"Britanya için geriye iki yol kalmıştı; Abadan’ı işgal etmek ya da Musaddık’tan kurtulmak."
1905’te Rusya, 1908’de Türkiye’de olduğu gibi 1906’da da İran’da Meşruiyetçiler devrim yaptı ve Şah’ın karşısına bir Meclis kuruldu. Şah, Meclis, petrol, Britanya arasındaki denge savaşları böylece başladı.
İran, Rusya ve Britanya arasındaki iktidar mücadelelerinin mekânıydı. 1917 devrimiyle Rusların emperyal iddialarından vazgeçmesiyle sahne tamamen Britanya’ya kalmıştı. Kaçar Hanedanı’nın son temsilcisi Şah Ahmet, 1919’da ülkesini Britanya’nın kontrolüne sokan daha ağır bir anlaşmayı imzaladıktan sonra ortaya Anglo-Persian Petrol Şirketi çıktı. O şirket daha sonra BP adını alacaktı.
İran’da milyonlar yoksullukla mücadele ederken ülkenin zenginliklerinin Ada’ya akmasına tepkiler gittikçe büyümekteydi. Kuzey’de Sovyet destekli bir “İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” ilan edilmiş, milliyetçi duygular kabarmıştı. Bir kurtarıcı için sahne hazırdı; Şah’ın ordusundaki kudretli askerlerden Rıza sahneye o anda çıktı.
Kolayca yıkılmakta olan iktidarı, daha güçlü bir iktidarla çalışmak isteyen İngilizler desteğiyle ele geçirdi, ama bu kadarı ona yetmiyordu. Birden emekli olup bir köye çekildiğini açıkladı. Eski Şah’ın geri gelmesinden korkanlar ona koştular. Ama o Cumhurbaşkanlığı’nı değil ‘Tavuskuşu Tahtı’nı istiyordu. Böylece Kaçar Hanedanlığı bitip Pehlevi Hanedanlığı başladı...
Rıza Pehlevi’nin rol modeli Atatürk’tü. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların yanında, ama tarafsız kalarak İran üzerinden Nazilerin Rusya’ya girmesinden korkan İngilizlerin ve Rusların İran’a girmesine sebep olmuştu.
1941’de daha fazla direnemedi ve tahtı oğlu Muhammed Rıza’ya bırakarak çekildi. Yeni Pehlevi Şahı sadece 21 yaşındaydı. En çok İngilizler mutlu olmuştu. Ama bu mutlulukları kısa sürdü. Kaosta yeniden güçlenen Meclis’ten yabancılara yeni imtiyazları yasaklayan bir kanun geçirilmişti. Yasayı hazırlayan İsviçre ve Fransa’da okumuş, 30 yaşında girdiği Meclis’in Şah’a karşı üstünlüğünü savunduğu için baba Pehlevi’nin 20 yıldır siyaseti yasakladığı uzun boylu bir Pers milliyetçisiydi: Muhammed Musaddık...
Ülkenin ilk siyasi partisi de kurulmuştu. Aldığı pozisyonlarla ülkenin 50 yılına damga vuracak TUDEH (Halk) Partiyi 1944’te komünistler ele geçirmişti artık. Partinin gizlice örgütlendiği yerlerden biri de İran ordusuydu.
40’lı yıllar boyunca İran TUDEH’in başını çektiği ayaklanmalar, aşiret isyanlarıyla sarsıldı. Bütün bunlar olurken genç Şah Muhammed Rıza’nın en güvendiği adamı bir Amerikalıydı. 1942’de savaş yıllarında polis teşkilatına çeki düzen vermesi için müttefiklerin İran’a gönderdiği New Jersey Eyaleti Polis Şefi General H. Norman Schwarzkopf. Yarım asır sonra aynı adı taşıyan oğlu da bölgeye gelip “Çöl Ayısı” adını alacaktı...
Lüks hayatı, Amerikalı film yıldızlarıyla biri bitip diğeri başlayan aşkları yüzünden yoksul ve dindar İran halkı arasında popüler değildi Muhammed Rıza. 1949’da Şah karşıtı “Ayetullahlar”ın destek verdiği “İslam Fedaileri” örgütünün bir militanının suikastından kurtuldu. Suikastı TUDEH’in üzerine atarak Batılı müttefiklerini mutlu eden bir tasfiyeye girişti. Artık eski güçsüz Şah yoktu...
Şah’ın, tahtını korumak için elindeki en büyük güç; petrolü verip, Batı’nın desteğini almaktı. 29 yaşındaki Genç Şah da 1949 yılında Meclis’ten İngilizlere ek bir imtiyaz çıkarmaya çalıştı. Ama Meclis gönülsüzdü. Tek yol seçime gitmekti. Ama yeni Meclis de bu anlaşmayı onaylayabilecek bir Meclis olmalıydı.
Seçimlerdeki usulsüzlüklerin kurbanlarından biri Tahran’dan seçimi kaybettiği açıklanan Muhammed Musaddık oldu. Musaddık, taraftarlarını evinin önüne çağırdı. Onlarla birlikte Şah’ın Sarayı’na yürüdüler. Kalabalık adil bir seçim yapılana kadar oturma eylemine başladı.
ABD’den bir davet almış olan Şah, günlerce süren oturma eylemi sonunda pes etti. Saray’ından çıkıp Başkan Truman’ın kendisine gönderdiği “Bağımsızlık” adlı uçakla ABD’ye uçtu.
Çok iyi ağırlandı. Ona ülkedeki en önemli fabrikalar, çiftlikler gezdirildi. Ama Şah sadece silah ve askerî yardım istiyordu. İktidarı elinde tutması ve komünistlerin halkı kazanamaması için Amerikalıların sosyal yardım teklifleri onu hiç heyecanlandırmadı...
Eli boş ülkesine döndü. Seçimlere doğru gidilirken artık karşısında Musaddık’ın başını çektiği; içinde liberallerin, milliyetçilerin ve “Ayetullahlar”ın (Humeyni Musaddık’ı fazla laik bulduğu için cepheye girmemişti) bulunduğu “Millî Cephe” vardı. Cephe’nin en büyük vaadi de petrolü millîleştirmekti.
Millî cephe Meclis’e girdi. Yurt dışından seçimleri kazanıp Meclis’e girenlerden biri de çok karizmatik bir dinî lider olan Kaşani’ydi. Vereceği kararlarla İran’ın istikbalini, geleceğini belirleyecek Kaşani için de ilk mesele petrolün millîleşmesiydi. Bütün gücüyle Musaddık’ın arkasındaydı.
İlk zafer, petrol anlaşmasını görüşmek üzere Meclis’te bir komisyon kurulması kararıydı. Komisyonun başına Musaddık oturdu. Şah, yükselen muhalefete karşı güçlü bir başbakan seçmek için en güvendiği adamı yani General Schwarzkopf’un tavsiyesiyle General Razmara’yı Başbakan olarak atadı.
Bu arada Musaddık başkanlığındaki komisyondan anlaşmanın reddedilmesi tavsiyesi çıktı. İngilizler yeni bir anlaşmaya yanaşmıyorlar; yapılan incelemelerde yıllardır İran’a vermeleri gereken payı da vermedikleri ortaya çıkıyordu. Abadan’da çalışan İngiliz mühendisler ve İranlı işçiler arasındaki fark, uçurum gibiydi.
Onların emperyal açgözlülüğü İran’daki Batı yanlısı kesimleri de bıktırmıştı. 1951’de petrolün millîleşmesi için büyük bir kampanya başlatıldı. “Ayetullahlar” meydanlarda bunun dinî bir vecibe olduğunu anlatıyordu. “İslam Fedaileri” örgütünden biri bu kez Başbakan Razmara’yı öldürdü.
Meclis artık duruma hâkimdi. Bir gün Meclis’te “her şeyi eleştiren taşın altına elini sokmayan adam” diye eleştiriler alan Musaddık kürsüye çıktı ve Başbakanlık teklifini kabul ettiğini açıkladı. Bir şartı vardı; Petrolü millîleştirmek... Şah’ın da direnecek hâli yoktu artık.
Devreye ABD girdi. Yoksulluk içinde kıvranan İran’da emperyal kazanımlarından bir gram taviz vermeye yanaşmayan Britanya’yla İran arasında arabuluculuk görevi; yüzyılın başından beri İran’a destek vermiş ABD’ydi. Heyetler gidip geliyordu.
Sonunda 1951 yılında Musaddık, Başkan Truman’ın davetlisi olarak ABD’ye gitti. Üst düzeyde ağırlandı. Ayrılırken son kez bir ABD’li diplomatın geldiğini görünce “Niye geldiğini biliyorum cevabım hayır” dedi. ABD’nin Britanya için petrol arabuluculuğu da sonuçsuz kalmıştı. Musaddık dönüşte Mısır’a uğradı. Kahraman gibi karşılandı.
Ülkesine döndüğünde Şah’ın karşısına çıktı ve ondan ordu üzerinden yetkileri kendisine devretmesini istedi. Şah yanaşmayınca, istifa edip Saray’ı terk etti. Şah’ın atadığı yeni Başbakan’ın ömrü 4 gün sürdü. Sokaklara çıkan halk Musaddık’ı daha da güçlü olarak Şah’ın karşısına çıkardı.
Bu arada Kaşani liderliğinde Lahey’e giden heyet petrol davasında İran’ın lehine bir kararla ülkeye dönmüştü. Artık bütün güç Musaddık’ın elindeydi. Şah ordu üzerindeki yetkilerini de Musaddık’a devretmek zorunda kaldı...
Britanya için geriye iki yol kalmıştı; Abadan’ı işgal etmek ya da Musaddık’tan kurtulmak.
Ama her ikisine de ABD Başkanı Truman yeşil ışık yakmıyordu. “Biz size Kore’de destek verdik siz de bize İran’da destek vermelisiniz” sitemleri de işe yaramayınca Britanya tek başına kaldı. Artık geriye tek çareleri kalmıştı; Musaddık’ı tek başına devirmek. 1952’deki ilk darbe girişimi böyle başladı...
Pardon, O Darbeyi Biz Yapmıştık 2 >>
Yıldıray Oğur, 07.09.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yıldıray Oğur Belgeselleri
Yıldıray Oğur Yazıları
Takip et: @yildarado
Sonsuz Ark'ın Notu: Yıldıray Oğur Beyefendi'den yazılarının yayını için onay alınmıştır. Seçkin Deniz, 05.07.2015
Yazının ilk yayınladığı yer: Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/593114.aspx