"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Dört
-3-
“Alo!” sesi geldi ahizeden. Oldukça temkinli bir ses tonuydu bu. Ümid Buzurg işini bilirdi.
“Abi ben Özcan.. Geyikdere!”
“Niye arıyorsun? Ne demiştik Özcan.. uzun bir süre görüşmeyecektik. Benden bir haber alıncaya kadar arama görüşme olmayacaktı.”
“Abi ankesörlü telefon. güvenli.. önemli olmasa aramazdım.” diyebildi Özcan.
Ümit canı sıkkın bir şekilde, “Ne oldu?” dedi.
Özcan elinde ahize, başını sağa, sola, çeviriyor, kâh eğilip doğruluyor görüş alanında farklı bir şeyler var mı diye bakınıp bir değişiklik olmadığına kanaat getirip söze başladı:
“Abi bugün pazarda bizim çocuklardan birini tesadüfen yakaladım. Üzerinde bombalı yelek vardı..”
Sustu. Yutkundu. “Abi.. düşünsene bizim çocuklardan biri.. bizim!”
Ümit yutkundu. Şaşkınlığını gizlemeye çalıştı. Yapmacık bir öfke ile, “Sen ne söylüyorsun? Kafayı mı yedin? Uyuşturucu mu alıyorsun yoksa? Lan bana tuzak mı kurdun, açık konuş.. nasıl bizim çocuklardan biri dersin?” dedi.
“Abi ya o nasıl söz.. görüyorum ki şaşırdın.."
“Şaşırmak mı? Şaşırdın mı diye soruyorsun öyle mi?”
“Abi inan ben senden daha şaşkınım. Gerçi düzenek kurulmamıştı. ekip arabasına götürürken
"elfün elfi elfün" dedi gözlerimin içine bakarak. Kolunu sıkıştırınca da “huffaşeler tayy ediyor” dedi, kafam allak bullak oldu abi. Ve çocuğa daha dikkatli baktım ben bu çocuğu Korintos’daki yurdun misafir hanesinde kalırken görmüştüm. Abi senin anlayacağın sadece sözlerinden ötürü bizim çocuklardan biri demiş değilim.. çaresizim abi.. daha onlu yaşlarda, on beş yaşına girmemiş bile..”
Ümit dudaklarını ısırıyor, ne diyeceğini bilemez halde kafasını duvarlara çarpar gibi sallıyordu. Bir süre sonra kısık bir sesle, “Başka kim biliyor? Yani çocuklardan bombadan kimlerin haberi var?” diye sordu.
“Kimse bilmiyor. Ekip arkadaşım sağlamdır. Belki sen de tanırsın Rıza. Bir iki kere sizin verdiğiniz ev dersine katılmıştı. İyi ve sağlam bir arkadaştır. Şuan evde çocuğun yanında. Çocuğun ayrılıkçı örgüt tarafından kandırılmış olacağına karar verdik. Çocuğu sorguya çektik hiç bir şey söylemedi. Bir takım ortak olaylardan söz edince güvenir gibi oldu ve “Her şeyin cevabı Ümid ’dedir” dedi sizinle bağlantı kurmam zor olmadı. Aramam gerektiğini düşündüm. Abi bu ne iş?”
Ümid hemen yanıtlamadı Özcan’ı. Karşısındakini sakinleştirmenin yollarını arıyor, zaman kazanmaya çalışıyordu.
“Dinle beni, çocuk dediğin gibi örgütün ağına da düşmüş olabilir, bir tuzağın parçası da olabilir. Kimseye güvenemeyiz. Şimdi kulübenden her bir yanı görebiliyor musun?”
“Evet!”
“Aykırı, çevreyle uyumsuz birini ya da bir şeyi görebilir misin? Var mı öyle bir durum?”
“Rahat görünür. Temiz.”
“Tamam. Bu iyi. Şimdi şunu düşün seni ankesörlü bir telefona yönlendirsem şuan bulunduğun yere mi gelirdin?”
Soruya hemen yanıt gelmemişti. Bu iyiydi. Özcan ağa takılmak üzereydi. Özcan biraz kuşkulu, biraz tedirgin yine de kendinden emin olmaya çalışarak;
“Hayır hayır..” dedi. “Kendi mıntıkamdan uzak bir kulübe aradım. Ve sizin her zaman dediğiniz gibi ilk olana değil, üçüncü dördüncü olanı seçtim.”
“Ohh!” dedi Ümid sahte bir rahatlama işaretiydi. “Aferin Özcan.. o zaman geriye örgüt ihtimali kalıyor. Ve bu kumpastan daha korkunç. Demek ki düşman iktidar örgütle işbirliği içinde. Düşünsene bizim hizmet ehli çocuklarımız bombacı. Tam iktidarın istediği. Şimdi sen de eve git.. çocuğu koruyun. Fazla da sıkıştırmayın. Hatta artık sorgulamayın bile. Ha sahi aklıma geldi çocuğun üzerinde alıcı falan çıktı mı?”
“Yok amirim!” diye yanıtladı Özcan. Ümid oldukça rahatlamıştı ve Özcan’ın “amirim” ifadesiyle gülmüştü. Yapmacık bir öfkeyle kızdı:
“Ne amiri? Kahretsin! Özcan dürüst ol.. yaptığım onca iyilik hatırına dürüst ol ve de ki evet bu sana yönelik bir kumpas.. beni affet, de.. yine affederim. Olsun, derim! Bu amir ifadesi bana kumpasın bir parçası olduğunu ima ediyor.”
Özcan utanmış yerin dibine batmıştı. Korkmuştu da. Ağlamaklı bir sesle;
“Abi yapma! Alışkanlıkla söyledim.. boş bulundum, bağışla. Ben ölümü göze alır senin kılına halel getirmem abi. Ben haramzade miyim?” diyebildi.
Ümid artık eğleniyordu. Yine de tehlikeli bir eğlenceydi. Ortada büyük bir tehlike vardı. Bunu uzatmaya gerek yoktu. Ahizeyi ağzına iyice dayayıp, yüksek sesle derin bir iç çekti Özcan bu iç çekişi duyacaktı elbet.
“Dinle!” dedi yapmacık öfkeli bir sesle, “Oğlum böyle zor zamanlarda insan kendine hâkim olamıyor. Ben durumu hoca efendi ile konuşur size dönerim. Bakarsın bizzat ben oraya gelirim. Bu kesin bir tuzak. Yani bize yönelik bir tuzak. Ayrılıkçı örgütle el ele verip böyle bir tuzağı hazırladılar mutlaka. Dediğim gibi kimseye, kimseye bir şey söylemiyoruz. Bunlar bizi bitirmek için her şeyi yaparlar. Anladın mı?”
“Tamam abi.. anladım. Şunu da söyleyin çocuk “has evladım!” denilenlerden biri. Yani öyle sıradan olan birine el atılmış değil.”
“Anlıyorum Özcan’ım.. anlıyorum. Tam kalbimizden vurmak için yapılmış bir hamle. Ben de olsam böyle yapardım.. hem hizmet hareketimize fiziksel zarar verecek hem de hoca efendiye en ağır acı yaşatılacak.. ne hin düşmanımız var görüyor musun Özcan.. dikkat et Özcan.. aman gözünü seveyim çok dikkat et.”
“Tamam Abi.. sen mi geleceksin?”
Ümid Buzurg soruyu kafasında ölçüp biçti;
“Sanırım ben gelmeliyim. Madem çocuk benim adımı verdi. Ha Rıza benimle bağlantı kurdu mu?”
“Yok abi.. sanmam.. ne zaman gelirsin?”
“Bu akşam olmasa da yarın akşam kesin oradayım. Siz bir renk vermeyin. Rıza’ya çok güvendiğin birinin geleceğin söyle o kadar. O da renk vermesin. Senin ketum olduğunu bilirim de Rıza’yı fazla tanımıyorum. İnşallah geveze biri değildir.”
“Değil Abi!”
“İyi.. şey.. siz renk vermeseniz de o bombayı o çocuğa giydirenler sizi takip etmiş olabilir.. kimsenin sizi fark etmediğine emin misin?”
“Eminim abi. Abi anladığım çocuk adresleri karıştırmış. Yani onu takip eden birileri varsa da başka bir pazarda onu gözetliyorlardı büyük bir ihtimalle..”
Ümid iyiden iyiye rahatlamıştı. Artık konuşmayı bitirmenin zamanı gelmişti.
“Bu aldığım en iyi haber.. ya çocuk adresi karıştırmasaydı.. Allah korumuş.. dediğim gibi dikkatli olun.. Allah’a emanet olun! Ha.. istediğin bir şey var mı gelen de getireyim?”
“Sağol abi.. sen gel yeter!” telefonu kapadı. Özcan ahizeyi yerine koyup kulübeden çıktı. Arabasını sokağın başında park etmişti. Arabaya doğru gitmeden önce kendi etrafında dönerek ortama aykırı, ortamla uyumsuz biri ya da bir şey var mı diye baktı. Yoktu. Rahatlamıştı. Üzerinden derin bir yük kalkmıştı.
Cemal Çalık, 22.08.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman