"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Beş
-8-
“Benim müdürüm..”
Bu deyişin anlamını biliyordu Fuat Sansar. Bu deyişin aynını kendisi çıkarmıştı. 25 yaşındaki oğlu Turgut’un feci bir trafik kazasında öldüğü haberini alınca, baş sağlığı için arayanlara bu ses tonuyla yanıt vermişti müdür. Bu bitkin, bu ölgün, bu hayret dolu ses bütün bir ay hatta bütün bir yıl sürmüştü. Bu sesi çok iyi tanıyordu. Gözlerinin önüne yaşadığı o anlar geldi. Oğlunun otomobili hızla bir tırın altına girmişti. Arabanın içinde ikiye katlanmış oğlunun cesedine bakmıştı.
“Hayırdır?” dedi Fuat.“Kötü bir şey mi oldu?”
Salih hemen yanıtladı:
“Biraz yorgunum, müdürüm.. bu patlama..”
Sustu. Fuat adamın bir şeyler gizlediğini sezmiş ve fakat üstelememişti.
“Bombayla ilgili değil. Yunus kayıp. Arabasını istihbarat bulmuş..”
“Ne?” diye bir çığlık attı Salih. “Kayıp mı? Kaçırılmış mı?”
“Sanırım evet!” dedi Fuat “Bir de arabada bir not bulmuşlar. Ve notta senin adın geçiyormuş.”
“Benim adım mı, bir kâğıda benim adımı mı yazmış salak?”
Fuat dişlerini gıcırdattı, başını salladı:
“Dinle! Neler olduğunu bilmiyoruz. Salaklık mı başka şey mi? Notta “zenkata taşuşin Salih’e sor.” diye yazıyormuş. Sanırım salaklıktan çok, başka çaresi olmadığı için, bizi bir şekilde ya da daha çok seni uyarmak için! bilemiyorum. Yunus oldukça zeki ve davasına sadık biridir hem de hiç kimsenin olmadığı kadar. Adam öz babasının yerine koyan adamı temizledi. Kim böyle bir şey yaptı bugüne kadar? Kimin başından böyle ağır bir imtihan geçti!”
“Sen kendi adamını korumaya çalış ahmak! Zaten kafeslemişler adamı.” dedi kendi kendine, sonra da yapmacık bir edayla, “Haklısın müdürüm.. bir an boş bulundum. Demek takip ediliyormuş. Acaba istihbarat biriminin etrafında ne geziyordu. Şey.. dilimin ucuna gelse de, ihtimal vermesem de acaba istihbarata sığınmayı düşünmüş olabilir mi?” diye sordu.
“Hayır!” dedi öfkeyle. “Söylediklerimi nerenle dinliyorsun? Canından çok sevdiği Serdar Baba'yı öldürdü yav! Bunu ne anlama geldiğini bilemeyeceğin için böyle konuşuyorsun! Hem öyle olsa ne diye Salih’e sor? Desin. Ne diye? Kafan nasıl çalışıyor senin?”
“Kafam sizin gibi çalışmadığı için istihbaratın başındayım Bay Müdür” diye geçirdi içinden. “Anlıyorum müdürüm. Benimle konuşmak isteyen kim?” diye sordu.
“Doğrudan müsteşar. Senin orada mı yoksa birimde mi konuşmak daha iyi olur diye sordu bana ben de Salih’in kendisi nasıl isterse öyle yapın, dedim. O da en iyisinin sana sormak olduğuna karar verdi. Top sende.”
“Müdürüm sence kumpas olabilir mi?”
Fuat şaşırmıştı:
“Nasıl yani?”
“Ne bileyim.. Belki dünkü temizlikle ilgili soruşturma yaptılar ve belki hem senin hem benim adımı öğrendiler ve senin üzerinden bana geldiler! Olamaz mı?”
“Diyelim ki öyle” dedi Fuat.“Ne yapmayı düşünüyorsun? Kaçıp gidecek misin? Kaçıp gidelim mi?”
“Ahmağın önde gideni seni!” dedi kendi kendine sonra yüksek sesle, “Hayır hayır.. müdürüm. Şu bomba yüzünden sanırım sağlıklı tepki veremiyorsun. Fikir yürütüyorum ve senin de katkıda bulunmanı istiyorum. Müsteşara ne dedin? Oradan başlayalım. Ve bir yön çizelim.”
“Seni tanımadığımı, Yunus Alkış’ın ailevi bir takım sorunlar yaşadığı için aile rehberlik danışmanlığı aldığını ve rehberinin de sen olduğunu söyledim. Böyle söylemek en doğal olan gibi geldi. Ve öyle dedim.. Evet, şimdi top sende!”
“Tamamdır. Ne zaman arar sence?”
“Bilemem. Şimdi bile arayabilir, bir saat sonra da.. bir gün sonra da.”
“Tamam müdürüm!”
“Ha.. sakın beni daha önce tanıdığını ağzından kaçırma.. bir kere tanımadığımı söyledim.”
Salih Çopur pis pis sırıttı:
“İyi ki hatırlattın müdürüm.. boş boğazlık edip çok yakinen tanıştığımızı falan söylerdim de.. maazallah!” dedi alay ederek. Fuat hiçbir şey söylemeden telefonu adamın suratına kapattı.
“Eee..” dedi Salih Çopur “Demek bay Kaan’la bugün tanışma şerefine kavuşacağız he Salih! Bay Kaan Ardıç. Umur Tılsım’ın has adamı. Bunu adım gibi biliyordum ama bizim ahmaklara anlatamadım. Senin şansın bay Kaan benim çevremin ahmaklarla çevrili olması. Bana bıraksalardı, benim önerim kabul etselerdi Umur Tılsım’a en has adamının ölüm haberiyle darbe vurur sonra tetiği çekerdim. Ölmeden önce ona bütün emeklerinin boş çıktığını tattırırdım. Olmadı. Umur Tılsım kazandı. Senin şansın benim çevremin ahmaklarla çevrili olması.”
Masa telefonuna uzandı. Miraç’ı aradı. Miraç somurtarak odadan içeri girdi.
Salih Çopur bir süre baktı Mirac’a. “Benden tiksindiğini biliyorum Miraç Bey!” diye geçirdi içinden yapmacık bir gülümsemeyle:
“Miraç Abi bir dosya hazırlamalıyız. Yunus Alkış kayıp ve bizi işaret eden bir not bırakmış.” Sustu Mirac’ın tepkisini ölçmeye çalıştı. Miraç hiç renk vermemişti. Aynı somurtuk yüz. “Aferin la Miraç” dedi içinden Salih. “Sen de epey gelişme var.. bir başkası olsa havaya fırlardı bizi işaret eden not, ifadesinden sonra.”
Dudak büktü ve konuşmasını sürdürdü:
“Bizden yardım almaya gelen her hangi biri gibiymiş gibi bir dosya hazırlayalım. Serdar Akkuş’un ölümünden iki üç gün önceye ait olsun. Ya da bir hafta önce. Daha eski tarih olmasın. Yapabilir miyiz?”
Miraç başını salladı:
“Kolay!” dedi, sustu. Sonra, “Ölü sayısının bu kadar olacağını tahmin etmişler midir?” diye sordu.
“Kim tahmin etmiş midir?” karşı sorusuyla soruyu yanıtladı Salih. Meraklı bakışlarla. Miraç başını salladı:
“Bombayı patlatanlar.. başka kim olacak?”
“Demek ki.. muhakkak daha fazla bile istemiş olabilirler.. kim bile.. belki tüm şehri ortadan kaldırmayı bile planlıyorlardır. Bize karanlık değil mi Miraç Bey.. Allah bu ayrılıkçıların belasını versin!”
Miraç sinirden gülümsedi. Bir şeyler seziyordu ve Salih’e zarf atmıştı ama Salih yutmamıştı. Yine de bu sinsi yılan biraz tuhaftı bugün. Özellikle bombadan sonra.. yıkılmış gibiydi ama çabuk toparlamıştı. Bir ara adamın kendini pencereden atacağını bile ummuştu. Yumruklarını sıkıp sıkıp göğsüne vuruşu, pencereye doğru yürümesi. Mesleki bilgisi adamın büyük bir acı yaşadığını söylüyordu ama.. yılan çabucak atlatmış gibiydi.
“Birazdan istihbarattan beni arayabilirler. Görüşmeyi burada mı yapsak birime mi gitsek?”
Soruyu kendi kendine mi sormuştu ortaya atılmış bir soru muydu karar veremedi Miraç, kendisine sorulmuş gibi kabul etti:
“Ben olsam birime giderim. Bakarsın işe yarar bir şeye tanık olunur, bir rastlantı sonucu çok önemli bir bilgiye erişilir. Ben bu fırsatı kaçırmazdım.”
“Haklısın!” dedi iç geçirerek Salih Çopur. “Miraç Bey olur da bana bir şey olursa yerime seni geçirmelerini önereceğim. Gelecek şeyhin istihbarat amiri sen olmalısın. Kafan diğerleri gibi çalışmıyor. Farklı çalışıyor. Bunu sevdim!”
Miraç adam alay mı ediyordu gerçek mi söylüyordu anlayamadı.
“Ben işimden memnunum.. anlamam öyle işlerden. Siz başka birini bulursunuz!” dedi masa üstün telefonunun çalması üzerine konuşmayı kesti.
Dördüncü çalışta açtı telefonu Salih.
“Buyurun ben rehber Salih Çopur” diye tanıttı kendini.
“Salih Bey” dedi telefondaki ses. “Sizi haber alma müsteşarım arıyor, müsaitseniz sizinle bir konuyu görüşecek.”
“Ne demek şeref duyarım, müsaidim” dedi Miraç’a göz kırptı.
“Bağlıyorum efendim.. görüşün!”
Kaan Ardıç:
“Salih Çopur Beyle mi görüşüyorum!”
“Evet efendim bendeniz Salih Çopur.”
“Salih Bey bir arkadaşımızdan haber alamıyoruz. Dün geceden beri kayıp.”
“Anlıyorum.. ama benimle bağlantısını kuramıyorum!” dedi.
Kaan Ardıç “Serseri.. külahıma anlat sen onu.. Fuat Sansar’ın talimatına harfi harfine uyacağın bize sır değil” diye geçirdi içinden.
“Biz de bir bağlantı kurmuş değiliz kaybolmasıyla ilgili. Fuat Bey Yunus Alkış’ın sizin aile danışmanlık şirketinden yardım aldığını söyledi.”
“Bakmamız lazım. Siz öyle diyorsanız. Yunus Alkış dediniz değil mi?”
“Evet!”
“Eğer mazur görürseniz bir soru sorabilir miyim?”
“Elbette!”
“Acaba niçin Fuat Bey Yunus Alkış’ın danışmanlık aldığını söyleme ihtiyacı duydu?”
Kaan Ardıç düşünür gibi yaptı. “Şey” dedi, “Biz bir not bulduk arabasında, sizin adınız yazılıydı. Biz mi oraya gelip daha detaylı görüşelim, yoksa siz mi gelirsiniz. Hem müsait misiniz?
“Böyle önemli bir olayda elbette müsait oluruz. Şimdi dosyaya bakıyorum.. evet Yunus Bey bizden iki hafta önce danışmanlık hizmeti almaya başlamış, haftada iki gün gelmesi üzerinde mutabık kalmışız. Birkaç görüşme sonrasında da eşiyle birlikte gelip gelmemesine karar vermişiz. Demek emniyet müdür yardımcısı kayıp! Üzüldüm şimdi. İnşallah arabada kan izi falan yoktur!”
Kaan Ardıç içini çekti “İt soyu!” dedi kendine sonra da. “Şükür şimdilik öyle bir şey yok ve ister istemez umudumuzu diri tutuyoruz. Neye karar verdiniz? Bizden birileri mi gelsin görüşmeye yoksa siz gelir misiniz? Hangi saat olsun?”
“Kimsenin gelmesine gerek yok sayın müdürüm. Niye arkadaşları yoralım. Ben gelirim. Yarım saat sonra yanınızdayım!”
“Anlayışınıza teşekkür ederim.. yerimizi biliyorsunuz değil mi?”
“Aa.. elbette eve giderken her gün o muhteşem binanızın bulunduğu caddeden geçiyorum! Yarım saat sonra!”
“Tekrar teşekkür ederim. çok yardımınızın olacağına inanıyorum! Görüşmek üzere!”
“Umarım yardımım olur müdürüm. Görüşmek üzere.”
Telefonu kapadı. Miraç’a yeniden göz kırptı, gülerek, “Miraç bey ister misin bu savaşı orada elde edeceğimiz bir bilgiyle bugün zaferle bitirelim?” dedi.
Miraç omuz silkmekle yetindi sonra da sordu:
“Yunus Alkış’ın matbu dosyasına ihtiyaç olur mu?”
“Yok ya.. niye gereksin? Adamın evindeki huzursuzluktan onlara ne? Onlar buldukları kâğıt üzerinde konuşacak istiyorlar benimle. Tabi mizansen değilse!”
Miraç hayretle “Mizansen mi?” dedi.
Salih Çopur güldü:
“Evet.. niçin olmasın? Yunus’u öğrendiklerini düşün. Onu kendilerinin kaçırdığını, onun öttüğünü ve bizim kaçmamızın yolunu kesmek için de böyle bir mizansene ihtiyaç duyduklarını?”
Salih Çopur Miraç’ın bu açıklamaya aklının yatmadığını apaçık görüyordu.
“Bak benim aklıma geldiğine göre onların aklına niye gelmesin? Bir de böyle düşün! Benim aklıma gelen onların aklına niçin gelmesin? Çok mu ahmaklar? Hepsi mi ahmak? O makamın en başına ahmaklıkları sayesinde mi geldiler? Hayır! herkesten farklı düşünüp hareket etme kabiliyetleri oldukları için.. bak Miraç efendi, olur da benim yerime geçersen asla, ama asla rakiplerini küçümseme. Hatta onların hep bir adım önde olduklarını düşün. Gözünde büyütebildiğin kadar büyüt ki, önlemlerini ona göre alasın. Yoksa boka batarsın!”
Miraç bu sözler üzerine afallamıştı. Adam doğru söylüyordu. Ürkerek “Haklısın.. ya mizansen ise?” diye sordu.
“Bu da alacağın risk işte.. zar atıyorsun.. ya kazanacak ya kaybedeceksin. Artık yola çıkayım. Bakalım peşimizde gözcüler var mı? Eğer gözcü varsa mizansen olduğu ortaya çıkar. Yok gözcü yoksa yine de mizansen olabilir. Göreceğiz.”
Koltuğundan kalktı. Çekmeceden çilekli çiklet paketini aldı. Ceketinin cebine koydu. Miraç’a göz kırpıp, “Yolcu yolunda gerek!” dedi ve ağır adımlarla Miraç’la beraber odadan çıktı.
Cemal Çalık, 28.11.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman