"Şeytanın bile reddettiği, sistemleşmiş, ilkeselleşmiş ve kavramsallaşmış yeryüzünün en büyük günahı."
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Esasen; yaratılışın sırrı, hayatın anlamı ve amacı, tek İlah olarak Allah'ı tanımak ve hiçbir şeyi Allah’a şerîk/ortak koşmamaktır. Bu amacın gerçekleşmesi için, Allah'a ortak koşmanın, yani 'şirk'in ne anlama geldiği bütün yönleriyle iyi bilinmelidir. Ancak o zaman; "La ilahe illallah", yani "Allah'tan başka ilah yoktur", "İlah olduğu iddia edilen, yetkileri ve konumu itibariyle İlahlığa kalkışan herhangi bir kişi, nesne, makam ve mevki kabul etmiyorum" demenin şuuruna varılabilir. "La ilahe illallah" demeden; yani "Tanrı olduğu zannedilenler ya da tutum, davranış, söz, yönetim ve yöntemleri ile kendilerini ilahlık mevkiinde görenler ilah değildir" demeden ve öylece inanmadan kimsenin imanı sahih olmayacağına göre konu hadsiz derecede önemli. Kul ile tanrısı arasında ruhi bir bağ olan İman, bu ilah kavramı üzerine kuruludur.[1]
Şirk, tarih boyunca insanların mensup olduğu bir din türüdür. Kur’an şirki bir din olarak anmakta ve tanıtmaktadır. Hem de zorlu ve köklü bir dindir şirk… (Kâfirûn,109/6) Müşrikler dinsiz insanlar değildir, Hak dinin veya nübüvvetin tanıttığı dinin dışında bir din benimseyen insanlardır.
Şirk dininin, peygamberlerin tanıttığı dinden farkı, Allah’ın yanına-yöresine şefaatçılar, aracılar koyması ve Allah’a kulluğu bu aracı-şefaatçıların onayına bağlamasıdır. Şirk dini bu aracı şefaatçıların bir biçimde hoşnutluğunu kazanmadan gerçek kulluk olacağını, cennete gidilebileceğini kabul etmemektedir. Şirk dininin İslâm dininden farkı, cennete gidiş belgesiyle kulluk belgesinin altında Allah’ın imzası dışında imzaların gerekli görülmesidir. İslâm, bu belgelerin altında Allah dışında hiçbir varlığın imzasını istemiyor. Bu belgeler ya Allah tarafından imzalanır, geçerli olur; yahut da imzalanmaz, işe yaramaz hale gelir. Tevhit dini, adı, esasları, ibadetleriyle “Allah’a özgülenmiş” bir dindir (bk. Araf 29, Ğafir 14,65, Beyyine, 9); şirkin dini ise Allah ve alt-ilahlardan oluşan bir panteona (yunan ve romalıların en büyük tapınakları) özgülenmiştir.[2]
Allah tarafından şiddetle yasaklanmasına rağmen her çağda işlenen en popüler ve en sinsi suçlardan birisi şirktir. Şirk aynı zamanda insanları kendi aralarında sınıflaştırmanın, insanı kendine ve her şeye karşı yabancılaştırmanın ve insanı, insana ezdirmenin en kolay yoludur. Şirk, bireyin kendisi gibi diğer bireylere kulluk ettiği inancın adıdır. Bu yönüyle dinsizlik değil, tabir yerindeyse bir nevi dindir. Kişiyi müşrik yapan ya yaratıcıyı yaratılmışların durumuna indirgemesi ya da yaratılmışı yaratıcının makamına yükseltmesidir, her iki durum da eşkoşmaktır.
Ayrıca şirk, Allah’a inanmamak veya ibadet etmemekte değil, aksine O’nunla birlikte O’na yakın varlıklara da kulluktan pay ayırmak ve Allah’tan beklenebilecek herhangi bir şeyi onlardan da beklemektir. Müşriği yanıltan en önemli nokta da burasıdır. Bir taraftan tek tanrıya inandığını söyleyen, öte yandan “ilah” kavramının içeriğini başka kişilere, makamlara, objelere, nesnelere atfeden kişinin Tanrı inancı kabul görmediği gibi bunun sorumluluğunu da yüklenmiş olur. Kısacası, şirkin Allah’ı inkâra ilişkin hiçbir sözü ve tavrı yoktur. Onun şikâyeti, insanın Allah’a kulluğunda aracı, cennete gidişinde şefaatçı olarak görüp devreye soktuğu alt-ilahların kabul edilmemesidir. Kişi, kavram, kurum, kudret ve nesne olarak değişik görünümleri ve sembolleri olan bu aracılar kabul edildiği anda şirkin peygamberler ve tanrısal kitaplarla hiçbir alıp vereceği kalmıyor. Ne var ki böyle bir kabul, peygamberlerin tanıttığı dinin inkârı oluyor.
Kişinin “imanı”nı elinden alan, yaptığı bütün iyiliklerin boşa çıkmasına sebep olan ve ebedi kurtuluş ümidini söndüren bu sapmadan korunmak insanın bir numaralı görevidir. Çünkü eğer şirkten korunmamışsa yaptığı bütün işler faydasız, ibadetler boşuna ve ebedi mutluluk kaybedilmiş olacaktır.
Bununla birlikte şeytan bile reddettiği günah olan en büyük zulüm olan şirk’i bizim de reddedip terk etmemiz ve bu ölümcül günahtan berî olmamız gerekmektedir.
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٢﴾
“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim,14/22)
Şirk kavramı, Kur’an-ı Kerim’de 168 yerde değişik kalıplarla çeşitli bağlamlarda geçmektedir. Kur’an-ı Kerim, ilk olarak müşrik bir topluma hitap etmesi hasebiyle tevhid inancına çok vurgu yapmış, buna karşılık şirkin de kötülüklerini ve akıldışılığını anlatmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de Müşrikler; Allah’tan başka tanrı uyduran[3], Allah’a benzerler icat eden[4], Allah’a oğullar ve kızlar uyduran[5], Allah’a cinleri yardımcı kılan[6], dinlerini parça parça eden[7] , Allah ile kendi aralarında şefaatçi kabul eden[8], putlardan yardım bekleyen[9], Allah’ı, ayetlerini ve ahireti yalanlayan[10], peygamberlere ve meleklere düşman olan[11], helali haram, haramı helal kılan[12] , Allah ve Rasülünü çirkin iftiralarıyla inciten[13], haksız yere mal gasbeden[14] , zalim[15], yalancı[16], hain[17], ahde vefa göstermeyen[18] ve bile bile hakka kulak tıkayan[19] kimseler olarak anlatılmaktadır.
Allah (cc), Müslümanları şirkten men etmiş[20], müşriklerin pislik olduğunu[21] , onlardan yüz çevirmemiz gerektiğini söylemiş[22] ve Peygamberimiz (sav)’e hitaben bizlere şöyle öğüt vermiştir:
وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٦٥﴾
“Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: “Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.” (Zümer,39/65)
مَا كَانَ لِلْمُشْرِكِينَ أَن يَعْمُرُواْ مَسَاجِدَ الله شَاهِدِينَ عَلَى أَنفُسِهِمْ بِالْكُفْرِ أُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ ﴿١٧﴾
“Allah’a ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedî kalacaklardır."(Tevbe,9/17)
Rabbimiz Neml suresinin ayetlerinde Allah'tan başka inanılan, umut bağlanan, yardım istenen, sığınılan, korkulan ve itaat edilen nesnelerin asla buna layık olmadıkları, ilahlık fonksiyonuna erişemeyecekleri vurgulanıyor. (Neml: 27/60-64.) Tek olan ilah tarafından yaratılmış ve her an kendisi ilaha muhtaç olanlar, nasıl olur da, ilah gibi görülürler.! Bu bir çelişkidir.
قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ ﴿١٦﴾ ثُمَّ لآتِيَنَّهُم مِّن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَن شَمَآئِلِهِمْ وَلاَ تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ ﴿١٧﴾
Şeytan Allah’a şöyle demişti: "Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” (Arâf 7/16-17)
Şeytan insandan ve cinden olur (En’am6/112; Nas 114/6.); tuzağını doğru yolun üstüne kurar. Onun en büyük tuzağı, şirk tuzağıdır. Çünkü,
إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا ﴿٤٨﴾
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirk)asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” (Nisâ,4/48)
وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ ﴿١٣﴾
“ Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.” (Lokmân,31/13)
وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٤٠﴾
" ... Kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir ... " (Tevbe, 9/40).
İbn Abbas'tan gelen rivayete göre bu ayette yer alan "Kafir olanların sözü" ifadesi şirk, Allah'ın sözü ise, kelime-i tevhittir. Yani Allah, şirki kahrederek mağlup etmiş, Kelimetullah'ı ise, kendi dini ve tevhidi olduğu için, yüceltmiştir[23].
وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا
Kur‘an'da “Allah'a ibadet edin, ona hiçbir şeyi eş koşmayın.” (Nisâ,4/36) diye buyurulurken, açıkça tövbe edip dönmedikçe Allah'ın asla affetmeyeceği bildirilir. Allah'ın birliğine hüküm ve hâkimiyetine karşı başka kavram ve kuralları öne çıkarmak şirktir. Her şirkte ise, açık veya gizli bir putperestlik çeşidi vardır.[24]
İslam dinine, Allah'a gerçekten inanarak ve teslim olarak giren kimselerden, ibadetlerini, dualarını, şükür ve şikâyetlerini sadece Allah'a yapmaları (Yusuf, 12/106) ve amellerine şirk karıştırmamaları (Kehf 18/110) istenmektedir.
Sözlükte şirk “ortak olmak” ve “ortaklık”; “ortak koşmak” anlamındaki işrâktan isim konumunda bulunan şirk ise küfür demektir. Şirk koşana müşrik, şirk koşulana şerîk denir (Lisânü’l-Arab, “şrk” md.; Kâmus Tercümesi, “şrk” md.).
Terim olarak “Allah’ın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde veya O’na ibadet edilmesinde ortağı, dengi yahut benzerinin bulunduğuna inanma” demektir. Tek Tanrı’ya inanmanın karşıtı olan inanç türleri Grekçe polus (çok) ve theos (tanrı) kelimelerinden oluşan politeizm (polithéisme) kavramıyla ifade edilir.[25] Şirk, Allah’a zatında, sıfatlarında, fiillerinde, ulûhiyetinde, rububiyetinde ve ubudiyette ortak koşmaktır[26] . Şirk kavramına bu manayı kazandıran Kur’an ve İslam olmuştur. İnsanların ortak koştukları varlık Allah (cc) olunca şirk kavramı da bir nevi küfür olmaktadır. Yani şirk küfrün temel tezahürlerinden biridir, denilebilir.
Çok tanrılı dinlerde ilâhî varlıkları temsil ettiğine inanılan obje ve figürlere tapınmaktan ibaret olan putperestlik de şirk kavramı içinde yer alır. Yunanca “eidolon” (put) ve latreia (tapınma) kelimelerinden türetilen “idolatry” ile Latince “pagan”dan (köylü, taşralı) türeyen “paganizm” (paganisme) ile ifade edilen putperestlik “sûret ve temsillere yanlış sebeplerle değer verme veya tâzimde bulunma” şeklinde tanımlanır (Barfield, s. 110-111).
İslâm kaynaklarına göre putperestlik Hz. Nûh döneminde başlamış, Âd ve Semûd kavimleriyle sürmüştür (Zemahşerî, IV, 164). Hz. İbrâhim putperest kavmiyle mücadele etmiş, fakat putperestlik geleneği onun soyundan gelenler ve başta Harrânîler (Keldânîler / Nabatîler) olmak üzere diğer milletlerde devam etmiştir. Putperestliğin sebepleri arasında, insanların tevhid inancını koruyamamaları ve putların tanrı ile kendileri arasında şefaatçi olacağı gibi dinî faktörler yanında sosyokültürel faktörler üzerinde de durulmuştur (Encyclopedia of Religion, VII, 4356-4365).[27]
İslâm’a Göre Şirk:
Kur’ân-ı Kerîm’de şirk kavramı aynı kökten türeyen isim ve fiillerle birçok âyette geçmektedir. “Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyyetine ortak tanıma” anlamındaki şirkin muhtevası Kur’an’da “küf’ /küfüv” (denk, benzer), “misl” (eş, benzer), “velî / vâlî” (dost, efendi), “nid” (özünde benzeri), “şefî‘” (şefaatçi) ve “şehîd” (yardımcı, lehte şahitlik yapan) kelimeleriyle ifade edilmiştir (M. F. Abdülbâki, el-Mucem; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât; Lisânü’l-Arab, “şrk”, “kf,”, “mşl”, “vly”, “ndd”, “şf.”, “şhd” md.leri). Kur’an’da Allah’ın varlığı ve birliği inancının bir çok âyette açıkça ifade edilmenin yanı sıra herhangi bir varlığın O’nun ulûhiyyetine ortak koşulmaması, sadece O’na kulluk edilmesi, ancak O’ndan yardım istenmesi ve O’na sığınılması (er-Ra‘d 13/36; el Kehf 18/110; el-Cin 72/20), şefaatin ancak Allah’tan beklenmesi ve O’nun izniyle gerçekleşeceğine inanılması (el-Bakara 2/ 255; Yûnus 10/3; ez-Zümer 39/44) emredilmektedir.
Câhiliye Arapları’nda belirtilerine rastlandığı gibi müşrikler ay, güneş ve yıldızlar gibi gök cisimlerine ulûhiyyet nisbet etmişlerdir (Cevâd Ali, VI, 50-61). Kur’an’da ise sözü edilen varlıklar ve oluşumların Allah’ın varlığını ve birliğini kanıtlayan belgelerden sayıldığı, bu varlıklara değil onları yaratan ve yöneten Allah’a secde etmenin gerektiği bildirilmiştir (Fussılet 41/37). Müşrikler duyularla idrak edilemeyen cin ve melek gibi varlıklara da ulûhiyyet izâfe etmiş, bunları Allah’a ortak koşmuş, O’na oğullar ve kızlar nisbet etmiştir (a.g.e., VI, 706-724). Kurân-ı Kerîm, Cenâb-ıHakk’ın bu vasıflardan münezzeh olduğunu bildirmiştir (el-En‘âm 6/ 100-101). Müşriklerin ulûhiyyet nisbet edip tapındıkları varlıkları cismen temsil eden putlar da şiddetle reddedilmiştir.[28]
Müşrikler putlara kendilerini Allah’a yaklaştırmaları (ez-Zümer 39/3), Allah katında şefaatçi olmaları (Yûnus 10/ 18) için taptıklarını ve atalarının da aynı yolu izlediğini söylüyordu (en-Nahl 16/35; ez-Zuhruf 43/20-22). Müşriklerin durumunun tasvir edildiği âyetlerde şirkin küfür olduğu belirtilmekte (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/151); Ehl-i kitap, Sâbiîler, Mecûsîler ve müşrikler küfre düşen gruplar diye sıralanmaktadır (el-Hac 22/17; el-Beyyine 98/1, 6).
Yahudilerin Üzeyr’i, hıristiyanların Mesîh’i Allah’ın oğlu saymaları (etTevbe 9/30) ve Mesîh’e ulûhiyyet nisbet etmeleri küfür olarak nitelendirildiği gibi Hz. Îsâ’nın kavmini sadece Allah’a kulluk etmeye davet ettiği ve O’na ortak koşanlara cennetin haram kılınacağı yönünde uyardığı belirtilmek suretiyle (el-Mâide 5/ 72) bu tür inançların şirk niteliği taşıdığına ve zevcesi olmayan yüce yaratıcıya evlât nisbet etmenin aklıselim ile bağdaşmadığına dikkat çekilir (el-En‘âm 6/101).
Kur’an’da müşriklerin atalarını taklit ederek akıllarını kullanmamaları, zannî bilgilerle hareket etmeleri, yalan söylemeleri (Yûnus 10/66; ez-Zümer 39/60), peygamberlerle ve inananlarla alay etmeleri (Hûd 11/38; Yâsîn 36/30), kendilerine yapılan tebliğe karşı büyüklük taslamaları (es-Sâffât 37/35; el-Câsiye 45/8-11), eleştirildikleri konularda atalarını taklit etmeyi mazeret göstermeleri (el-Bakara 2/170- 171; Lokmân 31/21) gibi hususlar onların sosyopsikolojik özellikleri şeklinde belirginleşmektedir. Kur’an’a göre şirk Allah’ın asla bağışlamayacağı en büyük günah, doğru yoldan sapma (en-Nisâ 4/48, 116) ve büyük bir zulümdür (Lokmân 31/13).[29]
Allah’a şirk/ortak koşmak; ya bizatihi yaratmada, kâinatı idare etmede O’na denk bir güç, eş, ortak kabul etmek ya da Allah’tan başkasının helâl ve haram koyma yetkisine sahip olduğuna inanmak şeklinde olur.
Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) buyurdular ki:
عَنْ طَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ كَرِيزٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : وَأَفْضَلُ مَا قُلْتُ أَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ
" Ben ve benden önceki peygamberlerin en önemli ikrar ve çağrısı, "bir olan, eşi-ortağı bulunmayan Allah'tan başka tanrı yoktur" sözüdür."( Muvatta Kur'an 32, Hacc 246 ; Tirmizî, Deavât 122.)
Şirk, Allah Teâlâ'ya has olan sıfatları, ondan başkasına nisbet etmek demektir. Bir başka ifade ile ubûdiyet statüsünü ulûhiyet statüsüne karıştırmaktır. Yaratılmışı, yaratıcı konumuna çıkarmaktır. Yani şirk, Allah'ı inkâr etmek değil, O'nu kabul etmekle beraber, bazı nesneleri, kavramları O'na eş ortak kılmak demektir. Bu açıdan bakıldığında görülür ki, ebediyyen lanetlenmiş olan Şeytan da Fıravn da Allah'a inanıyorlardı. Ancak Şeytan Allah emri karşısında istikbar ediyor, Fıravn ise, kendisini Allah yerine koyuyordu. [30]
Şirk, ulûhiyyetin hususiyetlerinden birini müstakil olarak, bir başkasına tanımaktır. Bu durum, Allah'a şirk koşulan varlıkların, Allah'a müsâvî tutmak, onları bir takım yan tanrılar saymak, yaratmada dahli olmayan şefaatçiler sanmak, ibadete hedef olmadığı halde Allah gibi emir ve yasaklan yerine getirilmek, yaratıklar üzerinde tam bir hüküm sahibi kabul etmek ve Allah'ı sever gibi onları sevmek suretiyle olabilir. Neticede bütün bu davranışlar şirktir. [31]
İsmail Lütfi Çakan şirki iki bölümde değerlendirir:
1- İlkel şirk [32]: Şirk, peygamberlerin karşısına putperestlik olarak çıkmıştır. Bu sebeple puta tapıcılık ilkel şirktir. Zira putperestler, taştan, tahtadan yonttukları putları, Allah katındaki şefaatçıları olarak niteliyor ve onlara tapınıyorlardı. Bazıları da şirkte kendileri için izzet arıyor, şeref olsun diye putçuluk yapıyorlardı. (Meryem, 19/81) İlk örneklerine Hz. Nuh döneminde rastlanan puta tapıcılık, zaman içinde varlığını sürdüredursun, bir yandan da yeni şirk çeşitleri ortaya çıkmıştır. Ateşe tapınma, insana tapınma, aya yıldıza tapınma.. Günümüzde ise şirk, sistemleşmiş, ilkeselleşmiş ve kavramsallaşmıştır.
2- İlkesel şirk [33]: “Günümüz insanı bugün bazı kavramları, ilkeleri ve sistemleri, tartışılmaz, eleştirilmez, sadece gereği yerine getirilir ve önünde boyun eğilir konumda görmekte, öyle algılamakta ve uygulamaktadır. "Yaptığından sorumlu tutulamayan" yegâne kudret sahibi, Allah Teâlâ iken, çağdaşlık, demokrasi, laiklik, teknoloji gibi bazı düşünce, kavram ve sistemler böylesine bir tartışılmaz ve dokunulmaz konumda görülüyorsa, işte bu noktada yeni bir şirk türü ile karşı karşıyayız demektir. Bu ilkesel, sistemsel ve kavramsal şirktir. Müşrik, putunu kendi yapar, kendi tapar. Putları yontup isimlendirenler ile, bazı kavramları icad edip putlaştıranlar arasında tam bir amaç ve eylem birliği bulunmaktadır. Şu ayet herhalde günümüzdeki çağdaş şirk türünü ve ona sahip çıkmaya çalışanları uyarmaktadır:
أَتُجَادِلُونَنِي فِي أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَآؤكُم مَّا نَزَّلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ
"Haklarında Allah'ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler konusunda benimle mi tartışıyorsunuz?" (Araf, 7/71; Yusuf,12/40; Necm, 53/23)
Şirk böyle ya da başka şekillerde tasnif edilmeye çalışılsa da şunu hiçbir zaman unutmayalım ki, “Şirk Unsurları ve Konuları” belli sayı ve sınırlarla listelenemez, her an farklı bir yapıda karşımıza çıkabilir. Aslında şirk yeni değildir ancak şirke alet edilen araçlar ve kişiler değiştirilir. Efsanevi anlatımlarla yüceltilir ve insanların zihinlerini uyuşturmak için makyaj yapılarak çekici ambalajlarda sunulur. Bu da tevhid bilincinden habersiz olan kişi ve kitleleri hipnoz eder.
“Şirk Nasıl Meydana Gelir?”
1- Yüce Allah’ın eşi-benzeri, ortağı, oğlu, Allah’a eşit kuvvetler icat etmek, yardımcısı ya da bir başkasına muhtaç olduğunu gizli ya da açıkça savunmak. Allah’ın yalnızca kendisinde var kabul ettiği özelliklere başkalarını ortak koşmak şirktir, yani sınırsız görme, işitme, gaybı bilme vs. özelliklerine başkalarını da ortak etmek. Allah’ın zatının ete-kemiğe bürünüp bazı kişilerin kılığına girdiğini iddia etmek de apaçık bir şirktir. (Zuhruf, 43/15) .
2- Kâinatın ve toplumların işleyiş-yaşayış kurallarını ancak Allah belirler. Onun dışındaki herhangi bir kişinin tespitlerini zaman üstü kabul etmek doğrudan şirk kapsamına girer. Sorgulanamaz ilan edilen her şey aslında Allah’a ortak ilan edilen suni bir tanrıdır. Yüce Allah’ın değil de başkalarının emir ve yasaklarına göre hayat sürmek ve Allah’ın ölçüleri varken ataların izinden gitmek onlar için yaşamaktır ve kim kimin için yaşıyorsa onun kulu olmuştur.
أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
“Dikkat edin, yaratmak da, emretmek (emir ve idare) de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.” (A’raf, 7/54, Enbiya, 21/23).
3- Ay, güneş ve yıldız gibi varlıkların insanların kaderlerine etki ettikleri, bu varlıkların gizili güçleri olup ölümümüze, doğumumuza vs. karar verdiğini iddia edenler yine müşrik olmuşlardır. Bu varlıklar Allah tarafından yaratılmış ve yasalara bağlanmışlardır. İnsana hizmet etmek için var olan bu gök cisimlerine kurbanlar sunmak, bazı hayvanları kutsamak olanda uğur ya da uğursuzluk aramak ve onlara yalvarmak akıl alır gibi değildir. (Hac, 22/65, İbrahim, 14/32-34) Allah gökleri ve yeri faydalanalım diye yaratmıştır, onlara kulluk edelim diye değil. (Fussilet, 41/37, Nahl, 16/3-22).
4- Yalnızca Allah’ın yapabileceği eylemleri bir başkasından beklemek de şirke düşürür. Ölüleri diriltmek, dualara cevap vermek, olağan dışı yollarla birilerinin çarpabileceğini ya da kurtarıcılık yapabileceğini iddia etmek şirktir. Yine Allah’ın söylemediklerini söylemiş göstermek de şirki doğuran bir iftiradır. (A’raf, 7/191- 198, Al-i İmran, 3/78 ve En’am, 6/93) (Bu şirki işleyen ile Allah hesaplaşacağını söylemektedir: Mü’minun, 23/117).
5- Allah’ın özelliklerini ya da sıfatlarını Allah’a yakın varlıklarda varsaymak, Allah’ın birilerine sadece kendisine ait yetkileri verdiğini kabullenmek, Allah’tan başka şefaatçiler ve günahları affeden başka varlıkların olduğuna inanmak, Allah’ın birilerini kayırdığını-imtiyazlar verdiğini dolayısıyla kurtarıcılık, yardım vs… yapabileceklerini kabul etmek şirke bulaşmaktır. (Hac, 22/71-72).
6- Mezhep, fırka, kilise, cemaat ve tarikat liderlerini ve bu kuruluşlara ait neşriyatı kutsal saymak, bu kurumları büyütmeyi amaç kabul etmek, kurtuluşun bu kurumlara bağlanmakla mümkün olabileceğini kabul etmek, ümmet içerisinde tefrikalaşmayı sağlayıp bulunduğu kurumun adını “Müslüman” kimliğinin önüne geçirmek gibi tavırlar Allah’ın kitabının ve ilkelerinin gölgelenmesine neden olduğu için ve kendini Rab yerine koyma gibi algılanacağından şirke götürebilir. (Mü’minun, 23/52-56, Rum, 30/31-32, En’am, 6/153, 159, Al-i İmran, 3/102-105).
7- Kişinin Allah ile arasına aracılar koyması tartışmasız şirke götürür. (Yunus,10/18; Zümer,39/3) Bu durumda kişi artık Allah’ın rızasını aramayıp aracıları razı etmek için uğraşmaktadır ve Allah ikinci plana itilmektedir. Zamanla Allah’ın sıfatları ve özellikleri aracılarda görülmekte ve masum zannedilen bu yanlışlık diğer varlıkları tartışmasız kutsallar olarak düşündürmektedir ve nihayet aracıların Tanrı olduğu iddiası kendiliğinden oluşmaktadır.
8- Allah’ın salih kullarının mezarlarından medet uman, onlara yalvarıp yakaran, onları kutsayan, öldükten sonra yine insanların ihtiyaçlarını karşıladıklarına inanan ve yine onların bizleri duyduklarını zanneden kimseler de şirke kaymaktadır. (Ahkaf, 46/4-6, En’am, 6/63-64).
Kızını ateşten kurtarma garantisi veremeyen peygamberimiz, müritlerini cennete sokacağını söyleyen şeyhleri görseydi acaba ne derdi ?!
يَا فَاطِمَةُ، أَنْقِذِي نَفْسَكِ مِنَ النَّارِ، فَإِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللهِ شَيْئًا، غَيْرَ أَنَّ لَكُمْ رَحِمًا سَأَبُلُّهَا بِبَلَالِهَا»
" Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir şey yapamam, Allah'ın azabından kurtaramam!..." (Buharî, Vesâyâ 11; Tefsir (26) 2; Müslim, İman 348-352.)
فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً
“Kim Rabb'ine kavuşmayı umuyorsa, artık sâlih bir amelde bulunsun ve Rabb'ine ibâdette hiç kimseyi şerik kılmasın (ortak tutmasın)"(Kehf,18/110).
Bu âyette geçen, ibâdette Allah'a şirk koşmaktan gaye, ibâdette ihlâslı ve samimi olmamak, Allah'ın rızasının dışındaki riya, gösteriş ve benzeri menfaat duygularını taşımak demektir.[34]
Hadis-i şerifte ise Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( مَنْ مَاتَ وَهُوَ يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ نِدًّا دَخَلَ النَّارَ، وَمَنْ مَاتَ وَهْوَ لاَ يَدْعُو لِلَّهِ نِدًّا دَخَلَ الْجَنَّةَ )) [ رواه البخاري ومسلم]
"Her kim, Allah'ın dışında birisine yalvarıp yakararak O'na eş koşar bir halde ölürse, cehenneme girer.Her kim de Allah'ın dışında birisine yalvarıp yakararak eş koşmaz bir halde ölürse, cennete girer." ( Buhârî, hadis no: 4497, Müslim, hadis no: 92 )
( إِنَّ أَخْوَفَ مَا أَتَخَوَّفُ عَلَى أُمَّتِي الْإِشْرَاكُ بِاللَّهِ ، أَمَا إِنِّي لَسْتُ أَقُولُ يَعْبُدُونَ شَمْسًا وَلَا قَمَرًا وَلَا وَثَنًا ، وَلَكِنْ أَعْمَالًا لِغَيْرِ اللَّهِ ، وَشَهْوَةً خَفِيَّةً )
Hz.Peygamber: "Ümmetim için en çok korktuğum şey, Allah'a şirk koşmaktır.Ama dikkat edin; Ay'a, Güneş'e veya puta tapacaklar, demiyorum. Fakat Allah'ın rızasının dışındaki gayeler için harekette bulunacaklar ve gizli şehvet, yani riyâ ve gösteriş duygularını taşıyacaklar (demek istiyorum) (Bu da onlar için Allah'a bir nevi şirk koşmak olacak.)" (İbn Mâce, Zühd, 21,H.No:4205).
Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed (s.a.v) de, şirki helâk edici büyük günahların başında saymıştır: Bu hususu belirten bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(( اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ. قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ! وَمَا هُنَّ؟ قَالَ: الشِّرْكُ بِاللهِ وَالسِّحْرُ وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ وَأَكْلُ الرِّبَا وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصِنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ.)) [ متفق عليه ]
“Helâk edici yedi şeyden sakının: Allah'a şirk (ortak) koşmak; Sihir (ve büyücülük gibi göz boyayan, aldatıp oyalayan şeyler)le meşgul olmak; Allah'ın harâm kıldığı cana haksız yere kıymak; Yetim malı yemek; Savaş alanından kaçmak; Faiz yemek; İffetli, namuslu, suçtan beri, mü'mine kadınlara zina isnâd etmek." [35]
“Dinlerin varoluş nedeni ve peygamberlerin gönderiliş amaçlarından en önemlisi şirk ve sömürünün ortadan kaldırılmasıdır. Şirk ve sömürü birbirini tamamlayan mekanizma ve uygulamadır. Başka bir deyişle şirk ve sömürü, aynı gerçekliğin farklı izdüşümleridir.
Dindar bir toplumda sömürünün beslendiği en önemli kaynak şirktir. Tevhid dinini hâkim kılmayı amaçlayan peygamberlere karşı çıkışın en önemli nedeni, toplumun maddi ve manevi kaynaklarını sömüren “mütegallibe” ve “ekâbir” güruhunun bundan mahrum kalma güdüsüdür.
Dolayısıyla tevhid, Allah’ı birlemek anlamının ötesinde, insanı ve toplumu içsel (enfüsi) ve dışsal (afaki) bir biçimde sömüren anlayış, mekanizma ve uygulamalara karşı duruşun bir ifadesidir. Aslına bakılırsa tevhid, yeryüzünde toplumsal, iktisadi ve siyasi adaletin tecellisidir. Bir toplumda şirkin ortadan kalkması demek, o toplumun zihni ve kalbi düzeyde Allah’ı birlemesi anlamına gelmez. Şirk, toplumda sömürünün tasfiyesi ve adaletin temini ile ortadan kaldırılacak bir ameliyedir.”[36]
Dikkat edilirse Hz. Peygamber İslam Dinini tebliğ etmekle görevlendirildiğinde ilk ve en çok vurguladığı nokta “Lâilâhe illellâh/Tapılacak hiçbir ilâh yoktur, Allah’tan başka!” sözü ile dile getirilen tevhit/Allah’ın eşsizliğini kabul etmek olmuştur. “Lâilâhe illellâh” şeklinde ifade edilen Kelime-i tevhitte, olumsuzluktan olumluya doğru bir gidiş söz konusudur. Önce zihinlerdeki bütün ilâh kavramları ve algılarını siliyor; tabir caizse zihinleri formatlıyor, siliyor, tertemiz hale getiriyor; sonra da o bomboş, tertemiz zihne, “Allah” yazdırıyor, yerleştiriyor. “Tapılacak hiçbir ilâh yok, yalnız Allah var.” Bu ifade son derece anlamlı ve önemlidir. Tabiî ki bu bilgiyi getiren haberciye de inanmak gerekiyor. Aksi takdirde tevhit gerçekleşemez. Onun için kelime-i tevhit “Muhammedun rasûlullah/Muhammed O’nun elçisidir.” ifadesi ile tamamlanmaktadır.
Mekke müşrik toplumu Allah ve rab kavramlarını biliyor ve kullanıyordu; fakat, O’na ortak koşuyorlardı. Kavramlar tek başına bir şey ifade etmez; önemli olan o kavramların sizin zihninizde nasıl bir anlam çağrıştırdığıdır. Allah ve rab kavramı Mekke müşrik toplumunun zihnine tevhidi çağrıştırmıyordu. Yegâne gücü Allah’a atfetmiyor, taleplerini doğrudan değil, putları aracılığıyla ulaştırıyor ya da böyle inanıyorlardı. Allah’ın kutlu elçisi peygamberlikle görevlendirilip davete başladığında bütün bu algılarının yanlış olduğunu, tek ve sonsuz gücün sadece Allah’ta olduğunu, kafalarındaki bütün ilâh algılarını silmeleri gerektiğini söylüyordu.
Tevhid, sadece Allah’ın bir olduğunu söylemek değildir. Allah’ın bütün mükemmel sıfatların sahibi ve bu sıfatlarda eşsiz olduğunu kabul etmektir.”[37]
Şu nokta üzerinde düşünmemiz gerekiyor ki;
Cahiliye döneminde, şirkin ve küfrün elebaşları olan Ebu Cehiller ve Ebu Leheb’ler de kâinatın yaratıcısı, rızık veren, yağmuru yağdıran, göklerin ve yerin Rabbinin Allah olduğunu kabul ediyorlardı. (Ankebût Suresi, 29/61; Mü'minun Suresi, 23/84-87.)
Onları müşrik yapan şey; Allah’ın hükümlerinin bazılarını reddetmeleri, malında, ticaretinde, evinde, siyaset ve yönetiminde Allah’ın emir ve yasaklarını, otoritesini kabul etmemeleri idi. Aynı şekilde ehli kitap da Allâh’ın yeryüzünü yarattığını kabul ediyor fakat O’na oğul isnat ederek helal-haram kılma yetkilerini din adamlarına vererek şirke düşmüşlerdir. Kur’an-ı Kerim onların bu halini şöyle anlatır:
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ
“Andolsun ki onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?’ diye sorsan ‘Allah!’ derler" (Ankebût Suresi, 29/61.)
قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ
“Andolsun ki onlara ‘Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?’ diye sorsan ‘Allah’a aittir’ derler. “(Resulüm!) Onlara “Yedi kat göklerin Rabbi, azametli arşın Rabbi kimdir?” diye sorsan, ‘Allah’tır’ diyecekler.” (Mü'minun Suresi, 23/84-87.)
YA BUGÜN?
İslâm tarihinde Müslümanlar arasında apaçık şirke düşen gruplar bulunmamakla birlikte dolaylı şirk sayılan, tevhid inancını zedeleyerek şirke kapı açan telakkilere rastlamak mümkündür. Bir müslümanın Allah’tan başka varlıklara karşı duyacağı sevgi ve saygı yaratılmışlık sınırlarının ötesine geçmemelidir. Naslardan çıkarılan ve müslümanlar tarafından benimsenen inanç prensiplerine göre hiçbir insan peygamber derecesine çıkamaz; peygamberlere bile insanüstü bir özellik nisbet edilemez; sadece Allah’a gösterilebilecek tâzim ve hürmet başka hiçbir şey veya kimseye gösterilmez. Başta peygamberler olmak üzere Allah katında makbul olan sıddîklar, şehidler, sâlihler (en-Nisâ 4/69), insanların hüsnüzanda bulundukları velîler, hatta meleklerden hiçbiri (en-Nisâ 4/172; Yûnus 10/62-64) aşkın olma özelliği taşımaz. Kutsiyetin mecazi mânada da olsa insana izâfe edilmesi onda yaratılmışlık üstü güçlerin veya niteliklerin varlığını akla getireceğinden sakıncalı bulunmuştur.
Mahiyetleri itibariyle değil müslümanların hayatındaki fonksiyonları ve taşıdıkları hâtıralar bakımından bazı şeylere mecazi / itibarî bir kutsiyet atfedilebilmektedir. Nitekim Hz. Ömer Hacerülesved için, “Senin zararı veya faydası dokunmayan bir taş olduğunu biliyorum. Resûlullah’ın seni öptüğünü görmeseydim ben de öpmezdim” demiştir (Buhârî, “Hac”, 50; Müslim, “Hac”, 248-251; ayrıca bk. Topaloğlu v.dğr., s. 90-110).[38]
Şirke düşme sebeplerinin itikadî, psikolojik, sosyolojik ve hatta ekonomik boyutları üzerinde durulmuştur. Şirkin en önemli sebebi Allah’ın şanına yaraşır biçimde tanınamaması, tevhid inancının gerektiği gibi benimsenememesi veya korunamamasıdır. Dihlevî şirk konusuna psikolojik açıdan yaklaşarak insanların bazı şahsiyetlerdeki farklı halleri olağan üstü imiş gibi algılayıp onlara bir tür kutsiyet atfettiğini, zamanla ilâhî özelliklere sahip olduğuna inanır hale geldiğini ve insana saygıda aşırıya kaçıp şirke düştüğünü belirtir (Hüccetullâhi’l-Bâliğa, s. 127).
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır bazı müşriklerde iftiranın, bazılarında sapkınlığın öne çıktığına dikkat çekmiştir. Ona göre Ehl-i kitabın şirki sapkınlıktan çok iftira niteliği taşırken diğerlerinin şirki iftiradan çok sapkınlığın eseridir. Birincisi saygısızlıktan, ikincisi cehaletten kaynaklanmaktadır. Her ikisi de tövbe edilmediği takdirde Allah tarafından affedilmeyecektir. Şirkleri cehaletten kaynaklanan kimselerin ilmî ve aklî gelişmeyle şirkten vazgeç- meleri mümkün iken şirkleri saygısızlıktan kaynaklanan kişilerin ilmi arttıkça azgınlıklarının da artacağı ve iftiralarına devam edeceklerini ifade eder (Hak Dini, III, 1467-1468).
İnsanların şirke düşmelerinin önemli sebepleri arasında: Korku, şüphecilik, kibir, inat ve taklidin yanı sıra servet, makam ve şöhret gibi dünya nimetlerini hayatın tek amacı haline getirmeleri ve neticede şeytanın aldatıcı özendirmelerine kapılmaları da yer alır (İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 1875-1877).[39]
“Yeryüzünde kargaşa ve sömürünün kaynağı şirktir. Netice olarak şirk dediğimiz hastalık insanı zavallı, aciz bir hale getirip kendi gibilerinden medet umar duruma düşürmekte, insanın dünyasını ve ahiretini mahvetmektedir. Toplum içerisinde hiyerarşik bir yapı oluşturmakta ve sınıfsal farklılıklar meydana getirmektedir. Şirk Allah ile ilişkilerimizi bozduğu gibi toplumda din sömürüsü ağı oluşturmaktadır.
وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ ﴿٥﴾
Kimse Allah'ın ÜZERİNDE bir gücün varlığını iddia etmez, edemez, sorun Allah'ın YANINA başkalarını yerleştirmektir. Şirk, Allah'ın YANINA-YAKININA, Allah’ın DÛNU’na (Ahkaf, 46/4-6) birilerini koymak ve onlar aracılığı ile işleri halletmeye çalışmaktır.[40]
Tahrif edilen Hıristiyanlık ve Yahudilik önümüzde iken ve İslam ümmetinin bir kısmının da cehâlet, şirk ve hurafe bataklığında kıvranmasını müşâhede ederken bu gidişe sessiz kalmak, âtıl-kabuğuna çekilmiş bir şekilde bu felaketi uzaktan izlemek Allah katında büyük bir vebali gerektirmektedir. Allah sadece cumartesi yasağını ihlal edenleri değil sessiz kalanları da helak etmiştir. (A’raf, 163-167; Ayrıca, Zuhruf, 5, Hicr, 94 ve Hud, 113) Elimizde bulunan tüm iletişim araçları ve diğer imkânları kullanıp “Allah’ın dinini tanımaz hale getirenlerle mücadele” etmemiz asla erteleyemeyeceğimiz en hayâtî vazifemizdir.
Tevhidin zedelenmesi, tevhid inancının bir şekilde yara alması, şirke bulaştırılması sonucu ortaya çıkan sosyal kirlenmenin her çeşidini temizlemek için hangi peygamber olursa olsun, hep aynı noktadan, aynı çağrı ile işe başlamıştır: Tevhid telkini… Bugünün Müslümanları olarak bize düşen de şirk, küfür, nifaktan uzaklaşıp tevhid’e dönmek ve tevhid’e dönülmesi noktasında yoğun gayret göstermemiz gerekmektedir.
Allah’ın gönderdiği ve râzı olduğu İslâm’ı ciddiye almak ve günü, gündemi etkilemek, kirlenmenin (şirk,küfür,nifâk ve yabancılaşma) her türlüsünü toplumdan temizlemek, insanlığa yön vermek isteyenler, tevhid eksenli olarak düşünüp, inananlardan yana tavır almak, inananlara destek olmak zorundadırlar. Çünkü tevhid eri olan mü’min, yalnız başına bir erdem ve iyilik kaynağıdır. Dünya ve ahiret mutluluğunun olmazsa olmaz şartını yakalamış, Kur’ânî ifâdesiyle urvetu’l-vüska’yı (Bakara 2/ 256; Lokman 31/ 22) ele geçirmiş, kopmaz kulpa yapışmış demektir.
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى
“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.” (Zümer, 39/3) ilkesi, Müslümanın asla zihninden çıkarmaması gereken bir Kur’an gerçeğidir. “Halis”, katışıksız, tertemiz, dışarıdan müdahale edilmemiş anlamına gelir. Nitekim “halis süt” derken “su karıştırılmamıştır” demek isteriz. “Dinin Allah’a Halis kılınması” ise inancımızın bidatlerden, hurafelerden, şirkten ve küfürden arındırılmış halde olmasıdır. Şu halde şirk ile bulandırılmış, kirletilmiş din, halis/arındırılmış değildir, halis olmayan din de Allah’a ait değildir ve kurtuluş getirmez.
Rabbimizden son bir hatırlatma:
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ ﴿٣﴾
“Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru/halis din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele, doğru yola iletmez.” (Zümer, 39/3)
Yaratılmış ölümlü, sen yaratamazsın! Kendini Allah'a ortak koşamazsın!
Yazımızı Alper Selçuk’un 22.05.2009 da Sonsuz Ark’ta yayımlanan yazısından bir bölümle bitirelim:
“Yaratılmış ölümlü, yaratabilir misin? Buna gücün yeter mi? Ne kadar saygısızca bir iddia! Yaratmak ne, sen nesin? Anlatsana! Nasıl anlatacaksın yaratabileceğini? Yarattığını iddia ettiğin şeyleri mi örnekleyeceksin? “Yarattıklarım, yaratacaklarımın kanıtıdır” mı diyeceksin? Hadi bana bir masal daha anlat, ucu açık kibrinle süslediğin. Hadi gülümset beni, bir grip virüsüne yenilip yataklara düşen sen! Nâz yapmadan anlat, nasıl yaratacaksın?”[41]
Ahmet Hocazâde, 02.06.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
Takip et: @hocazadem
[1] Dr. Hamdi Kalyoncu , Yeryüzü Tanrıları/ Şirk Psikolojisi, Maridet Yayınları, Önsözü.
[2] Menderes Cengiz, Kur’an’da Şirk Kavramı, http://www.iktibasdergisi.com/kuranda-sirk-kavrami/
[3] Bakara, 2/165; En’am, 6/150; İsra, 17/39.
[4] Nahl, 16/74; Şuara, 26/98.
[5] Nisa, 4/117; Meryem, 19/88-93.
[6] En’am, 6/100; Kehf, 18/51-52; Saffat, 37/158,164.
[7] Rum, 30/32.
[8] En’am, 6/94; Ra’d, 13/33; Zümer, 39/3, 43-44.
[9] Ra’d, 13/14; Yasin, 36/75.
[10] Nisa, 4/137; A’raf, 7/37; Ra’d, 13/5; İsra, 17/98; Ğaşiye, 88/23.
[11] Bakara, 2/98; Hac, 22/44.
[12] Maide, 5/103.
[13] Ahzab, 33/57.
[14] Bakara2/160-161.
[15] Kaf, 50/24-25.
[16] İnşikak, 84/22
[17] Hac. 22/38.
[18] Tevbe, 9/12.
[19] Bakara, 2/19.
[20] Bkz. Nisa, 4/36; En’am, 6/14; Yunus, 10/105; Kasas, 28/87; Rum, 30/31.
[21] Tevbe, 9/28.
[22] En’am, 6/106; Hicr, 15/94.
[23] Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur'an'da ''Tevhid"e Delalet Eden Semantik Alanlar, EKEV AKADEMİ DERGİSİ c. III sy. 2 (Güz 2001),s.129. Ayrıca bkz.Fahreddin er-Râzi, et-Tefsir 'u 'l-Kebir ( Mefatihu 'l-Gayb ), Beyrut, tsz, Tefsir, XVI, 69; el-Kurtubi, el-Câmi'u li Ahkâmi'I-Kur'ân, Beyrut, 1988,VIII, 95; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, Beyrut, 1981, Il, 358.
[24] Daha geniş bilgi için bkz. Hasan Tahsin FEYİZLİ, Kur’an Perspektifinden Put Edinme ve Putlaş(tır)ma Psikolojisi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü DergisiYıl: 2015/1, Sayı:21,s.299.
[25] Mustafa Sinanoğlu, “Şirk”, DİA, 39/ 193.
[26] Zemahşeri, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer, Esasü’l-Belağa, Beyrut, 1992, s. 328.
[27] Mustafa Sinanoğlu, “Şirk”, DİA, 39/ 194.
[28] Mustafa Sinanoğlu, “Şirk”, DİA, 39/ 195.
[29] Mustafa Sinanoğlu, “Şirk”, DİA, 39/ 196.
[30] Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, “Asıl Mesele”, Altınoluk,1995 - Mart, Sayı: 109, Sayfa: 005.
[31] Yıldırım, Ulûhiyet, s. 285; Kılavuz, Saim, İman-Küfür Sınırı, İstanbul 1984, s. 60.
[32] İsmail Lütfi Çakan, a.g.m., s.5.
[33] İsmail Lütfi Çakan, a.g.m., s.5.
[34]Beydâvî, Envanu't-Tenzil ve Esranu't-Te'vîl, Mısır 1955, II, 14.
[35] Buharî, Vesâya, 23, Tıb, 48, Hudûd, 44; Müslim, İmân, 144; Ebû Davûd, Vesâya, 10; Nesâi, Vesâya, 12.
[36]Doç.Dr. Adem Çaylak, http://www.milatgazetesi.com/Maket-Kabe-ve-Kutsal-Pasta-Ile-Metalastirilan-Din/68756#.VUijMPntmko
[37] Prof. Dr. Cemal AĞIRMAN, “En Büyük Üç Günah: Şirk, Kürtaj ve Zina!”, https://agirman.wordpress.com/category/%E2%80%A2calismalar/%E2%80%A2hadis-yorumlari/page/2/
[38] Mustafa Sinanoğlu, “Şirk”, DİA, 39/ 197.
[39] Mustafa Sinanoğlu, “Şirk”, DİA, 39/ 198.
[40] http://www.hayatinsirri.net/belgeler/Kurana-Gore-Allaha-Es-Kosma-Sucu-ve-Tevhid-Esaslari..pdf
[41] SA465/AS43: Kavramlardaki Şirk/ Örtük Tanrılık İddiası; Yaratmak.
http://www.sonsuzark.com/2013/11/sa465as42-kavramlardaki-sirkortuk.html
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.