25 Temmuz 2016 Pazartesi

SA3217/KY1-CÇ289: Kumpas/ Roman - Bölüm III-5

"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."


Bölüm Üç
-5-

Salih, “Seni neyin rahatsız ettiğini biliyorum!” dedi Miraç’a sırıtarak. Miraç yapmacık bir merakla, “Hadi ya? Bunca problem karşısında nasıl da rahatsız olmuşum ve nasıl da belli ediyor muşum?” karşılığını verdi.

Colnar Aile Danışma Merkezi’nde Miraç’ın makam odasındaydılar. Kâğıt üzerinde şirkete dair her şey Miraç’ın üzerinde görünse de gerçek bundan farklıydı. Ne yönetimde söz sahibiydi ne başka bir şeyde. Şirket tarikata aitti. Ve il hadimleri tarafından yönetilirdi. Salih parmaklarını çatırdattı, sırıtmasını sürdürerek kül tabağını işaret etti.

“Kül tabağındaki tırnaklar canını sıkıyor. Evet, bütün sorunlarımıza karşın senin canını sıkan benim biraz önce tırnak kesişim ve tırnak artıklarının da kül tablasında oluşu.”

Miraç, “Adam haklı!” diye geçirdi içinde. Öyleydi. Gayet pişkin ve umursamaz bir biçimde il hadimi, koltuğuna oturmuş tırnaklarını kesmiş artıkları da kül tabağına atmıştı. Yabancı biri aniden girse kişisel temizliğini yapan bu adamla karşılaşsa şirket hakkında ne düşünürdü? 

Kendilerinin bir danışmana ihtiyacı olduğu ortadaydı. Tırnak makasının çıkardığı o ses.. ve kesilen ilk tırnağın kül tabağına bırakılışı.. nasıl da kendini güçlükle “Salih abi yapma ya? Burada tırnak kesilir mi?” demekten alıkoymuştu. Üstü olmasa çoktan ayağa fırlar, adamın elindeki makası alır, bulundukları yedinci kattan aşağı sallardı düşünmeden. Ve fakat bunu yapamazdı. Yapamamıştı. Katlanmak zorundaydı. Katlanacaktı. Hep katlanmıştı. 

“Kahretsin.. samimiyet yok! Ben inandığımdan değil hep bir zorunluluktan katlanmışım.. bunca zaman hep katlanmışım..” düşüncesi içinde yankılanıyordu. Bunu ilk kez kendine itiraf ediyordu. Ve bu itiraf yüzünden bu adama katlanamayacak duruma gelmişti. Kendini güçlükle tutuyordu. 

Ailesi. Çocukları. Tarikatı biliyordu. Otuz yıl hizmet etmişti. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Zekiydi. Okumak için hırslıydı. Ve okuması için bir fırsat olarak görmüştü ailesi tarikatı. O zamanlar eğitim hizmetinden başka hakkında konuşulan bir şey yoktu bu cemaat hakkında. 

Dinsel inançları güçlü ve eğitime adamış insanların bir aradalığından başka bir şey olarak bilinmiyordu. En azından cemaat dışında olanlar böyle biliyordu. Kendisi de en az on yıl bunu böyle bilmişti. On yıl sonra inanılmaz şeylerle karşılaştı ve fakat artık borçlanmıştı onlara. Hem madden hem manen kendini borçlu hissetmişti Miraç. Bu açıktı. Yurtlarında okumuş, Salih’ül Emre’nin rüyasında cevaplarını gördüğü sınavları başarıyla geçmiş. Dershanelerinde öğretmenlik, yöneticilik yapmıştı. Ah rüyalar. Şimdi şimdi anlamış değildi. Sınav sorularının bir şekilde elde edildiğini öğrenmesi üzerinden en az yirmi yıl geçmişti. Şimdi yeni yeni insanlar ne olup bittiğini öğreniyorlar gibiydi. Gerçi öğrendikleri buz dağının görünen kısmıydı. Kendisi bütün halinde görmüştü.

Basit bir eğitim üzerine odaklanmış bir yapılanma olmadığını çoktan biliyordu. Cemaatte kimin ne iş yapacağı, kiminle evleneceği, kimin nerede olacağı hep bir plan üzerineydi. Allah için kendisine uygun görülen Gülendam Hanım gerçekten isabetli olmuştu. Öyleydi. Bir tür görücü usulüyle evlenmiş olsa da mutluydular. Sevmişlerdi birbirlerini. 

Ve karı koca içinde bulundukları örgütten hiç de memnun değillerdi. Bunu birbirlerine itiraf etmeseler de birbirlerinden gizliyor gibi görünseler de ikisi de diğerinin memnun olmadığını biliyordu. Sessiz kalmalarının nedeni sevdiğinin başına bir şey gelme korkusuydu. Yersiz bir korku değildi bu. Cemaat içinde nice insanın başlarına nice inanılmaz şeyler geldiklerine tanık olmuşlardı. 

Cemaati azıcık sorgulayan biri bir şekilde tepe taklak olurdu. Ölümle sonuçlananlar hariç. 2080’li yılların sonlarına doğru Seyfettin Mir adlı bir arkadaşları eşiyle kaldırımda yürürken ikisi birlikte damperli bir kamyon altında kalarak can vermişlerdi. Ve mahkeme yaya kaldırımında yürüyen kurbanları suçlu bulmuştu. 

O davaya bakan hâkimin cemaatin daha sonra büyük bir kentin hadimi olduğunu öğrendiklerinde Miraç ve eşi günlerce konuşamamışlardı. Kaldırımda yürürken kazaya uğrayarak ölen Seyfettin Mir ve eşi Gülendam Hanım iki hafta önce bir toplantıda üniversitelerde uygulanan tek tip kılık kıyafet için yapılan eylemlere destek çağrısı yapmışlardı. Ve karı koca destek için kentin üniversitesinde eylem yapan kişilerin yanında olmuştu. 

İl hadimi bu davranışın ne denli insanı ve güzel bir eylem olduğunu söylemiş onları övmüştü. Bir hafta geçmeden de bir otomobil kazası. Tuhaf olan otomobilde her hangi bir arıza olmamasıydı. Şoför direksiyon hâkimiyetini kaybettiğini söylemişti, ama direksiyonun kilitlendiğine dair herhangi bir işaret bulunamamıştı. 

Ve mahkeme kaldırımda yürüyenleri kusurlu bulmuştu. Sanki kaldırımlar yayalar için değil de otomobiller içindi. Ve il hadimi o yargıç şimdi bir kıta hâdimiydi. Tepeden tırnağa kadar bir tiksinti duygusuyla titredi Miraç:

“Neyse ne.. bu gazeteci bozuntusuyla ne yapacağız?” diyebildi güçlükle.

Salih Çopur aynı rahatlıkla döner koltuğa yaslandı. İleri geri hareket etti bir süre. Gerindi.

“Nasıl bu kadar rahat oluyor bu adam?” diye düşünüyordu. İl hadiminin gözlerinin içine bakmaya zorladı kendini. Beceremedi. Bu adamdan iğreniyordu, tıpkı o yargıçtan iğrendiği gibi. Rahatlığından, pervasızlığından, kolayca iletişim kuruşundan tiksiniyordu. 

“İnsan kılığında bir hamam böceği.” Hamam böcekleri de böyle arsız gelirdi ona. Her şeye kolaycacık erişen hamam böcekleri gibi bu adam da her şeye kolayca erişebilendi. Pişkindi. Ve örgütün istihbarat biriminin de başıydı.

Salih Çopur iki yıl önce il hadimi olarak atanmıştı Şendilya’ya. İstihbarat birimi başkanlığı Şendilya’ya taşınmıştı böylelikle. Devletle savaşın kızışacağından ötürü böyle bir değişime gidildiği söylentisi vardı ilk zamanlar. Miraç da bu söylentiye inanır gibi olmuştu. Yine de kuşkulanmıyor değildi. 

Salih Çopur önceleri Kastinya kentindeydi. Orada da il hadimi olarak hizmet veriyordu. Tarikat istihbarat biriminin gözlerden uzak olmasına dikkat etmişti. Başkente en uzak kentlerden birinde, kimsenin dikkatini çekmeyen bir kent tarikatın başkentiydi adeta. Bu değişiklik salt mücadelenin kızışacağından olamazdı herhalde. İşin içinde başka bir şey olmalıydı. 

Salih Çopur buraya gelmeden önce Kastinya’da yardımcısı bir sokak serserisi bağımlı tinerci tarafından soyulmak istenmiş, direnen genç hayatıyla ödemişti direnişinin bedelini. Tinerci kaçarken belediye otobüsünün altında kalarak can vermişti. Bir sürü tanık vardı. Hem tinercinin genç yardımcıyı öldürmesine tanık olanlar hem tinercinin otobüs altında kalarak can vermesine tanık olanlar olan biteni tüm detaylarıyla anlatmışlardı. 

Soruşturma çok çabuk sonuçlanmıştı. Hem maktul hem katil ikisi de ölüydü. Soruşturma biter bitmez Kastinya il hadimi ve istihbarat birim başkanı Salih Çopur Şendilya’ya gönderilmişti. Belki tarikat içinde ortaya çıkan bir takım dedikodular olmasa böyle bir yer değiştirme olmazdı. Söylentiler ta penisilinya’ya ulaşınca derhal Salih Çopur Şendilya’ya gönderilmişti. 

Kırklı yaşlarında ve bekârdı Salih. Tarikat içinde el üstünde tutulanlardan biriydi. Miraç bunu da anlamıyordu. Tarikat içinde Salih’in hakkında neredeyse ayyuka çıkmış söylentilere karşın nasıl oluyordu da el üstünde tutuluyordu bu adam? Adamın pederast eğilimli olduğunu, yardımcılarını niçin özellikle parlak gençler arasından seçtiğinin sorgulandığını bilmeyen var mıydı acaba? 

Miraç ilk zamanlar bunların söylentiden, iftiradan ibaret olduklarını ve bunları da onu çekemeyenlerin, yerinde gözü olanların kulaklara fısıldadığını düşünmüştü. Ya şimdi? Mini minnacık da olsa kuşkular yer etmemiş miydi? Salih neden hep bıyığı terlememiş, genç parlak kimsesiz, özellikle de kimsesiz erkek güzeli çocukları yardımcı olarak seçiyordu kendisine? Bu davranışı o dedikodulara neden olmuyor muydu? Bunu göremiyor muydu örgütün duyan kulağı, gören gözü olan bu adam? Hakkındaki dedikoduları bile bile bu seçiminden niçin vazgeçmemişti burada da? Bütün bunlar birer tesadüf müydü?

Salih’in Şendilya’ya ilk geldiği günü hatırlıyordu Miraç. Doğrudan akşam ile gece arası uygunsuz bir saatte Miraç’ın kapısını çalmıştı. Daha önce hiç tanışmışlıkları yoktu. Şöyle bir görmüştü Miraç bu adamı bir iki toplantıda. Sonra da medyada dikkatini çekmişti.

Eşi Gülendam banyodaydı. Kendisi de salonda oturmuş dizi film seyretmekteydi tv.de. Israrcı kapı ziline söylene söylene kapıya varmış, kapı dürbününden, tanımadığı bir surata bir süre bakmıştı. Adam zili bırakmıyordu. Öfke ile kapıyı açtı. O küstah sırıtışıyla karşısında Salih Çopur duruyordu. Şaşkınlığını gizleyecek durumda değildi. “Daha çok böyle duracak mıyız?” diye sormuştu arsızca davetsiz konuk.

“Şeyy..” diye kekelemiş, kenara çekilmiş, “Buyur!” diyebilmişti güçlükle. Adam pervasızca dalmıştı evden içeri. Salonun yerini biliyor olmalıydı ki, hiç beklemeden salona doğru yürümüştü. Sanki Miraç misafir o ev sahibiydi. Salih salondan içeri girer girmez üst köşedeki tekli koltuğa bağdaş kurup oturmuştu. 

Gülerek, “Ee.. Gülendam yengemiz yok mu? Sakın bu saatte yattı deme!” dedi. Miraç üzerindeki şaşkınlığını yarım yamalak atıp, “Birazdan gelir.. siz rahatınıza bakın!” cevapladı. Adamı salonda bırakıp dışarı çıkmıştı Miraç. 

Eşi mutfaktaydı. Bakıştılar. Kısık bir sesle “Gelen kim?” diye fısıltıyla sordu kadın. Miraç omuzlarını silkti. Ne diyeceğini bilmiyordu. Haberi yoktu. Kimse ona haber vermemişti:

“Salih Çopur. Kastinya il hadimi.. mühim bir şey olmalı. Böyle habersiz.. bilemiyorum. Sen bir kahve yap, ben de yanına gidip ne olup bittiğini öğreneyim!”

Gülendam, Salih adını duyunca ürpermişti. Hiç sevmezdi bu adamı. Hem de hiç. Pervasızlığını, lakaytlığını birçok arkadaşından duymuştu bu adamın. Daha başka şeyler de duymuştu en güvendiği tanıdıklarından. Midesi bulandı. Kocasına belli etmemeye çalıştı. Kocası mutfaktan çıkarken “Gidecek bir otel bulamamış mı koskoca başkentte?” diye sordu. Miraç duymazdan geldi. Salonda adamın karşısında oturuyordu. 

“Kusura bakma Miraç kardeşim, böyle aniden.. aslında şirkete gittim. Kapalıydı. Sanırım misafirhanesi vardı değil mi? Otelleri sevmiyorum. Sana telefon açıp çağırmayı düşündüm önce.. sonra vazgeçtim. Dedim gidip şöyle bir yüz yüze tanışayım. Kahvesini içeyim. Sonra da beni herhalde misafirhaneye bırakır. Ee.. ne dersin?”

Miraç rahatlamıştı. Eşi Gülendam’ın evlerine geldiği ilk gün bu adam için söylediği “Çok çiğ ve hin biri!” sözleri içinde yankılanmasını bastırmaya çalışarak arsız arsız gülen Salih Çopur’a “Bu gazeteci bozuntusunu ne yapacağız?” sordu, bir yanıt beklemeden sürdürdü konuşmasını, “Hem gazetedeki köşesinde hem sosyal medyada, facebook'ta doğrudan hoca efendiye saldırıyor.. sadece saldırsa iyi.. aklınca aşağılıyor.. alay ediyor.. çok çirkin saldırılarda bulunuyor?”dedi ve durdu; derin bir nefes çekti: 

“Daha dün sayfasında,  ‘Niçin muta nikâhı hakkında paneller düzenleyen cemaat pederast eğilimlere ilişkin her hangi bir çalışma yapmıyor? Pederast eğilimler daha sapkın değil mi? Meram sapkınlık ile mücadele ise?" diye soruyordu, aklınca bir şeyler ima ediyor.” 

Miraç bunu bilerek gündeme getirmişti. Salih’in tepkisini ölçmek, “Ne mal olduğunu biliyorum!” ifadesini yüzüne vurmak içindi adeta. Salih hiç de beklediği tepkiyi vermemişti. Gayet soğukkanlılıkla dinlemiş, bir de bıyık altından gülmüştü sanki. Gerçekten gülmüş müydü bu adam? Bu adamda duygu adına, sinir adına hiçbir şey olmamalıydı. Arada sırada gösterdiği taşkınlıklar, öfke patlamalarını andıran davranışlar yapmacık olmalıydı. Bu adam bir robottan farksızdı. Bu kesindi.

Salih öne eğildi alaycı bir ifadeyle,“Servet’ten söz ediyorsun.. hiçbir şey yapmayacağız.. emir böyle.” karşılığını verdi. Miraç şaşkınlığını gizlemedi. 

“Ama niçin? Ondan daha az saldırgan, daha ılımlı tavır takınanların önü alınıp, itibarı sıfırlanırken bu adama niçin bir şeyler yapılmıyor? Bir tekzip, bir hakaret davası bile açılmadı.. bunu anlayamıyorum.. hiç değilse sosyal medyada uğraşılsa ya? Canımı sıkıyor.. utanıyorum ya! Öyle şeyler yazıyor ki.. söylemeye dilim varmıyor.. bak” akıllı telefonunu ekranını Salih’e uzatıp Salih’ül Emre’nin ahtapot karikatürünü göstererek “şu edepsizliğe bak!” 

Salih kendisine uzatılan telefonu itti:

“Servet bizim için gerekli.. manipülasyonlara çok açık biri. Yönlendirildiğinin farkına varamayacak kadar budala biri. Savaştayız Miraç Efendi.. savaştayız.. düşmanımız bu kere oldukça güçlü. Onun hamlelerini savuşturmanın bir yolu da düşmana hamle yaptırmak ve bunu kendinin hamlesi sandırmak.. hiç merak etme. Sınırı geçtiği an icabına bakılır. Ama şimdilik kontrol altında.” 

Miraç şaşkın şaşkın baktı adama. Ne söylediğinin farkında mıydı bu adam? Hangi kontrolden söz ediyordu? 

“Kontrol altında mı? Nasıl? Hangi kontrol?” 

Salih tek tek parmaklarını çıtırdattı:

“Ben öyle diyorsam öyledir.. bir sızıntı var. Ve bu sızıntı bu gazete aracılığıyla bağlantı kuruyor ki, bu hepsinden önemli. Eğer biz o gazeteyle uğraşır, itibarsızlaştırırsak sızıntının kaynağına nasıl ulaşırız? Adamın kimi öyle şeyler söylüyor ki.. söyledikleri çoğu şey kulaktan duyma.. ama satır aralarında öyle iddialar dile getiriyor ki.. bu da ciddi bir sızıntının olduğunu gösteriyor.  O casusa ulaşana kadar Hakikat gazetesine ve Servet Toksöz’e bulaşmayacağız.”

“Haklısın!” diye bildi Miraç istemeyerek. Salih’in kendisini sorgulayıcı bakışını görmezden gelmeye gerek bile duymadı, görmemişti. Tedirgin olacak bir şey yoktu. Gizleyecek bir şeyi de yoktu Miraç’ın. Bu yüzden gayet rahatlıkla, “Kuşkulandığın biri var mı?” dedi. 

Salih lakayt bir biçimde kafasını salladı. 

“Kuşkulandığım biri mi? ne biri.. ben hepimizden kuşkulanıyorum..” kahkahayı patlatmıştı.“Dediğim gibi.. çoğu kulaktan duyma şeyler.. ama satır aralarında.. bu satır aralarını belki de bizler kendi aramızda eşe dosta hava atmak için söylediğimiz şeyler de dolduruyor olabilir.. dikkat edersen gazete herhangi bir belge yayınlayamıyor. Belge yayınlayan daha az gayr-i ciddi düşmanlarımıza karşı ciddi düşmanımızın belge yayınlayamamasını nasıl açıklarsın? Belki de dediğim gibi.. aramızda yaptığımız dedikodular olabilir.. hele bunu bir tespit edelim..” 

Masanın üstündeki telefonun titremesiyle konuşmasını kesti. Telefonu açtı. Arayan emniyet müdürü Fuat’tı.




<< Önceki                                                    Sonraki>>


Cemal Çalık, 25.07.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı