Verilere göre 1926 Laçin'de 48.000 civarında Kürt yaşıyordu, 1979’daki nüfus sayımından sonra Azerbaycan’da Kürtlerin yaşamadığı açıklandı. Yapılan araştırmalar sonucunda Stalin tarafından uygulanan tehcir politikası sonucunda 50.000 Kürdün hayatını kaybettiği söyleniyor. "
Kürtler
SSCB’de yaşayan Kürt halkı Stalin döneminde iki sefer toplu tehcire uğradı. SSCB’nin kurulduğu yıllarda Kürtler genel olarak Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’da yaşıyorlardı. 16 Temmuz 1923 yılında Azerbaycan Sovyet Cumhuriyetinin sınırları içerisinde ilçe statüsünde olan ve başkentliğini Laçin’in yaptığı, Kelbecer, Laçin, Kubatlı ve Zengilan bölgelerini kapsayan Kürdistan Uyezdi oluşturuldu. 8 Nisan 1929 yılında bu oluşum lağvedildi ve onun yerine 25 Mayıs 1930 yılında Sovyet Kürdistan Bölgesi oluşturuldu.
30’lu yıllarda Kürt özerkliğinin kaldırılma süreci başladı. Halka yönelik eğitim faaliyetleri durduruldu, okullar ve gazeteler kapatıldı, “Kürt” kelimesinin kullanımı yasaklandı.
1937-1938 yılları arasında Azerbaycan’daki ve Ermenistan’daki Kürtler Orta Asya Cumhuriyetlerine, Sibirya’ya ve Kazakistan’a toplu olarak sürüldü ve özerklik kaldırıldı. Üç gün sürmesi gereken yolculuk son derece ağır şartlar altında bir ay içerisinde tamamlandı. Sürgün kışın yapıldığı için çoğu kişi yolda açlıktan ve soğuktan öldü. Götürüldükleri yerlerde başka etnik gruplar içerisinde eritilmek üzere aileler yerleşim yerlerine 3-4 aile olarak yerleştiriliyordu. Bu şekilde tehcir edilen Kürt halkı 110 ayrı bölgeye dağıtıldı. İlk seferde sürülen insan sayısı 30.000 civarındaydı. 1939 yılında Kazakistan’da yapılan nüfus sayımında 2.400 Kürt bulunuyordu. Diğerleri yolda hayatlarını kaybetmişti.
İkinci sürgün Kasım 1944 yılında yapıldı. Yine bir kış günü Gürcistan ve Türkiye sınırlarında yaşayan Müslüman Kürt halkı ikinci sefer sürgüne gönderildi. Eşyalarını toplamaları için halka birkaç dakika verildi. O dönemde neredeyse bütün erkekler süregiden savaşın cephelerinde savaştığından, sürülen genelde kadın, çocuk ve yaşlılar oldu. Sürgüne karşı çıkanlar oldukları yerde kurşuna diziliyordu. Çok kişi yolda donarak öldü. 20 sene boyunca, 1937- 1957 yılları arasında Kazakistan’daki kamplarda Kürt halkı özel yerleşimciler statüsünde bulunuyordu. Rehabilitasyon süreci başladığı zaman sürülen Kürt halkı çoğunlukta geri dönmeyerek Kazakistan’da kalmayı tercih etti.
Verilere göre 1926 Laçin'de 48.000 civarında Kürt yaşıyordu, 1979’daki nüfus sayımından sonra Azerbaycan’da Kürtlerin yaşamadığı açıklandı. Yapılan araştırmalar sonucunda Stalin tarafından uygulanan tehcir politikası sonucunda 50.000 Kürdün hayatını kaybettiği söyleniyor.
“Bu Böyle Olmuştu” kitabında Kürt halkının tehcirine tanklık yapan birinin anlattığı hikâye şöyle:
“Vatan neresi? Ne için savaştık?
Cepheden asker geldi…
Siperlerde, hastane yatağında, şiddetli saldırı esnasında ya da ateşi yükseldiğinde, baba ocağı, köyü, akrabaları sürekli aklına geliyordu. Savaşa onları faşistlerin istilasından korumak için katılmıştı.
Ve işte böyle… Cepheden döndüğüne sevinemedi.
Astsubay Ziya Aliyev’i doğup büyüdüğü ve babasının dedesinin inşa ettiği evinin bulunduğu ilçeye dahi girmesine izin vermediler.
Düşmanın ocağını yıkıp, ailesini katletmesini anlayabilirdi. Çünkü o düşmandı ama baba evini harap edip yakınlarını bilinmeyen bir yöne doğru sürenler ise yabancı değil, kendi devletiydi.
Diğer askerlerle birlikte faşistlere hücum ederken “Vatan için! Stalin için!” diye bağırıyordu. Meğer vatanı yokmuş. Stalin tarafından imzalanan bir kâğıt vatanını ve ailesini ondan aldı.
Aliyev ailesinin beş kardeşlerden beşi de 1941 yılında aynı evden ayrıldılar. Murathan, Behçet, Şevket ve Atabaş öldüler. O ise, Ziya, hayatta kaldı. Ağabeyleri evliydi, küçük kardeşleri ise henüz evlenmemişti… Ziya kendisinin de ölmediğine, sadece yaralandığına üzülüyordu. Neden yaşayacaktı ki? Cepheye giderken arkasında annesini, eşini, bir yaşındaki oğlunu, çok sevdiği küçük kız kardeşini bıraktı. Hepsi kontrplaktan yapılmış yük vagonlarında belirsiz yerlere, uzaklara götürüldükleri zaman açlıktan ve soğuktan öldüler. Neden hayatta kaldı ki astsubay Ziya Aliyev?
Bugün o, Stalingrad’dan Berlin’e kadar nasıl yürüdüğünü anlatıyor. Kızıl Yıldız madalyasını, Birinci Derece madalyasını ve daha yarım düzine madalya gösteriyor. Her madalyanın arkasında sergilediği kahramanlıkları…
Yatışmış mı o acı?
Yok. Her sene daha da artıyor.
Kürtlerin üçte birinin bir anda, 1944 yılının soğuk Aralık ayında yerlerinden koparılarak her tarafı acık, cereyanlı yük trenlerine doldurulduğunu ve yolda hayatlarını kaybetmeleri nasıl unutulabilirdi?
Ayrıca savaştan geri dönemeyen binlerce insan vardı. Ama onların kahramanlıklarını ve yaşadıkları ülkeye yaptıkları hizmetleri kim hatırlıyor ki?
Bir de yeni yerleşim yerlerinde, Almatı’nın yakınlarında bahar aylarında Kürtlerin, yeni çıkan yeşil otları yediklerini nasıl unutabilirsin? Ya da termometre ibresinin eksi kırk derecenin aşağısına düştüğü o şiddetli kış boyunca soğuktan nasıl donarak öldüklerini? Bu kadar soğuk olabileceğini hayal bile edemiyorlardı. Çıplak, aç, evsiz barksız, bulabildikleri paçavralara sarılarak ahırlara, bodrumlara sığınmaya çalışıyorlardı.
Hatırlamak bile korkunç!
“Kazaklar yardım etti. Sağ olsunlar!” diyorlar o korkunç kışı hatırladıklarında. Muhataplarım, üç kişi. Evin sahibi Ziya Batırhanoviç Aliyev ve eskiden beri komşuları olan Azılhan Mustafayeviç Mustafayev ve Aydan Suluoğlu Aliyev. Üç kişiler ama kaderleri aynı.
Trajik hayatlar! Farklılıkları yalnızca ayrıntılarda saklıdır.
Mesela Mustafayev. 1941 senesinden beri savaşta cephe aldı. Kursk muharebesinde bacağından yaralandı. İki ay sonra yine cepheye gitti. Harkov’da, Lihaçovskaya istasyonundaki çatışmalarda yine yaralandı. Bu sefer sol kolundan. Yine askeri hastanede yattı, sonra tedavinin bitmesi için eve gönderildi. Baba köyüne, Ahgid’e gitti. Çok mutluydu. Savaşın bitmesini beklemeden sevdiği Gürcü kız Maria ile evlendi. 1944 yılının sonbaharında izni bitti, cepheye hazırlanmaya başladı ama o gün olan oldu. Birden sokaklarda askerler belirdi. “Hangi tüfekle savaştıysak, o tüfekle bizi sürdüler”
Hüzün içerisinde anlatıyor Azılhan ağa.
Akrabaları genç hanımını yerinde kalması için ikna etmeye çalışıyorlardı ama Maria kararlıydı: “Kocamı nereye götürürlerse, ben de oraya giderim. O ölürse, ben de ölürüm!”
Dekabrist eşlerini herkes bilir, onlar hakkında şiirler döşenmiştir. Ya bizim annelerimiz, hükümetin zararlı ırk olarak ilan ettiği ulusların temsilcilerini sevip, kocalarından vazgeçmeyip, onlarla beraber bütün zorluklara katlananlar… Onlara layık şarkıları kim yazar? Maria tam 38 sene sonra anne ve babasıyla görüşebildi. Yine de daha o zamanlar 1944’te getirildikleri yerde, bu buluşmanın bir gün mümkün olabileceğini hayal bile edemiyordu. İnsanlar yolda ardı ardına ölüyorlardı ve vagonlardan çöp gibi yokuş aşağı atılıyorlardı. Hatırlamak bile korkunçken insanın bütün bunlardan sonra aklını kaybetmeden nasıl yaşayabileceğini anlamak asla mümkün değildir. Gerçi bazıları aklını kaybediyordu…
O ölmekten, gereksiz bir eşya gibi aşağıya atılmaktan korkuyordu. Ama ölmekten daha kolay bir şey yoktu; sıcaktan, dilin kuru bir odun gibi ağzını doldurduğu zaman; açlıktan, gözlerin karardığı ve ayaklarının tutmadığı zaman; iliklerine kadar işleyen soğuktan, bedenini ve ruhunu hissetmeyi bıraktığın zaman. Yardım çağrısına hiçbir yerden cevap gelmiyordu. Gardiyanlar hiç umursamıyordu ve cevaben sadece : “Kapa çeneni, vururum!”, diye bağırıp tüfeklerine sarılıyorlardı…
Aydan Aliyev bezi çözüp masanın üstüne bir sürü madalya bıraktı. Cesaret madalyasını, Askeri Başarı madalyasını… Ceketinin yakasında Askeri Muhafızlar rozeti ve Vatan Savaşı nişanı var. Kahramanlık nişanını bir kenara koydu. 1941’den beri savaşıyordu, zaferden sonra “halkların babası” ismini taşıyan Stalingrad’ı kalkındırması için oraya gönderildi. “Halkların babası” demek onun gayet babacan bir tavırla dağlardaki öz evlerinden açlık içindeki bozkırların çöllenmiş topraklarına gönderilen Kürt halkı. Aydan bütün yakınlarını kaybetti, onları özlüyordu. Bir Rus askerinden annesini, babasını, kardeşlerini bulması için yardım istedi. Yazmadıkları yer yoktu!
Nihayet Aspin ilçesinden cevap aldılar; onlara Orta Asya ve Kazakistan’ın göçmenler bürosuna başvurmaları söylendi. Aydan mektubu okudu ve aklına Myskhako’daki o korkunç 225 gün geldi, sonra Kiev’deki çatışmalar, Jıtomir, ağır yaralandığı Karpatlar… Kanlar içinde karda yatarken, ailesinin çoktan sürgüne gönderildiğini bilmiyordu. Sebepsiz yere. Kürtlerin başına beklenmedik felaketin geldiğini nereden bilecekti. Ama dağdaki Ahçiya köyünden savaşa giden asker madalya için düşmanla savaşmıyordu ki…
Onların yakınlarının evlerinde çektiklerinin cephede savaşmaktan daha kolay olmadığını biliyorlardı. Sonra, yeni yerleşim yerinde onlar da hakları olmadan yaşamanın acısını fazlasıyla tattılar. Sabahtan akşama kadar çalışma ve bitmeyen açlık. Her şey hepi topu yarım kilo ekmek için. Köyü şehre bağlayan yolu geçersen, bir de üstelik şehre gidersen, tutuklanırsın ve anında hapsedilirsin. İlçe merkezine gidersen, 25 sene ağır sürgün yersin.
Aydan, bir keresinde, dalgınlıktan yeşillik pazarına elek, bir de ufaktan başka bir şeyler de almaya gittiydi, tutukladılar. Görünüşü ele verdi. On beş günlüğüne hapishaneye gönderdiler. Şimdi ise 25 yıl hapis almadığı için şanslı olduğunu düşünüyor. Herhalde orada işçilere ihtiyaç vardı.
Onlar işten kaçınmazdı; biçiyorlardı, ekiyorlardı, su kanalları kazıyorlardı. Azılhan ağa yaralı olan sol koluyla toprak yüklü tahtaları tutamıyordu, o da kementle omzuna bağlamayı akıl etti. Askerin sivri zekâsı! Şimdi sol kolunun sakatlığı belli olmuyor ama o zaman, 1955 yılında, engelli belgesini bile ondan aldılar. Sadece aldılar, hiçbir açıklama, gerekçe, tıbbi muayene yapmadan. Onlar, hakları olmadan yaşamaya alışıklar, tek dertleri ölmeden o vahşice dönemini atlatan çocuklarını, torunlarını ayağa kaldırabilmekti. Ve onlar ölüme inat hayatta kaldılar…”
Aziz Aliyev; Almatı, 1991.
Melek Öz, 30.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Makale, Çeviri-Analiz
Melek Öz Yazıları
Takip et: @formel_
Kitabın Orijinal Metni:
http://www.e-reading.club/bookreader.php/1028371/Alieva_-_Tak_eto_bylo_Nacionalnye_repressii_v_SSSR._1919-1952_gody.html
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz