"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."
Bölüm Altı
-2-
Tarikat her şeyden önce gelirdi ve tarikat mensupları gerektiğinde gözünü kırpmadan tarikata zarar verecek kişilerin önünü kesmek için her şeyi yaparlardı. Buna öldürmek de dahildi. Miraç ölüm eşiğini çoktan geçtiğini biliyordu. Bu saatten sonra ölümden korkmuyordu. Ve fakat eşini çok seviyordu. Eşinin başına bir şey gelme düşüncesi –isterse bunu kendi kendine yapsın- onu derinden yaralıyordu.
Eşi uzun zamandır tarikatı sorgular gibiydi. Fakat bu sorgulamanın odağında Salih Çopur vardı. Kuşkusuz kişilerin eylemleri tarikatı bağlamazdı. Belki bu sorgulama salt Salih’in kişiliğiyle ilgiliydi ve kendisinin tanık olduğu şeyi tarikata yakıştırmayabilirdi. Yine de tanık olduğu şeyi söylemesi gerekiyordu.
Artık susamazdı. İki yüz insanın ölümünden sorumlu çocuğu net bir biçimde görmemiş olsa kendisi de bir şeyleri fark edemezdi fakat bu çocuğu ve diğer iki bombalama olayında ölen çocukları –ki onların canlı bomba olduğu iddialarını kabul etmemişti Miraç, tıpkı hiçbir tarikat mensubu kişinin kabul etmeyişi gibi. Mensubu olduğu tarikatın birkaç yolsuzluğuna tanıktı tanık olmasına fakat cinayeti, hem de böyle vahşi cinayetleri kabul etmemişti- bunlar olsa olsa iktidarın halka üfürdüğü ve iktidar yanlılarının da severek yuttuğu bir yalan olduğu hükmünü vermişti. Tüm Nizariler de böyle düşünüyordu.
Salih Çopur’a bir keresinde kuşkulandığı için değil de bir yalana cevap vermek için sorduğunu söyleyerek canlı bombaların Nizarilerin işi olduğu iddiasına nasıl baktığını sormuştu da o it gevrek gevrek “Sence böyle demeyip ne demeliler? Ayrılıkçı örgüt diyemezler, çünkü güya barış görüşmeleri yapıyorlar. Mafya hiç diyemezler.. kıçı kırık bir eşkıya sürüsü böyle bir olayı gerçekleştiremez. Hem niye yapsın? Diye düşünmüşlerdir. Geriye kim kalıyor? Birincil düşman gördükleri hizmet hareketi. Ama avuçlarını yalasınlar. Bak sana şunu da söyleyeyim, bu canlı bombaların ardından iktidar bile çıkabilir! Evet, iktidar bile çıkabilir ama biz asla!” demişti.
Ve Miraç inanmıştı bu sözlere. Eğer bugünkü canlı bomba böylesine net görüntülenmeseydi, yine fail meçhul kalacaktı. Miraç bu canlı bombayla birlikte on dört kişiyi üç ay önce aile danışma merkezinin misafir hanesinde misafir etmişti. Onları lunaparka, masum eğlence yerlerine, lokantaya götürmüştü. Bunu söylemeliydi Gülendam’a. Ve fakat nasıl söylemeliydi? Salih Çopur üzerinden olabilirdi. Gülendam nedense bu adama karşı korkunç bir öfke taşıyordu.
Salih Çopur haber almaya gitmek için yola çıktığında o da eve gelmişti. Karısı ağlamaklıydı. Televizyonu izlemiş olmalıydı. Fakat bir olay olduğunda sıcağı sıcağına televizyonu izlemek yasaktı. Gülendam bu yasağa uyulup uyulmadığını denetleyen biriydi nasıl buna kalkışırdı ki? Aslında bu iyiye de işaretti. Bir yasağın çiğnenmesi bir çok yasağın çiğnenmesine, kuşkuların dillendirilmesine kapı açardı. Bu sırrı içinde taşıyamazdı. Eşiyle mutlaka paylaşmalıydı. Ve fakat temkini elden bırakmamalıydı.
Eşinin ağlamaklı halini fark etmemiş gibi “Ya hayatım bu Salih’le ne alıp veremediğin var?” diye sordu.
Gülendam elindeki tepsiyi sehpaya bıraktı. Kocasının yanına oturdu. Gülmeye çalışarak,“Aslında kişisel bir konu değil! O adamı camiaya yakıştıramıyorum nedense?” diye yanıtladı kocasını.
İkisi de kahvelerinden birer yudum aldılar. Fincanları önlerine koydular. Susuyorlardı. Salih üzerinden de gidilmeyecek gibiydi. Biraz daha bu yaraya dokunmaya karar verdi.
“Anlıyorum.. hangi açıdan camiaya layık görmüyorsun?” dedi koca
“Her açıdan” diye yanıtladı eşi.
Gülerek “Bu çok muğlak bir ifade!” dedi.“Teatinde ibadetinde inancında mı bir nakıslık görüyorsun, davranışlarında mı?”
Gülendam gözlerini kocasının gözlerine dikti. Hiç konuşmadan öyle baktılar birbirlerine. Bir damla yaş düştü gözlerinden kadının. Kadın eliyle gözyaşını sildi. Titrek bir sesle;
“Ne öğrenmek istiyorsun?” dedi.
Miraç eşine sarıldı fısıltıyla,
“Her şeyi..” dedi. “Her şeyi.. benim için önce Allah sonra sen varsın! Ne tarikat, ne hoca efendi, ne şu abi ne bu abla.. sadece sen!” karşılığını verdi.
Bu bir itiraftı. Gülendam rahatlamıştı. İçinde sakladığı her şeyi, yalnız kaldığında kendisini ağlatan ne varsa her şeyi gönül rahatlığıyla anlatacaktı. Varsın kocasının itirafı sahte olsun. Varsın kendisini deşifre etmek için adam bu yola başvurmuş olsun, varsın ölüm fermanı ulaştırılmış olsun kocasına, bugün bu saat tanık olduğu her şeyi itiraf edecekti. Tarikatın iç yüzü ile ilgili haberlerin bir çoğunun kaynağının dahi kendisi olduğunu söyleyecekti. Bu gün ölenleri, iki yıl önce ölenleri geri getirmeyecekti, kirletilmiş parlak erkek çocukların iffetini temizlemeyecekti elbet ama artık dayanamıyordu.
Geri çekildi. Tekrar kocasının gözlerinin içine baktı.
“Her şeyi anlatacağım.. peki ya sen?” dedi.“Sen tanık olduklarını ve fakat bir yere yerleştiremeyip, madem böyle olması istenmiş vardır bir hikmeti, deyip gözlerini yumduğun şeyler olduysa anlatacak mısın?” diye sordu.
Miraç’ın gözlerinin içi gülmüştü. “Evet!” dedi.“Evet.. yüz bin kere evet!”
Gülendam,“Peki.. istersen farklı olsun.. fark etmez. Ben itiraf edeyim.. sözümü kesmeden dinleyeceksin, anlaştık mı?” dedi.
Miraç başının evet anlamında sallayıp “Elbette!” karşılığını verdi.
Gülendam kahvesini eline alıp anlatmaya başladı. Salih Çopur’la ilgili iki yıl önce kendisinin sorumlu olduğu bir çocuk tarafından mektup almıştı.
"Çocuk on beş yaşlarındaydı, Hoca efendinin “kız çocuğu hükmündedir” dediği tipte bir çocuktu. Adı Zülküf soyadı Asude idi. Gerçekten soyadı gibi asude biriydi. Pırıl pırıl bir yüzü vardı. Hani kız olsa o kadar güzel olurdu. Kastinya yurdundaydı. Ve bilgisayar eğitimi alıyordu. Salih Çopur denen it Kastinya’ya gönderildi. Ve Zülküf Asude’nin hayatı onun gelmesiyle cehenneme döndü. O it pederast eğilimleri olan biriydi. Çocuğa vuruldu. Ve çocuğa tecavüz etti. Çocuk bunu bizzat Hoca Efendi'ye söylemekle tehdit etti. Salih denen it çocuğa elinde bir kanıt olup olmadığını sordu, elinde kanıt olmadığına göre söyleyeceklerinin bir iftira hükmünde olacağını hoca efendinin müfterilere nasıl beddua ettiğini söyledi. Hoca efendi müfterileri bizzat kendi eliyle cehenneme gönderirdi. Onun sözüne karşı kendi sözü! Kimse inanmazdı. Salih tarikatta önemli bir pozisyondaydı ve abiler, ablalar bile ondan çekiniyordu. Hoca efendinin en has en gözde elemanıydı. Zülküf Asude bunu biliyordu. Salih’i yere göğe bırakmıyordu hoca. Belki de Salih’i çekemediği için böyle bir iftiraya başvurduğu dillendirilecekti. Bunun üzerine Zülküf Salih Çopur’un yardımcısı olmayı kabul etti.”
“Tabi ben” dedi Gülendam öfkeli bir sesle “Yardımcının ne olduğunu sonradan öğrendim. Parlak çocukları bir kadın gibi odalık yapıyordu bu it. İşte Zülküf Asude’ye de bu teklifi yapmıştı. Eğer odalığı olursa çok kısa zamanda ummadığı makamlara erişeceğini belirterek. Hatta bizzat hoca efendiyle tanıştırabileceğini de söyledi. Belki hoca efendi kendisini yanına bile alırdı. Madem Salih Çopur’un referansı vardır niye olmasın. Zülküf kanıt elde etmek için adamın teklifini kabul etti. Ama hemen etmemiş. Olur ki kuşkulanır, kanıt elde etme işi sekteye uğrar diye. Ve odalığı olmuş. İki üç ay sürmüş odalığı. İyice güvenini kazandıktan sonra halvet oldukları anları kaydetmeye başlamış. Salih Çopur çocuğun laptopunu karıştırırken şifreli bir dosya bulmuş, tesadüfen. Çocuktan onun ne olduğunu sormuş. Özel şeyler demiş Zülküf.. tabi Salih üstelemiş. Fakat Zülküf açmamış dosyayı. Tehditler başlayınca da Zülküf laptopunu alarak kaçmış. Adam zaten yarı çıplak olduğu için peşine düşmemiş. Zülküf yurda gitmemiş. Oturup bana e-mail yazdı. Bir internet kafeden. Sonrası ise berbat. Belki hatırlarsın iki yıl önce Kastinya’da bir tinerci çocuk Salih itinin yardımcısını soymak istemiş çocuk direnince de kalbinden bıçaklamıştı tinerci. Sonra tinerci kaçmaya çalışırken bir kamyon altında kalmıştı. Bu haberi duymuşsundur.”
“Evet” dedi Miraç “Ama olayın tanıkları vardı değil mi? Yani uydurma değil. Gerçekten bir soygun olayı, öyle değil mi?”
Gülendam başını salladı:
“Olayın bir soygun olayını kabul etsek de görüntülerin olduğu laptop Salih Çopur’un eline geçti. Tinerci çalamadı. Ve tabi o görüntüler uçup gitti. Ben e-maili alınca bir süre ne yapacağımı bilemedim. Sonra pederast eğilimlerin, olayların Salih denen itle sınırlı olmadığına karar verdim ve öğrenciyken bana elemanlık teklif eden haber alma örgütünden”
Miraç şaşkınlıkla bağırdı:
“Muhbirlik teklifi mi aldın?”
Gülendam kocasının dudaklarına sağ elinin şehadet parmağını götürüp susturdu;
“Sözümü kesmeden dinleyecektin.. söz verdin..” dedi ve konuşmasını sürdürdü “Evet bana haber alma adına çalışma teklifi getiren Umur Tılsım..
“Şu mafya elemanı..”
Gülendam başını salladı:
“Hiçbir şey bize gösterildiği gibi değil.. Bunu fark edemiyorsun değil mi? Ve sözünü tutmuyorsun!”
“Özür dilerim hayatım, inan allak bullak oldum.. lütfen!”
"Umur Tılsım’a ulaştım ve bana gelen e-maili gönderdim kendisine. Böylece haber almada işe başlamış oldum. İşler başında iyi gidiyordu. Salih denen iti Kastinya’da istemeyenlerin sayısı artıyordu. Ve tarikat ne kadar zorlarsa zorlasın bizzat müntesipler tarafından söylentiler kulaktan kulağa yayılıyordu. Umur bey kurcaladıkça Salih iti bir şeylerin döndüğünü fark etti ve evet.. bir gün Umur bey suikasta kurban gitti. Hem de bir daha belini doğrultması mümkün olmayan yapılar tarafından. Bellerini kıran adamı öldürdüler. Bütün kanıtlar onları gösteriyordu. Kuşkusuz Salih denen it bu konularda oldukça mahir. Ve dediğim gibi pederast eğilimler Salih Çopur’la sınırlı değil. Umur bey bunu keşfetmişti. Son görüşmemizde yüz erkek gücünde olduğu söylenen efendimizin de odalıkları olduğu bilgisine ulaşmıştı. Hepsi bu kadar değilse de.. Şimdilik anlatacaklarım bu kadar.” dedi Gülendam ve “Ya senin tanıklıkların?” diyerek konuşmasını bitirdi.
“Yani o da mı?” diyebildi güçlükle Miraç. Kadın sade başını salladı. Miraç eşinin ellerini avuçlarına alıp;
“Hayatım öyle ise sana bir müjde vereyim.. Salih bugün haber almada.”
“Ne!” dedi söylenene inanmamışçasına.
“Patlamadan yarım saat sonra bizzat haber alma başkanı tarafından arandı. Bir konu hakkında kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Ve –saatine baktı Miraç- ve bu saat oldu hala orada. Çıksaydı kesin beni arardı. Evet enselendi.”
Kadın ellerini çırptı:
“Bu harika bir haber.. sen Salih’in kim olduğunu bilmiyorsun. Yani derinlikli bilmiyorsundur. Hey yüce Allah’ım. Nizarilerin tabuta girmesi an meselesi desene?”
“Sen öyle diyorsan!”
“Peki sen neye tanık oldun!” diye sordu Gülendam.
“Ben” deyip iç geçirdi adam.“Ben öyle bir şeye tanık oldum ki.. Allah affetsin.. gerçi bugünkü canlı bombayı gördüğüm için şimdi öyle diyorum. Yani öncekilerin canlı bomba olduğunu kabul etmedim. Bugünkü canlı bomba ve diğer patlamalarda ölenleri bizim aile merkezinde misafir etmiştim. İki ay önce!”
“Keşke bana söyleseydin..” diye eseflendi kadın.
“Ah.. sorma..” telefon çaldı. Miraç telefona baktı. “Ümid abi!” dedi. “Açmasam mı?” diye sordu eşine.
Eşi:
“Aç.. kuşkulanmasınlar.. renk de verme.”
Miraç:
“Bu saatten sonra hiçbir abiye, hiçbir ablaya verecek rengim olduğunu sanmıyorum.”
Üçüncü çalışta telefonu yanıtladı. Salih’in yardımcısıyla bir hamama gittiğini, kendisinin de evde olduğunu söyledi. Gülendam’a göz kırptı. Eşinin elini şefkatle sıktı kadın.