"İnançların karışıp, İslâm adı altında her türlü inancın etkin olduğu bir dönemde Müslümanın iman ettiği Rabbini iyi tanıması gerekir ki Allah’a ait olan vasıfları başkalarına vermesin, imanına şirk ve küfür karıştırmasın."
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Kur'an-ı Kerim bize şu maddi âleme ve kendi varlığımıza (nefsimize) dikkatlerimizi çekip Evren'deki varlıkları ve önemli olayları gözlerimizin önüne sererek varlık âlemini yaratan Allah'ın birliğini (Tevhîd'i), O'nun yüce Kudreti'ni, eşsiz isim ve sıfatlarını anlamamızı istemektedir.
Özellikle son asırda İslam Âlemi’nin maruz kaldığı gerileme ve düşüş durumundaki bunalımlı dönemlerde, kimliği zedelenmiş, kendisine yabancılaşmış, İslami hassasiyeti büyük oranda zayıflamış, hatta ve hatta büyük bir bölümü barbar, gayr-i meşrû “gayr-i Müslimlerin” istilasına uğrayıp sömürge devletler haline getirilmiş İslam toplumlarında yaşayan müslümanlar üzerinde “Allah’ın, gönderdiği vahiy ve Peygamberin” hakkıyla anlaşılması noktasında Kur'an gerçeğine zıt görüş ve düşünceler ithamlar maalesef bilerek veya bilmeyerek de olsa mâkes bulmuştur. Konu üzerinde ciddi bir hasar tespiti gerekmektedir.
قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالإِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَأَن تُشْرِكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?’ De ki: ‘O nimetler dünya hayatında öncelikle inananlarındır. Kıyamet gününde ise, yalnız onlarındır.’ İşte biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz. De ki: ‘Rabb’in, ancak kötülükleri, gerek açığını, gerek gizlisini, günahı ve haksız yere saldırılmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah’a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram etmiştir.”( Araf, 7/32-33.)
Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah (c.c), yeryüzünü imar etme ve yönetme sıfatıyla insanı "halife" makamına getirirken (Bakara, 2/30), ruhlar âleminde verdikleri söze sadık kalmalarını (Araf, 7/172-73) hatırlatıcı birçok peygamber göndermiştir. (Nisa, 4/164) Bu husus Kur'an'da: "Her millet için bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur." (Fâtır, 35/24) şeklinde beyân edilir. Kur'an'dan öğrendiğimize göre peygamberlerin toplumlarına yönelik davetlerinin ilk mesajını Allah'ın birliğine iman ve O'nu tenzih ilkesi oluşturur.
Bazı âyetler şöyledir:
"Andolsun ki Nuh'u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız/tanrınız yoktur." (Araf, 7/59).
"Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). O (kavmine) dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız/tanrınız yoktur." (Araf, 7/65).
"Semud kavmine de kardeşleri Salih'i (peygamber olarak gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur." (Araf, 7/73; Hud, 11/61).
"Medyen (oğullarına) da kardeşleri Şuayb'ı (peygamber olarak gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur." (Araf, 7/85; Hud, 11/84).
Bu âyetlerden açıkca anlıyoruz ki, Hz.Âdem'den son peygamber Hz.Muhammed'e kadar gelen bütün peygamberler toplumlarını hep aynı akâid esaslarına çağırmışlardır. Akâidin temelini de tevhid inancı oluşturur.
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ ﴿٢٥﴾
“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.” (Enbiya, 21/25).
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz" (Bakara, 2/21). "Rabbinizden sakınınız". (Nisa, 4/1) ifadesiyle "Lâ ilâhe illallah (Allah'tan başka ilâh yoktur) cümlesi hem reddi ve hem de tasdiki/isbatı ihtiva eder. Lâ ilâhe derken, bizi Allah'ı anmaktan ve O'na kulluktan alıkoyabilecek bütün sahte ilâhları reddediyoruz, sonra da istisna edatıyla sadece bir olan Allah'ın varlığını tasdik ve isbat etmiş oluyoruz.
İşte Allah'ın risâlet göreviyle sorumlu tuttuğu bütün elçiler, iyi bir müslüman olabilmenin ilk şartı olan tevhid cümlesini tebliğle birey ve toplumun gönül kaplarından her türlü imanı yok edecek şirk, küfür ve nifak gibi kötü amelleri temizlemekle davet çalışmalarına başlamışlardır. Ancak böyle bir arınma ameliyesinden sonra, saf, katışıksız bir tevhid inancı insanın gönlünde, kafasında ve zihni dünyasında yer edebilir.
Tevhid kavramını "yaratanla yaratılan arasındaki mesafeyi idrak etmektir" şeklinde tanımlamak mümkündür. Eğer bu ayırdedici farklılık algılanmazsa çoğu zaman, tevhidle şirki, imanla küfrü, hakla bâtılı birbirine karıştırabiliriz. Gerçek anlamda iman edip de imanlarını şirke bulaştırmayanlar (Enâm, 6/82) yaratanla yaratılan arasındaki küllî mesafeyi bilen kimselerdir.[1]
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ ﴿١﴾اللَّهُ الصَّمَدُ ﴿٢﴾لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ﴿٣﴾وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ ﴿٤﴾
“De ki: O, Allah birdir/tektir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs, 112/1-4.)
Yüce Allah “De ki: O Allah birdir. “(İhlâs, 112/1.) âyeti ile zatında ve hakikatinde tek olduğu gibi, terkibin ve çokluğun bütün çeşitlerinden münezzeh olduğunu bildirmiştir.[2] Bu sebeple, bir insanı konumu ne olursa olsun yarı-tanrısal bir konuma yüceltmek ve mecazî anlamda da olsa Allah’a nispetle onu “oğul” yerine koymak, Allah’a iftira olacağından Yüce Allah onu affedilemez biçimde “şirk” [3] kabul etmekte ve bir inanç sapması olarak telakki etmektedir.
فَلِلَّهِ الْآخِرَةُ وَالْأُولَى ﴿٢٥﴾
“Âhiret de dünya da Allah’ındır.” (Necm,53/25)
الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا ﴿٢﴾
"Göklerin ve yerin mülkü/egemenliği Allah'a aittir soy sop edinmemiştir, egemenliğinde herhangi bir ortağı yoktur; çünkü her şeyi yaratan ve her şeyi belli bir yasalar örgüsüne göre düzene koyan O'dur." (Furkan, 25/2.)
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا ﴿١١١﴾
“Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya/dosta ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” de ve O’nu tekbir ile şânını yücelt." (İsrâ, 111)
اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ ﴿٢٥٥﴾
“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara,2/255)
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ ﴿٢٢﴾هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٢٣﴾هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٢٤﴾
“O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir. O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.” (Haşr,59/22-24.)
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿١٣﴾
“Gecede ve gündüzde barınan ne varsa O‟nundur ve işiten(es-Semi‟), bilen (el-Alîm) ancak O‟dur.” (En’am, 6/13.)
وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدُيرٌ ﴿١٧﴾
“Eğer sana Allah bir keder dokundurursa onu O‟ndan başka açacak yoktur ve eğer sana bir hayır dokundurursa yine O her şeye güç yetirendir.”( En’am, 6/17.)
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ ﴿١٨﴾
“Kulların üstünde mutlak Kahhâr olan O‟dur. Hikmet sahibi (el-Hakim), her şeyden haberdar olan (el-Habîr) O‟dur.” (En’am, 6/18.)
Yerde gökte hiçbir şeyin bilgisinin kendisine gizli kalmadığı Rabbimiz evrenin mutlak sahibi ve hâkimidir. O, samettir, yani hiçbir şeye muhtaç olmayan, fakat her şeyin kendisine muhtaç olduğu yegâne varlıktır.
Allah’ın varlığı konusunda ortaya çıkan şüpheci, inkârcı veya sapkın yaklaşımlar İslam’a göre, eğitimden veya tarihî/kültürel, tahrîf olmuş diğer dinlerden ya da kendinden menkûl mistik/bâtinî ve pagan anlayışlardan kaynaklanmaktadır. Yani bu tür sapmaların sebebi vahyi tanımama, cehâlet, körü körüne bağlılık, unutkanlık, şartlanmışlık, zihnî tembellik, hırs, çıkar vb. hususlardır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de Allah’tan bahseden ayetlerin çoğu, onun sıfatlarını konu edinmektedir.
Bu ayetlerde özellikle Allah’ın varlığı ve birliği (tevhîd) inancı üzerinde durularak, Allah’ın ortağı ve benzeri olmadığı ısrarla vurgulanır. Allah’ı biricik ilâh, Rab ve otorite olarak tanımak, her çeşit ortağı ondan uzak tutmak ve birliğini kararlı şekilde doğrulamakla gerçekleşen tevhîd, İslam dininin en önemli özelliğidir. İslam tevhîd inancı ile hem İslam öncesi (cahiliye) ve İslam sonrası (modern cahiliye) pagan putatapıcılığından, hem Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramış şekillerinden, hem de Mecusilik’ten ayrılır.
Allah’ı inkâr yolunu seçenlerin Kur’ân’da bu tercihleri sebebiyle aldıkları sıfatlar mânidardır. Apaçık gerçeğin üstünü örttükleri için karanlığa, kulaklarını hayra tıkadıkları için sağırlara, gözlerini elleriyle perdeledikleri için körlere, dilleriyle gerçeği söylemeyip gizledikleri için dilsizlere, akıllarını kullanmadıkları için şuursuz canlılara ve imanla ruhlarını diriltmediklerinden ölülere benzetilmişlerdir.( Enfâl, 8/22; Hûd, 11/15; er-Rûm, 30/52-53; Fâtır, 35/ 19-22; el-Mü’min, 40/58.)
İnsanların çoğu adına ne derlerse desinler genelde kendilerini ve bütün kâinatı yaratan Yüce bir Yaratıcıya inanırlar.
وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إِلاَّ وَهُم مُّشْرِكُونَ ﴿١٠٦﴾
“Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.” (Yusuf, 12/106)
Mahmud el-Alusi bu ayeti tefsir ederken şöyle demiştir:
Allah Teala’yı ve O’nun yaratıcılığını ikrar edip de aynı zamanda herhangi bir şekilde şirk işleyen kimseler de ayette sözü edilen kimselere dahildir. Mesela kabirlere tapanlar onlara adakta bulunanlar ve kabirde olup da durumunu sadece Allah Teala’nın bildiği kimselerin fayda ve zarar vereceğine inananlar gibi ki böyleleri bügün pek çoktur.(Rühu’l-Meani,13/67)
Olayları, olguları ya da kişileri değerlendirirken, yeryüzü kökenli değer ölçütlerini benimseyerek Allah'a ortak koşarlar! Yarar da zarar da Allah'ın elinde olmasına karşın, bunları sadece nedenlere bağlayarak bir tür determinizmle O'na, Allah'a ortak koşarlar! Tek bir olan Allah'ın şeriatını temel almamış bir yönetici ya da yönlendiriciye itaat ederek; Allah'ın gücü dışında bir güce boyun eğmek suretiyle O'na ortak koşarlar! Allah'ın dışında, O'nun kullarından birine umut bağlamakla Allah'a ortak koşarlar! Aslında diğer insanların bir tür beğenisini kazanabilmek amacıyla kendilerini feda ederek Allah'a ortak koşarlar! Bir yarar sağlamak ya da bir zararı bertaraf etmek için cihada katıldıklarında, Allah'dan başkasının rızasını gözeterek Allah'a ortak koşarlar! İbadet sırasında Allah'ın yanısıra, başkalarının da hoşnutluğunu kazanmaya çalışarak Allah'a ortak koşarlar![4]
“Başka ilahları Allah'a eş koşmalarının nedeni Allah'ın Sırat-ı Müstakim'e giden yolu gösteren işaret levhaları mesabesindeki ayetlerinden yüz çevirmeleridir. Böylece yoldan sapmakta ve dikenli çalılar arasında yitip gitmektedirler. Gerçi çoğu hakikatı bütünüyle gözden kaçırmamıştır ve Allah'ı bir yaratıcı, bir Rabb olarak inkar etmemekte ancak O'na şirk koşmaktadır. Yani, Allah'ın varlığını inkar etmemekte fakat, O'nun zatına, sıfatlarına, kudret ve haklarına ortak olan başka ilahlara da inanmaktadır. Eğer gökler ve yerdeki ayetleri bu bakış açısıyla müşahade etselerdi hiçbir zaman şirke düşmezlerdi, zira her yer ve şeydeki bu ayetlerin, Allah'ın birliğinin birer delili olduğunu keşfedeceklerdi.[5]”
Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Müşrik Araplarda da Yüce Allah’ı bu isimle biliyorlar, tanıyorlar ve Onu en büyük ilah olarak kabul ediyorlardı. (Mü’minûn, 23/84-89 ; Ankebût, 29/61,63 ; Yunus, 10/31 ; Lokman, 31/25 ; Zümer, 39/38 ; Zuhruf, 43/9, 87 .) Ancak problem bundan sonra başlıyordu. Çeşitli gerekçeler ileri sürerek başka ilahları Ona ortak koşuyorlardı. (Zümer, 39/3; Yâsîn, 36/74-75; Meryem, 19/81-82; Yunus, 10/18; Zuhruf, 43/22-23.)
İşte Kur’ân bu konuda da onları ikna etmek için kâinattan misaller getirir. Onlara şu soruları sorar:
“Yoksa onlar, hiçbir şey yaratmamış, aksine kendileri yaratılmış olan şeyleri mi Ona ortak koşuyorlar?” (Araf, 7/191.);
“Onlar yer yüzünde bir şey yaratmışlar mı ? Yoksa, gökte Allah’la bir ortakları mı var?” ( Ahkâf, 46/4.)
Yine, öncesinde kâinat ve tabiatla ilgili pek çok şeyi zikrettikten sonra:
“Hiç yaratan yaratmayan gibi olur mu?”( Nahl, 16/17) diye sorar. Başka bir yerde de: “Yoksa, Dünyayı yaratana nankörlük edip Ona ortaklar mı icad ediyorlar?” der.( Fussılet, 41/9 .)
Bundan başka kâinatta birden fazla ilah olsaydı Kâinattaki mevcut düzenin ilahlar arasındaki iktidar ve güç kavgası sebebiyle mutlaka bozulacağını hatırlatarak onların salt aklına hitap eder.(Mü’minûn, 23/91 .)
Başka bir âyette de “Allah mı daha üstündür, yoksa onların ona ortak koştukları mı?” şeklindeki sorusundan sonra kendisinin insanlara olan çeşitli nimetlerini sıralayıp “Yoksa, Allah ile beraber başka bir ilah mı var?... Yoksa, Allah ile beraber başka bir ilah mı var?” şeklinde peş peşe can alıcı sorular yöneltir.( Neml, 27/59-64) Görüldüğü gibi İslam’ın tevhid inancı çok yalın, sade ve kolay anlaşılır bir durumdadır bu da onun rahatlıkla kabul edilebilir olmasını sağlamıştır.
Yüce Rabbimiz, kudret ve ilminin azameti ile ilgili olarak ise, enteresan ve çarpıcı ifadelerde bulunmuştur. Misaller yine tabiattan verilerek onun ilmini yazmak için bütün denizler mürekkep, bütün ağaçlar da kalem olsa yine de onun bilgilerini yazmaktan aciz kalınacağını ifade etmiş, (Lokman, 31/27; ayrıca bk. Kehf, 18/109 .) düşen her yaprağın Onun ilmi ile düştüğünü,( En’âm, 6/59 .) tomurcuğundan çıkan her meyvenin onun ilmi ile çıktığını ve hâmile kalan her kadının onun ilmi ile hamile kalıp doğurduğunu (Fussilet, 41/47 ; Ra’d, 13/8 .) belirtmiştir.
Yine yeryüzüne giren ve çıkan, gök yüzünden inen ve oraya yükselen her şeyi bildiğini,(Sebe, 34/2) ayrıca gaybın bütün anahtarlarının kendi elinde olduğunu ifâde etmiştir.( En’âm, 6/59 ; ayrıca bk. Nahl, 16/77.)
Mü’min, inandığı, var ve bir olduğunu tasdik ettiği Allah’ı daha yakından tanımak, bilmek ister. Allah’ı bilmek ise O’nun isim ve sıfatlarını bilmekle mümkündür. Hiç kimse Cenab-ı Hakk’ın zâtını idrak edemez, kavrayamaz. Çünkü insanın duyu organları da aklî idraki de sınırlıdır. Allah’ın zatı ve sıfatlarının hakikati ise aklın hudutları dışındadır.
Bu sebepledir ki, insan Allah’ın varlık ve birliğini bilmekle mükellef olduğu halde, O’nun yüce hakikatini, ilahi hüviyetini araştırmak ve öğrenmekle mükellef değildir. Biz Cenab-ı Hakk’ı ancak O’nun bize bildirdiği isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. Her varlık gibi Yüce Allah da birtakım sıfatlara sahiptir. Ancak diğer varlıklardan farklı olarak onun sıfatları öncesiz (ezelî) ve sonrasızdır (ebedî); bunların başlangıcı ve sonu yoktur; bu sıfatlar yaratıkların sıfatlarına benzemez.[6]
Allah’ın sıfatlarının bir kısmı, onun zatına özgü olan, yaratıklarından herhangi birisine verilmesi caiz ve mümkün olmayan sıfatlardır ki bunlar zorunlu biçimde var olma (vücud), ezelî olma, varlığının başlangıcı olmama (kıdem), ebedî olma, varlığının sonu olmama (bekâ), sonradan var olan şeylere hiçbir yönden benzememe (muhâlefetün lilhavâdis), varlığı kendiliğinden olma, var olmak için başkasına muhtaç olmama (kıyam bi nefsihî) ve zatı, sıfatları ve eylemleri açısından bir ve tek olma, eşi ve benzeri bulunmamadır (vahdâniyet).[7]
Yaratıklar hakkında da kullanılabilen diri ve canlı olma (hayat), bilme (ilim), işitme (semi’), görme (basar), dileme (irâde), gücü yetme (kudret), söyleme ve konuşma (kelâm) ile yaratma, yok olanı yokluktan varlığa çıkarma (tekvîn) sıfatları da Allah için zorunlu olan sıfatlardır. Bunlar, Allah hakkında kullanıldığında sonsuzluk, mutlaklık, öncesizlik ve sonrasızlık, tamlık ve yetkinlik ifade ederken insanlar hakkında kullanıldığında sonlu, kayıtlı, sınırlı, sonradan yaratılmış, eksik ve yetersiz özellik taşır.[8] Allah, sonsuz bir ilim, sınırsız bir kudret ve iradeye sahiptir. Her şeyin yaratıcısı olup dilediğini yapar. Her şeyin hükümranlığı onun elindedir. O her şeyi bir ölçüye göre yaratmış, belli varoluş ve gelişim kanunlarına bağlı kılmıştır. Hayat gibi ölüm de onun güç ve yetkisi altındadır.
Bir diğer grup sıfat ise Allah’ın kendileriyle nitelenmesi de nitelenmemesi de caiz olan yani Allah hakkında hem olumlu hem olumsuz biçimde kullanılabilen sıfatlardır. Yaratmak doğru yola ulaştırmak (hidâyet) ve sapıklığa sevk etmek (dalâlet); peygamber göndermek ve kitap indirmek, kulları öldürdükten sonra kıyamet gününde tekrar diriltmek (ba’s) ve onları hesaba çekmek üzere bir araya toplamak (haşr), nimet vermek ve acı çektirmek (azâb) şeklinde sayılabilecek bu sıfatların tamamı, Yüce Allah’ın yoktan var etme (tekvîn) gücüne bağlı nitelikler olarak kabul edilir.[9]
Allah’ın yaratıcılık vasfının da diğer sıfatları gibi evrende etkinliği sürmektedir. Yani yaratma, devam eden bir süreçtir. Kur’an’da Yüce Allah hakkında “sürekli ve mükemmel şekilde yaratan” anlamında kullanılan Hallâk ismi geçer.
Nitekim “O, her an yaratma halindedir.” ( Rahman, 55/29.) “O, daha nice bilmediğiniz şeyler yaratır.” ( Nahl, 16/8) mealindeki ayetler de yaratmanın devamlılığı fikrini vurgulamaktadır.
Bir şeyi yokluk sahasından varlık sahasına çıkarmak, eşsiz bir kudretin varlığına işaret ettiği gibi yaratıcının yarattığı şeyi tüm incelikleriyle bilmesini de gerektirir: “Hiç, yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” ( Mülk, 67/14.)
Her şey gibi insanın da yaratıcısı olan Yüce Allah, onu, kendisinden daha iyi tanımakta, hem zayıf hem de üstün yönlerini hakkıyla bilmektedir:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şahdamarından daha yakınız.” ( Kâf, 59/16.)
Kur'an'a göre, “Allah göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir.” ( Meryem, 19/65,) “Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Şura, 42/12) "Allah birdir, eşi, benzeri, dengi ve yoktur ..." ( İhlas, 112/4) Kendisine ortak olduğu zikredilen ve kendisi için söylenen şeylerle, kendisine yakıştırılmaya çalışılan sıfatlardan münezzehtir (Araf,7/l90, İsrâ,17/43, Enam, 6/100, Enbiya, 21/22,25)
Bu durumda Yüce Allah, zât olarak bize gizlidir; mahiyeti kavranamaz, tasarlanamaz ve düşünülemez. (Taha, 20/110) Fakat isimleri, sıfatları ve eylemlerinin bu görülen âlem (kainat)deki tecellileri açısından apaçıktır: Varlığı kendindendir, her şeyin yaratıcısıdır, evveli ve sonrası yoktur, yaratıkları ile sürekli ilişki içindedir.( Bakara, 2/255, Yunus, 10/61, Rahman, 55/29) Evreni ve insanları yaratıp, geliştiren, yetiştiren, besleyen ve hatta gerekli gördüğünde elçi (peygamber)ler gönderendir.
Netice olarak; gerek maddi ve bedenî, gerekse ahlaki ve ruhi meziyetlere sahip olarak, diğer varlıklara üstün kılınan ve en güzel biçimde yaratılan (Tîn, 95/4.) insanın yaratılışındaki gaye sadece Allah’a kulluk etmesidir.( Zâriyât, 51/56.) Çünkü İslam inancına göre, insanın var oluş gayesi Allah’ı tanıyıp O’na ibadet etmektir. Bu bakımdan insan, gerçek insanlığa ancak Allah’a imanla yükselir. Bunun için de âlemlerin Rabbi olan Allah’ı çok iyi tanıması ve bozuk, sapkın inanç ve anlayışlardan uzaklaşması gerekir.[10]
ESMÂÜL HÜSNA
Kur'an'da Allah'ın güzel isimlerini ifade eden "el-Esmau'l-hüsna"[11] terkibi dört yerde geçmektedir. İniş sırasına göre bu ayetler şunlardır:
"En güzel isimler Allah'ındır, o halde O'na o güzel isimlerle dua edin. O'nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar, yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır." (A'raf,7/180)
"Allah kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler sırf O'na mahsustur." (Taha,20/8)
"De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır." (İsra, 17/110).
"O yaratandır, yoktan var edendir, şekil verendir, Güzel isimler onundur." (Haşr,59/24)
Hadislerde, Allah'ın güzel isimlerinin hangileri olduğu konusunda bazı rivayetler vardır. "Allah" lafzı pek çok hadiste geçmektedir. Diğer isimlere de muhtelif vesilelerle hadislerde rastlanmaktadır.
Buharî, Müslim, Tirmizi ve İbn Mace'de[12] rivayet edilen hadislerde, Allah'ın isimlerinin 99 olduğu açıkça zikredilmekte ise de, Allah'ın isimlerinin sadece bunlardan ibaret olmadığı daha başka rivayetlerden anlaşılmaktadır. [13]
1- Esmâ-i Hüsnâ sahasında ilk çalışma yapanlardan biri olan Ebû Abdullah el-Halîmî, meşhur olan Esmâ-i Hüsnâ'yı muhteva yönünden beş ana grupta inceler.
a- Allah'ın varlığını ve ulûhiyyet sahibi olduğunu kanıtlayan isimler.
b- Her türlü şirk ve cahili anlayışı reddeden ve tevhit esasını ispat eden isimler.
c- Allah'ı birtakım yaratıklara benzemekten tenzih ve takdis ifade eden isimler.
d- Yaratılış gerçeğini konu alan isimler.
e- Kainatta Allah'ın hakimiyet ve yönetme yetkisini gündeme getiren isimler.[14]
2- Muhteva olarak Allah'ın isimleri şöyle bir tasnife de tâbi tutulmuştur:
a-Allah'ın zatı ile ilgili isimleri (14) /Allah, îlah, Rabb, Ehad, el-Vahid, es-Samed, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Kâim, el-Hâlık, el-Evvel, el-Âhir, Fa'âlun li Mâ Yurîd, Fâ'ilûn vb.
b-Allah'ın yaratma kavramı ile ilgili isimleri (10): el-Hâlık, Bedîu's-Semâvâti ve'l-Ard, Fâtıru's- Semâvâti ve'l-Ard, Fâliku'l-Habbi ve'n-Nevâ, el-Bâri, el-Musavvir, Muhyi'l-Mevtâ vb.
c-Allah'ın rızık ve ihsan ile ilgili isimleri (8): er-Razzak, el-Ekram, el-Kerîm, el-Ğaniyy, zü'l-Fadl, el-Vehhâb, zi't-Tavl vb.
d-Allah'ın Rahmet, af ve gufrana dair isimleri (22): er-Rahmân, er-Rahîm, er-Rauf, el-Afuvv, et-Tevvab, el-Gafur, el-Halîm, eĢ-ġekûr, el-Velî, en-Nasîr, es-Selâm, vb.
e-Allah'ın ilim sıfatı ile ilgili isimleri (14): el-Alîm, el-Latîf, el-Habîr, es-Semî', el-Basîr, eş-Şehîd, el-Karîb, el-Hafîz, er-Rakîb, el-Muhît, el-Muheymin, el-Bâtın, el-Vekîl, vb.
f-Allah'ın ululuk bildiren isimleri, el-A'la, el-Kebir, el-Azîm, el-Mecîd, el-Hamîd, el-Kuddûs, vb.
g-Allah'ın kudret sıfatıyla ilgili isimleri(14): el-Kâdir, el-Azîz, el-Kavi, Zu'ntikâm, el-Kâhir, el-Kahhâr, Mâliki Yevmi'd Dîn, el-Cebbâr, Ğâlib âlâ Emrih, el-Metîn, ez-Zahir, el-Muhît, Mûsi'ûn, el-Vasi, vb.
h-Hesab, hüküm ve adaletle ilgili isimleri (11): el-Hakîm, Ehlu't-Takva ve Ehlü'l-Mağfıra, el-Vâris, el-Hasîb, el-Fettâh, Hayru'l-Fâsılîn, Serîu'1-Ġkâb, Şedîdu'l-İkâb, el-Adl. [15]
وآخر دعوانا أن الحمد لله رب العالمين ، والصلاة والسلام على أشرف الأنبياء والمرسلين .
Ahmet Hocazâde, 05.06.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
Takip et: @hocazadem
[1] Yrd.Doç.Dr.Ramazan Altıntaş, Hz.Peygamber'in İtikâdi Sapmaları Düzeltmesi, s.2-3. http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/229.pdf
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Trc., Heyet, Risale Yay., İstanbul, XV, 671.
[3] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, Trc, Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yay., İstanbul, 1999, I, 356.
[4] Seyyid Kutub, Fî Zilâlil-Kur’ân, Emir Yayınları, Çeviri: Prof.Dr.Yakup Çiçek ve Kurul, İst. 1992, 6.cilt,s.562.
[5] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yayınları, II/499.
[6] Şerafettin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelam, Konya, 2001, s. 207.
[7] Gölcük-Toprak, Kelam, s. 222-227.
[8] Gölcük-Toprak, Kelam, s. 233-241.
[9] Gölcük-Toprak, Kelam, s. 243-244.
[10] Mustafa Acar, Allah’a İmanın Ahlaki Boyutu, Selçuk Üniversitesi, Konya 2012, Doktora Tezi, s.76.
[11] Bekir Topaloğlu, "Esma-ı Hüsna", DİA, XI, 404.
[12] Buhari, Tevhid, 7, Deavat 69, Şurût 15; Müslim, Zikr 5; Tirmizi, Deavat, 74 ; İbn Mace, Dua,10.
[13] Dr. Mehmet Dilek, Hadislerde El-Esmau'l-Hüsna, HRÜ.İlahiyat Fak. Dergisi, C:XJ, Sayı: VI, Temmuz-Aralık 2003, s. 78.
[14] Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i Hüsnâ”, DİA., XI, 404.
[15] Veli Ulutürk, Kuran Allah'ı nasıl tanıtıyor?, İzmir 1985, s. 82-150.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.