"Kâfire güvenimiz yoktur ve olmamalıdır da. İşlerimizi, kendimizi ve kardeşlerimizi onların merhametine(!) de bırakamayız. Küfrün şımarık, yılışık ve yapmacık iyi niyet göstergelerine de aldanamayız."
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
(Büyük Bir Zulmün İrtikâbı ve Ebedî Kaybediş)
مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ
"Allâh bir kimsenin içinde iki kalb yaratmamıştır." (Ahzâb, 33/ 4) ayet-i Kerîmesi, dini başka dünyası başka insanların, içinde bulundukları anlamsız ve anlaşılmaz hali, pek net bir şekilde reddetmektedir. Nasıl bir göğüste iki kalp birleşmezse, bir kalpte de iman ve küfür, tevhîd ile şirk, kabul ve red bir araya gelmez.
İslâm, yüce Allâh’ın tüm insanlığa gönderdiği dinin adıdır. Bu dinin peygamberi Muhammed Mustafa (sav), kitabı Kur’ân’dır. Allâh Teâlâ Peygamberi Muhammed aleyhisselamı, insanlığın yegâne kurtuluşu ve insan hayatının tamamını kuşatacak, küfrün, şirkin karanlığından İslâm’ın aydınlığına çıkaracak bir programla gönderdi.
Peygamber Efendimiz’in eğitimi İslâmi değerler eğitiminin özgün halini ifade eder. İslâm medeniyeti de kendine has değerleriyle gelişmiş ve şekillenmiş özgün bir medeniyettir. Başka ümmetlere benzememek esası, başkalarının değerlerine öykünmemek disiplinidir. Kendi özelliklerini yaşama ve koruma bu disiplinle sağlanır. Bu disiplin ise, bizden önceki milletleri helâk eden, kasıp kavuran inaçsızlık, küfür, şirk, nifâk, tahrîf, tuğyân gibi sapmalara karşı bizi uyandırır.
Mü'min olarak yaşamak ve mü'min olarak can vermek isteyenlerin küfrün/bâtılın karanlığında değil İslâm/hakk'ın aydınlığında hayat sürmeleri lazımdır. Müslüman şahsiyet, insan olma potansiyelini Kur’ân'la pratize edip dünyayı İslâm'a göre şekillendiren, küfür, şirk, nifaktan nefret edip uzaklaşan Müslüman olarak hayatta ve ayakta kalabilen insandır. Şu halde, insanın İslâm'a, İslâm'ın da kendisini hayata taşıyacak Müslüman şahsiyetlere ihtiyacı vardır.
Asrımız kendinden menkûl ve son derece tecrübeli pagan, mistik ve bâtınî anlayışların yanında materyalizmin, işgaller (maddi-manevi), tuğyân, zulüm ve haksızlığın, hevâ-hevesin ve şehvetlerin, maddeye esir olan tüketim çılgınlığının, merhamet kıtlığının, bid'at, aşırılık, fırkalaşmaların, münafıklığın, gayr-i müslimlere özenmenin ve her şeyin mübâh kabul edilmeye başlandığı ben-merkezci egoist bir anlayışın hâkimiyeti altındadır.
Ümmetin başsız kaldığı bir dönemde, cehaletin ve taklitçiliğin karanlığı içinden kurtulmaya çalışan insanların sevgi ve kardeşlik ile çevrili dünyalarını yeniden oluşturabilmeleri ise kuşkusuz ki yaşamlarını Kur’ân ve Sünnet’e göre yeniden düzenlemeleri ile mümkündür. “İslâm bir vadide, Müslümanlar bir vadide” diye de tanımlanabilen bir durum bu. İslâm’ın Müslümanlardan istedikleri ile onların kendileri için istedikleri arasındaki oluşan büyük farkın kapanması gerekmektedir.
Kaygan bir zeminde yaşadığımız şu günlerde tetikte durup, teyakkuz halinde yaşamak için savunma silahlarını kuşanmak, temiz kalmaya çalışmak, küfür, şirk, nifak gibi fıtrata aykırı, yok edici zulüm ve yabancılaşmalara karşı âzamî dikkat ve bunlarla kirlenmeme hassasiyeti taşımamız gerekiyor.
KÜFÜR VE ANLAMI
“el-Küfr” veya “el Kefr”, “Kefera” fiilinin masdarıdır. Çoğulu “Küffâr”“Kefera” ve “Kifâr” dır.[1] Sözlükte örtmek, gizlemek, nankörlük etmek gibi manalara gelen küfr (küfür-kefr-küfran)[2] masdarlarındaki farklılığa göre de değişik anlamlar kazanır. Kefr, örtmek, kapatmak anlamındadır. Bu anlamda gecenin karanlığına, çiftçinin tohumu toprağa gömme işlemine de “kefr” denilmektedir.
“Küfr” masdarı ise; sunulan nimeti örtmek, nankörlük etmek, kıymet bilmemek gibi anlamlar taşır. Küfür kelimesinin aslı lügatte imanın zıddı[3], küfran, setr-i nimet ve nankörlüktür. Bunun aslı da kefr olup mutlak anlamda bir örtme manasına gelir. Küfr, şükrün karşıtıdır. Allâh’ın nimetlerine karşı küfür, onları örtme ve inkâr etmedir.[4] Mü’min olmayanlara Allâh’ın (cc) nimetlerini örtüp gizleyerek yok saydıkları için kefr kökünden kâfir denmiştir[5]. Gece, bir şeyleri örtmesi ve gizlemesinden dolayı, kişi de başka bir kişinin hakkını yediği için ‘kâfir’ isimlendirmesini alır.[6]
Mecaz anlamda ise denize içindekileri sakladığı için, güneşi örttüğü için kara bulutlara, bedeni örttüğü için kalkana, büyük vadi ve ırmağa kâfir denir.[7] Çiftçiye de tohumları toprağa gömmesi ve üzerini kapatıp gizlemesi sebebiyle “kâfir” denmektedir.[8] Bu kullanıma da Kur’ân’da da yer verilmektedir: “Yağmurun yeşerttiği bitki, çiftçiye/küffâr sevinç verir.”( Hadid, 57/ 20.) Şükrünü eda etmeyi bırakarak nimeti örtmek veya gizlemeye de “küfrü’n nimeti” denmektedir.[9] Bu kök anlam doğrultusunda iman etmenin zıddına inkâr ve inkâr edene de kâfir denmesi, zulümle veya başka bir yolla hakkın örtülmesi yani kalbin örtülmesi dolayısıyladır;[10] çünkü küfrün en büyüğü ‘vahdaniyeti, şeriatı veya peygamberliği, kalpte doğrulukları bilindiği halde (zahiren) inkâr etmektir (cuhûd).[11]
Arapça kâfir veya Farsça gebrden (ateşe tapan) alınıp Türkçe'de kullanılan gâvur kelimesi de inanmayanı ifade etmektedir.[12]
Kur’ân-ı Kerîm'de küfür kavramı kök halinde 41 yerde geçmekte olup, bunun yanında çok sayıda ayette aynı kökten türemiş fiil ve isimler bulunmaktadır (M. F Abdülbaki, el-Mu'cem, "kfr" md .) Kur’ân'da cahd (bilerek inkâr etmek), işrâk (ortak koşmak) ve tekzîb (yalancı kabul etmek) kavramları da küfür manasında kullanılmış, ayrıca tuğyân (haddi aşmak, azmak), zulm (haksızlık etmek, yersiz hareket etmek), ism (günah işlemek) ve fısk (belli bir sınırı aşmak, hak yoldan ayrılmak) kavramlarına küfrü ve inanmayanları nitelemek için yer verilmiştir.[13]
Istılâh olarak küfür, iman edilmesi gereken şeylerden birini veya hepsini kabul etmemektir. Şer’i olarak küfür kavramı, imanın tam zıddı olarak kullanılır. Allâh’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda peygamberi tasdik etmemek ve ona inanmamaktır[14]. Bir başka deyişle küfür, Hz. Peygamber’i ve O’nun Allâh’tan getirdiği kesinlikle sabit olan şeyleri yalanlamak veya tevatür yoluyla bize ulaşmış bulunan hükümlerden birini ya da bir kaçını inkâr etmek demektir[15]. Küfür; İslâm terminolojisinde, kendisi olmadan imânın tamam olmayacağı şeyi inkâr etmektir. İmân aklın çağrısına cevaptır, küfür ise bu çağrıyı önemsememektir.
Bir insanın mü’min olması kelime-i şehâdetin muhtevasına inanmasıyla gerçekleşirken, bu ilkeyi tamamen veya kısmen inkâr etmesi de onu küfre götürür. Ancak Kur’ân’da yer alıp sahih hadislerde açıklanan iman esasları, sadece altı esastan ibaret değildir. Dinden olduğu kesin biçimde kanıtlanan itikadî, amelî ve ahlakî hükümlerin dini oluşunu reddetmek, bunların farz, helal veya haram statüsünde bulunduğunu inkâr etmek de kişiyi küfre sevk eder.[16]
İman, bölünme kabul etmediğinden dinin bir kısım hükümlerini kabul bir kısmını inkâr küfür olarak belirtilmiştir. Allâh (cc): “Onlar, Kitab’ın bir kısmına inandık, bir kısmını da inkâr ettik derler. Onlar gerçek kâfirlerdir”[17] buyurarak imanın bütünlüğüne dikkat çekmiştir. Dinin bir kısmını inkâr edenlerin tam bir küfür içinde olduklarını belirtmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlu sırasında küfür kelimesi, örtmek, gizlemek nankörlük, bir hakkı gizlemek, Allâh’a isyan, O’nun ayetlerini inkâr vb. anlamlara gelmekteydi. Fakat kelime Kur’ân’ın kullandığı özel kavram ağı içinde kalınca özel bir anlam kazanmıştır. İslâm öncesi dilde kullanıldığı manadan çok farklı bir alana taşınarak, Allâh’a iman merkezi etrafında konuşlanan çok önemli bir düşünce ağının anahtar kavramları arasına girmiştir. Bu semantik alanda artık küfür basit bir nankörlük olmaktan çıkıp Allâh’ın (cc) yaptığı iyiliğe, O’nun verdiği nimete karşı bir nankörlüğe dönüşmüştür. Böylece küfür, insanın doğru yol yerine bâtıl yola gitmesinin bir sonucu ve büyük bir zulmün irtikâbı manasına bürünmüştür.[18]
Dediğimiz gibi küfür kelimesinin asıl manası örtmek ve gizlemek iken, bu kelime âhirete inanmadıkları için ırkçı ve seküler bir toplum oluşturan, sadece malına ve toplum içerisinde elde ettiği makama güvenen, beşeri ve ilahi hiçbir otoriteye şükretmek istemeyen mütekebbir kişilerin ruh hallerini yansıtan bir kelime olmuştur[19].
Kur’ân-ı Kerîm’de küfr kelimesi ve türevleri yaklaşık beş yüz elli kez kullanılmakta ve değişik ayetlerde birçok manaya gelmektedir. Küfür kelimesi Kur’ân’da imanın zıddı olarak[20], büyük günah olarak[21], Hıristiyanların şirki olarak[22], şükrün zıddı olarak[23], putları inkâr olarak[24], nimeti inkâr olarak[25], ayetleri inkâr olarak[26] Allâh’ı ve Rasülünü inkâr olarak[27] kullandığı gibi minnet etmemek, iyiliği görmezden gelmek[28] örtmek, kapamak,[29] farzları terk etmek[30] uzak olmak ve beri olmak[31] anlamlarında da kullanılmıştır.
“Kur’ân’da küfür kelimesi mutlak olarak söylendiğinde imanın zıddı olan inkâr anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de en çok Allâh’ın birliğini, yüceliğini, peygamberi ve onun getirdiklerini inkâr etmek anlamlarında küfür ve türevleri kullanılmıştır. Söz konusu karşıtlık alt kavramlarda da görülür. Şükür, birr, takva gibi kavramlar da küfrün karşıtları olarak kullanılır.
Kur’ân-ı Kerîm, iyiliklerin kaynağında imanı görürken kötülüklerin kaynağında da küfrü görmektedir[32]. Yani iman hiçbir kötülüğün kaynağı olmazken küfür de hiçbir iyiliğin kaynağı değildir. Bu sebeple birinin kötülük işlemesi arızi bir durumdur, kalıcı değildir. Mü’min, yaptığı kötülüğü iyi görmez ve farkına vardığında da tövbe eder. Halbuki imanı olmayanın yaptığı kötülük, onun kalıcı vasfı ve parçasıdır. Kâfirlerin kötü fiil işlemeleri ve inkârları fiziki kusurdan değil kalplerindeki bozukluktan kaynaklanmaktadır. Kâfirlerin kalplerinin katılaşmasına sebep ise yine kendi işledikleri kötü fiillerdir. Böylece kâfirler bu kısır döngü içinde bocalarlar.”[33]
Küfür kalben olduğu gibi söz ve davranışla da olabilir. Her hangi bir zorunluluk olmadığı halde diliyle insanı küfre götürecek bir söz söyleyen, inanılması gereken şeyleri küçümseyen onlarla alay eden yahut imanla bağdaşmayan işleri yapanlar da kâfir olur. Ancak ölüm tehdidi karşısında bulunan bir kimse gönlü imanla dolu olduğu halde canını kurtarmak için istemeyerek küfrü gerektiren bir söz söylerse dinden çıkmış olmaz.[34]
Ragıb el-İsfehani, “Allâh’ın vahdâniyetini, nübüvveti veya şerîatın bir kısmını veya tamamını inkâr eden kişiyi”[35] kâfir olarak tanımlamaktadır. İbn Hazm ise, şeriata göre bir kişiye küfürle itham edilmesi için o kişinin Allâh’ı, Peygamberlerden birini, Kur’ân-ı Kerîmin doğruluğunu veya Hz. Muhammed’in getirdiğini inkâr etmesi ya da küfür olarak bilinen bir ameli yerin getirmesi gerektiğini ifade etmiştir.[36]
İbn Kayyim el-Cevziyye; Hz. Muhammed’in getirdiği ilmî veya amelî herhangi bir şeyi bilerek inkâr etmeyi küfür saymaktadır.[37] El-Sâdi ise, küfrün, kişinin Hz. Muhammed’in getirdiğinin hepsini ya da bir kısmını inkâr etmesiyle sınırlı olduğunu söylemiştir[38],[39]
En büyük küfür Allâh’ı, vahdâniyetini, Peygamberleri veya şerîatı inkâr[40] etmektir. Küfrün özü Allâh’a karşı ihlallerde bulunmak olup, bu ihlalleri kasti veya gayr-ı kasti olarak yapmaktır. Kur’ân-ı Kerîmi değersiz görme, puta tapmak, Hıristiyanların bayramlarında onların kıyafetlerini giyerek kiliseye gitmek, onların yaşayışlarını taklit etmek veya ibadetleri inkâr etmek küfür örnekleridir.[41] Bunların hepsini inkâr eden kişi de kâfir olarak isimlendirilmiştir.
İbn Teymiyye ise; Müslümanların küfrü ister iman edilen şeyin zıddına inanmış olsun, ister imanın aksine konuşsun veya isterse hiçbir şeye inanmasın, bu durumların iman yokluğunun bir göstergesi olduğunu kabul etmişlerdir.[42] İbn Teymiye kitabının başka bir yerinde kişi Allâh ve Resulüne imanı yalanlaması, şüphe duyması ya da kibir beslemesinden dolayı reddetmesi küfür anlamına gelir. Ayrıca küfrün en büyüğü yalanlamaktır ve peygamberlerin doğru olduğunu bildiği halde inkâr etmektir[43].[44]
Küfür, Kur’ân-ı Kerîmde belirtilen ilk günahtır. Bunu biz daha Kur’ân’ın ilk ayetlerinde görebiliriz.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾
“Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler” (Bakara 2/6)
Küfür büyük günahların başında olup ondan daha büyük bir günah yoktur.[45] Ez-Zebidi, Tâcul-arûs adlı kitabında küfrü, dört tür olarak ele alır. Bunların birincisi inkâr küfrüdür ki Allâh’ı tanımamak ve kabul etmemektir. İkincisi Cuhûd küfrü, üçüncüsü inat küfrü ve son olarak dördüncüsü nifak küfrüdür. Kıyamet gününde Allâh karşısına bu küfürlerden herhangi biriyle çıkma durumunda olanlar affedilmeyecektir. Çünkü şirk dışında her şeyin affedileceği vaat edilmiştir.[46]
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
“Gerçek şu ki, (Allâh'ı, peygamber'i, Kur'ân'ı) inkâr edip kâfir olarak ölenlerin üzerinde Allâh'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti vardır.” (Bakara,2/161)
وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ
“Kâfirler güdülen hayvanlara benzerler. Çobanın çağırıp bağırmalarından başka bir şey anlamazlar. Sağır, dilsiz ve kördürler.” (Bakara, 2/171)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ
“(...) Allâh'ın âyetlerini inkâr edenler var ya, onlar için şedîd bir azâp vardır.(...)” (Al-i İmran, 3/4)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئاً
“Kâfirler var ya, onlara ne servetleri, ne de çocukları kendilerine asla fayda sağlamayacaktır.” (Al-i İmran, 3/116)
وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِّأَنفُسِهِمْ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُواْ إِثْماً وَلَهْمُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
“Kâfirler var ya onlar, verdiğimiz fırsatların, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu fırsatları daha da suçları artsın diye veriyoruz. Hem sonra onları aşağılık yapacak azâp vardır.” (Al-i İmran, 3/178)
Nasslarda geçen her küfür kavramı dinden, ümmetten çıkmaya delalet etmez. Çünkü bazen küfür kavramı inkâr anlamında gelir ki ibadetlerini eksik yapan ya da günahkâr olanları kapsar. Ancak Allâh’ı inkâr etmek durumunda küfür kavramı dinden çıkmayı ifade etmek için kullanılır.[47] Dinde herkes tarafından küfrün aslının, Allâh’ın indirdiği kitapları, Peygamberleri ve peygamberlerin getirdiği emirleri (vahiyler) kasten yalanlamak olduğu bilinir[48].[49]
KÜFRÜN TÜRLERİ ve HÜKÜMLERİ[50]
Küfür, Kur’ân-ı Kerîm’de; kefere, keferû; kâfir(ûn), küffâr, kefûr, küfrân, keffâre gibi farklı türevleriyle geçmektedir. Küfr kelimesi Kur’ân’da nekre (küfr) ve marife (el-küfr) olarak zikredilmiş ve çoğunda toplumsal özellik olarak anılmış, bir kısmında ise fertlere referansla kullanılmıştır.[51]
Bu bağlamda bazı ayetlerde, küfrün insan tabiatının meyledebileceği bir özellik olduğuna;[52] bazılarında ise fert ve toplumların kendi eylemleri sonucunda meydana getirdikleri bir hâl olduğuna işaret edilmektedir.
Genel olarak Kur’ân’da küfür’ün kullanıldığı anlamları ve geçtiği yerleri şu şekilde sıralayabiliriz:
• İmanın zıttı;
فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ
“İçlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti.”( Bakara 2/253.)
• Şükrün zıttı;
وَمَن يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ
“Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük (küfür) eden de bilsin ki, Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir”( Lokman 31/12.)
• Nimeti inkâr etmek;
فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللّهِ فَأَذَاقَهَا اللّهُ
“Allâh’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler.”( Nahl 16/112.) Nimetleri inkâr etme (mübalağa şeklinde); “Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allâh’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Gerçekten insan, çok nankördür.”(Hac 22/66.) “Nankörlük ettikleri için onları böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız?”( Sebe 34/17) “…Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir.”( Hucurat 49/7.) “Gerçekten insan apaçık bir nankördür.” ( Zuhruf 43/15.)
• Üstünlük sağlamak;
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضاً
“Kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız.”[53]
• Şirk;
تَدْعُونَنِي لِأَكْفُرَ بِاللَّهِ وَأُشْرِكَ بِهِ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ
“Siz beni, Allâh’ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. (Mümin, 40/42.)
• Büyü;
وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَـكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ
“Şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular.” ( Bakara, 2/102.)[54]
İbn Cevzî ise Kur’ân-ı Kerîm’de geçen küfür çeşitlerini beş grupta toplamıştır:[55]
1. Tevhîde küfür; “Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler."( Bakara, 2/6.)
2. Nimete küfür; “Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!" ( Bakara, 2/152.)
3. Beraat küfrü; “Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız”( Ankebut,29/25.)
4. İnkâr küfrü; “Allâh katından ellerindekini (Tevrat’ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat’tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler.” ( Bakara, 2/89.) İnkâr kişini kalbiyle inanması fakat diliyle ikrar etmemesidir ki bu da iblisin küfrü gibidir.
5. Örtme küfrü; toprağın altındakileri örtmesi gibi “…(Kuffâr) ekenlerin hoşuna gider.” ( Hadid, 57/20.) Bu ayette “kfr” kelimesine toprağın altındakileri örtmesi anlamı verilmektedir. Yani bu küfür çeşidiyle kastedilen şey, inkâr etme yoluyla gerçeklerin üstünün örtülmesidir. Kâfir’in çoğulu küffar’dır ve nimete küfür edenler için daha sık kullanılmaktadır. “İşte bunlar kâfirlerdir, günahkârlardır”[56]
Konuyla ilgili diğer ayetler ise; “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”( İnsan, 76/3) “Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi?” (Beled, 90/10.) “…Allâh böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.” ( Fetih, 48/29.)
Bu lügat anlamlarını ve Kur’ân ayetlerini tefsir ile inceledikten sonra küfür, insanı delille ispat edilmiş gerçekleri inkâr etmeye iten, psikolojik ve akıl dışı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
İman aklın çağrısına cevaptır, küfür ise bu çağrıyı önemsememektir. Eğer küfür imanın karşıtı ise bu durumda akıllı olmak ile aklını kullanamamak arasındaki farkı görürüz. Küfür düşünce krizi olması sebebiyle kâfir, âkil olamaz.
Kur’ân’da geçen “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!” (Mülk, 67/10.) ve başka bir ayette “Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar”( Araf, 7/179.) ayetlerinde küfür kavramı herhangi bir gerçeğin inkârı ile söylenen bir sözdür ve bu söz de sadece Kur’ân ayetleriyle sınırlı değildir.
Örneğin; Kur’ân’dan ve İslâm’dan haberdar olmayan kişiye, başka biri İslâm’ı anlatır ve bu kişi de gerçeğin bilgisine vakıf olduktan sonra hakikati inkâr etmeye devam ederse, o zaman bu kişi de küfre düşmüş olur. Küfür üzerine içtihat olamaz. Kur’ân’ın çizdiği çerçeveyi sunduğumuzda “kâfirler”in ortak özellikleri, mantıksız söylem veya mantıksız eylemdir. Küfre düşenlerin karşısında Kur’ân’ın cevabı her zaman mantıklı ve akla uygundur.
Kur’ân’ da “Onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça veya senin hurmalıkların, bağların olup aralarından ırmaklar fışkırtmadıkça yahut da sandığın gibi, göğü tepemize parça parça düşürmedikçe, ya da Allâh’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe veyahut da altından bir evin olmadıkça yahut göğe çıkmadıkça, sana inanmayacağız ve okuyacağımız bir kitabı bize indirmedikçe göğe çıkmana da inanmayacağız.” ( İsra, 17/ 90-93.) Bu ayetlerde kâfirlerin taleplerinin anlamsız ve boş düşüncelerden ortaya atıldığı aşikârdır.[57]
Küfür ve Hükümleri İmanı tüm yönüyle inkâr etmek kişiyi büyük küfre düşürür. Bu durum kişinin ümmetten çıkarılmasını sağladığı gibi, yaptığı tüm amellerinin de boşa gitmesine sebep olur.
Sonuçta söz konusu kişi ebedi olarak cehennemde kalır. Büyük küfür altı kısma ayrılmaktadır; bunlar[58]:
1. Tekzip küfrü: Bazı insanlar kalbi ve kavl ile Hz. Muhammed’in getirdiklerini kabul etmeyip, dünya ve ahiret hükümleri ile ilgili batıni ve zahiri küfür içeren yalan inanışlarda bulunmaktadır. Kur’ân’da bu konu ile ilgili “O gün, her ümmet içinden ayetlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (hesap yerine) sevk edilirler. Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allâh buyurur: Siz benim ayetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?”( Neml, 27/ 83-84.) ayetini buluruz. Tekzip küfrüyle ilgili ayetlerin sayısı azdır. Çünkü Allâh peygamberlerini deliller ve ayetlerle destekleyerek, inanmayanlara karşı deliller sunup şüpheyi ortadan kaldırmıştır.[59] Başka bir ayette ise; “Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allâh’ın ayetlerini inkâr ediyorlar” (Enam, 6/ 33.) şeklinde geçmektedir.
2. İnkâr küfrü: Bazı insanlar kalben inanmalarına rağmen ikrar etmeyip lisanları ile yalanlamaktadır. Firavun ve Yahudilerin küfür örneklerinde olduğu gibi bazen de savaşarak inkâr küfürlerini beslemişlerdir. Allâh firavun hakkında “Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler”( Neml, 27/ 14.) buyurmaktadır. Diğer ayetlerde ise; “Bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allâh’ın lâneti böyle inkârcılardır” (Bakara, 2/ 89) ve “Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler”( Bakara, 2/ 146.) şeklinde geçmektedir.
3. Yüz çevirme küfrü (Küfrü’l-i’râd): İbn Kayyım’ın tanımına göre yüz çevirme küfrü; kalp ve kulak ile yüz çevirmektir. Yani Hz. Muhammed’e inanmadığı gibi onu yalanlamaz, ona destek çıkmadığı gibi düşmanlık da yapmaz. Ayrıca Hz. Muhammed’in getirdiği hiçbir şeyi de kabul etmez.[60] Allâh ayetinde “Bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler” ( Fussilet, 41/ 3-4.) buyurmuştur. Bu konuda Taberi, müşriklerin ukalalık ve büyüklüklerinden dolayı Hz. Muhammed’i dinlemeyip ve işitmedikleri için içindekilere vakıf olamadıklarını dile getirmiştir.[61]
4. İnat küfrü: Zahiri ve batını, kalp ve lisan ile bilmesine rağmen uymamaktır. Bu küfre sebep nefret, tekebbür, itiraz, hikmetini inkâr etme veya yüz çevirme olabilir. Allâh’ın varlığını kalbiyle ve diliyle ikrar edip fakat istibdat ve haset ile kabul etmemektir. İblisin küfrü bu durumu en iyi anlatan örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü o Allâh’ın emrini inkâr etmedi ve inkârla karşılık da vermedi. İçinde beslediği kibir ve ret duygularıyla durumu kabul etmemiştir. Allâh “İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu” ( Bakara, 2/34.), “Çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!” ( İsra, 17/6.) ve diğer bir ayette “(İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi” ( Araf, 7/12.) şeklinde bildirmiştir. Ayrıca Ebu Cehil veya Ebu Talib’in Allâh’ın varlığını kalpleri ve dilleriyle ikrar etmelerine rağmen yine de kabul etmemeleri örnek verilebilir. Yani nifak küfrü, dili ile ikrar edip kalp ile inanmamaktır.[62]
5. Şirk küfrü: Doğru olduğunu teyit etmemekle birlikte yalanlamayıp, sadece şüphe içerisinde kalmaktır. Bu şüphe ancak kişini Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği ayetleri dinlemeye ve incelemeye devam etmesi durumunda ortadan kalkacaktır. Çünkü bu ayetler doğrudur ve intizamlıdır. Doğruluğun gösterilmesi güneşin gündüzü aydınlatması gibi açık ve net olmalıdır.
6. Nifak küfrü: Dili ile iman ettiğini söylerken kalp ile tekzip etmesi durumu, büyük nifak işaretidir.[63]
Nifâk ikiye ayrılmaktadır:
a) Büyük Nifâk: Zahirde kendini imanlı olarak gösterip batında ise olmayan kişidir, yani küfrü gizlemektir. Bu inanç nifak olarak nitelendirilir ve ümmetten çıkarak ebedi cehennemde kalır. Aslında Hz. Muhammed’in döneminde münafıkların izlediği yoldur. Allâh ayetinde “Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar”( Nisa, 4/145.) buyurmuştur.
b) Küçük Nifâk: Amellerde nifak etmek ise; yalan söylemek, sözünü tutmamak ve hıyanet etmek gibi durumları kapsar. Ümmetten çıkarmamakla birlikte, sadece kebâir (büyük) günahları yapan ümmetlerde bu özelliğe rastlanmaktadır[64].[65]
Münafıklık, İslâm’ın temel ilkelerine inanmadan, bu ilkeleri davranış, yaşayış ve düşüncede gerçekleştirmeden, sadece İslâm kartını taşımaktan ibarettir.[66] Kur’ân’da münafık, kalbinde olmayanı söyleyen,( Al-i İmran, 3/167) kesin söz verdikten sonra sözünden dönen,( Bakara, 2/27.) kalbinde hastalık olan,( Bakara, 2/10) Allâh’ı ve mü’minleri kandırmak isteyen,( Bakara, 2/89; Nisa, 4/142-143.) namaza kalktıklarında insanlar görsün diye istemeyerek kalkan,( Nisa, 4/142-143.) kâfirlerin yanında başka, müslümanların yanında başka türlü davranan,( Bakara, 2/12-14.) korkak ve ürkek (Muhammed, 47/20) bir insan tipi olarak anlatılır.
Bazı Kur’ân ayetlerinde bir takım sözlerin sarf edilmesi küfür kabul edilmiştir. Örneğin, Hz. İsa’nın ulûhiyetine ilişkin sözler sarfedenler küfür kapsamına alınmıştır. “Şüphesiz Allâh, Meryemoğlu İsa Mesîh’tir" diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: Öyleyse Allâh, Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allâh’a kim bir şey yapabilecektir?” ( Maide, 5/ 17.)
Kur’ân, din ile alay edenlerin kâfir olduklarına hükmetmektedir: “Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allâh ile O’nun ayetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.” ( Tevbe, 9/65-66.)
Peygamberleri inkâr edenler de kâfir sayılmaktadır. Bununla ilgili olarak Kur’ân’da; “Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Biliniz ki, Âd (kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Şunu da) bilin ki Hûd’un kavmi Âd, Allâh’ın rahmetinden uzak kılındı” ( Hûd, 11/60.) buyrulmaktadır.
Allâh’ın rububiyetini inkâr eden de kâfirdir. “Allâh kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allâh güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir şaşırıp kaldı. Allâh zalim kimseleri hidayete erdirmez.” ( Bakara, 2/258.)
Yeniden dirilme “Bass” gününü inkâr eden de “(Resûlüm!) Ayetlerimizi inkâr eden ve "Muhakkak surette bana mal ve evlat verilecek" diyen adamı gördün mü?” kâfirdir." ( Meryem, 19/72.) Bu ayetlerde belirtilen kavl muayyen küfür değil mutlak küfür olarak saymıştır.[67]
Şer’i metnin kabul edilmemesi veya ona iman edilmemesi durumunda şeriatı red anlamına gelir. Şeriatı reddeden Allâh’ın emrini reddetmiş ve kâfir olur. Aynı bağlamda şer’i metne şüphe ile bakılması durumunda da imanında yine şek olduğundan dolayı kâfir sayılmaktadır. Çünkü imanın temeli inanmak, yakın olmak, kabul etmek ve tabi olmak anlamına gelir.
İbn Teymiyye; “Hz. Ali’nin Allâh, Peygamber olduğunu veya Cebrail’in risaleyi yanlış gönderdiğine inanan kişi şüphesiz kâfir olur. Hatta bunu tekfir etmeyenin de kâfir olduğunu söylemiştir.[68] Şeri metinlerde ve sabit delillerde mutlak tekfir inancı bilinse dahi bir kişinin tekfir edilmesi gerekmemektedir. Çünkü tekfir cehalet, hata veya başka bir nedenle olabilir, ulema mutlak küfür ve muayyen küfrün arasını ayırmışlardır[69].[70]
Kur’ân'da kâfirlerin Allâh'ı inkar etmeleri (en-Nisa, 4/ı 36, ı 50; et-Tevbe 9/54; en-Nahl, ı6/106). O'na oğul isnat etmeleri (el-Maide 5/72-73; et-Tevbe, 9/30), yolundan yüz çevirmeleri (en-Nisa, 4/ı67), ulûhiyyetinde ortak tanıyarak şirke düşmeleri (Al-i İmran, 3/15ı; el-Beyyine, 98/1,6) yanında O'nun ayetlerini (el-En'am, 6/39; el-Enfal, 8/3ı), peygamberlerini (en-Nisa, 4/42; Yunus, 10/2; er-Ra'd, ı3/42-43), inkar ettikleri, bunlara ulûhiyyet payesi verdikleri (el-Maide, 5/ı7). Hz. Peygamber'in tebliğ ettiklerini, Kur’ân'ı (el-isra, ı 7/41,46; Meryem,ı9/73, 77; el-Enbiya, 21/2-3), melekleri (en-Nisa, 4/136), öldükten sonra dirilmeyi (Yasin, 36/78-79) ve ahireti ( el-A'raf, 7/45; Hûd,ı1/7,19) reddettikleri belirtilmek suretiyle ferdi küfre götüren inançIara açıklık getirilmiştir. Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm'de inanmak veya inkar etmekte insanların irade hürriyetine sahip bulundukları belirtilirken ( el-Kehf, ı8/29) Allâh'ın küfre rıza göstermeyeceğine dikkat çekilmiştir (ez-Zümer, 39/7). Kur’ân'da, kâfirlerin inanmamaktaki ısrarlı tavırlarına rağmen inanacakmış gibi Resûl-i Ekrem'den defalarca mucize göstermesini istedikleri bildirilmiş( En'am 6/37,109; İsrâ, 17/90-95) çeşitli ayetlerde, düşünüp ibret almak suretiyle inanmalarını sağlamak için kendilerine gösterilen misallerden bahsedilmiştir (el-En'am, 6/65; Yunus, 10/5-6, 67; Yusuf, ı2/105; er-Ra'd, ı3/2-4; er-Rûm, 30/20-28). Her şeye rağmen küfürde ısrarlı olanların amellerinin boşa çıkarılacağı (el-Maide, 5/5; el-A'raf, 7/ 147; ez-Zümer, 39/65; Muhammed, 47/8) kâfir olarak ölenlerin ahirette hiçbir şekilde kurtulamayıp acıklı bir azapla karşılaşacakları (Al-i İmran,3/9; el-Maide, 5/36; el-Mearic, 70/1ı- ı8), cehennemde ebedî olarak kalacakları ve azaplarının hafifletilmeyeceği belirtilmiştir (el-Bakara, 2/ ı 6 ı- ı 62). Kur’ân'da tohumu toprağa atıp gizleyen çiftçilerden (küffar) bahsedilirken (el-Hadîd, 57/20) ve Allâh'a şükredip nankörlük edilmemesi emredilirken de (el-Bakara,2/152; er-Rûm, 30/34) küfr kökünün türevlerinin sözlük anlamıyla kullanıldığı görülmektedir.[71]
Küfür hadis kaynaklarında da çok geniş bir şekilde yer almakta olup özellikle iman bölümlerinde çeşitli başlıklar altında kaydedilen birçok rivayet bu konuyu ilgilendirmektedir (Wensinck, el-Mu'cem, "kfr" md.; Miftâhu künûzi's-sünne, s. 458- 459). Bu hadisler genellikle küfür sayılan yanlış inançları ve kâfirin niteliklerini açıklamaktadır. Aynı rivayetlerde kâfirin kıyamet günündeki âkıbetinden, maruz kalacağı azaptan ve müminin ona karşı alacağı tavırdan da bahsedilmektedir (Müsned, lll, 229; Buhari, Tefsir,1/25; Müslim, Münafikîn, 54; Tirmizi, Cehennem, 3).
Hadislerde iman en üstün itaat olarak nitelendirilirken (Müslim,İman, 36) şirk en büyük günah olarak tanımlanmış (Müslim, İman, 37). Nifakın küfür olduğuna (Ahmed b.Hanbel, Müsned, III, 39) , kişinin kalbinde imanla küfrün bir arada bulunamayacağına (a.g.e., II , 349) dikkat çekilmiştir. Öte yandan kul hakkını ihlal etme, toplumun bütünlüğünü ve huzurunu tehdit etmenin yanı sıra daha yaygın bir fitneye yol açma ihtimali bulunan tekfîr tavrının sakıncasına işaret edilmiş, kişinin müslü- man kardeşini haksız yere küfürle ithâm etmesinin kendisinin küfrüne sebep olacağı hususu farklı rivayetlerde dile getirilmiştir (Buhari, Edeb, 73; Müslim, İman, ı ı ı; Tirmizi, İman, 16).[72] “Allâh'ım, bana, sonunda küfür bulunmayan bir iman ve yakîn nasîb et!” (Tirmizî, Daavât 30)
Son Söz
Kâfire güvenimiz yoktur ve olmamalıdır da. İşlerimizi, kendimizi ve kardeşlerimizi onların merhametine(!) de bırakamayız. Küfrün şımarık, yılışık ve yapmacık iyi niyet göstergelerine de aldanamayız. Nitekim halk arasında “Domuzdan post, kâfirden dost olmaz.” İfadesini ve Müslümanları bırakıp ta hiçbir şekilde onları velî (yönetici, dost, sırdaş) edinmememiz (Âl-i İmrân,3/ 28-29; Nisâ, 4/144, Mâide, 5/57; Enfâl, 8/73 vb.) gerektiği noktasındaki Rabbimizin kat’î emrini unutmamalıyız.
وآخر دعوانا أن الحمد لله رب العالمين ، والصلاة والسلام على أشرف الأنبياء والمرسلين .
Ahmet Hocazâde, 10.06.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
Takip et: @hocazadem
[1] İbn Sîde, Ebu’l-Hasen Ali b. İsmail el-Mursî, el-Muhkem ve’l-Muhîdu’l-A’zam,(thk: Dr.
Abdulhamid Hendâvî) Daru’l-Kütübi’l-İlmi, Beyrut, 2000,.VII, 4.
[2] Taftazani, Şerhü’l-Akâid (nşr. M. Adnan Derviş), Beyrut, 1991, s. 188-189.
[3] Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, s. 724.
[4] İbn Sîde, a.g.e., VII, 3.
[5] Cevheri, es-Sihah, II, 808.
[6] İsfehânî, Müfredât, s. 653.
[7] Fîrûzâbâdî, Kâmûsu’l-muhît, c. 2, s. 128; Ayrıca bkz: İbn Manzur, Lisânu’l-‘arab, c. 1, s. 217.
[8] İbn Manzur, Lisânu’l-‘arab, c. 5, s. 144; İsfehanî, Müfredat, s. 653; Fîrûzâbâdî, Kamusu’l-muhît, c.2, s. 128; Ezherî, TeHzîbu’l-luğa, c. 4, s. 314; Ebu Hafs Kuteybe Bin Müslim (İbn Kuteybe), Garîbü'l-Kur'ân, thk. Ahmed Safer, Beyrut, 1398H/1978M, s. 454.
[9] İsfehanî, Müfredat, s. 653.
[10] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, c. 5, s. 144.
[11] İsfehanî, Müfredat, s. 653.
[12] Mustafa Sinanoğlu, “Küfür”, DİA, XXVI/534.
[13] Mustafa Sinanoğlu, a.g.m., XXVI/534.
[14] Taftazani, Şerhü’l-Akaid, s. 188-189.
[15] Fikret Karaman, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB, Ank., 2006, s. 390.
[16] Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 188, 189.
[17] Nisa, 4/150, 151. Ayrıca bkz. Bakara, 2/2, 26, 39, 89, 102, 105, 161, 171, 212, 257; Ali İmran, 3/4,
10, 12, 55, 56, 90, 151, 156, 178,196; Nisa, 4/42, 51.
[18] Bilal Gündüz, Kur’an’da Küfrün Karşıtı Olarak Şükür, Selçuk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman, Prof. Dr. Yusuf Işıcık, Konya–2011, s.81.
[19] Süleyman Ateş, Tefsir, I, 97.
[20] Bkz. Bakara, 2/253; Nahl, 16/136; Saf, 61/14; Ali İmran, 3/106; Tevbe, 9/66, Teğabün, 64/12; Kehf,18/29.
[21] Bakara, 2/103.
[22] Maide, 5/17, 72, 73.
[23] Neml, 27/40; İbrahim, 14/7; Bakara, 2/152.
[24] İbrahim, 14/22.
[25] Nahl, 16/112.
[26] Ali imran, 3/4; Nisa, 4/56; Enfal, 8/52; İsra, 17/98; Kehf, 18/105; Ankebut, 29/23, 52.
[27] Tevbe, 9/54, 80, 84; Hud, 11/60, 68; Rad, 13/5; İbrahim, 14/18; Mü’minun, 23/24.
[28] Şuara, 26/18, 19.
[29] Ali imran, 3/193, Hud, 11/20.
[30] Ali İmran, 3/97.
[31] İbrahim, 14/22.
[32] İsfehani, a.g.e., II, 484.
[33] Bilal Gündüz, a.g.e., s.82.
[34] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1960, c.1, s. 207-208; Asım Efendi Kamus Tercümesi, c.2, s. 662.
[35] Ragıb el-İsfehani, Müfredat, s. 714-715.
[36] İbn Hazm, El-fasl fi’l milel ve’l-ahva’ ve’n-nihal, c. 3, s253.
[37] Muhammed bin Ebu Bekir Şemsettin İbn Kayyım el-Cevziyye, Es-savâik el-mursele fi’r-reddi ala’l-cehmiyyeti ve’l-muattila, thk: Ali ibn Muhammed el-Dahilu’llah, daru’l-asima, Riyad, b.1, 1408h, s. 620.
[38] Abdürrahman bin Nasır El-Sadi, El-irşâd ila ma’rifeti’l-ahkâm, Zehair Yayınevi, 1999, s. 203-204.
[39] Maaroof Al-Huseeını, Din ve Siyaset Bağlamında Tekfir, Ankara Üniversitesi, Doktora Tezi, Ankara 2016, s.3
[40] Muhammed İbn Yakub Firuzabadî, Besair zevi’t-temyîz fi lataifi’l-kitabi’l-aziz, thk: Abdülalim et-Tahavi ve Muhammed Ali en-Neccar, Kahire, 1412h/1992m c. 4, s. 362.
[41] Şahabeddin bin İdris ibn Abdürrahman es-Sanâni el-Kurafi, Envaru’l-buruk fi envari’l-furuk, thk: Fıkıh çalışmalar merkezi, Daru’s-selam, b1, 1421h/ 2001m, c. 4, s. 1277; Mustafa Sinanoğlu, Küfür Maddesi, TDVİA, Ankara, 2002, c. 26, s. 533-536.
[42] Ahmed bin Abdülhalim İbn Teymiyye, Mecmua’l-Fetâvâ, thk: Enver Al-Baaz, Amr el-Cezzar, b. 3, Vefa Yayınevi, 2005, c. 20, s. 86.
[43] İbn Teymiyye, age, c. 12, s. 335.
[44] Maaroof Al-Huseeını, a.g.e., s.4.
[45] Abdullah bin Muhammed bin Abdullah Et-Temîmi, El-kelimetû’n-nafia fi’l-mukeffirâti’l-vâkia, tsz, b. 4, 2000, s. 78.
[46] Ez-Zebidi, Tâcu’l-arûs, “kfr” maddesi, c. 14, s. 144.
[47] Abdürrahman el-Lüveyhık, El-gulu fi’d-din fi hayâti’l-müslimîn el-muâsira, el-Risale Basımevi, Beyrut, 1992, s.252.
[48] Muhammed bin Murtaza el-Yemâni, (İbn vezir olarak bilinmekte), İsêru’l-hak alâ el-halk, Edap Matbaası, Mısır, 1318h, s. 415; Lütfullah Hoca, Haddu’l-kufur ve’t-tekfîr, s. 25.
[49] Maaroof Al-Huseeını, Din ve Siyaset Bağlamında Tekfir, Ankara Üniversitesi, Doktora Tezi, Ankara 2016, s.6.
[50] Maaroof Al-Huseeını, Din ve Siyaset Bağlamında Tekfir, Ankara Üniversitesi, Doktora Tezi, Ankara 2016, s.6-7.
[51] Tevbe, 9/32; Nahl, 16/106; Kefh, 18/80; Zümer, 39/80; Rum, 30/ 44; Lokman, 31/33; Fatır, 35/ 39
[52] İsra 17/ 67.
[53] Ankebut 29:25; Buraya kadar olan sıralamayı el-Avâci’nin eserinden bakılabilir. Bkz. Hasan Bin Ali bin Hasan el-Avâci, Hakîkatü’l-küfür ve’t-tekfîr i’nde ulemâu’s-selef, 2011, s.909.
[54] Maaroof Al-Huseeını, a.g.e., s. 7.
[55] Maaroof Al-Huseeını, a.g.e., s. 7-8.
[56] Abese, 80/42; Ebu Abdullah el-Hatib, Et-tekfîr: Ahtâuhu ve zavâbituhû, Avrupa kitapevi, Fransa, 1424h/2003m, s. 9.
[57] Maaroof Al-Huseeını, a.g.e., s. 11.
[58] Maaroof Al-Huseeını, a.g.e., s. 18.
[59] İbn Kayyim, Medâricu’s-sâlikin, c. 1, s.338.
[60] İbn Kayyım, Medâricu’s-sâlikin, c. 1, s. 338.
[61] et-Taberî, Câmiu’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân, c. 11, s. 84.
[62] Zebidi, Tacu’l-arûs min cevâhiri’l-kâmus, “kfr” maddesi, s. 142; bkz: İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, “kfr” maddesi, c. 5, s. 144.
[63] İbn Kayyım, Medâricu’s-sâlikin, c. 1, s. 338, bkz: El-Eseri, El-îmân ve hakikatuhu, s. 295; bkz: Bâsim bin Faysal el-Cevâbira, Et-tekfîr fi dav’ı’s-sunneti’n-nebeviyye, s.44.
[64] İbn Teymiyye, El-fetâvâ, c. 8, s. 435; bkz: İbn Recep El-Hanbeli, Camiu’l-ulûm ve’l-hıkem, c. 2, s. 342; Meryem Tahir Talibi, Et-tekfîr zevâabituhû ve ehtâruhû, Es-Sadiye matbaası, 2001, s. 961, Muhammed Sadi Ahmed, “Et-tekfîr mâhiyetuhû ve ahkâmuhû “dirâsetun şer’ıyye”, Zahiratu’t-tekfîr: El-esbâb ve’l-eser ve’l-‘ilâc Sempozyumu, Cidde, 1432h/2011m, c. 1, s. 740.
[65] Maaroof Al-Huseeını, a.g.e., s. 22.
[66] El-Behiy, Muhammed, Min Mefâhimi’l-Kur’an fi’l-Akide ve’s-Sûlûk, Matbaatü’l-İstiklal, Mısır
1973, s. 91.
[67] Selva bint Battîh, Envau’t-tekfîr ve Ahkâmuhû, age, c.1, s. 140-141.; Maaroof Al-Huseeını, Din ve Siyaset Bağlamında Tekfir, s. 28.
[68] Ahmed bin Abdülhalim İbn Teymiyye, Es-sârimu’l-meslûl fi şêtimi’r-resul, thk: Ali Bin Muhammed el-Harran, Dar’ul-alimu’l-fevaid, b.1, 1422h, s. 108.
[69] İbn Teymiyye, el-Fetâvâ, c. 7, s. 619.
[70] Maaroof Al-Huseeını, a.g.e., s. 29.
[71] Mustafa Sinanoğlu, a.g.m., XXVI/535.
[72] Mustafa Sinanoğlu, a.g.m., XXVI/535.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.