7 Temmuz 2016 Perşembe

SA3141/KY1-CÇ283: Düşlerin İsyanı/ Roman-Bölüm 7-II

"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"

"Bize hatırlatın bunu
İnsanlar kadar zalim olduğumuzu"
Aragon

Bölüm Yedi
-II-

"Gösterişsiz hiçbir şeyimiz yok artık!”, dedim. "Gösterişlerden hoşlanıyoruz!”

Şehrinaz hiç konuşmadan yüzüme bakıyordu, şimdi bu da nereden çıktı, der gibi iğneleyici bakışlarını yorgun yüzümde dolaştırırken, kenara çekildim. Aynalardan kaçıyorum.. hep o Cüce Kasap yüzünden. Odanın kapısını açık bırakmıştım. 

Arkamdan Şehrinaz bağırdı: "Nereye gidiyorsun Finamek?”

"Hiç, hiç!" dedim. "Şimdi dönerim!"

Kapıyı usulca kapayıp kendimi sokakta bulmanın keyfîni sürdüm, kıyıya indim, kıyıda yürümeye başladım, uzaktan kulağıma müzik sesleri geliyordu, bu günlerde modaydı, her yerde çalıyorlardı dedim, ne olacak? Sonra kıyıda yürüyen bir gölgenin peşini bırakmak istemeyen Siyah Pelerinli Kadın’ı gördüm.. 

Dalgaların sonsuz çağrışımlarına eklenen akreplerin burunları.. havada ay saatinin yaklaştığını duyurmak için böyle davrandıklarını yaşlı adam söylerken, siyah pelerinli kadının uzaklara baktığını gördüm.. 

Kimi zaman bundan çok mutlu, kimi zaman da bundan çok korkmuş bir halde yürürken, o insanı, ikinci kez mağaranın ağzında gördüm.. 

Şekerciye benzeyen yaşlı adamın yanında bir de balık etlisi kadın durmaktaydı; ona ne anlattığını bilmiyordum, ama kolunu uzatmış, işaret parmağıyla bir yer gösterdiğini gördüm..

Şehrinaz'ı şaşkın bakışlarıyla onlara bakarken, aynı lanetlik müziğin kulaklarımda yankılandığı ve karımın beni sinir etmek için orada bulunduğunu söyleyen Kiyanüs’ün kucağındaki beyaz tavşanları da gördüm.. 

Kapının girişinde duvara yaslandırılmış mankeni de gördüm.. 

Reyoncu kız, "Adı, Müjgan olsun bundan böyle!”, dediği hasır şapkalı mankenin markette adının nasıl Müjgan'a çıktığını da gördüm.. 

"Müjgan Müjgan mıydı, Şehrazat Şehrazat? Pürmaye Pürmaye miydi? Gave Gave miydi? Finamek, Finamek; Cemşid Cemşid miydi? Ya Cendel.. Ya Mihri Mah.. Azadecuy.. Dehhak Dehhak mıydı?", dedim. "Hayat belki de bir oyundu! Filmlerdeki gibi kahramanları vardı, kameramanı ve yönetmeni!”

Sonra..

Şehrinaz'ın gözlerini düşündüm. Gerçekten de sinema tarihinde unutulmaz sarışınlar arasına girmiş o kadının gözlerini andırmaktaydı. Afişteki hali bile ona düşsel bir kadın imajı vermeye yetip de artıyordu. Şimdi de düşsel kadın imgesini yakalamış, peşini bırakmak istemiyordu sanki. Bu imgeye yerleşen kadını ne kadar kıskansam azdı. 

O kadını evde daha çok Büyük Baba’nın sevdiğini, hiçbir filmini kaçırmadığı halde anlaşılmaz bir ifadeye sahip bakışlarından etkilenen o insanı, sonra günlerce süren yalnızlığını, yemeden içmeden kesildiği o günleri anımsadım. Babaanne’nin bundan hep dert yandığım, adını bile doğru düzgün söyleyemediği kadının yüzünden - insanı etkileyen dişi ilahenin gözleri yüzünden- kocasının bu hale düştüğünü ailede aslında bilmeyen yoktu. Büyük babadan çekindikleri için sessiz kalmışlardı. Hatta kendine gelmesini ve eski haline döner dönmez ona kavuşmanın coşkusunu yaşayacakları anı nasıl da sabırsızlıkla beklediklerini, Şehrinaz anlatmasa hiçbir zaman öğrenemeyecektim. 

Greta Garbo'yu seviyor, efsaneleşmiş Merline'i biraz abartılı buluyordum nedense. Babasının kuşağını etkilemiş bir insanı, o kuşağın neredeyse taptığı kadını asaletli bulamıyordu. Beyaz perdenin o yıllarda böyle bir insanı yıldızlaştırması, sanki kaçınılmaz gibi görünmüştü. Büyük Baba’ya hak vermeden duramadım. Şehrinaz artık düşsel bir kadını oynayarak o bakışlarıyla herkesi her zaman etkilemeyi başaracaktı, diye düşündüm ki.. silkinip kendime gelmek istedim hemen.. Kendine gel, dedim Finamek, -yok kendine Gel Cemşid, yoksa kendine gel Gave mi demeliydim?- hangi yüz yılda yaşıyoruz biz? Ya anlattıkları doğruysa, dedim, hepimiz mahvolduk demektir, dedim.. Kiyanüs’ün bir de kulağına gittiğini bir düşün dedim sanki karşımda biri varmış gibi onunla dertleşiyor, bana bir akıl fikir vermesi için bekliyordum. Sonra dün akşam anlattıklarını düşündüm. 

Filmin en ilginç bölümlerinden birini anlatıyordu.. Havale teyzenin akşam kahvaltısını hazırladıktan sonra yanıma gelmişti Şehrinaz.. bir kadın kaprisi sezmiyor değildim hani, hareketlerinden.. Film anlatmak istediği zamanlar sokulgan bir kedi gibi davranır.. beni olmadık zamanlarda böyle kışkırtan kadını, dün akşam anlattıklarıyla ölçmeye çalışmam hiçbir fayda sağlamayacak gibiydi.

"Ne yapıyorsun orada?”, diye sormuştu Şehrinaz.

"Hiç, hiç!", demiştim ben de.

Karımın ne zaman geldiğini bile fark edememiştim. Yüzü asık ve düşünceliydi. Belirsiz bir noktaya bakakalan beni uyandırmıştı, Şehrinaz bu soruma ne yanıt vereceğini bilemiyormuş gibi şaşkın ve çaresiz görünüyordu.

"Nerede kalmıştık?”, demiştim ben de.

"Kasabın, Şekerci’nin insanlardan bir sır gibi sakladığı şeyi öğrendiği gün yıkıldığı bölümde kalmıştık!”, demişti Şehrinaz.

"Kasabın öğrendiği şey neydi?”, diye sormuştum ben de. "Anlatacaklarım seni şok edecek!”, demişti Şehrinaz. Susunca iyice meraklandım, sessizlikten korktum da.

"Şekerci aslında bir tarikat üyesiydi!”, demişti Şehrinaz. "Çalıştığı yerde bunun için sevilmiyordu belki de. Onu seven hiç kimse yoktu.. taa ki o kız karşısına çıkıncaya kadar!"

"Bu sahne çok ilginç!”, demiştim. "Hadi hadi anlatsana!"

"Sabırlı ol!”, demişti Şehrinaz. "Önce loncayı anlatmam gerekir!”

"Nedenmiş o?” 

"Her şeyi daha iyi anlayasın diye!”, demişti Şehrinaz. "Budala!”

"Yıllardan beri süre gelen bir sırrı da vardı tarikatın!”  

"Düşünsene bir... yıllardan beri süre gelen bu sır.. evet, evet, Şekerci'nin yüzünde cisimleşmiş gibi ona bakan bir daha bakmaya çekinirse, Kasabın yerinde sen olsan ne yapardın?”

"Ben mi?”, diye sormuştum ürpertiyle. Gözlerim gözlerinin içine değiyor, her şeyi öğrenmek aşkıyla yanıp yakılan bir insan olduğumu ona göstermek istiyordum. Aynalar bir şey göstermiyordu, aynalar siyah toz kütlesiyle örtülmüştü, aynalar yalandı şimdi! 

Sonra bana söz hakkı tanımadan daha, "Şekercilik mesleği yasaklandığında!”, demişti Şehrinaz. "Bunlar tabi ta Anadolu'nun kaos zamanında olan şeylermiş, Cemşid! Sakın yanlış anlayıp da birbirine karıştırma emi? Atalarının Orta Asya'da şeker kamışıyla uğraştığı yine ona çocukluğunda anlatılan şeylerin arasında yer almaktaydı ki; Şekerci bunları hiçbir zaman unutamıyor, içini de kolay kolay kimseye açamıyordu çalıştığı yerde. Lanetlenmiş adam işte o yasak loncanın üyelerindendi, aynı zamanda okumuş, entelektüel ve de eski Tiroçkist'lerden olan Şekerci, bu sırrını bir gün çok sevdiği, yürekten bağlandığı o insana açınca hayatının en büyük hatasını yapıyor!”

"Nasıl?”, demiştim ben de.

"Sırrını açıkladığı insan onu basit bir insan gibi görüyor ve onunla alay ediyor, yaptığı şeylerin üstüne gülmekle kalmayıp, çalıştığı yerde herkese anlatıyor sırlarını ve Şekerci bitmiş, son bulmuş bir dünyanın insanı olarak iyice kahroluyor, o güne kadar bir çocukla konuştuğunu ve onu anlamadığını, aralarına yabancı bir dilin girdiğini fark ediyor. Ne yapacağını bilmez bir halde dönüp dolaşıyor artık çalıştığı yerde!”

"Oysa onu ne kadar çok sevmiş!”, demiştim ben de. "Ona ne kadar çok değer vermiş!”

"Gözlerinin önüne getirsene bir!”, demişti. "Şekercinin geldiği lonca o tarihlerde yasaklanıyor, Padişah’ın Fermanı’yla! O yıllarda loncanın ele başları bir gemiyle Mısır'a sürgüne gönderiliyorlar... Ama ele başları bir yolunu bulup İran'ın kuzeyine nasıl gittikleri sırrını filmde de koruyor!”

"Bunların hepsini o insana mı anlatıyor Şekerci!”, diye sormuştum.

"Evet!”, demişti Şehrinaz. "Genç reyoncu kız, vakit buldukça Şekerci'nin yanına gidiyor, aralarında güzel bir diyalog başladığı için Şekerci içini açmakta bir sakınca görmüyor tabi ki. Kadınları çeken bir büyü var onda, bir sır, belki de lanetlenmişliğin verdiği bir etki yüzüne vurmuş. Kasap da daha ilk görür görmez bundan çekiniyor, Karısı Ş.,'nin ona kapılmasından korkuyor, bir zaman gelecek ki Kasabı bu kaygısı yiyip yutacak!”

"Ne zaman?”, demiştim. "Ne zaman yiyip yutacak?”

"Filmin ilerleyen dakikalarında göreceğiz.. bakalım!”, karşılığını vermişti Şehrinaz.

Belki de o sır onu da kurtaracaktı, diye düşünmüştüm, rahat bir soluk alması için hepsi bu sırla sırlanmış olabilirlerdi?

"Neyin var Finamek?”, diye üsteleyince Şehrinaz.. "Hiç, hiç!", demiştim ben de. "Bir şeyim yok.... İşine bak sen!" Önce Cemşid demişti, sonra sanki o an da Finamek demiş gibi.. bu kadın beni çıldırtmak için gönderilmiş biri olmalı. Büyücü Şehrinaz!

Yürüdüm, bir sokak kalmıştı, son anda fikir değiştirip sahile indim, kayaların oraya doğru yürüdüm, güneş gözümü alıyordu, insanlar seyrekleşmeye başladı, sonra kayalıkların tepesinde Kiyanüs’ü gördüm.. Yine her zamanki gibi heybetliydi, kır düşmüş saçlarını rüzgar savuruyordu, daha da yaklaştığımda elindeki kırmızı karanfilleri gördüm, dalgındı, beni bile fark edemedi, göz göze geldik, gözleri ıslaktı, demek ki önceden ağlamıştı, dedim, ağlamaklı haldeki Kiyanüs’e şaşırmamak elde değildi, kırmızı karanfillerden birini kokladıktan ve de dudaklarının arasında ne söylediği anlaşılmayan sözler sarf ettikten sonra denize fırlatıyordu, o esnada bakışlarındaki parıltı insanı etkileyecek kadar vardı..  koklayıp öptükten sonra denize attığı karanfilleri..  suyun yüzünde bir zaman oyalanan karanfilleri sonra dalgalar alıp götürüyordu. Çok sonra beni fark etmişti. Bundan kimseye söz etmemem için sert bir bakış fırlatmıştı. Döndüm, ters istikamette yürümeye başladım, başımda yine aynı dert, Kiyanüs hiç de göründüğü gibi biri değildi, sert mizacının altında yumuşak kalpli bir insan yavrusu dururmuş da haberimiz yokmuş bunca zamandır! 

"Dünya böyle tuhaf rastlantılarla doludur!", dedim. "Şehrinaz! İşte bak! Kiyanüsümüz da taş kalpli birisi değilmiş!” 

Kendi kendime konuştuğum için, caddenin kalabalığında bana bir çatlakmışım gibi bakanlara dilimi çıkardım, "Bööü!", yaptım ki beni rahat bıraksınlar.





<<Önceki                             Sonraki>>



Cemal Çalık, 07.07.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman 



Seçkin Deniz Twitter Akışı