26 Aralık 2016 Pazartesi

SA3794/KY1-CÇ353: Kumpas/ Roman - Bölüm VI-1

"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."


Bölüm Altı
-1-

SALİH'ÜL EMRE’NİN KARARGÂHI
PENİSİLİNYA, ŞENDİLYA SAATİ İLE 16:00

Salih’ül Emre yaşadığı konağın en büyük salonunu gerekli düzenlemeler yaparak kayıt odası haline getirmişti. Bir yanda kayıt yapan cihazlar bir yanda da düzenlenen, montajlanan kayıtların izlendiği dört dev ekran vardı. İki bölümü ayıran bir bölme vardı. Ekranların hemen karşısında tekli deri bir koltuk, koltuğun her iki yanında da yere atılmış minderler vardı. Koltuk Salih’ül Emre içindi. Minderler yardımcılar içindi. Koltuğun hemen önünde ayaklarını uzatıp koyduğu oturak vardı. 

Salih’ül Emre ve dört yardımcısı çalışan dev bir ekrana kilitlenmişler, zevkten kendilerinden geçmişçesine bir cehennemi andıran görüntülere bakıyorlardı. Sadece bugünkü patlamanın değil diğer üç patlamanın da bir birine eklenmiş görüntülerini izliyorlardı. 

“Bu harika be Ümidim!” dedi Salih’ül Emre tam son patlamadaki bir bebek arabasının havalanıp yere düşüşünü ağır çekimde izlerken. 

Hırıltılı bir sesle, orgazm sonrası çıkan bir sesle, “Büyük bir ihtimalle araba içindeki buhar olmuştur? Değil mi? O ateşin hararetiyle kesin buhar olmuştur!” dedi. 

Ümid Buzurg hemen sağ yanı başında oturuyordu. Gayr-i ihtiyari adamın önüne baktı. Belki de ereksiyon olmuş ve boşalmıştı. Bir porno filmi izleyen her hangi birinin coşkulanımı gibi bir şey yaşıyor olabilirdi. Bir şey anlamak mümkün değildi. Ama bu ses.. 

Halefi,“Haklısınız efendim! Gerçekten öyle görünüyor!” diyebildi.

Salih’ül Emre tek tek yardımcılarına baktı. Suratlarından bir şeyler bulma, okuma umuduyla yapıyordu bunu. Ve ne aradığını kuşkusuz kendinden başka kimse bilemezdi. Sırıttı. Ümid Buzurg, Hüseyin Kaini, Hamza Errecanlı, Tahir Kirmani anlamsız bir suratla bakıyorlardı ekrana. Hiç birinin yüzünde acıma, pişmanlık duygusu yoktu. Belki de kendisi gibi renk vermemede usta olmuştu her biri.

“Bu ustalığa cübbe çıkarırım ben!” dedi kendi kendine. Gevrek gevrek güldü. Düzgün bir sesle
“Hüseyin daha hazır değil mi? Böyle tatsız tuzsuz görüntülere mi bakacağız?” sordu. 

Hüseyin adının anılmasıyla irkildi. Öksürüp boğazını temizledi.

“Hazır olması lazım efendim. Hemen!” diye yanıtladı. Yavaşça yerinden doğruldu. Bölmenin arkasına geçti.

Salih’ül Emre sağında oturan Ümid Buzurg’un omzuna elini attı. Okşadı. Ümid Buzurg bu dokunuşlardan her zaman tiksinirdi. Tiksintisini gizlemede başarılı olsa da hemen her zaman “belli oldu” korkusuyla kızarırdı. Kim bilsin bu kızarıklığı hoca efendi neye yoruyordu. 

“Ümidim” dedi yine hırıltılı, orgazm olmuş birinin sesiyle “Gözüme bir kez daha girdin. Geyikdüzünü tereyağından kıl çeker gibi hallettin. Aferin. Bak itiraf edeyim, bazen kendi kendime acaba halefimi erken mi ilan ettin, demiyor değilim. Ancak isabetli bir karar olduğunu çabucak anlıyorum. Bir fire verdik vermesine ama olsun. Erzinya küçük bir yer. İki havai fişek gösterisi bile çok! Oraya dört yüzlük mü gönderdin altı yüzlük mü?”

Ümid Buzurg kısık bir sesle “Altı yüz efendim!” dedi.

“Aferin! Kararın doğru. Ardıç kuşuyla ekilmişe mahcup olmak istemezdim.” 

Ekran karardı. Yeniden görüntü geldi. Salih’ül Emre şöyle bir toparlandı tüm dikkatini yeni görüntülere verdi. görüntülerin işlenmesini istemişti. Önce Eken’in konuşması. Ardından o konuşmaya yönelik bir slogan. Sonra o sloganı haklı çıkaran görüntüler. Ve hoca efendinin vaazlarından alınmış konuşmalar.

Ekranda Başkan Eken vardı. 

“Herkes şunu iyi bilsin ki, ülkemizde asayiş ve refah sağlanacak, bunun için ne gerekirse, hiç çekinmeden yapılacaktır.” 

Görüntü dondu ve kayan bir yazı ekranı kapladı. “Rafıziler Yalan Söyler!”

Yazı ağır ağır kayboldu. Schubert’in bitmeyen senfonisi eşliğinde Şendilya’daki ilk patlamaya ait görüntüler geldi. Cehennem dönen gar istasyonu. Kaçışan insanlar, şaşkın ne yapacağını bilemeyen çocuk ve kadınlar.. müzik git gide kısıldı ve hoca efendinin ağlamaklı sesi duyuldu;

“Sizler zannetmeyin ki, olan bitenden sorumlu değilsiniz. Olan biten her şeyden sorumlusunuz. Sorumlusunuz çünkü günahlardan kaçınmıyor ilahi ikazları çağırıyorsunuz. Rabbin yolundan gidenler darağacına çekmeye çalışanlara ses çıkarmayan toplumların sonu yaşarken cehennemi yaşamaktır.” 

Ses kısıldı. İkinci patlama, sonra üçüncü patlama.. sonra Başkan Eken’in “Refah toplumu olacağız. Ve bunu en kısa zamanda yapacağız” sözleri yankılandı. Sesin ardından yine aynı slogan kayan yazı halinde ekranı kapladı: “Rafıziler Yalan Söyler!” 

Kayan yazının ardından ekranda çöpten yiyecek toplayan insanların görüntüsü belirdi. Karlar içinde yalın ayak, üzerinde paltosu, doğru dürüst giysisi olmayan çocuklar. Görüntü çıplak ayaklı bir çocuğun ekranı doldurmasıyla dondu ve hoca efendinin yine ağlamalı sesi duyuldu:

“İlahi ikazdan kimse, ama hiç kimse, hatta evet, hatta masum çocuklar bile kurtulamaz. İşte gökler bize küstü rahmetini esirger oldu. Ben her namazda dua ediyorum ve diyorum ki “Allahım ben bana yapılanları affettim, ne olur masumlar üzerindeki bu gazabı kaldır, hiç değilse gözü açılmamış bebelere ilişmesin bu azap!” ama.. bizi aşmış, tıpkı amme davasında müdde-i umumun zarara uğrayan kişinin şikâyetini dikkate almayış gibi bir durum söz konusu. Artık gözyaşlarım bile fayda etmiyor. Evet, ben bana yapılanları bağışladım ama onun yoluna yapılan bu soysuzca, bu haince saldırılar yüzünden ülkem kıtlıkla, ülkem faili meçhul bombalarla kan ağlıyor. Ben yine de dua makamındayım.. Allahım ben bana yapılanları bağışladığım gibi sen de sana yapılanları bağışla, dedemin yüzü suyu hürmetine!”

Salih’ül Emre oturduğu yerden ayağa fırladı. Yardımcıları da ayağa kalktı. Zevkten dört dönüyordu Salih’ül Emre.. 

“Hüseyinim bu harika olmuş.. bu harika olmuş.. derhal internet üzerinden yayınlansın. Tüm dünya dillerine de çevrilsin benim sözlerim. Hadi sizi göreyim!” 

Ekran karardı. TV. yayınına geçti. Başkanlık sözcüsü basın mensupları karşısındaydı.

“Şunun sesini biraz daha açın!” dedi Salih’ül Emre ve tekrar koltuğuna oturdu. “Tabi ekilmiş çıkamaz.. şimdi koltuğunda büzülmüş ardıçtan kendisini kurtarmak için bir şeyler bulması için yalvarıyordur tırsak! Bana geleceksin bay ekilmiş.. dizlerinin üzerinde sürünerek bana geleceksin!”

TV nin sesi biraz daha yükseltildi. Başkanlık sözcüsü Zafer İnce kürsüdeydi. Gayet sakin bir sesle konuşuyordu.

“Değerli basın mensupları, sayın Başkanımız birkaç saat sonra size bu olay ve diğerleriyle ilgili gelişmeleri bildirecek, sorularınızı yanıtlayacaktır.”

Medya mensupları bir birini çiğner gibiydi. Oturanlar da sandalyelerinden ayağa fırlamışlardı. 

Sözcü:

“Değerli basın mensupları lütfen yerlerinize oturun. Hep bir ağızdan konuşursanız kime ne diyebilirim? Eğer sükuneti sağlamazsanız, hiçbir soruya cevap vermeden giderim.” dedi sesi yüksekti, fakat öfkeli değildi.

Salih’ül Emre,“Böyle bir iki adamım olsa dünyayı yerinden oynatırım! Adamdaki sükunete bak! En ufacık bir çaresizlik yok. Helal olsun!” diye düşünüyordu. Basın mensupları yerlerine oturmuş ve fakat toplu halde sorular yöneltiyorlardı. 

Zafer İnce:

“Bakın arkadaşlar kimin ne dediğini anlamıyorum. Lütfen tek tek sorar mısınız? İlk kez bir basın toplantısına gelen kişiler değilsiniz. Lütfen!”

En arkada ayakta duran kişiye işaret etti:

“Buyurun sizden başlayalım?” dedi.

Muhabir:

“Sayın Başkan kaç saat sonra toplantıya gelecek? Olayın üzerinden iki saat geçti neredeyse ve fakat kendisinden bir cevap alamadık.”

“Şuan brifing alıyor. Siz de hak verirsiniz ki elinde bir takım bilgiler olmalı ki halkın karşısına çıksın! Biraz daha sabır!”

Bir başka muhabir:

“Sizin görüşünüz nedir? Olayı üstlenen oldu mu?”

Zafer İnce:

“Henüz olayı üstlenen bir örgüt yok.. yalnız bir takım duyumlara göre ayrılıkçı örgütün işi olduğu söyleniyor, üzerinde geniş çaplı durulmakla beraber ayrılıkçı örgüt üzerinde daha çok durulduğunu söyleyebilirim!”

Salih’ül Emre pişkince, “Elbette durun.. elbette durun!” dedi.

“Ben Tamim gazetesinden muhabir Selim Yamanlı, efendim başkanın bu son olaydan sonra istifa edeceğine dair söylentiler dolaşıyor. Halkın önüne çıkmamasını da buna yorumluyorlar. Bunun doğruluğu var mı? ya da en azından bu olaydan sonra istifa etmeyi düşünür mü?”

“Evvet!” dedi Salih’ül Emre.. “aferin bizim oğlana, Hüseyin soru kendisinin mi siz mi hazırlayıp verdiniz!”

Hüseyin:

“Efendim kendilerinin soruları. Öylesinin daha uygun olacağını düşündük. Hazır olunduğu imajının iyi olmayacağına karar verdik.”

Salih’ül Emre başını memnuniyetle salladı:

“Aferin.. iyi yapmışsınız. Bu çocuğu da bir yerlere kaydedin. İstikbal vadediyor.” dedi.

Hüseyin sevinçle “Baş üstüne efendim!” karşılığını verdi.

Zafer İnce’nin yüzünde beliren alaycı ifade Salih’ül Emre’nin gözünden kaçmamıştı. Bir anlam veremese de bu ilginçti. Başkan sözcüsü bu soru üzerine fır dönmeliydi, hatta kürsüyü bir bahane göstermeden terk etmeliydi. Oysa adam “iyi ki bu soruyu sordun, sormayacaksın diye korkuyordum” der gibi. Bu işte bir tuhaflık vardı. İyice bir dikkat kesildi.

“Öncelikle şunun herkes tarafından bilinmesi ve dillendirilmesi gerekir. Teröre boyun eğilmeyecektir. Eğilmemelidir. Aksi takdirde canı isteyen kendi isteği doğrultusunda bir şeylerin olması için sağda solda bomba patlatıp durur. Masum insanların canına kıyar vahşiler meydanlara egemen olur. Ben isterdim ki sayın muhabir Yamanlı sorusunu şöyle bir temenni ile bitirsin; sayın başkana asla aklından istifa düşüncesi geçmesin, kanımızın son damlasına kadar seçilmiş makamın yanındayız. Olmadı. Her zamanki gibi terör odaklarının isteğini dillendirir gibi soru sordu. Olur. Kimseye neyi nasıl söyleyeceğini dikte edemeyiz.”

Salih’ül Emre “Vay it soyu!” dedi yerinden hopladı, havalanıp tekrar koltuğuna düştü. “Ümid duydun mu itin söylediğini.. bu adam niye bizim saflarımızda değil Tahir Kirmani, niye değil? Senin birimini lağvetsek yeridir.” 

Burnunda soluyordu Salih’ül Emre. Zafer İnce kürsüdeki bardağı alıp bir yudum içti. Sonra devam etti:

“Değerli basın mensupları, şundan emin olun ki bu işi yapan kişiler yirmi dört saat içinde adaletin karşısına çıkarılacak ve hesap sorulacak. Tüm illegal yapıların yöneticileri yirmi dört saat içinde adalet karşısına çıkarılacak. Buna Nizariler de dahil! Gerekli müracaat birkaç saat sonra yapılacak ve Nizarilerin başı bize teslim edilecek.”

Salih’ül Emre “Kapat şunu!” diye bağırdı. Tv. kapandı. Ayağa kalkmış odada dört dönüyordu. Dört yardımcı da ayakta ellerini önlerinde bağlamış başları önde öylece duruyorlardı.

“Ümid.. Ümid.. bu ne diyor? Sence bu mümkün mü?”

Ümid Buzurg:

“Efendim blöf yapıyor bence, dikkat dağıtmak, halkın galeyan gelmesini engellemek için.”

“Benceyi bırak.. ne bencesi. Çopur’u ara! Hemen! Tahir haber alma da uyuyanımız var mı? Varsa uyandır, orada gözümüz kulağımız olacak bir eleman olsun!”

Tahir Kirmani kısık bir sesle, “Var efendim! Baş üstüne” dedi.

Tahir Kirmani acele ile odadan çıktı. Ümid Buzurg hemen telefonunu aldı Çopur’u aradı. Çopur’un telefonu kapalıydı. “Kahretsin!” dedi fısıltıyla. Hoca efendi duymuştu. Dudaklarını ısırarak “Ne o cevap vermiyor mu?” diye sordu.

“Telefonu kapalı efendim!”

Hoca efendi sol ayağını şiddetle yere vurdu. 

“Allah belasını versin.. Ümit, Ümit ben sana bu adam işe yaramaz dedim de sen bana bin dereden su getirdin. Lan bu adam işe yarasa Umur Tılsım niye kıçına tekmeyi bassın ha? Hepiniz bana ihanet içindesiniz. Hepiniz bir kumpasın içindesiniz! İster bilerek, ister bilmeden. Kıyamet kopuyor benim gözüm kulağım, tüm haber kaynağım ortalarda yok! Başka türlü ulaşamıyor musun? Siz ne beceriksiz şeylermişsiniz! Ben sizlerle dünya imparatorluğu kuracaktım bir de.. hay benim aklıma tüküreyim! Ocağınıza ateş düşsün iyi mi?”

Ümid Colnar Aile Danışma Merkezi’nin telefonunu tuşladı. 

Sekreter “Ne Salih Çopur ne de müdür Miraç burada değil efendim” dedi. Ümid iyice paniklemişti. Miraç’ın numarasını tuşladı. Miraç telefonu açtı.

Ümid öfkeli bir sesle: 

“Neredesiniz Allah’ın belaları? Çopur nerede? Niye telefonu kapalı?”

Miraç şaşkınlığını gizlemeye çalışarak ,“Efendim olayın büyüklüğünden ötürü Salih bey ayak altında dolaşmayalım dedi, kendisi yardımcısıyla bir hamama gitti. Hangi hamam olduğunu söylemedi. Ben de evdeyim? Kötü bir durum mu? Var?” diye sordu.

Ümid cevaplamadan telefonu kapadı. “Efendim,” dedi çekinerek “Olayın boyutundan ötürü ayak altında dolaşmayalım, demiş Çopur, yardımcısıyla hamama gitmiş!”

“Hah!” dedi öfkeyle Salih’ül Emre, “Gördün mü.. adam şeyinin keyfi peşinde. Hamamda oğlanlarla sefa sürüyor. Ve biz buna emanet ettik her şeyimizi. Tabi müdüre hangi hamam olduğu da söylenmemiştir!”

Güçlükle, “Evet” diyebildi Ümid.

“Ümid bu hayat memat meselesi.. o müptezeli bulun, yönetim tarafında neler olup bitiyor haber alın.. Çopur’lu Çopur’suz.. adam yirmi dört saat içinde dedi. eğer adamda blöf yapsaydı inan anlardım Ümid. Adamın blöf yapar bir yanı yoktu. Rest çekti başkan. Evet, rest çekti. Eğer ellerinde bir şeyler olmasa, eğer bize ulaşacakları imkânları olmasa ekilmiş çoktan kameralar karşısına çıkmış ve esip gürlemişti. Blöf değil Ümid. Tahir nerede?”

“Şey” dedi Ümid, “uyuyan elemanı..”

Salih’ül Emre içini çekip “Bari o fiyaskoyla sonuçlanmasa.. ardıç denen iti hafife aldık biz! Bunu seziyorum!” dedi.

Tahir Kirmani yeniden odaya geldi. “Efendim haber almada bir elemanımız var artık!” dedi sevinçle. 

Salih’ül Emre biraz da olsa sakinleşmişti. Alaylı bir ses tonuyla, “Umarım önemli bir mevkii vardır.. kapıcı falan değildir!” dedi.

Tahir Kirmani boynun bükerek,“Önemli bir mevki efendim. Kuşun yardımcısı.” dedi.

Salih’ül Emre Tahir’in sırtını sıvazladı oldukça memnun olmuştu. Daha bir rahatlamıştı. 

“Seni hafife aldığımı sanma Tahir’im. Senin kıymetini bilenlerdenim. Senin kıymetini çok, çok iyi bilirim!” dedi Ümid Buzurg’a bakarak. 




<< Önceki                                                    Sonraki>>


Cemal Çalık, 26.12.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman 



Seçkin Deniz Twitter Akışı