"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Dört
-4-
Ümit Buzurg anlattıkça o kafasını sallıyor, gözlerinin büyümesine, çenesinin titremesine, ayaklarının bükülmesine engel olamıyor gibiydi. Bu muydu halefi? Hiç renk vermeyişi yeter miydi? Ya bu kadar beceriksizce bir şeyin olmasına engel olamayış? Evet, yol kazası olurdu olmasına ama daha yola çıkılmadan olması bir dikkatsizliğin göstergesi değil miydi? Ve olan bitenin sorumlusu bu adam değil miydi? Buna mı bırakacaktı göz nuru el emeği, bütün ömrünü harcadığı bu yapıyı? Buna mı emanet edecekti? Daha bir çocuğa sahip çıkamayan, tedbirin t’sini bilmediği gözler önüne serilen bu adama?
“İki günde içine sıçar batırır bu rezil!” dedi kendi kendine. “İki günde biter gider her şey! Aman Allah’ım ben nasıl bu kadar kör olabildim, niçin böyle erken karar verdim? Bu adamdan halef malef olmaz, hele hele benim halefim hiç olamaz! Olamaz!”
Başını kaldırıp Ümit Buzurg’a baktı. Ümit Buzurg “Yer yarılsa da içine girsem!” der gibiydi. Hüseyin ise bütün gün kendisini iğneleyen adamın yediği fırçalar karşısında zil takıp oynayacaktı neredeyse. İkisini birlikte süzdü. Hüseyin Ümit’ten daha berbattı. İkisinden de kurtulması gerekecekti. Öyle görünüyordu. Hele bu saldırılar bitsin, hele bir ortalık durulsun, işte o zaman.. bir şeyler yapılırdı. Şimdi zamanı değildi.
Hiddetle:
“Üzerinden kaç saat geçti bu olayın ve sen bunu şimdi söylüyorsun öyle mi?”
Ümit boynunu büktü utangaç bir sesle:
“Özcan bana güvenir efendim. Söylediğim her şeye inanmıştır. Gidip çocuğu ben alırım. Bize bir tehlike arz etmiyor gibi.”
Hoca efendi daha bir öfkelenmişti, daha bir kızgındı.
“Efendi, efendi farkında değil misin gözetim altındayız efendi, gözetim altında! Ya takip ediliyorlarsa.. bir de utanmadan, pişkince, gayet rahat, sıradan bir şey olmuş da bitmiş gibi her şey tamam diyorsun.. biz bir gün içinde dünyayı sarsacağız diye umuyoruz adam gayet rahat.. Kaldı on dört eleman sence bu on beş kişi lalettayin bir seçim mi ha öyle mi sanıyorsun, sence öyle mi!”
Ümit Buzurg çekinerek, “Bir başkasını bulabiliriz!” diyebildi.
Hocaefendi daha da öfkelenmişti. Daha da sinirlenmişti, öfkesinden dili ağzının için de hareket etmekte zorlanıyordu. Tükürükler saçarak bağırdı:
“Yeni birini bulabilirmiş! Duydun mu Hüseyin! Allah’ım inanamıyorum ya! Bu sözü yoldan geçen biri söyleyemez yav.. bir yıldan fazladır bu çocukları hazırlamışız. Sen iki üç günde birini hazırlayacaksın ve bu görevi ona vereceksin öyle mi? Buna aklın yatıyor ha? Ümit, Ümit beni hayal kırıklığına uğratıyorsun.. Benimle eğlenme cesaretini göstersen bu kadar ağırıma gitmezdi. Bu kadar üzülmezdim. Bu kadar dertlenmezdim. Şuna bakın ya.. hele şundaki rahatlığa bakın! Şuan beni kesseniz kanım akmaz haldeyim ve senin haline bak! Sendeki şu rahatlık azıcık da ben de olsa, inan gıpta ediyorum, hayır ahmak olmadığını biliyorum .. fakat ya bu rahatlık bir ahmaklığın işaretiyse, ya yanıldımsa.. şuna bakın ya.. hem rahat hem de gayet pişkin.. başka birini bulup ona verirmiş.. la havle.. git! Çık git! Gidin bu pisliği hemen, hemen bu gece temizleyin. Çocuğu da o iki güvenlikçiyi de ortadan kaldırın. Kahretsin on dört kişiyle devam edilecek.. kahretsin! Bir firenin önemli olmadığını düşünecek kadar budalalarla sarılmış çevrem.. kahretsin! Gidin ve temizleyin bu pisliği!”
Ümit Buzurg adeta fırtınanın geçmesini bekleyen bir kazazede gibi karşısında boynu bükük duruyordu. Hüseyin de şuan böyle miydi? Cesaret edip ona bakamıyordu bile. Güçlükle topladı kendini, zor bela, “Efendim bu temizliği örgüt üstlenmeli” diyebildi kekeleyerek.
Hoca efendi eliyle kendisini ve Hüseyin’i kovar gibi yaptı, ağzından salyalar saçarak bağırdı:
“Kim üstlenirse üstlensin.. örgütteki elemanları da mı ben arayacağım? Ne demek örgüt üstlenmeli? Bunu bana niye söylüyorsun serseri? Seni dinlemiyor mu örgüte soktuğun elemanlar? Gidin lan.. gidin! Beni rahat bırakın! Allah hepinizin belasını versin! Hüseyin sen de birini gönder.. yenilerden biri olsun, taze, gün görüp solmuş biri olmasın.. bu kadarını olsun yapabilir misin? Hüseyin yapabilir misin?”
Hüseyin yutkunarak “Evet!” dedi. Kendisi bile duymamıştı sanki söylediğini.
Hocaefendi kendini biraz toplayıp elinden geldiğince sakinleşmeye çalışarak, “İkiniz de ne yapacağınızı anladınız mı? Efendiler anlaşıldı mı?” dedi.
Ümit Buzurg ve Hüseyin Kâini sadece başlarını salladılar, usulca odadan çıktılar. Birbirlerine bakmadan ayrı yönlere doğru yürüdüler.
Cemal Çalık, 29.08.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman