"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Beş
-9-
Kuş binadan çıkmış bir süre etrafına bakınmış, gökyüzünü izlemiş sonra da parktaki arabasına binmiş ağır ağır sürmeye başlamıştı. Görünüşü sakindi kuşun. Hiçbir tedirginlik gözlenmiyordu. İlk kör nokta olaysız geçilmişti. Kuş yuvaya doğru geliyordu. En ufacık bir sapma göstermemişti. İkinci kör noktaya geldiğinde kuş kır kahvesinin önünde otomobilini durdurdu. Kahveden içeri girdi. İzlemekle görevli ikinci ekip dayıya durumu bildirdi. Hiçbir hareket yapılmayacaktı.
Kuş kahvede en gözle görülür masaya oturmuş kahve sipariş etmişti. Arada bir caddeye bakıyor, sonra da denizi izliyordu. Kahvesini içti. Otomobiline bindi. Ters yöne saptı. Ekip durumu bildirdi. Dayı beklemelerini söyledi. Asla yerlerinden ayrılmayacaklardı. En az beş dakika bekleyeceklerdi. Dayı talimatını bitiremeden kuş tekrar doğru yola çıktı.
İkinci kör nokta da olaysız aşılmıştı. Dayı kuşun peşinde birileri olup olmadığını test ettiğini sezmişti. Arabanın yeniden doğru yola girdiği haberi üzerine arkadaşına göz kırptı. Üçüncü kör nokta da tamamdı. Kameralar gözetiminde Salih Çopur haber alma örgütü binasından içeri girdi. Dayı sevinçle,“Kuş kafeste.. kuş kafeste.. her kes yuvaya!” dedi.
Salih Çopur arabasını park edip ziyaretçi kartını yakasına takıp güvenlikli kapıdan içeri girdi. Kontrol noktasına geçmeden önce üzerindeki metal eşyaları bıraktı; anahtarlar, cep telefonu, tespihmatik, gümüş kamçılı bir tespih. Kemerini de çıkarıp x-ray’den geçecek kutuya bıraktı. Güvenlik noktasında geçti. Alarm öttü. Salih Çopur kaşlarını çattı. Güvenlikçiye, “Bu hep böyle ötüyor mu?” dedi “Üzerimden metal bir şey de yok ama!”
Geri çıktı. Kontrol noktasının hemen sağında oturan daha yaşlı güvenlikçi Çopur’un yanına geldi:
“Efendim kusura bakmayın. Üzerinizden sigara falan var mı jelatinli?” dedi mahcup bir edayla.
“Aa.. sahi dedi sizin başkan tam bir tütün düşmanıydı değil mi?” diye yanıtladı alay ettiğini hissettirerek.
Yaşlı güvenlikçi anlamazlıktan gelip, “Yok, değil beyefendi.. sigaraya ötmüyor jelatinli her şey öter!” yanıtını verdi.
“Jelatinli sigara paketim de yok!” diye sırıttı Salih sonra cebinden çilekli çiklet paketini çıkarıp yaşlı güvenlikçiye uzattı,“Sakın buna da ötüyor deme?” dedi. yaşlı güvenlikçi de sırıtıyordu.
“Denemekten bir zarar gelmez. Bir de sakız olmadan geçmeyi deneyin!” dedi. Salih güvenlikçiye arkasını dönüp kontrol noktasından geçti. Alarm çalmadı. Yaşlı güvenlikçi yan taraftan çiklet paketini adama uzattı. Adam kaşla göz arası değiştirilen paketi kendisininmiş gibi alıp ceketinin cebine koydu.
“Koridoru düz geçin sonra sağa sapın. Orada sizi karşılayacaklar!” dedi.
Yaşlı güvenlikçi banka doğru yürüdü. Genç güvenlikçi, “Helal be Dayı.. çilekli olduğunu nasıl tahmin ettin?” diye sordu.
Dayı güldü, “Tahmin değil.. Lan herkes naneli çiğnemez ya?” dedi. "Geçen gün duraktaki büfede gördüm.. üç çeşit vardı. Üçünden de birer tane aldım. İsabet olmuş değil mi?”
“Evet dayı.. Hem de tam on ikiden.”
Salih Çopur sorgu odalarından birine alındı. Kaan Bey’in birazdan yanına geleceğini söyledi refakatçi güvenlikçi. Kapıdan çıkarken:
“Çay kahve meşrubat her hangi bir şey alır mıydınız?” diye sordu. Salih sırıtarak:
“Bir su.. eğer zahmet olmazsa!” karşılığını verdi. “Çok bekler miyim?”
Genç adam:
“Sanmam.. bir telefon görüşmesi yapıyordu. Sanırım Başkan’la. Şu sabah ki canlı bomba olayı ile ilgili.”
“Teşekkür ederim.. suyumu..”
“Hemen gönderiyorum!” dedi ve sorgu odasından çıktı. Birkaç dakika sonra Tilki Süleyman bir şişe suyla odadan içeri girdi. Adama suyu uzattı.
Salih şaşırmış gibiydi. Tilki bir anlam veremedi. Dik dik yüzüne baktı. Odaklanmaya çalıştı. Hiç bir şey göremiyordu. “Belki sinirdendir!” diye düşündü Tilki.
“Ne o?” dedi Salih “Herkese böyle yiyecek gibi mi bakarsın delikanlı?”
“Sizi bir yerden tanıyor gibiyim.. Öyle geldi.”
Salih Çopur başını salladı.
"Demek ki hafızan güçlü değil he aslanım? E zaten güçlü olsa çaycı yerine sorguç olurdun değil mi?”
Tilki’yi kızdırmaya çalıştığı her halinden belliydi. Tilki güldü: “Haklısınız beyefendi..” Odadan dışarı çıktı.
Salih “Köftehor!” diye fısıldadı. “Vay köftehorlar.. vay uyanıklar!” Cebinden çiklet paketini çıkarıp kameraya gösterdi, el salladı. Çikleti karşısına oturacak kişinin önüne bıraktı.
Kaan Ardıç, Dayı ve Tilki ekrandan adamın yapıp ettiklerini izlediler.
Dayı:
“Bir terslik var.. sanki silahını çıkarıp teslim etmiş gibi.”
“Haklısın” dedi müsteşar.. “Lehimize bir terslik de olabilir. Hadi Tilki gidip şuna bir hoş geldin diyelim.”
Birlikte çıktılar. Dayı gözlerini monitöre kilitlemişti. Adam da ona bakıyordu. Pis pis sırıtıyordu.
Kaan ve Tilki birlikte sorgu odasına girdiler. Salih ayağa kalktı. Kendisine uzatılan eli sıktı. Tekrar yerine oturdu.
“Hoş geldin!”
Salih Tilkiyi işaret ederek,“Hoş bulduk.. da bu arkadaş da bizimle mi oturacak?” dedi.
Kaan istifini bozmadan,“Bir sakıncası mı var.. bir lokantaya gittiğinizde yanı başınızda bekleyen bir garson olması zaman açısından her zaman iyidir, değil mi?” karşılığını verdi.
“Öyledir.. pekala Kaan Bey rol yapmaya hiç gerek yok. Yakalandım. Garsonu gönderin. Bu bir. Kameraları ve mikrofonları devre dışı bırakın. Sonra da oturup konuşalım. Olur mu?”
Kaan duydukları karşısında şaşırmıştı. Tilkiye baktı. Tilki omuzlarını silkti. İki adamın kararsızlıkları karşısında sabırsızlanan Salih:
“Sizin tilki günlerce karşımda dursa benden zırnık yansıma alamaz. Daha açık konuşayım mı? Bizi dinleyenlerin bile bilmediğine eminim çaycının maharetlerini. Top sizde sayın müdürüm.”
Kaan ve Tilki adeta donup kalmışlardı. Şaşkınlıktan gözleri iri iri açılmış birbirlerine bakıyorlardı. Kaan işaret verdi birlikte dışarı çıktılar. Sorgu odasının ses geçirmez kapısı önünde bir süre durdular.
“Neler oluyor Tilki?” diye sordu Kaan.
“Anlayamadım. Anlayamıyorum. Dediği gibi adamdan zerre yansıma alamadım. Sanki bir şey engel oluyor. Alıcıları bozan elektronik sinyaller gibi. kafam karıştı.”
“Benim de.. neyse sen Dayı’nın yanına çık. Ve bütün kayıtları kapatsın. Bakalım ne olacak?” dedi, tekrar odadan içeri girdi.
“Evet.. baş başayız!” dedi Kaan. “Ne biliyorsun ne anlatacaksın?”
“Bak müdür” dedi Salih. “Her şeyi anlatırım, karşılığında da koruma isterim. Kayıt dışı olmasını istememin nedeni hem kendimi hem seni korumak. Ben fanatik bir şakirt değilim. Ve bir şey daha ben de Umur Tılsım’ın öğrencilerindenim.. Haylaz ve dürüst olmayan öğrenci olduğumu da söyleyeyim. Cinsel eğilimimden ötürü beni attı. Ben de bunlara kapılandım. Şimdi kayıt cihazlarının kapalı olduğuna eminsin değil mi? ya da emin misin?” dedi.
Kaan Ardıç kendinden emin bir şekilde tok bir sesle, “Eminim!” dedi.
Salih Çopur önündeki çiklet paketini gösterip “Bunu değiştirmeyi iyi akıl ettiniz. Bir an boş bulunup alabilirdim.” Güldü. “Bazen insan boş bulunuyor.. ne yapacaksın. Şimdi acil olan şey sanırım canlı bombalar.” Kaan hiç renk vermeden dinliyordu.
“Daha on bir bomba var. Toplamda on dört canlı bomba hazırlandı. İkisi kendini patlattı. Biri Geyikdüzü'nde yakalandı, deşifre oldu diye halef şeyh Ümid Buzurg tarafından ortadan kaldırıldı. Ha Geyikdüzü'nde infaz da Ümid Buzurg tarafından gerçekleştirildi. Müdürüm iki saatiniz var. İki saat sonra –benim kayıp oluşumdan ötürü- canlı bombalara ulaşmak mümkün olmaz. Şimdi ilk iş canlı bombaları tasfiye etmek. Yedi canlı bomba burada Şendilya’da ikisi Kastinya’da ikisi de başkanın ve senin doğum yerin olan Erzinya-buhur’da. Nerede kaldıklarını biliyorum ki kalacak yerler benim aracılığımla tespit edilip yerleştirildi. İki saatten önce saf dışı edebilir misiniz? Unutmadan operasyon aynı anda yapılmalı. Bir dakikalık bir sapma bile kabul edilemez, herhangi bir çatışma çıkmayacaktır, böyle bir ihtimal yok, çocukların yanında ya bir abi vardır ya da abla. Birden fazla kişinin olmaması tembih edilmişti. Yine de Nizarileri asla küçümsemeyin! Her şey olabilir. Operasyonu dikkat çekmeden yapabilirsiniz. Operasyonu yapacak ekipler üçer kişilik timden oluşturun. Kapılar çalınacak “ Kim o sorusuna; celîşin heltıyşin” denilecek karşı taraf “Anlamadım ne istiyorsunuz?” karşılığını verecek. Kapıyı çalan bu kere “kutamin şâbin” diyecek. Kapı açılır, ekip içeri girer. Bombalı araçlar kalınan evlerin civarında minivan ya da panelvandır. Renklerinin siyah olmasına dikkat edildi. Ve hepsi siyah. Asıl yıkıcı etkiyi yapan otomobillere monta edilen c4’lerdir. Araç koltuğunda oturan çocuklar bir tür mizansen. Patlamaya çeşni katsın diye. Evet, müdürüm ne diyorsunuz? Şuanda bir buçuk saatiniz var. Ve siz öylece durup bana bakıyorsunuz? Böylece bekleyecek misiniz?”
Salih Çopur çiklet paketini kaldırıp hızla masaya bıraktı gülerek:
“Müdürüm dediklerimi duyuyor musunuz?”
Kaan Ardıç kulaklarına inanamıyordu. Şoka girmişti adeta. Daha baştan bu ite ulaşsalardı onca masum insan ölmeyecekti. Canlı bomba eylemlerinin planlayıcısı yer belirleyicisi buydu ve Allah bilir daha ne cinayetlerin, ne iblisliklerin planlayıcısı uygulatıcısı buydu ve kendinden emin bir biçimde hiçbir pişmanlık imi göstermeden karşısında oturuyordu. Üstüne üstlük pis pis sırıtıyordu da.
Nasıl böyle pişkin böyle vurdumduymaz olabiliyordu? İnsani hiçbir duygu yok muydu yüreğinde? Yüreği salt kan pompalayan bir alet miydi? Kaan zorlukla tutuyordu kendini, kendi kendisiyle mücadele ediyordu kalkıp gırtlağını sıkmamak için. Hele de bu sabah gördüklerinden sonra..
Yardımcısı, “kardeşim” dediği iyi yürekli insan evladı Muhsin’in üç aylık hamile eşinin bedeninin etrafa saçılışı olanca acımasızlığıyla belleğine kazınmışken. Yutkundu:
“Adresler..” diyebildi güçlükle.
“Telefonumda dosya halindeler. Müdürüm kendinizden daha fazla güvendiğiniz elemanlar olmalı. Anlıyor musunuz? Eğer fire verilirse benim anlattıklarımın hiçbir anlamı olmaz. Yer yarılır içine girerler, yeryüzüne hiç gelmemiş gibi kaybolur giderler. Ancak bombaları patlattıkları zaman nerede olduklarını öğrenmiş olursunuz. Çok güvenilir insanlar olmalı. Ve akıl vermek gibi olmasın ben olsam ne kadar güvenirsem güveneyim operasyonun içeriğini kimseye söylemem!”
“Anlıyorum.. peki ya gözcüler varsa?”
Salih Çopur sırıttı. Olanca çirkinliğiyle sırıttı:
“Ah devlet aklı.. müdürüm gözcü koyulduğunda elemanlar rahatsız olur. peşinde olanlar, onları gözetleyenler bir anlık bir gafletle kendilerini faş etseler eleman rahat olabilir mi? heyecandan, duydukları öfke yanlış davranışlara sevk eder kendini.. ve eylem başarısızlıkla sonuçlanır. Nereden bilecek peşindekinin kendisi için orada olduğunu? Hem niçin gözetlemeye ihtiyaç duyulmuş? Acaba kuşku mu duyuluyor? Bunlar eylemcinin önünü keser, hevesini, arzusunu kırar. Yeise düşürür. Gözcüler sadece eylem yapılacak noktada olurlar. Ondan önce yalnızdırlar. Sözün özü gözcü yok!”
“Peki öyle ise.. sizi şimdilik burada, bu odada misafir edeceğim, operasyondan sonra güvenlikli bir yer için araştırma yaparız, uygun mu?”
“Uygun. Yalnız bu odaya giriş çıkış bizzat sizin sözlü onayınızla olmalı. Kapıda da bunu uygulayacak bir eleman.” Gevrek gevrek güldü ve konuşmasını sürdürdü:“Ben sizin için ne cevherim bilemezsiniz müdürüm. Değil kaybetmeyi istemek kaybetmeyi düşünmek bile sizi çıldırtmalı. Kapı önünde bir koruma olmalı ve burada olduğumu bilenleri dahi gözetim altında tutmalısınız! Bakın yinelemek gibi olmasın sizin dışınızda biri odaya girmek isterse sizinle görüşecek sizin onayınızı alıp öyle girecek, muhafız benimle görüşme isteyen olursa sizi arayıp durumu bildirecek, siz onaylarsanız girecek. Buna çaycı dâhil. Buna sizin yardımcılarınız dâhil. Daha önemlisi buna devlet başkanı bile dâhil. Anlatabiliyor muyum? Eğer Nizarileri yenilgiye uğratmak ve sindikleri tüm yerlerden çekip atmak istiyorsanız ben sizler için bulunmaz bir fırsatım, bakın bütün samimiyetimle söylüyorum ki sizler için tarihi bir fırsatım müdürüm.. sakın abarttığımı düşünmeyin.”
İstihbarat müsteşarı yumruklarını sıktı. Dişlerini gıcırdattı, küfreder tonda, “Anladım. Dosyaları görebilir miyim?” dedi.
Salih Çopur telefonunu açtı. Menüden kaydedilmiş belgelere ulaştı “elfün elfi elfün” adlı dosyayı açıp Kaan’a uzattı. Kaan telefonu alıp yazı dosyasını okudu. Tüm adresler denildiği gibi yazılıydı. Ayağa kalktı:
“Operasyon sonrası yanında olacağım. Rahatına bak!” dedi.
“Tamamdır müdürüm.. ha eğer kapı çalınmasına cevap vermeyen olursa maymuncukla içeri girilsin. Çekinecek bir şey yoktur. En fazla.. bugünkü patlama bana bir iki firenin olacağını söylüyor.. sezgilerime güvenirim.. siz de güvenin. Ve otomobilleri ihmal etmeyin!”
Kaan odadan çıkmış operasyon takip bölümüne hızlı adımlarla yürümüştü. Zamana karşı yarışılacaktı. Demek doğum yerinde de bombalar patlayacaktı. Ülkede hiçbir ağırlığı olmayan bir kentte, Erzinya-buhur‘da bomba patlatmak ancak doğrudan kendisine ve başkana yapılmış sembolik eylem olacaktı.
Operasyon takip bölümünde iki yardımcısı ve operasyon birim şefi Dayı hazır bekliyorlardı kendisini. İçeri girince diğerleri ayağa kalktı.
“Arkadaşlar oturun.. Acelemiz var. Bir saatten önce bitirmemiz gereken bir iş. Başkent Şendilya’da yedi noktaya baskın yapılacak. Dayı üçer kişilik bir tim oluşturuyorsun. Hemen! Sadece bu yedi nokta için değil. Kastinya’da iki nokta ve Erzinya-buhur’da iki nokta. Dayı sen Şendilya için ekipleri hazırla. Ben diğerleri için bölge müdürlüklerini arar gerekenleri söylerim. On beş dakika içinde hazır olunsun. Daha fazla değil. Ve operasyon aynı anda başlayıp bitecek. Hiçbir operasyon diğerinden değil dakika saniye farkı bile olmayacak. Şimdi iş başına.”
Dayı ve diğer yardımcılar hiçbir soru sormadan odadan çıktılar. Zamana karşı yapılan dendiğine göre sorulacak, tartışılacak zaman yok demekti.
Cemal Çalık, 05.12.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman