"Darbe girişimi bir imtihan, direniş günleri taze bir umudun zeminiydi. Dilimiz bir direnişin coşkulu, güvenli ve darbe karşıtları arasındaki dayanışmayı güçlendiren dili olmalı, olabilmeliydi"
Bu konuda henüz çok fazla bilinmeyen var. Fakat çok somut gerçekler göz önünden ve hafızalardan silinmeyecek kadar barizdi. Kendi içimizden insanlar emperyalist bir projeye dâhil bir katliam gerçekleştirdiler. Milletin üzerine ateş açıldı. Dostlarımızı, tanıdıklarımızı, sevdiklerimizi, tanımayıp dost olduklarımızı yitirdik. Meclisimiz bombalandı. İç savaş tehlikesiyle yüz yüze geldik.
Darbe girişimi başarılı olsaydı elbet zorbaların birincil hedefi ve peşine düştükleri amaç bir iç savaş çıkmasıydı. Gerçi ben toplumumuzun her şeye rağmen iç savaş tuzağına düşmeyeceğine inanıyorum. Kuşkusuz büyük zorluklar yaşayacak, hatta işgallere maruz kalacaktık. Ancak insanımız darbecilerin yaptığı gibi kalabalıklara ateş açmamak, masum cinayetlerinden kaçınmak için elinden geleni yapacaktı.
“Bizi birbirimizi düşman bilmeye, bizi birbirimizi öldürmeye çağıran kimin sesi?”
Esasında darbe girişiminin başarısız olmasının açık örtük en önemli sebebi de halkımızın en hassas zamanlarda sergilemekten geri durmadığı bu ferasettir.
15 Temmuz darbe girişimi hem umutsuzluğa sebep oldu bünyemizde, hem de yeni bir umut kaynağına dönüştü geçen zaman içinde. Tarihimizde ilk kez bir darbe girişimi halkın cesaretiyle engellendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbe sürecindeki metin tutumunun ve Başbakan Yıldırım’ın sergilediği soğukkanlılığın yanı sıra medyanın darbe karşıtı dili de direnişin genişlemesinde etkili oldu. Halk geceler boyu meydanlara akarak darbe girişimi karşısında direnişini sürdürdü. Şehitler verdik, şahitlikler yaşadık, hüzünle coşku, acıyla sevinç arasında gidip geldi hislerimiz. “Gördük, çok cevher var insanoğlunda” diye yazdı gayet isabetli bir şekilde Metin Önal Mengüşoğlu, “Temmuz Meydanı” şiirinde.
Direniş, bir dayatmanın karşısında teslim olmamak için çaba göstermek yahut bir şeye engel olmak şeklinde tanımlanır. Özellikle güç kullanan ya da zecri yöntemler uygulayan odaklar karşısında etkili bir karşı duruşta somutlaşır kelimenin anlamı. Gerçekten de direniş günlerinde geniş kitleler geceler boyunca caddelere ve meydanlara akarak darbe girişimini telin etmeyi sürdürdü.
Parklarda, meydanlarda gecelerce nöbet tutan halkın duyarlığına katılmak, halk olmak tipik belediye etkinliği tarzı programlarının ötesine geçen bir öğrenme alanıydı. Bunun kıymetinin bilinmemesinin sanat ve edebiyat adına bir kayıp olduğu söylenebilir. Mikrofonlar katılımcıların ellerinden alınıp profesyonellere, şovmenlere verildi, bu da toplumsal tazelenme adına büyük bir imkânın yitirilmesine yol açtı kanımca.
Kahramanların iki kez öldüğünü anlatan sayısız örnek sergiliyor tarih. Kısa süre içinde bir 15 Temmuz faaliyet piyasası oluştu. Direniş hikâyeleri profesyonellere teslim edildi. Şovmenler söylemleri temellük ettiler. Darbeyle hiç ilgisi olmadığını ispatlamaya çalışan isimler adeta reklamcı yöntemleriyle ekranları kuşattı. Birçok darbeci kuşkusuz bulunduğu konumdan yararlanarak rakibini tasfiye etmeye çalıştı bu geçen süre içinde. Dahası en yüksek sesli hedef göstermelerle kuşkulardan arındırmaya çalıştı kendini. Sahiden de darbe bağlantılarından uzak olanın abartılı söylemlere ihtiyacı yoktur.
Hüsrev Hatemi 15 Temmuz anmaları bağlamında güzel bir cümle paylaştı Twitter’da: “Şehitler için anılmanın en güzel şekli projesiz plansız anılmadır.”
Şehitlerin son derece yüzeysel bilgilerle tanıtıldığı faaliyetler bu alandaki boşluğu mistifikasyona ve abartarak kutsallaştırmaya giderek kapatmaya yöneldiler. Şehitlerin sahici kimliğini, hayat hikayelerini ortaya koymaktan uzak basmakalıp ifadeler ve etik yoksunu metaforlarla işgal edildi kürsüler.
Oysa ihtiyaç duyduğumuz şey açık söyleşilerin dayanışmasıydı. İnsanlar akıllarına takılan soruları çekinmeden sorabilirdi böyle bir dayanışma ağında. Bu darbe girişimini gerçekleştiren odaklardan biri olan Fetullahçılık karşısında bizlerin başlıca imtiyazları içtenlik, samimiyet ve güçlüyü ille de haklı bilmeme hasletiydi. Önünüze gelene “hain” derken gerçek hainlerin arada kaybolduğu bir vasatta yazılacak ne çok şey var hâlâ. Darbe girişimini engelleyerek toplumsal felaketimizin önünü aldık. Fakat darbecilerle mücadeleyi KHK’lar konusunda gerçekleşen haksızlıklarla tavsatan yaklaşımlar ne yazık ki hak ettiği gibi sorgulanamıyor.
Doğrusu darbe girişimi söylemlerinde beliren dil zaafları sanat ve edebiyatın hayatımızda olağan şartlarda tuttuğu sınırlı yerden bağımsız düşünülemez. 15 Temmuz’un sanat ve edebiyat alanında yeterince ifade edilmediği de doğru, ancak bunun anlaşılır bir sebebi var. Savaş gibi çeşitli olayların tersine direniş günlerinde hayat sanatlaştı, meydanlara akan kitlelerin coşkulu dayanışması karşısında sanat ve edebiyat geri çekildi.
Madem edebiyattan söz ettik, Shakespeare’in Macbeth’inin girişindeki “İyi kötüdür kötü iyi” diye söylenerek dolaşan üç cadının sisli ve puslu ortamlarda belirdiğini hatırlayalım. Hain avına çıkanların, açık bir dille düşüncelerini dile getiren yazarlara kapalı mahfillerde ve takma adlarla linç kampanyası düzenleyenlerin, kimliğini gizlemek için daha çok Fetullahçı peşinde olanların ortamı... Karanlık zamanlarda harekete geçen düşük ruhlar… Güya bir dava için faaliyet göstermekteyken esasında değerli bir mücadelenin dinamiklerini kendi bulundukları batak için dekor olarak kullanmaya çalışanların şamataları içinde bulunduğumuz manevi açmazın oluşumunda büyük pay sahibi…
Haklılara özgü iyimserliğe, yapıcı faaliyetlere ve şeffaflığa ihtiyacımız var; karanlıkların düşman sayısını çoğaltan ve geleceğe bir kin mirası hazırlayan tahriklerine değil. Darbe girişimi bir imtihan, direniş günleri taze bir umudun zeminiydi. Dilimiz bir direnişin coşkulu, güvenli ve darbe karşıtları arasındaki dayanışmayı güçlendiren dili olmalı, olabilmeliydi. Hiçbir şey daha fazla yanıltılmaktan kötü olamaz. Darbelerden ders almak terörize edilme sebeplerine karşı teyakkuzu, haklıya özgü edebi ve adil yargı titizliğini korumak anlamına da geliyor. Ufkumuzun Türkmen Tekin adımlarıyla nasıl belirgin kılınabileceği üzerinde düşünmeli, Mustafa Cambaz içtenliğiyle de ucu açık kalan geceyi rahmete dönüştürmeliyiz.
Cihan Aktaş, 15.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.