"Kur’an ayetlerine göre samimi olarak iman etmiş bir kul, hakkı ve hukuku gözeterek herhangi bir konuda hüküm vereceği zaman adil ve tarafsız olur. Yakınları aleyhine dahi olsa adaletten sapmaz. Şahitliğini gizlemez. Ölçüde, tartıda hesap ve kitapta dosdoğru olur. İnsanları aldatmaz aralarında ayırım yapmaz. Aralarında anlaşma bulunan düşman topluluklara karşı bile adaletli olur gerçeği saptırmaz. Yetimin, öksüzün malını gözetir. Ne kendi heva ve istekleri nede yakınlarının heva ve isteklerine göre hareket etmez. Olay ve durumlara menfaat açısından değil doğruluk ve adalet açısından yaklaşır. Karar vermeden önce dikkatli bir biçimde inceleme yapar. Allah’ın adil olanları ve adaletle davrananları sevdiğini bilir."
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bizi hidâyete erdiren ve kendine imân etme şerefini nasip eden, küfür ve şirkten nefret ettiren, modern tâğutlara boyun eğdirmeyen âlemlerin rabbi olan Allah’a kâinattaki zerreler adedince hamd’u senâ, üsve’i-hasene olan Resûlü Muhammed Mustafa’ya salât u selâm olsun.
KUR'AN'DA ADALET KAVRAMI
GİRİŞ
Yüce Allah, insanlığa yol göstermek, zulmedenleri uyarmak, ihsanda bulunanları müjdelemek(Ahkâf 46/ 12), akıl sahiplerinin düşünüp öğüt almalarını sağlamak ve nihaî noktada dünya ve ahiret saadetlerini temin etmek gayeleriyle tarih boyunca yine insanların içinden seçtiği peygamberler aracılığı ile ilahî buyruklar göndermiştir. Ne yazık ki bugün Allah’ın bizlere gönderdiği ve bizim de mehcûr bıraktığımız bir kitap var elimizde.
Evrendeki mizânı, ölçüyü, dengeyi âlemlerin Rabbi olan yüce Allah koymuştur. Allah’ın isimlerinden biri olan “el-Adl” adalet manasındadır. Dolayısıyla adalet dünyanın da esas kaide ve direklerindendir, onsuz dünyanın nizam ve intizamı düşünelemez.
Cahiliyye olarak isimlendirilen karanlık bir zihniyetin hüküm sürdüğü bir toplumda, tedricen nazil olan Kur’an-ı Kerim, insanoğluna iki cihan saadetine ulaşması için temel prensipler vaz etmiştir. Bunların başında adâlet prensibi gelmektedir. İmandan amele, amelden ahlaka kadar geniş bir perspektifte vücut bulan ve hayatın her alanını kapsayan adâlet kavramı, kendisine atfedilen öneme binaen kutsal kitapta en çok dikkat çekilen noktalardan biri olmuştur.
1- ADÂLET KAVRAMI
İslamiyette fevkalade büyük bir öneme sahip olan adalet kavramının Kur'an-ı Kerim'de esas itibariyle ('ADL) ve Kur'an'da yirmi dört pasajda yirmi yedi defa geçen[1] (KST) temel kökleriyle ifade edilmiş olduğunu görürüz. Adâlet (عدالة) kelimesi, “denk olmak, adaletle hükmetmek, doğru davranmak, istikamet üzere olmak”,[2] anlamındaki fiilinden türemiştir. Bu kökten mastar olan (عَدْل) kelimesi de adâlet ile eş anlamlıdır.
Bu bağlamda adâlet; bir şeyi yerli yerine koymak, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, kişinin kendi mülkündeki tasarrufu[3], insaf ve eşitlik[4] anlamında bir terimdir. Adâlet lugat olarak “eşit davranmak, denk tutmak, doğrultmak, düzeltmek, doğruluk, haksızlıktan uzak durmak, tam düzgünlük, istikâmet, insaf, hakkaniyet, zulmün zıddı, doğru hüküm verme”dir.[5]
Adâlet, doğruluğu zihinde kesinlikle yer etmiş, sabitleşmiş şey ve zulmün zıddıdır. İstikâmet, müsavat, aşırılığa kaçmadan orta yolu bulma, eş, benzer, misildir.[6]
İslam literatüründe de eşitlik ilkesi adâlet kavramıyla ifade edilmiştir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki eşitlik, her zaman adâlet kavramını karşılamamakta, fakat onun bir cüzünü teşkil etmektedir. Söz gelimi “Çocuklarınıza verdiklerinizde adaletli davranınız.”[7] hadîsinde adâlet, eşitliği ifade ederken sosyal adâleti emreden hükümlerde adâletten kasıt dengedir.[8] Şer’i ve hukuki manada ise bu kavram; dinen mahzurlu işlerden kaçınmak, doğru yola yönelmek, adâleti temin etmek, büyük günahlardan kaçınma ve küçüklerinde ısrar etmemek anlamlarında kullanılmaktadır.[9] Kişisel arzu ve isteklerden etkilenmeyen adâlet, ahlak ve hukukun en temel kavramıdır. Zıddı zulümdür ve cevrdir.
عدل kökü: Kur’an-ı Kerim’de, yarısından çoğu medeni olan 11 sure de 24 ayette 28 defa zikredilmiştir.[10] Kur’an’da adâlet, adl (عَدْلُ) , kıst (قِسْط) ve mîzan (مِيزَان) kelimeleri ile ifade edilmiştir. Ayrıca sıdk (صِدْقْ) kelimesi de ahlakî adâleti karşılamaktadır. “A-d-l” fiili, isim ve fiil formları ile 12’si mekkî, 16’sı medenî toplam 28; kıst kelimesi 8’i mekkî 17’si medeni 25; mîzan ise 17’si mekkî 6’sı medeni 23 ayette yer almaktadır.[11]
Kur’an’ı Kerim’de kendisine bu kadar çok atıf yapılması, adâlete verilen önemi göstermektedir. Ayrıca bilindiği gibi mekkî ayetler genellikle inanç içerikli, medenî ayetler ise ibadet ve muamelat ağırlıklıdır. Adâlet mefhumunun her iki dönemde de emredilmesi ve vurgulanması, karşıtı olan zulmün şiddetle reddedilmesi, onun, İslam dininin başat ilkelerinden olduğunu göstermektedir.[12]
Adl kelimesi,[13] Allah'ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biridir ve mübalağa ifade eden bir sıfat olup, “çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan, her zaman her şeye karşı adaletli davranan, hâkimü’l adl olup her şeyi hakkıyla gören, işiten, her şeyin içini-dışını, önünü- sonunu bilen ve her şeye hakkıyla gücü yeten”[14] manalarına gelir. “Adl” Allah’ın diğer isim ve sıfatıyla da alakalı olup Allah’ın “el-Hak, el-Muksıt, el-Hakim, er-Rezzak, er-Rahman ve er-Rahim” isimleriyle de irtibatlıdır. Dolayısıyla adaletin tecellileri kainatta görülüp idrak edilmesi de mümkün olabilmektedir. [15]
Istılahta adalet, ifrât ve tefrit arasında orta yolu tutmak, dînen haram kılınan şeylerden sakınıp hak yol üzere dosdoğru olmak, büyük günâhları işlemekten ve küçük günâhlarda ısrar etmekten kaçınmak, hak sahibine hakkını tam vermek, hakkını tam almak, cezâ ve ödülde eşit davranmak, zulmü terk etmek, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi sağlamak (Firuzâbâdî, el-Kamusu’l-Muhît, IV, 13.) anlamındadır.[16]
İlahî fiillerin adalet ve hikmet üzere oluşu İslâm kelâmcılarının genel kanaatidir. Dolayısıyla kişinin de fiillerini, yani insan-eşya ilişkileri, insanların birbirleriyle olan münasebetleri ve insanın devletle olan alâkasını, Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlenmesi de adalettir.[17]
“Ahlâkın ve özellikle hukukun en temel kavramı adâlettir. Adâlet hukukun gayesi ve amacıdır. Adâletin en genel tanımı ise, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermektir. (Vecdi Akyüz, Kur’ân'da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul, 1998, s. 108.) Yönetimin bir ilkesi olarak adâlet, ahlâkî muhtevalı her kişi-kişi, kişi- toplum ilişkisinde dengeli olma (Özsoy, Ömer- Güler, İlhami, Konularına Göre Kur’ân, Ankara, 2004, s. 519.) durumudur. Ahlâk alanında adâlet ise ferdi ve içtimai yapıda, dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ve ahlâkî erdem (Mustafa Çağrıcı, “Adâlet”, DİA, İstanbul, 1988, I, 341.) olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda adâlet, sahibini, kendisi ve insanlar hakkında elinden geldiğince adâleti ayakta tutmaya yönelten bir ahlâktır.( M.Tahir Aşur, İslam İnsan ve Toplum Felsefesi, Çev: Vecdi Akyüz, Rağbet Yay., İstanbul 2000, s. 24) Kur’ân-ı Kerim’de adâletli olmaya teşvik eden birçok ayet-i kerime bulunduğu gibi, Hz. Peygamber (s.)’in birçok hâdisi de adâletin önemini vurgulamış, ashab-ı kiram da fiilen insanlar arasında adâleti uygulamışlardır.”[18]
“Adâlet sözcüğü, iki şey arasındaki benzerlik anlamındaki kökten türemiştir. Bu iki taraf, aralarında üçüncü bir şeyi gerektirir. Bunun içinde orta (vasat) sözcüğü, bazı durumlarda Arapçada adâletle aynı anlamda kullanılır.[19] Ayrıca, adâlet verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. Bu denge ise bazı hallerde eşitlikle gerçekleşir. Ancak adâlet eşitlik değil, dengedir. Diyet ve tazminat yoluyla adâletin sağlanmasında aslolan dengedir.[20] Malın Allah’a ait olması, insanların ve özellikle müminlerin kardeş olmaları, şahsî servetlerde fakir ve mahrumların haklarının bulunması, Allah’a ihsanı emretmesi gibi prensiplere dayanan ve insanın toplum içindeki iktisadi ve sosyal durumuna bakılmaksızın herkese insanca yaşama, temel ihtiyaçlarını temin etme imkânı veren sosyal adâlet anlayışında ise ölçü eşitlik değil, dengedir.[21] Adâlet ifrat ve tefrit arasındaki orta yoldur. Her şeyde mutlak suretle uyulması gereken bir yoldur. Adâlet aynı zamanda hata ve eksiklikten uzak olan ilahi bir ölçüdür. Bu da her şeyde dengeyi, uyumu ifade eder.” [22]
İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’a baktığımızda ise pek çok yerde adalet kavramı üzerinde durulduğunu görülmektedir. Kuran’da adalet kavramı, Allah’ın hükümleri ve emirleri (En’âm, 6/115; Yunus, 12/4–54; Nahl, 16/90; Ahzâb,33/5.), insanlar arasındaki ilişkilerde şahitlik (Âl-i İmrân Suresi 3/18; Nisâ Suresi 4/135; Mâide Suresi, 5/ 8–106; En’âm Suresi 6/152; Talâk Suresi 65/ 2.), insanların birbirleri hakkındaki hükümleri[23] ve yetimler (Nisâ,4/3–127; En’âm,6/152.) gibi konularda pek çok defa kullanılmıştır.
Adalet kavramı ve hükmedildiğinde adaletle hükmedilmesi pek çok Kur’an ayetinde açıklanmış tavsiye ve emredilmiştir.
Kur’an ayetlerine göre samimi olarak iman etmiş bir kul, hakkı ve hukuku gözeterek herhangi bir konuda hüküm vereceği zaman adil ve tarafsız olur. Yakınları aleyhine dahi olsa adaletten sapmaz. Şahitliğini gizlemez. Ölçüde, tartıda hesap ve kitapta dosdoğru olur. İnsanları aldatmaz aralarında ayırım yapmaz. Aralarında anlaşma bulunan düşman topluluklara karşı bile adaletli olur gerçeği saptırmaz. Yetimin, öksüzün malını gözetir. Ne kendi heva ve istekleri nede yakınlarının heva ve isteklerine göre hareket etmez. Olay ve durumlara menfaat açısından değil doğruluk ve adalet açısından yaklaşır. Karar vermeden önce dikkatli bir biçimde inceleme yapar. Allah’ın adil olanları ve adaletle davrananları sevdiğini bilir.
Adalet kavramıyla ilgili olarak ifade edebileceğimiz, Kur’an’da zikredilen “orta bir ümmet” kavramı da çok önemsenmiştir. Zira Kuran’da “Böylece biz sizi, insanlara şahit ve örnek olmanız için “orta bir ümmet” kıldık”(Bakara,2/143.) şeklindeki ayetteki “orta” kavramı adalet kavramının bir açılımı olarak düşünülebilir. Bir başka ayette ise, “Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi “orta” bir yoldadır”(Fâtır,35/32.) buyrulmaktadır. Bu ayette “orta bir yol” olarak ifade edilen kav-ram “zulmün” zıddı olarak kullanılmıştır. Yukarıda verdiğimiz tanım göz önünde bulundurulduğunda “orta” kavramının âdil, mu’tedil olarak da ifade edilebilmesi mümkündür.[24]
“Adalet kelimesinde ifadesini bulan bu değişik nosyonlar, Said İbn Cubeyr’in adl kelimesinin manasını soran Halife Abdulmelik (ö. h. 85/m. 705)’e yazdığı cevabî mektupta âdeta özetlenmiştir:
“Adl dört kısımdır: Öncelikle taşıdığı mana, Allah emrine (Nisa, 58: “İnsanlar arasında hükmettiğinizde, adalet ile hükmedeceksiniz!”) uygun olarak, karar vermede adalet; yani insaf etmektir. İkinci mana, yine Allah emrine (En’am, 152: “Konuştuğunuzda ölçüyü aşmayın!”) uygun olarak kelamda adalet olunmasıdır. Adaletin üçüncü bir manası Bakara Sûresi’nin 123. ayetinde karşımıza çıkmaktadır, ki bu Allah emrine uygun olarak salahın, felahın esbabına tevessül olunmasında adalettir; “Hiçbir canın diğer bir cana faydasının erişmeyeceği, kimseden kefaletin kabul edilmeyeceği ve hiçbir şefaatin kimseyi kurtarmayacağı bir günden sakının!” Adaletin dördüncü manası ise Allah’a eş koşmaktan kaçınmaktır: “Ne var ki kâfirler, O’na eş koşarlar.” (En’am, 1)[25]
Kur'an’da ve hadiste doğruluk, hakkaniyet ve ölçülülük gibi dinî yahut insanî akideler Allah’ın Birliği kavramından hemen sonraki yeri işgal ederler ki bunda rol oynayan faktör kısmen bu emirlerin önem ve değeri ve daha çok adalet mefhumuna hemen hiç yer vermeyen İslâm öncesi sosyal düzene gösterilen reaksiyondur. Kur'an’da adalet ile ilgili en önemli ayetler şunlardır:
“Allah adaleti ve iyiliği emreder; aşırılıktan, kötü işlerden ve azgınlıktan (saldırganlıktan) da uzak durmanızı ister.” (Nahl, 90)
“Allah size emanetleri sahiplerine teslim etmenizi emrediyor, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da, adalet ile hükmedin.” (Nisa, 58)
“Yarattıklarımız içinde öyle bir millet vardır ki, Hakk’a çağırır, Hakk ile adalet ederler.” (A’raf, 181; Ayrıca bkz. Al-i İmran, 106; Tevbe, 71; Hacc, 41; Lokman, 16.)[26]
2- ALLAH ADÂLETİ EMREDER
Âlemlerin Rabbi olan yüce Yaratıcı, insanlığı yoktan var etmiş, nizam içinde ve güven temelinde bir hayat sürmeleri ve bu hayatları sonucunda ebedi saadete ulaşmaları için adâlet prensibini ortaya koymuş, insanlardan da buna uymalarını istemiştir. Zira yer ve gök adaletle kâim olup adâlet sınırlarını aşan her oluşum altüst olmaya mahkûmdur.
Adâlet emri ile ilkin ilahi mesajı aktarma vazifesi ile müşerref olan peygamberler muhatap olmuş ve onlardan, gönderildikleri toplumda adâletle hükmetmeleri istenmiştir.
وَ اِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلهٍ غَيْرُهُ وُ لاَ تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَ الْمِيزَانَ…. وَ يَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَ لاَ تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَاءَهُمْ وَ لاَ تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın…Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adâletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.” (Hûd 11/ 84,85)
يَا دَاوُدَ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ
“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adâletle hükmet.” (Sâd 38/ 26) ayetleri ile Hz. Muhammed’den önceki peygamberlere olduğu gibi;
اَرَاكَ اللهُ وَ لاَ تَكُنْ لِلْخَاءِنِينَ خَصِيمًا اِنَّا اَنْزَلْنَاكَ اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا
“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!” (Nisa,4/105),
فَاِنْ حَاؤُكَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْ وَ اِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّكَ شَيْءًا وَ اِنْ حَكَمْتَ فَحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ اِنَ اللهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
“Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adâletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adâletle hüküm yürütenleri sever.” (Maide,5/42),
وَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ وَ لاَ تَتَّبِعْ اَهْوَاءَهُمْ وَ قُلْ آمَنْتُ بِمَا اَنْزَلَ اللهُ مِنْ كِتَابٍ وَ اُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْ
“Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adâletli davranmakla emrolundum.” (Şûrâ,42/15) ayetleri ile de Hz. Peygamber adâlet emrine muhatap olmuştur. Bu hitaplar sadece peygamberleri değil, onların şahsında tüm insanlığı kapsamaktadır.
لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَ اَنْزَلْنَا مَعَهُمْ الْكِتَابَ وَ الْمِيزَانَ لِيَفُومَ النَّاس بِالْقِسْط
“Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adâleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik.” (Hadîd 57/ 25) ayet-i kerimesi genelde ilahî mesajların özelde ise Kur’an’ın adâletin bir ölçütü olduğunu belirtmektedir. Allah, Kur’an’da zaman ve topluma göre değişmeyecek temel kaideleri zikretmiş böylelikle insanlar için hukukî ve ahlakî düzlemde kıstas olacak unsurları göstermiştir. Buna rağmen bu kadar sapma meydana gelebilmektedir.
Adâletin insanlar tarafından gerçekleştirilmesi istenen bir değer olması hasebiyle insanın çekinip saygı duyacağı bir otoriteye bağlılığı adâletin tesisinde önemlidir. Bunun için Allah, adâletin merkezine imanı yerleştirmiş ve adâlet duyusunun gelişimi ile Allah ve ahiret gününe imanı ilişkilendirmiştir.[27] Bu meyanda adâletin ilk uygulanacağı husus Allah’a imandır. “Bir şeyi yerli yerine koymak” anlamı dikkate alındığında, ilahlık noktasında Allah’ın mutlak yetkinlik bakımından denginin olmayışı sebebiyle O’nu tek ilâh olarak tanıyarak hakkını vermek adâlet; hiçbir fayda ve zarar veremeyen unsurları ilah mertebesine yükseltip şirk inancına savrulmak ise zulümdür.
لاَ تُشْرِكْ بِااللهِ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
“Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” (Lokman,31/13) ayeti bu gerçeği dile getirmektedir.[28] Öte yandan Allah’ın zerre kadar zulmetmeyeceği
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَ مَنْ اَسَاءَ فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعِبِيد
“Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet,41/46),
اِنَّ اللهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ
”Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez.” (Nisa,4/40) ayetleriyle bildirilmiş, insanların ahirette tüm amellerinin karşılığını bulacağı da ifade edilmiştir.( Kehf 18/ 49; Zilzal 99/7,8.)
Bu çerçevede ahiret inancı, adâletin ve Allah’ın hükümlerinin uygulanması noktasında itici güç olmuştur.
Allah ve ahiret inancının tesis ettiği otorite ve mütekabiliyet, dünyevî boyutta insanların âdilâne davranışlarda bulunmalarını gerekli kılmış, bu durum Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir:
الْقُرْبَى وَ يَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْي يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ اِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَ إِيتَائِ ذِي
“Muhakkak ki Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl,16/90)
Allah Teala bu ayette nizamı sağlayan üç öğeyi emretmiş, buna karşılık üç çirkin hareketi yasaklamıştır. Bu ayete dair üç yorum tefsirlerde öne çıkmaktadır.
İlk yoruma göre adâlet, Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmek, ihsan da Allah’ın verdiği görevleri en iyi şekilde yapmak olarak açıklamıştır.[29]
İkinci yorum ise adâlet kavramını; Allah’a ibadet etmede kişinin içi ile dışının bir olması, ihsan kavramını da ihlas olarak beyan etmiştir.[30]
Temayüz eden diğer görüşe göre ise adâlet, her şeyi tam olarak yerine getirip ölçülü davranmak, ihsan ise iyilik edip hayır yapmak şeklinde izah etmiştir.[31] Bu yorumda ihsan daha çok öne çıkmaktadır. Zira adâlet toplumda dengeyi ve hukukî nizamı sağlamanın, ihsan ise toplumu mükemmelleştirmenin bir vesilesi olarak görülmektedir. Böylelikle ihsan, adaletin şaşmaz kesinliğine ve acımasızlığına bir bakıma yumuşaklık getirmektedir.[32]
قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ
“De ki: Rabbim adâleti emretti.” (A’raf,7/29) ,
اِنَّ اللهَ يَأمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّواالْأَمَانَاتِ اِلِى اَهْلِهَا وَ اِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ اِنَّ اللهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِهِ اِنَّ اللهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir.” (Nisa,4/58) ayetleri adâlete uygun hükümler verme yükümlülüğünü kayıtsız ve geniş kapsamlı tutarak, tüm insanlara şamil hale getirmiştir. Başka bir deyişle İslam’ın istediği adâlet, yalnızca Müslümanlar arasında uygulanan değil, her insanın “insan” olması nedeniyle hakkı olan bir kavramdır.[33]
Bu anlayışın bir ileri boyutu olarak
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنَ قَوْمٍ عَلَى الاَّ تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللهَ اِنَّ اللهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler, Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adâlet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adâletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide,5/8.) buyrulmuş, bırakın Müslümanı, düşman olan milletlere karşı dahi adâletin terk edilmemesi emredilmiş, adâletin Allah katında en yüce değer olan takvaya en yakın husus olduğu zikredilmiştir.
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاءَ لِلهِ وَلَوْ عَلَى اَنْفُسِكُمْ اَوِالْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ اِنْ يَكُنْ غَنِيًّا اَوْ فَقِيرًا فَاللهُ اَوْلَى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوَى اَنْ تَعْدِلُوا وَاِنْ تَلْوُا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik yaparak adâleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”( Nisa,4/135) ayeti ise bu anlayışın zirve noktasını temsil etmektedir.
Adâleti temin ile görevlendirilenleri bu amaçlarından saptırabilecek âmilleri iki grupta toplamak mümkündür. Bunlar maddi menfaat ve manevi değerlerdir. Ayetin ilk kısmı manevî değerlerin, ikinci kısmı ise maddî çıkarların, insanı adâletten ayırmaması gerektiğine işaret etmektedir. Haksızlığa yol açıldığı durumlarda bunun halktan gizlense dahi her şeyi hakkıyla bilen Allah’tan gizlenmesinin imkânsız olduğu belirtilmiştir. ( Diyanet, Heyet, Kur’an Yolu, Cilt: 2, ss: 123, 124.)[34]
SONUÇ
Mutlak manada âdil olan Allah Teala tüm işlerinde adâlet ilkesini öncelemiştir. Bu çerçevede, kullarına zulmetmesi, hikmetsiz bir iş yapması, adâletten sapması Allah hakkında düşünülemez. Yüce Allah’ın bu yönünü bilen kişi, O’ndan gelen hükümleri çirkin göremez. Aksine rıza göstererek kabul etmeye çalışır. Herhangi bir zorlukla karşılaştığında bunun bir imtihan vesilesi olduğunu bilir ve sabreder. Bu gerçek insanı birçok psikolojik sıkıntıdan ve patolojik durumdan kurtaracak mahiyettedir.
Bu bağlamda denilebilir ki adalet dalaleti giderir, saadete götürür. Hakk Teala kullarına da, ideal bir ferdi ve içtimai hayata nail olmaları için adâleti emretmiştir. Adaletin herkese karşı ve hiçbir dini, etnik vb. ayrım gözetilmeden, maddi ve manevi engellemelere takılmadan uygulanması Kur’an’ın isteğidir.
Tatbikatında Kur’anî direktiflerin izdüşümünü bulduğumuz Hz. Peygamber de adâletli bir insan ve toplum oluşturma gayreti içerisinde olmuştur. Ayrıca makâsıd-ı şerîa olarak adlandırılan genelde dinin, özelde hukuk alanındaki dini hükümlerin hedeflerini gerçekleştirmek de adâlet ilkesinin hayata aktarılması ile mümkün olacaktır. Aşırılıklardan uzak durmak ve sırat-ı müstakim üzere olmak insanı huzurlu kılacak ve kemal noktasına taşıyacaktır.[35]
Adalet; dini, siyasi, hukuki, sosyal ve iktisadi adalet olarak çeşitlere ayrılmaktadır. Buda adaletin tek bir alanda değil hayatımızın her alanında karşımıza çıkan temel bir ilkedir. Eğer bu alanlardan sadece birinde bile adalet eksik olmuş olsa domino taşlari gibi birinin yıkılmasıyla gerçekleşen yıkım bütün alanlarda yıkıma adaletsizliğin baş göstermesine sebep olacaktır. Her şeyi bir nizam ve ölçü dahilinde yaratan Allah kullarından da bu ölçü ve nizamın bozulmamasını ve yaratılış gayelerine uygun olarak hak ve hukuku gözetmelerini istemektedir.
“Allah, adaleti, ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı), yakın akrabalara yardım etmeyi; fahşa’dan (aşırılıktan), münker’den (kötü işlerden) ve bağy’den (azıp-haddi aşmaktan) uzak durmanızı emreder.” (Nahl,90.)
Dünyada yaşanan ve hala da yaşanmakta olan zulm, haksızlık ve adaletsizlikler kişisel çıkar ve menfaatden dolayı kaynaklanmaktadır. Günümüz toplumunda toplumsal menfaatler değil aranmamaktadır. Herkes için önemli olan kendi refah düzeyi ve rahatlığı olmuştur. Buda toplumsal birlik ve beraberliğin önündeki en büyük engeldir.
“Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda deliller getirerek tartışma ya (huccete gerek) yoktur. Allah bizi bir araya getirip-toplayacaktır. Dönüş O’nadır.” (Şûrâ,15.)
Kur’an’a dayanan adalet, kişilere göre değişmeyen, objektif ve evrenseldir. Beşerî zaaflardan uzaktır. Allah Teala mutlak olarak adildir. Buna rağmen kullarından yapabilecekleri kadar adalet istemektedir. Dolayısıyla adalet fert bazında bir ideal iken, toplum bazında bir sorumluluktur. Adalet ve huzurun öncelikle ailede başlayıp, sonra toplumda, sonrasında da dünya üzerinde süregelen bir akım olarak devam edecektir. Allah kullarının kesinlikle zulüm yapmamalarını istemiştir.
Allah adaletle hükmeder (Mü’min, 20) ve Allah adil olanları sever. (Maide,42) Allah’ın sevilen adil kullarından olmak dileğiyle.[36]
İnsanın “adl” ve “adaleti” ise esas itibariyle; bir yönden, kişinin düşüncesinde, davranışında ve sözünde sırat-ı müstakimi takib etmesi; diğer yönden de başka insanlara yönelik olarak, insan aklı ve ilahi şeriatta belirlenen her hakkı bazı durumlarda insanlar arasında eşitliğe de riayet ederek hak sahibine vermesi, diğer bir ifade ile onun hep Allah'ın istediği güzellikleri sergilemesidir.
İnsana saygısızlığın da adaletsizlik olarak nitelendirilmesi gerekir. Çünkü insan mükerremdir. Ona saygısızlık da bir adaletsizlik modelidir.[37]
Adalet, mutlu toplumların, sağlam ve yüksek düzeydeki devletlerin en kutsal mefhumu ve vazgeçilmez unsurudur. Devletlerin medeniyet seviyeleri, adalete verdikleri önem ile ölçülür. Bu bakımdandır ki İslamiyet de adaleti müslümanların sinesinde ve icraatında sönmez bir meşale gibi rehber olarak görmüştür.
Hulasa adalet; Allah'ın hikmetine göre her şeyi belirli bir ölçü ve denge içerisinde yerli yerine koymuş olduğu bu âlemde, insanın da kendi âleminde her şeyi, kendisine öğretildiği şeklinde yerli yerine koyması, denge ve istikameti takip etmesidir. Kur'an'ın hakikatlerinden ve İslamiyetin düsturlarından olan adalet, insanlar hakkında bir yönüyle bütün faziletlerin başı, diğer yönüyle de faziletin bütün nevilerini cami bir vasıftır.[38]
İki dünya savaşının ardından İslâm alemi, büyük baskılar altında aslında kokuşmuş ve iflas etmiş Batı’ya yetişebilmek kaygısıyla girişilmiş hızlı değişimin getirdiği birçok şiddetli sarsıntı yaşamıştır. Tarihin çöplüğüne gönderilen Roma’nın torunları olan küresel bir çeteden hiçbir farkı olmayan NATO, Avrupa ve onun amiral gemisi Amerika’nın nefret dolu hain ve kahpe saldırıları devam ediyor. Dünyanın gözü önünde adaleti ayaklar altına alarak, küresel ölçekte Müslümanlara zulme devam ediyorlar.
Müslümanların ma’ruz kaldığı saldırı ve sarsıntılar yeni bir olgu olmayıp, değişimin daha kökten olduğu ülkelerde daha şiddetle hissedilmiştir: Mısır’da İhvan hareketi, Pakistan’da Cemaat-i İslâmî ve nihayet İran’da Humeyni liderliğindeki – masonic pers - İslâm Devrimi (!).Bu tepkiler şiddetin uğradığı ülkelerle sınırlı kalmamış, dış baskılara karşı direnme çağrısını alan diğer Müslüman toplulukları da etkisi altına almıştır.
Bir gözlemciye göre İslâm alemi bir Kâse-i fâfur’dur (tınlama kutusu); bir İslâm ülkesindeki başkaldırı İslâmî değerlerin bütünüyle yok olması endişesi taşıyan diğer İslâm ülkesi halklarını da harekete geçirmektedir.[39]
Şu ana kadar yapılan bütün saldırıları ve 15 Temmuz işgal girişimini Allah’ın yardımı ve inâyeti ile bir şekilde def eden Türkiye, hamdolsun bugün de genelde insanoğluna özel de ise Müslüman toplumlara ümit ve model olmaya başlamıştır. Dün de bugün de yarın da en önemli gündem maddelerimizden biri yine âdil olmak ve âdaleti tesis etme olacaktır. Ne yazık ki, Kur’an’ın belki de en önemli kavramlarından biri olan âdalet konusunda da Müslümanlar olarak çok ciddi savrulma ve kırılmalar yaşamaktayız. Emâneti ehline vermek ve adâleti tesis etmekle mükellefiz.
Unutulmamalıdır ki, “Tevhidin yeryüzündeki tecellisi adalettir. Adaletin olmadığı yerde şirk ve sömürü düzeni hakimdir.[40]”
Ahmet Hocazâde, 07.08.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
Takip et: @hocazadem
[1] Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Elmalılı, KUR' AN-I KERIM'DE ADALET (ADL) KAVRAMI,s.283. http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D01392/1997_3/1997_3_ELMALIA.pdf
[2] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Dar Sader, Beyrut 2003, c. 10, ss: 62-65; Mehmed b. Mustafa El-Vanî, Vankulu Lügati, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2015, c. 2, ss:1897,1898.
[3] Demir, Ömer, Acar, Mustafa, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara 1991, s.20
[4] Ragıp El- Isfahani, El-Müfredat fi Garibi’l- Kur’an, Ed-Daru’ş-Şamiyye, Beyrut 1997, s.552
[5] Ebu’l-Fadl Cemalüddin M. Mükerrem İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, Beyrut,1956, XI, 430, Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ank, trs, s.10-11, Bkz. Bekir Topaloğlu-İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, s.13-14, Ahmet Serinsu, Dini Terimler Sözlüğü, MEB, Din Öğretimi Gn.Md.lüğü yay, Ank, 2010, s.4.
[6] Bkz. Hüseyin Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Yay, İst, 2000, s.28, Bkz. Ebu Nasr İsmail el-Cevheri, es-Sıhâh Tâcu’l-Luğa ve sıhau’l-Arabiyye, Beyrut, trs, V, 78.
[7] Buhari, Hibe, 12.
[8] Heyet, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Cilt: 3, s. 370
[9] İsmail Cerrahoğlu, “Kur’an-ı Kerim’in Öngördüğü Adalet Esasları”, Diyanet İlmi Dergi, Nisan-Mayıs-Haziran 1993, Cilt:29, Sayı:2, s.17
[10] Abdurrahman Elmalılı, Kur’an-ı Kerim’de Adalet Kavramı, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:4, s.283.
[11] Abdülbaki, Muhammed Fuad, El-Mu’cemu’l-MüfehresliElfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, Daru’l-Hadis, Kahire 2001, ss. 450,448,449,750,751
[12] Muhammet KURTULUŞ, KUR’AN’DA ADALET KAVRAMI, kurav.
http://www.kurav.com/wp-content/uploads/2017/06/Muhammet-Kurtulu%C5%9F.pdf
[13] “Adl”, Kur’ân’da 11 sûrede, 24 âyette 28 defa geçer. Bunlar da fiil-i mazî, fiil-i muzarî ve mastar olarak kullanılmıştır. Emir ifade eden başka fiillerle kullanıldığında, adl mastarının (bi) harf-i cerriyle (biladl) şeklindedir.
[14] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l Hüsna Şerhi, İst, 1987, s.89, Bkz. Topaloğlu-Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, s.13-15.
[15] Osman ORAL, KELÂM İLMİNDE İLÂHÎ ADALET, Kelam Araştırmaları 11:1 (2013), s.445.
http://isamveri.org/pdfdrg/D03265/2013_1/2013_11_1_ORALO.pdf
[16] Osman ORAL, a.g.m., s.445.
[17] Anıl Çeçen, Adalet kavramı, Gündoğan Yayınları, Ankara 1993, s. 25-27.
[18] Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman ALTUNTAŞ, Kuranda Temel Siyasi Kavramlar, GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI, İstanbul, 2013, s.134-135.
http://kutuphane.gumushane.edu.tr/media/uploads/kutuphane/files/abdurrahman_altuntas_kitap.pdf
[19] M. Tahir Aşur, İslam İnsan ve Toplum Felsefesi, Çev: Vecdi Akyüz, Rağbet Yay., İstanbul 2000, s. 241.
[20] Hayrettin Karaman, “Adâlet”, DİA, İstanbul, 1988, I, 343.
[21] Karaman, “Adâlet”, DİA, I, 343.
[22] Abdurrahman ALTUNTAŞ, Kuranda Temel Siyasi Kavramlar, s.136.
[23] Âl-i İmrân Suresi 3/21; Nisâ Suresi 4/58, Mâide Suresi 5/42–95; A’râf Suresi 7/29-159-181, Enfâl Suresi 8/58; Yunus Suresi 10/47; Nahl Suresi 16/76; Hac Suresi 22/25; Şûrâ Suresi 42/15; Hucurât Suresi 49/9; Rahmân Suresi 55/9; Hadîd Suresi 57/25; Mümtehine Suresi 60/8.
[24] Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, “Adalet”, DİA, , T.D.V. Yay, İstanbul, 1988, c. 1, s. 341.
[25] Prof. Dr. Macid Hadduri, İslamda Adalet Kavramı, Yöneliş Yayınları, İst.,1999, s.24.
http://www.muharrembalci.com/kitaplika/86.pdf
[26] Macid Hadduri, İslamda Adalet Kavramı, s.27.
[27] Harun Savut, “Hikmet ve Fıtrat Ekseninde Adaletin Temelleri”, Turkish Studies, Ankara 2014, s. 456
[28] Şirk inancının zulüm olduğunu gösteren ayetler için bkz: Bakara 2/ 51,92,165; Al-i İmran 3/86; Maide 5/72; A’raf 7/148; Yunus 10/106; Kehf 18/15; Hacc 22/71.
[29] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayınları, İstanbul, Cilt:5, ss: 254,255
[30] İbn Cevzi, Zadü’l-Mesir Fi İlmi’t-Tefsir, Kahraman Yayınları, İstanbul 2009, Cilt: 3, s.445; Bursevi, İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi, İstanbul, Cilt: 14, ss: 632, 633
[31] Heyet, Kur’an Yolu, Cilt: 3, s. 380-383; Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul ts, Cilt:4, s. 1815.
[32] Mevdudî, Tefhîmu’l-Kur’an, İnsan Yayınları, Cilt: 3, s. 52; Seyyid Kutup, Fi Zilali’l-Kur’an, Hikmet Yayınları, İstanbul 1985, Cilt: 9, ss: 234, 235.
[33] Seyyid Kutub, a.g.e., Cilt:3, ss: 286-288
[34] Muhammet KURTULUŞ, KUR’AN’DA ADALET KAVRAMI,s.5.
[35] Muhammet KURTULUŞ, KUR’AN’DA ADALET KAVRAMI,s.10.
[36] Kübra Memnune ŞİRİN, KUR’AN’DA ADALET KAVRAMI, kurav, s. 8.
http://www.kurav.com/wp-content/uploads/2017/05/K%C3%BCbra-Memnune-%C5%9Eirin.pdf
[37] Prof. Dr. Adnan Güriz, Adalet Kavramı, s.19. http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg7/adnan.pdf
[38] Abdurrahman Elmalılı, Kur’an-ı Kerim’de Adalet Kavramı, s.328.
[39] Macid Hadduri, İslamda Adalet Kavramı, s.252.
[40] Adem Çaylak. https://twitter.com/ademcaylak/status/859083296449454084
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.