7 Kasım 2016 Pazartesi

SA3617/ÇY4-DB70: Brookings Entstitüsü Irak'ta Ne Arıyor?: "Fırtınanın Ortasındaki Irak"

Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıda Brookings Entstitüsü, Foreign Policy Kıdemli Üyesi Kenneth M. Pollack'ın basit bir siyasi kulis dedikodusu düzeyinde, asla bir analiz olamayacak olan bir 'yazı' çalışmasını okuyacaksınız. ABD'nin imparatorluk iddiasının da artık bittiğini, hem bu analiz(!)den hem de Musul özelinde ayrı, tüm Irak, Suriye, Mısır, Yemen ve müslüman ülkelerde uyguladığı kaos teorisinin detaylarını ve bu teorinin nasıl uygulandığını göreceksiniz. Peşmerge'nin Musul Operasyonu'nda, önce Irak Ordusu tarafından, sonra da ABD'nin yeterince uçak yok bahanesi ile yalnız bırakılmasının, planlandığı gibi Musul'da çok uzun sürecek bir yok etme sürecine hizmet etmesi için basit bir taktik olduğunu anlayacaksınız. IŞİD (DAEŞ) yazıda anlatıldığı şekilde ABD ve Maliki ortaklığı ile inşa edilmiş ve işgal etmesi için stratejik değeri yüksek Musul gibi topraklar IŞİD'e açıkça teslim edilmiştir. Bugün güya yaşanan belirsizlik ABD yönetiminden ve seçimlerden kaynaklansa bile aslında tam olarak böyle planlandığı için böyledir; ABD yönetimi gayet net bir şekilde ne yaptığının farkındadır ve bunu Irak'taki kuklalarının çıkar çatışmaları arkasına saklayarak yapmaktadır. Türkiye Musul'un  ve çevresinin paramparça edilmesini, sünni soykırıma uğramasını engellemek için tedbir almaktadır ve aşağıda görüldüğü üzere bu tedbirleri ABD ve uşaklarını tedirgin etmiştir.
Yazının girişinde aklınıza gelecek olan soruyu burada soralım:
"Brookings Entstitüsü, Foreign Policy Kıdemli Üyesi Kenneth M. Pollack ve arkadaşları Erbil'de ne arıyor?"
Seçkin Deniz, 07.11.2016


MARKAZ- Iraq in the eye of the storm

Geçtiğimiz haftayı Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü (Washington Institute for Near East Policy)’nden Michael Knights ile birlikte Irak Erbil’de geçirdim. Üst düzey Iraklı ve Kürt yetkililerin yanı sıra gazeteciler, analistler ve akademisyenler geniş bir yelpazede bir araya geldik. Bu gezi 21 Ekim'de oradaki terörist saldırı sonrasında Kerkük ziyaretinin yanı sıra (aynı zamanda Arapça kısaltması Daeş olarak bilinen) İslam Devleti’ne karşı Peşmerge askeri operasyonlarını gözlemleyerek, ABD ve Kürt ordu subayları ile operasyonu tartışarak geçti. 

Bu yazı Bağdat'taki siyasi gelişmeleri içeren Irak'taki olaylarla ilgili izlenimlerimi içeriyor. İkinci bir yazı da Irak Kürdistanı'ndaki gelişmeler konusunda benim düşüncelerimi anlatacak. 

Mücadele Sert Ama Her Şey Yolunda

Askeri olarak, Musul savaşı bugüne kadar, büyük ölçüde plana göre gidiyor gibi görünüyor. Koalisyon güçleri şehrin etrafındaki çemberi bir çok yönden daraltarak ilerlemeye devam ediyor. Büyük sürprizlerden biri Peşmerge ve Irak ordusu birimlerinin oldukça iyi bir işbirliği içinde olmaları oldu. Irak oluşumları hatların koridorlarını Peşmerge oluşumları aracılığıyla ve Erbil’in güneyindeki Kürt saldırılarını destekleyen Irak Ordusu 9. Mekanize Bölümünden zırhlı bir birlikle yönetiyor. 

Daeş güçleri çok sert karşılık veriyor ve toprak vermeye pek hevesli değiller. Birçok durumda, Iraklılar ve Kürtler Daeş’in elindeki kasabaları büyük olasılıkla bunları temizlemek için oluşacak ağır kayıplar vermek yerine kuşatma ve sıkıştırma yöntemini tercih etmekteler. Şunu da belirtmek gerekir ki Daeş’in Musul’daki güçlerini çekip Rakka savunması için mi saklayacağı yoksa koalisyona kan kaybettirmek veya geciktirmek (hatta koalisyonun Rakka’ya hücumunu önlemek) için takviye güçlerini Musul’a mı süreceği konusunda kanıtlar ve analizler oldukça karışık.  

Bununla birlikte, Daeş’i yenmek ya da saldırgan raydan çıkarmak mümkün olmadı. Daeş’in niyetlerini bilmek imkansız olsa da, 21 Ekim tarihindeki Kerkük saldırısı uzun süre planlanmış bir kontr-atak olması en olası görünüyor. 

Daeş 2015 yılında koalisyon Tikrit’i aldıktan sonraki Ramadi saldırısı gibi, bir kaybı telafi etmek için başka bir yere yatay misilleme saldırılarıyla ünlü. Kerkük saldırısı bu modele uygun düşüyor. Buna ek olarak, Musul operasyonu başladıktan sonra önceden, muhtemelen haftalar ya da aylar öncesinden savaşçıların büyük oranda şehre sızması ile birleştiğinde bu saldırı karmaşık bir saldırıydı. Saldırı korkutucu iken kolayca savuşturuldu ve koalisyona bir etkisi olmadı. 

Bazı problemlerin olduğu söylendi. Örneğin, 23 Ekim’de Irak Ordusu ve Kürt peşmergelerinin ilerleme eksenini destekleyerek Daeş’e eş zamanlı saldırılar başlatması gerekiyordu, ama Irak ordusu hiçbir şey yapmadı. Sebebi belli değil, ama ertesi gün hevesle muhtemelen Kürtlerin önceki günkü başarısızlığını toparlamak için savaşa geri döndüler. 

Daha da önemlisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgede tüm gereksinimleri karşılayacak çok az hava gücüne sahip olduğuna dair göstergeler var. 20 Ekim'de, Amerika Birleşik Devletleri Kürt güçlerine herhangi bir hava desteği vermedi. Kıdemli Kürt yetkililer bu hata karşısında kesinlikle mosmor oldu. Sebebi belli değil ama bölgedeki Amerikalı personel hazırdaki uçaklarının yeterli olmadığından şikayet ediyor. En az 5 menzilde ilerleyen Irak ve Kürt ordusu ile birlikte bu özellikle kritik bir durum olabilir. Çünkü Kürt ve Irak kuvvetleri ilerlemek için Amerikan hava saldırılarına tehlikeli bir biçimde bağımlı hale gelmiş, koalisyon hava gücü birçok operasyonu desteklemek için pek çok yönden çekilmiş gibi görünüyor. 

Bununla birlikte, koalisyon güçleri ilerlemeye devam edecek ve önümüzdeki birkaç hafta içinde kısa süre içerisinde saldırıya uğraması muhtemel Tikrit’e baraj olma görevini üstlenmek zorunda.

Özgürleştirme Sonrası Planlar Hâlâ Gizemini Koruyor

Operasyonun daha şaşırtıcı ve iç karartıcı yönlerinden biri, özgürleştirme sonrası Musul’un yeniden inşası, güvenliği ve yönetimi planları hakkında bilinen çok az şey olması. Kürt partilerin hiçbiri, operasyon katılması planlanan diğer Iraklı grupların hiç biri, ne Türkler ne de Şii Haşdi Şabi (Popüler Seferberlik Güçleri) bunun için belirgin planlara sahip değil. Hepsi de en genel bilgilere ulaşabildiklerini ve herhangi detaylı bir planın önlerine konulmadığı konusunda ısrar ediyorlar.

Kürtler peşmergelerini şehrin birkaç kilometre uzağında tutmaya ve mücadeleyi Irak Güvenlik Güçleri (ISF)ne bırakmaya karar vermiş. Operasyona katılacak diğer grupların liderleri, şehrin alınması konusunda mücadele ve rehberlik ediyor fakat şehir alındıktan sonra ne olacağı hakkında fikir sahibi değil.

Tabii ki, ABD hükümeti tamamen aptallardan oluşmuyor. Amerikalı yetkililer Musul’daki potansiyel sorunların ve bu sebeple durumun üstesinden gelmek için nasıl bir plana ihtiyaç duyulduğunun farkındalar. Nitekim çok sayıda rapor, Amerika Birleşik Devletleri geç başlamış olsa da, bu konuyu tartışırken, Irak ve koalisyon ortakları ile konuşmaları da dahil olmak üzere bu konu hakkında zaman ve enerji harcamış olduğunu göstermektedir. Bu yüzden Obama yönetiminin sadece bu sorunu görmezden geldiğini varsaymanın bir hata olduğunu düşünüyorum. 

Bunun yerine, bütün bunlar Birleşik Devletler'in özgürleştirme sonrası  Irak hükümetinin Musul yönetimini devralmasına ve uygun gördüğü bir şekilde durumu idare etmesine izin vermeye karar verdiğini göstermekte. Amerika Birleşik Devletleri Daeş orada mağlup edildikten sonra diğer Iraklı ve bölgesel aktörlerin hepsini ya mücadelenin ya da Musul’un yönetimi meselesinin dışında tutacaktır. 

Bu Amerika Birleşik Devletleri’nin benimsemeyi seçtiği rotaysa, bazı avantajlara sahip. Bu açıkçası Amerika Birleşik Devletleri için bir başka dikenli Irak sorununa en basit çözüm. Bu kısmen Musul’da hak iddia eden niyeti farklı gruplar arasında karmaşık bir planlama ve karmaşık bir anlaşma yapma ihtiyacını ortadan kaldırır. Irak hükümeti şehrin üzerinde egemenliği olmasından sebeple yasal olarak güvenilir olma avantajına sahiptir. 

Irak Başbakanı Haydar el-Abadi istediği tartışmasızdır ve o ve Irak hükümeti Amerika'nın başlıca müttefikleri olduğundan, onun tercihlerine uymak operasyonu kasıtlı bir şekilde zorlaştırmak için harekete geçmelerin de önünü kesecektir. 

Son olarak, bu, operasyon başladığından itibaren rekabet eden gruplar arasında haftalar veya aylar boyunca sürecek zahmetli ve zaman alan müzakereler yapılması ihtiyacını da önler. Bir başkan için önemli bir siyasi karar olan ne pahasına olursa olsun Irak savaşını sona erdirme gibi bir platformda kampanya yürüten Başkan Obama görevden ayrılmadan önce Musul’un kurtarılması neredeyse imkansız. 

Ancak Daeş sonrası Musul’u tamamıyla Bağdat’ın ellerine ve yönetimine bırakmak aynı zamanda hatırı sayılır riskler gerektirir. Irak hükümeti, bu tür operasyonlar için sadece çok mütevazı bir kapasite göstermiştir. Tikrit, Ramadi ve Felluce’de Irak hükümeti önemli başarılar iddia edebilir ancak bunlar daha küçük kasabalardı ve bu operasyonlarda başarılar olduğu gibi pek çok sorun vardı. Iraklılar (umarım) bir şeyler öğrenmiştir ve bu sefer daha iyisini yaparlar ancak bu operasyonun -ve başka yerlerde devam eden operasyonların- skalası merkezi hükümetinin kapasitesini yerin dibine batırabilirdi.

Ayrıca, bu tür bir yaklaşıma devam etmek Irak hükümetinin tam kontrolü dışındaki  çeşitli aktörlerin de zar atacağı anlamına gelecektir: Haşdi Şabi, Nuceyfi’nin Ninova Muhafızları, çeşitli Sünni kabileler, Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Türkler.

Üzerinde anlaşılmış bir plan olmadan bu, bütün bu aktörlere açık bir misyon ve faaliyetleri hakkında (coğrafi ve operasyonel) sınırlar verir, onlar kapabildiklerini gasp etmeyi tercih edebilirler

Nitekim, birçoğumuz bu grupların Irak hükümeti ya da Amerikalılar ne söylerse söylesin kendilerine alan açmaya çalışacaklarını bekliyoruz ve bu tehlike farklı gruplar sahada olay çıkarmaya çalışırken şiddete dönüşebilir. 

Özgürleştirme sonrası Musul’u sadece Abadi’nin liderliğine ve Irak hükümetine bırakmak konusunda bariz karar Obama yönetiminin geçmişte yaptığı aynı hatanın tekrarı olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir.

2009 dan 2014’e kadar yönetim, Başbakan Maliki hükümetini garanti edilen gerçeklerden daha iyi boyutta destekledi. Bu dönem boyunca, ABD yetkilileri kamuoyunda onun yaptığı eylemleri sonuna kadar savundu ve kısıtlama teşvik etmekten başka özel bir şey yapmadı. Bu uyarılar genellikle e-postaların altındaki "yazdırmadan önce çevreyi düşünün lütfen" hatırlatması ile aynı güçteydi.

Sonuç felaket oldu. Davranışını değiştirmek için herhangi bir Amerikan baskısı olmadan, Maliki, Irak'ın demokrasisini altüst etti, Sünni topluluğu yabancılaştırdı, Irak ordusunu yok etti, Kuzey Irak'taki Daeş fethine izin verdi ve ülkeyi iç savaşa sürükledi. Bu süreçte Obama yönetimi doğru olduğu konusunda ısrar etti ve  Iraklıların, bölgesel müttefiklerin, koalisyon ortaklarının ve Irak konusunda uzmanların geniş bir yelpazedeki uyarılarını göz ardı etti. Tarihin tekerrür edebileceğine dair rahatsız edici bir his belirdi. 

Abadi, Maliki’den farklı olarak iyi niyetli ve bu niyetler konusunda istekli olsa da hatalar yaptı ve yönetmek için sınırlı bir kapasiteye sahip. En temel düzeyde, Musul’un yeniden inşası ve stabilize edilmesi son derece karmaşık bir girişim ve herhangi bir Irak hükümeti harici bir tavsiye, yardım veya rehberlikten şüphesiz fayda görür, özellikle bunu geçmişte doğru veya yanlış bir çok kez yapmış eski bir işgalci güç olan Amerika Birleşik Devletleri’nden. 

Maliki ile yapılan hatalar ABD’nin eleştirmeden, tarihin ispat ettiklerinden çok kendi inandıklarını takip eden Irak Başbakanına destek olması onu ne kadar beğenirsek beğenelim bazı tehlikeleri ortaya koyuyor. 

Kriz Bağdat’ta Önlendi Ama Bir Başkası Yolda

Abadi hükümetini devirmek için en son çaba ile sarsılmış gibi görünüyor, ama hala hayatta görünüyor ve yeniden seçim kazanmak  için Musul’da kazanmaya kararlı görünüyor. Yaz ayları boyunca, eski Başbakan Maliki Savunma Bakanı Halid el-Obeidi ve Maliye Bakanı Hoşyar Zebari’nin istifalarının mimarıydı. Gözünü Dışişleri Bakanı İbrahim Jaafari’ye dikmişti ve Meclis Başkanı Salim el-Jabouri için sorun yaratmaya başlamıştı. Tüm beklentisi hükümetin düşmesi ve eski yardımcısı Abadi’yi devirmekti. 

Maliki Caferi’yi görevden almış olmasına ve Caburi’yi etkin bir şekilde kendi politikalarına karşı çıkmaya cesaret edemeyeceği bir noktaya getirmesine rağmen Bağdat’tan gelen haber Abadi’nin güvende olduğu yönündeydi. Obama yönetimi açıkça eğer Abadi hükümeti devrilecek olursa askeri desteğini çekeceğini ortaya koydu. (Bu aynı zamanda ABD’nin canlandırıcı etkisini kanıtlamış oldu)

Bu noktada, çoğu Bağdat siyasi eliti, Maliki’nin bu tür liderlerin peşine düşeceğine inanıyor ama büyük ölçüde intikam arzusu dışında: birçoğu 2014’te Başbakanlıktan alınmasında kilit oyunculardı. Birçok Iraklı lider, Maliki’nin 2014 yılında başbakanlık görevinden çekilmesi konusunda pişmanlık duyduğunu söylediğini belirtiyor.

Ancak aksine, Maliki bir sonraki seçimi kazanabilecek olmasına rağmen, başbakan olmak istemediğini söylüyor. Bu doğru olabilir, ama ben 2014 yılında Maliki’nin sürekli insanlara (ben de dahil) başbakan olmak istemediğini söylediğini sadece tekrar seçilmek için vahşice mücadele ettiğini hatırlatırım.

Geçerli konsensüs Abadi’nin 2018 seçimlerine kadar başbakan kalacağını şeklinde görünmekte. Ulusal/parlamento seçimleri ile onlara eşzamanlı tutmak için Nisan 2018 tarihine kadar 2017 yerel seçimlerini geciktirmek gibi önemli tartışmalar var. Bu belki tasarruf amaçlı ya da Abadi’yi 2009’da yerel seçimleri kazanan ancak 2010’da parlamento seçimlerini kaybeden Maliki’nin akıbetinden korumak için olabilir.

İki seçimin birleştirilmesi çeşitli adayların genel seçimlerde ne yapacaklarını vaktinden önce tahmin etmenin zor olacağı anlamına gelir. Irak'ın güvenlik güçleri ve siyasi liderlik dikkatini Daeş ile başa çıkmak için güneyden kuzeye kaydırmışken, özellikle son iki yıldır güney Irak'taki siyasi gelişmeler hakkında muazzam bir belirsizlik söz konusu. Haşdi Şabi’ye bağlı çeşitli partilerin Güney Irak’ta zafer kazanması da ayrıca muhtemel.

Sonuç olarak 2018 seçimlerine uzun bir zaman varken, özellikle Iraklı siyasi anlamda üç favori var ;Başbakan Abadi, eski Başbakan Maliki ve Haşdi Şabi lideri Hadi El-Ameri. Dahası Abadi hala favori olmasına rağmen, El-Ameri’nin kazanma şansı daha yüksek görünüyor. Onun milisleri ISF’nin yokluğunda güney ve doğu Irak'ta güç ve ekonomik etki kazanmışlar, orada çok büyük zafer kazanabilir. El-Ameri’nin İran'la yakın bağları var ve Haşdi Şabi’nin en kötü eylemlerine liderlik etmiş, pragmatik ve Amerika Birleşik Devletleri ile çalışmak için istekli görünüyor, Washington da onu o kazandığı takdirde engellemeye çalışmayabilir.

Bu arada, Abadi, Malki’nin onu devirme teşebbüsüne direnmesine rağmen, Bağdat’ta yaralı görünüyor. Maliki'nin kontrolündeki parlamento yoluyla mevzuat üretme konusunda çok az yeteneği var, sklerotik Irak bürokrasisini çalıştırmak için çok küçük bir danışman grubu var ve eski siyasi müttefiklerinin çoğu onu terk etti. Kısacası, yardıma ihtiyacı var. 

Bu ayın başlarında iki çıkış yakaladı. İlki pan-Şii Irak Ulusal İttifakı canlandırılması ve başkanı olarak Irak İslam Yüksek Konseyi Ammar El Hakim’in ismi kararıyla geldi. Ammar özellikle Abadi’nin onun kabinesini görevden alarak yeni bir oluşum ismi belirleme girişimi sebebiyle Abadi’nin ona danışmadan ISCI’nin ayakta kalması ve himayesini etkileyecek bir dizi kararlar alması sebebiyle çileden çıkmıştı.

Ancak Ammar Maliki ve ISCI’yi terk edip Bedir milislerine kendi partilerini açacak daha aşırılıkçı   Haşdi Şabi liderleri, özellikle Mukteda el-Sadr ve Hadi el-Ameri’nin farkında olarak yumuşadı. Bu Ammar’ı Abadi’nin en doğal müttefiki yapar. İkincisi, Mesud Barzani ve Kürdistan Demokrat Partisi Kürtlerin nihai bağımsızlığı üzerinde müzakerelere başlama karşılığında Bağdat'ta Abadi’yi destekleme kararı aldı. Sonraki blog yazımda daha uzun uzadıya ikinci gelişimini görüşeceğiz.

SAVAŞIN ORTASINDA TUHAF BİR ŞEKİLDE SAKİN VE İYİMSER

Musul kontrolü için Daeş ile iklim savaşı başlamasına ve bugüne kadar tamamlanması gereken kurtuluş sonrası kentin yeniden inşası için Amerikan ve Iraklıların niyetlerini biliyor olmasına rağmen, Irak garip bir şekilde sakin ve iyimser görünüyor. Gözlemcilerin başkentten verdiği haberler aynı. Abadi onu görevden almak için Maliki'nin (ve Mukteda Sadr'ın) çeşitli çabalarına direndi. 

Daeş’e karşı yapılacak savaşın kazanılacağına dair bir özgüven var ve zafer beklentisi siyasi ve ekonomik sorunlarına karşı Iraklıların dikkatini dağıtıyor. Ama bütün bunlar şamar etkisi yapabilir. Birçok insanın korkusu 1992 yılında Kabil'in yıkılmasından sonra Afganlar gibi, Musul’un kurtuluşundan sonra galipler arasında kabusvari bir sürtüşmenin içine girilmesi. 

Ayrıca, Abadi, Musul zaferini -yönetişim ve reform konusunda ilerlemeye çevirmesinin mümkün olması hepimiz en iyi şekilde bunun için umutlu olmamız gerekse bile- aşırı umutlu görünüyor. Abadi’nin siyasi rakipleri zafer için onunla yarışmaya (El-Ameri) ya da Bağdat’ta daha büyük bir etkiden mahrum etmeye (Maliki) kararlı görünüyorlar. Dahası Irak hükümeti kurtuluş sonrası Musul’u idare etmede başarısız olursa büyük ölçüde şiddet ve etnik soykırım olur Abadi kurtuluş sonrası zaferden ziyade başarısızlıklarla lekelenir. 

Bütün bunlar 2017’nin Irak için zor, ve gelecek Salı hangi aday kazanırsa kazansın yeni Amerikan hükümeti için ayırt edilmesi güç belirsiz bir durum oluşturur.

Kenneth M. Pollack, 1 Kasım Salı, 2016




Derya Beyaz, 07.11.2016, Sonsuz Ark, Çırak-Çevirmen Yazar, Çeviri


Seçkin Deniz Twitter Akışı