“Peki dediğini yapabildin mi? Hayır! Dediğini yapsaydın da öyle olmadığını görseydik daha doğru olmaz mıydı? Ama sen her zamanki gibi lakayt davranıp elimizdeki devasa bilgileri kaybetmemize neden oldun.”

Servet, “Sen ciddisin?” dedi; iyice şaşırdığı belli oluyordu.

“Evet.. sen bu tarikata karşı çok lakaytsın..”

“Doğru.. saçma sapan deli zırvalarına karşı lakayt olmayıp ta ne yapayım?”

Ramiz arkadaşını ikna etmek için adeta yalvararak konuşmayı denemeye karar verdi:

“Bak güzel kardeşim.. ben onların iddialarını ciddiye almıyorum.. orada seninle aynı kanaatteyim.. yok, kâinat imamıymış, yok beklenen mehdiymiş, yok son imammış.. benim bunlara pirim vermediğimi, vermeyeceğimi sen de biliyorsun.. ama tilmizlerini düşün! Yapıyı bir göz önüne getir.. okullar, medya, finans kuruluşları ve hatta özel güvenlik şirketi.. bütün bunlar sana nasıl görünüyor? Bunları araştırmanın neresi saçma sapan?”

Ramiz haklıydı. Evet devasa bir yapı olduğu açıktı. Ve bağlıları da tam bir fanatikti. Salih’ül Emre’nin bir emri ile bu bağlılar kendilerini uçuruma bile atarlardı ki bunu gözlemlemişti. Ama bu tarikat bir ülkeye yön verecek güçte değildi. Olamazdı. Gerçekte olamaz mıydı? Yoksa temenni mi ediyordu Servet. Korkutucu bir şeydi. Korkutucu ve ürkütücü.

“Peki, bizzat gönderdiğin adamlar.. röportaj yapanlar ne diyor?”

“Bir söylenti olduğunu söylemiş.. kesinlikle öyle bir inancı olmadığını belirtmiş. Hem de Kutsal Kitap üzerine yemin ederek.”

“Eee.. demek ki Nizari iddiası düşüyor..”

“Yalan söylüyor..”

“Bu adam inançlı biri.. en azından kutsal kitap üzerine yalan yemin etmez.. her ne kadar kendisini sevmesem de.. bu yönünü biliyorum..”

“Evet.. ama unuttuğun onun bizi kendilerinden kabul etmemesi.. ona göre bizler kâfiriz ve dolayısıyla rahatlıkla bize yalan söyleyebilir..”

“Bütün bu söylediklerine inanıyorsun..”

“Evet..”

“Peki, Bigânenin bana söylediği yeşil kuşak projesinde bizden iki kişinin oluşunu nereye koyacaksın?”

“Demek ki onlar da tarikattan.. bunu bilmiyormuş gibi yapacağız..”

“Bana adlarını söyleyecek misin?”

“Şendilya’ya gider misin?” Karşılığını verdi Ramiz. 

Bir süre bakıştılar. 

“Seversin Şendilya’yı.. sevmiyorum deme.. üç yıl önce bayıla bayıla anlatmıştın.. yine aynı evde kalacaksın.”

“Neden Şendilya? Madem böyle bir isteğin vardı hazır gitmişken orada kalırdım.. hoşuna mı gidiyor benim ayağı topal itler gibi dolaşmam?” kızmıştım ve bunu da saklama niyetinde değildim."

“Orada olmanı istiyorum çünkü.. çünkü sen buraya dönmeden önce Şendilya’da emekli bir komiser bir kafede kalp krizi geçirip öldü. Bil bakalım o emekli komiser kim? Umur Tılsım’ın bize sözünü ettiği Serdar Akkuş.”

“Ne?” diye tiz bir sesle haykırdı Servet. “Serdar Akkuş mu?”

“Evet.. ölürken yanında da evladı gibi olan emniyet müdür yardımcısı vardı. İki gün sonra bir tören yapılacak. O törende olmanı istiyorum. Seçim bitinceye kadar da orada kalmanı istiyorum. Beni kırma!”

Yalvarıyor mu bu adam? Düpedüz yalvarıyordu. Naza mı çekseydi kendini? 

“Tamam!” dedi. “De kalp krizi geçiren her emeklinin peşinden gideceksem işim var!” diye sürdürdü konuşmasını. 

Ramiz kuşkuyla Servet’e baktı.

“Her emekli komiser mi? Ciddi misin? Deminki tepkin neydi? Ne? Serdar Akkuş mu? Derken aklından ne geçiyordu.”

Servet bir süre sustu. Aklı karışmıştı.

Ben..” dedi.“Ben inan ne dediğimi bilmiyorum.. belki de şok geçiriyorum. Daha yüz yüze tanışacaktık adamla. Emniyette kime sorduysam adam hakkında övgüyle söz etti.. şimdi..”

Ramiz rahatlamıştı. Gözü kulağı Servet Şendilya’da olacak ve hiç dikkat çekmeden olup biteni öğrenip ülkeyi uyaracaktı. Ne Umur Tılsım ne Serdar Akkuş boşuna ölmüş değildi. O iki insanın ölümünden Nizariler'in sorumlu olduğuna adi gibi emindi. Bunu biliyordu. Servet bu kumpası çözecek kapasiteydi. Planlı programlı bir biçimde değil. Görünüşte rastlantılar yoluyla oluyormuş gibi olurdu. Fakat istendik sonuçları alırdı Servet. Tanrı bilir bunu nasıl yaptığını, kendisi akıl sır erdiremiyordu. Sevecen bir sesle;

“Bu işte kötü kokular var. Adam emniyette çok, hem de çok sevilen biriydi. Kendisinden yaşça küçük olan hemen her personel ona baba derdi. Her birine babalık yapmış neredeyse. Ve birçok yaşıtı da şimdi çok önemli yerlerde. Kalp krizi geçirdiği vakit dediğim gibi yanında emniyet müdür yardımcısı varmış. Dünya da ne tuhaf şeyler oluyor. Yunus Alkış’ın babası bir çatışmada Serdar Akkuş’un hayatını kurtarmış. Çok yıllar önce. Yunus henüz beş altı yaşlarındaymış. Rahmetli Serdar ailenin tüm sorumluluğunu üzerine almış. Çocuğu olmayınca da babalık yapmış, belki babalığını üstlendiği için çocuk istememiştir. Kim bilir. Ve o adamın gözleri önünde kalp krizi geçirmiş. Benim öğrendiğime göre müdür yardımcısı anında müdahale etmemiş. Yani ambulans için. Denilene göre yaşlı adam kendinden geçince ambulans çağırın diye haykırmış. Kendisi akıl edip telefonuyla aramamış hemen o an. Sence de tuhaf değil mi?”

Servet dudak büktü. 

“Belki telefonu yoktu yanında! Olamaz mı?” Karşılığını verdi. 

Ramiz güldü:

“İşte tuhaf olan da bu ya! Gerçekten de telefonu yoktu yanında. Kimse rahatsız etsin istememişler veya dinlenme ihtimali.. işte bu yüzden burnuma pis kokular geliyor. Ve güvenebileceğim bir tek elemanım, dostum, canciğer arkadaşım sen varsın. Bunu başkasına havale edemem. Ahtapotun kollarının nereye kadar uzandığını bilmiyorum.”

“Tamam.. Yalnız orada şubenin yönetimini bana kakalamaya çalışma. Kim sorumlu ise o sorumluluğuna devam etsin. Ben bağımsız çalışayım.. bu şartlarımı kabul edersen.. hemen yola koyulurum.”

“Oldu bile.. ha.. unutmadan.. gittiğinden bir bilemedin iki gün sonra senin de bildiğin gibi ahtapotla bağlantısı olduğunda dair söylentiler olan Colnar Aile Danışma Merkezi’nin hem sahibi hem müdür olan Miraç Gültekin ile bir röportaj yapar mısın? Çaktırmadan bir deşsen diyorum. Hem bize niye ille reklam vermek istiyorlar onu da öğren. Biz öyle şamatalı büyük bir gazete değiliz.. niye bu şevk. Bu ısrar niye?”

“Anladım.. hadi bana müsaade.. ilk işim o röportaj olacak.. tabi törenden sonra!”

“Yolun açık olsun..”



<< Önceki                                                    Sonraki>>



Cemal Çalık, 27.06.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı