"Tarihçiler, sürgünün ilk yıllarında yaklaşık 100.000 insanın, yani halkın neredeyse yarısının hastalıktan, açlıktan ve soğuktan öldüğünü söylüyorlar."
“Dünyaca, Kardeşlerimize Yardım Etmek.
Bazı insanlar Kırım Tatarlarının daha ne istediğini hala açıkça anlayamıyor. Yeni yerleşim yerlerinde iş sahibiler, giyecekleri ve başlarını sokabilecekleri bir evleri var… Ama bu bakış vicdansız bir insanın bakışıdır. Kendi tarihini, kendi vatanını hatırlamayan bir mankurtun bakışı. Kırım bilimcisi, Maksimilyan Voloşın, Kırım Tatarlarının daha vatan topraklarında yaşadıkları sırada, 1925 yılında Tatarlar hakkında şöyle yazıyordu:
“Her Tatarın içinde çok ince ve kendini koruyamayacak kadar hassas bir kültürel miras hissediliyor…” Kültürleri hakkında yaptığı bu gözlem, özellikle bu “kendini koruyamama” olgusu, Kırım Tatarlarının Orta Asya’ya ve Sibirya’ya, yani başka bir kültürel ortama zorla yerleştirildikleri zaman daha iyi anlaşıldı. Saklamaya gerek yok, kırk yılı aşkın sürgün boyunca Kırım Tatarları Özbeklerin ve başka halkların kültürleriyle özdeşleşemedi. Hep ayrı kaldılar ve bu izolasyondan dolayı hep acı çektiler. Özbek ve Kırım Tatar kültürlerinin sentezi ortak İslam kökenlerinden dolayı güzel sonuçlar verebilirdi. Ama bunun için kültürlerin bağımsız ve doğal bir şekilde gelişmeleri gerekiyordu. Kırım Tatar halkı ise uzun yıllar boyunca “suçlu halk” damgasını taşımış.
Uzun süren yolculuğun sonunda Mayıs 1944’te Özbekistan‘da trenlerinden indiklerinde, hala onlara yapılanların sorumlusunun Beriya olduğunu düşünüyorlardı. “Büyük ve adaletli önder” Stalın’in bu haksızlığı öğrendiğinde onları hemen vatanlarına geri döndüreceğine inanıyorlardı. Bu yüzden eşyalarını açmadan ve yeni, onlar için yabancı yerlere yerleşmeden bir süre daha beklediler. Onların bu “adaletli önder inancı” yolda hayatını kaybeden yüzlerce insanın yanında yeni yerleşim yerlerinde de 40.000 kişinin hayatına mal oldu. Ölenlerin hepsi, yaşlı, çocuk ve kadınlardı.
Diğerleri ise yerli Özbek, Kazak halklarının anlayışı ve merhameti sayesinde hayatta kalabildiler. Yerli halk, Stalinist yöneticilerin katı tutumlarına rağmen bir kere bile ne sözleriyle, ne de yaptıklarıyla sürgüne gönderilenleri incitmedi. Onlar sadece ocaklarının sıcaklığını değil, aynı zamanda arazilerini, topraklarını da paylaştılar. Üstelik Tatarların yerleştirildikleri yerde yerli nüfusun işsizlik oranı hat safhada olduğu halde. Ancak Özbekler, Stalin’in “vatan hainleri” propagandasına rağmen, bu dünyada her şeyden çok emeğe değer veren Tatarların da aynı kendileri gibi ekmeklerinin peşinde olduklarını, onlara has bilgelikleri, ferasetleri, başkasının derdine duyarlılıkları ve merhametleri sayesinde anlıyorlardı. Gerçi hemşerilerimin çoğunun da, yaşım büyüdükçe ve yerleşimcilerin acı kaderleri üzerine tefekkür ettikçe, kendi kendime sorduğum soruyu sorduklarını düşünüyorum. Neden bizim eşsiz ve benzersiz vatanımız, Özbekistan topraklarımız, başka bir halkın cezalandırma, sürgün yeri olmuştu? Bunu yapan bizim vatan sevgimizle de alay etmemiş miydi?
Stalin’in baskıları Kırım Tatarlarının yapısına ve karakterlerine de yansıdı. Bir zamanlar herkese açık ve neşeli olan halk içine kapanmış ve bastırılmış bir hale geldi. Halkın yalnızca kültürünün temelleri değil, ekonomik becerileri de git gide zayıflıyordu. Çiftçilik, bahçıvanlık, üzüm yetiştiriciliği git gide unutuluyordu. Maalesef aydın kesim de, özellikle yazarlar, bu yabancı çevre şartlarında kültürlerini çürümekten koruyamadılar. Kültürlerini korumaları imkânsızdı, çünkü eserlerinde Kırım’ın hem sürgünden önceki, hem sonraki hayatından, hem de sürgün sırasında halkın başına gelenlerden söz edilmesi kesinlikle yasaktı…
Savaştan önce Kırım’da Rusların, Ukraynalıların, Ermenilerin, Bulgarların, Yunanlıların yanında yaklaşık iki yüz elli bin Kırım Tatarı yaşıyordu. Neredeyse altmış bin kişi Vatan Savaşı’nın cephelerine çağırıldı. Yarısı hayatını kaybederken kimileri de habersiz bir şekilde kayboldu. Kırım Tatarları’nın faşizmin üzerindeki zaferde rolü bunlar. Küçük bir kısmının yaptıklarından dolayı bütün halka “suçlu halk” damgasını vurmak ahlaksızdır. Kırım Tatarları’nın anlattığı onlarca olaya şahit oldum. Neticede bu sürgünün Stalin’in özel intikamı olduğu kanısına vardım. Ukraynalıları, kolektif çiftlik mülkiyetine direndikleri için açlığa mahkûm etti, Özbekleri ve Kazakları, büyük baş hayvanlarını devletle sevinçle paylaşmadıkları için yok etti, Kırım Tatarlarına da onların en aydın kesimini, en iyi insanları öldüren NKVD’ye, Stalin’in ulusal politikasının sapkınlıklarına karşı oldukları için diş biledi…
Timur Pulatov, 1988.”
***
“Tarihle mücadele
Tatarların Kırım’dan nasıl sürüldüklerini görmedim ama o zamana kadar eskiden beri Kırım-Tatar isimlerini taşıyan köylerin adlarının nasıl değiştirildiğini çok iyi hatırlıyorum. Bu görev “Kızıl Kırım” yayın organının o zamanki icra sekreterliğini yürüten yaşlı bir gazeteciye verildi. Kendisi sesiz sakin, çalışkan, titiz, başkalarına ve kendine karşı sorumluluk sahibi bir insandı. Onu iyi tanıyordum. İşte bunlar böyle yaşandı.
Yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi, İl Konseyinin açılış oturumunun gündemine dâhil edildi. Oturum sabah açılıyordu. Gece herkes dağıldıktan sonra gazeteye telefon geldi. O gece icra sekreteri telefon hattında nöbetçiydi. İl idaresinden telefon geldiğinde telefona sekreter cevap verdi. Birkaç sayfalık uzun bir liste gönderdiler. Uzun asırlar boyunca bu yarım adanın topraklarında Gotların ve İskitlerin, Yunanlıların ve Cenevizlilerin yaşadığı biliniyor. Aynı zamanda Tatarlar ile birlikte Karaylar ve Kırımçaklar da yaşıyordu. Daha kimler yoktu ki. Bütün bunlar elbette sadece nehirlerin ve dağların isimlerine değil, Kırımın şehirlerinin isimlerine de yansıdı. Ancak konseye sunulacak olan acil değiştirilecek isimlerin listesini hazırlayanlar Cenevizlerin Sudak şehrini, Türk olan Calman şehrinden ayıracak kapasitede değillerdi.
O zamana kadar benzer bir işle uğraşmayan gazete sekreteri çok şaşırdı. Hayal gücü sınırlıydı, kendini bildi bileli hiçbir şey yazmamıştı. Tek işi başkaları tarafından yazılan makaleleri ve haberleri düzeltmekti. Şimdi ise eski, çocukluğundan iyi bildiği ve insanın kendi evine, toprağına alışır gibi alıştığı yerleşim yerlerine, şehirlere, kasabalara yeni adlar vermesi gerekiyordu. Gazete henüz imzalanmamıştı, matbaadan yeni basılmış sayfalar gelmeye devam ediyordu, o ise işe nereden başlayacağını, hangisine öncelik vereceğini bilemiyordu. Dürüst ve çalışkan bir kişiliğe sahipti ama konumuz bu değil. Hiç vakti yoktu ve zor durumdaydı.
Birden çalışma masasının üstündeki kalın kitabı fark etti. Bu, uzun yıllar boyunca gerektiğinde başvurduğu eski bir rehber kitabıydı. Kısaca bu Rayevski tarafından yazılan ve bir önceki yüzyılda basılan “Meyve Okulu” kitabıydı. Rayevskiy bir zamanlar Kırım’da meyve ve çilek yetiştiriciliği ile uğraşıyordu. Hem sekreterler, hem de gazetenin tarım bölümü çalışanları bu kitaba büyük değer verirlerdi. Rehberi eline aldı. Ve çok gecikmeden listedeki eski isimlerin yerini bu kitaptan alınan yeni isimler aldı. Dediğim gibi, gazete henüz onaylanmamıştı ve sürekli onunla ilgilenmek zorunda kalıyordu ama en azından bir başlangıç yapmıştı. Çıkış yolu bulduğunu fark edince rahat bir nefes aldı. Önce büyük meyvelerin isimlerine yüklendi, daha sonra çekirdekli meyvelere geçti. Bir süre sonra bu kitabında başlarda zannettiği gibi isim bulma açısından zengin bir kaynak olmadığını fark etti. Ve git gide daha küçük meyvelere geçiş yapmak zorunda kaldı.
O zaman yeni bir fikir geldi aklına. Kendisi asker olmasa da, savaş yeni bitmişti ve birçok askeri kelime sıklıkla kullanılıyordu. Bir gazeteci olarak hepsini biliyordu ve bu kelimelerden yararlanmaya karar verdi. Üstelik bu sefer masanın üstünde duran başka bir kitap gözüne ilişmişti. Bu, yazarı tarafından ona yeni hediye edilen “ Kırım’ın Kurtuluş Savaşlarında” adlı kitaptı. Artık bu zor durumla nasıl başa çıkacağından emindi. Sabaha doğru kendi listesini sundu.
Bundan dolayı şimdi Kırım’a gelenler Ayvovoye ( Ayvalı), Abrikosovoye (Kayısılı), Tankovoye gibi isimlerle karşılaşıyorlar.
Sadece bu yüzden!
Vasiliy Subbotin; “Literaturnaya Gazeta” 30 Ocak; 1991”
Sürgüne gönderilen halkların acıları sadece şiir ya da nesire yansımadı.
Kırımlı ressam Rustem Eminov halkın yaşadığı trajediyi çizdiği tablolara yansıttı. 1975 yılından beri Özbekistan’da ve yurtdışında 80’i aşkın sergi düzenledi. O, Sovyetler Birliğinde ve Dünyada Kırım Tatar sürgününü resmeden sanatçıların ilkiydi. Resmettiği serinin ilk bölümü, dünya çapında bir üne kavuştu ve “ Sürgün” ismini aldı.
Serinin ikinci bölümün adı “Dönüş”. Sürgün günlerine dair fazla görsel doküman bulunmadığından, tablolarını tanıkların ifadelerine dayanarak çizdi.
“Ne için?”
“Ölüm Treni 1”
“Unutma 2”
“Kara Şafak. 18 Mayıs, 1944”
“Soykırım 3”
Melek Öz, 01.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Makale, Çeviri-Analiz
Melek Öz Yazıları
Takip et: @formel_
Kitabın Orijinal Metni:
http://www.e-reading.club/bookreader.php/1028371/Alieva_-_Tak_eto_bylo_Nacionalnye_repressii_v_SSSR._1919-1952_gody.html
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.